Ateizm Üzerinen Notlar

Hiçbir ilâh kabul etmeyen, Tanrıtanımaz felsefi doktrinlerin ortak adı.Sistemleştirilmiş bir ekol oluşturulmaksızın filozoflardan bir bölümünce benimsenmiş olan bu anlayış, doğrudan doğruya tanrının varlığını inkâr üzerine kuruludur. Bu özelliğiyle de benzer yanlar taşıyor olsa da- tanrının varlığını ya da mahiyetini tartışan doktrinlerden ayrılır; tanrının yokluğunu kesin bir biçimde öne sürer. Hemen hemen tüm felsefe ekolleri ve öğretileri gibi ateizm’in kökleri de Eski Yunan’a uzanır. Maddeci yapı belirten çeşitli felsefe okullarının bağlıları, ontolojik yorumları sonucunda ateist bir inanç sergilemişlerdir. „Gölge etme başka ihsan istemem“ sözüyle yaygın bir ünü bulunan Diyojen bunlardan biri ve felsefe tarihinde kâfir diye nitelenen ilk kimsedir.

Daha öncede ifade edildigi gibi, Felsefî bir kavram olan ateizm, Tanrı inancı karşısında tepkisel bir düşünceyi dile getiren dünya görüşünün ismidir. Ateizm kelimesi Yunanca da Tanrı anlamına gelen Theostan türemiştir. Bu kelimeden „Tanrı inancına sahip olmak“, „Tanrı’ya inanmak“ anlamına gelen theism ortaya çıkmış; bunun karşıtı olan „tanrıtanımazlık“ anlayışını ifade etmek için bu kelimenin başına, olumsuzluk bildiren „a“ ön takısının eklenmesiyle türetilmiştir. Ateizm kavramı, felsefî bir bakış açısını ifade etmenin yanında, belli bir yaşam tarzını ve davranış biçimini de dile getirmektedir. Bu anlayışı benimseyenlere ateist denir. Günlük hayatta, toplumumuzda bu kavramı ifade etmek için, inançsız veya inkârcı gibi kelimeler de kullanılmaktadır. Ayrıca dinî literatürümüzdeki zındık, mülhid kavramları da aynı manayı ifade etmektedir.

Ateizm tarihte çok yaygın olmasa da eski dönemlerden itibaren günümüze kadar var olan ve bazı filozoflarca da dile getirilen önemli bir problemdir. Yüzyılımızın ilk yarısında tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar yaygınlaşan ve kendine taraftar bulan bir düşünce akımıdır. Günümüzde ise eski gücünden uzaklaşan ve fikrî dayanaklarını da yitiren ideolojik bir tavırdır. Felsefî tartışmaların yanında ateizm bazen ideolojik biçimlere sokulmuş ve bazı sosyalist yönetimlerin resmî politikası haline getirilmiştir. Bilindiği gibi Marx, Lenin ve Engels’in fikirlerinden hareketle sosyalist ülkelerde bilinçli bir din karşıtlığı politikası izlenmiştir. Ateizmi ilke edinen ideolojiler doğmatik, statik ve dayatmacı tavırlar sergilemişler; dinle ilgili eleştirilerinde karşı tarafa cevap verme ya da yanlış anlamayı düzeltme şansı vermemişlerdir.

XX. yüzyılda ateizm adına ortaya pek çok şey konmuş, konuşulmuş, yazılmış ve çizilmiştir. Özellikle son dönemlerde ateizm adına yapılan şeylerin çoğunluğu ne yazık ki tutarlı ve insaflı fikrî tartışmalar olmak yerine, birer ateizm retoriği haline gelen ideolojik söylemler olmuştur. Yakından bakıldığında ortaya çıkan şeylerin daha ziyade ideolojik bilim, ideolojik felsefe ve ideolojik ateizm olduğu görülmektedir. Bu söylemlerin temelinde de pozitivist ya da materyalist esintiler bulunmaktadır. Tanrı’nın varlığı meselesi insanlığın ortak bir problemidir. İnsanların büyük bir kısmı Tanrı’nın varlığına inanmış ve varlığıyla ilgili çok güçlü kanıtlar ileri sürmüşlerdir. Tanrı’nın varlığına inananlar bu inancın felsefî, ilmî, teolojik, mistik ve moral temelleri olduğunu ifade etmiş ve bunları da tek tek açıklamışlardır.

Ateizme yol açan gerekçelerin ise hiçbir bilimsel, rasyonel ve etik değeri bulunmadığını ifade etmişlerdir. İnançsız olduğunu söyleyenlerin büyük bir kısmında da, materyalistler dahil olmak üzere, zihinlerinde Tanrı’nın yerini tutacak ancak mahiyet itibariyle farklı olan değerler görülmektedir. Dolayısıyla mutlak bir ateizmden sözetmek imkânsızdır. Ateistler, bütün uğraşılarına rağmen Tanrı’nın varlığı aleyhinde güçlü kanıtlar ortaya koyamamışlardır. Buna karşın Tanrı’nın varlığı konusunda pek çok kanıt ileri sürülmüştür. Bu kanıtlar da ateistlerin „Tanrı yoktur“ şeklindeki iddialarını tek tek çürütmektedir. Bunlar arasında da varlık (ontolojik), âlem (kozmolojik), nizam ve gaye (teleolojik), mistik tecrübe ve ahlâk kanıtları bulunmaktadır. Aslında kimileri için bu kanıtların dile getirilmesine dahi gerek yoktur.

Çünkü Tanrı’nın varlığı insan için kanıtlanmaya gereksinim, ihtiyaç duymayacak kadar açık ve seçik bir konudur. Dolayısıyla ateistin inkârı şaşılacak bir şeydir. Ateizm kavramının çelişik anlamlarda kulla­nılması, biryönüyle bazı filozof ve ilahiyatçıla­rın kavramı rastgele ve keyfi kullanmalarıyla ilgilidir. Gerçekte bunlar evrenin ilk nedeni olan Öncesiz-sonrasızve sonsuz Varlık hakkın­da kendileri gibi düşünmeyen herkesi ateist olarak nitelendirmişlerdir. Aynı şekilde birço­ğu da panteizmde ateizmin biçim değiştirmiş bir türünü görme eğilim ve isteği duymuşlar­dır (Örneğin Spinoza). Hıristiyan Orta Çağ Skolastiğinde ateizm di­ni inançlardan ayrılarak sapkın olma, dalalete düşme şeklinde tanımlanmıştır. Yeni Çağda Picrre Bayie ise, her türden ateizme karşı hoş­görülü davranılmasını İster. Bayle’a göre, in­san davranışını. Tanrı düşüncesi gibi teorik dü­şüncelere dayandırmak doğru değildir. Ayrıca ahlaklılık, ahlaki kişiliği gerçekleştirmek, Tan­rının varlığına inanmaksızın da mümkün olma­lıdır. Fransız Aydınlanmasında, bu tutum ve anlayış d’Holbach ve La Mcttrie’nin „L’hom-mc machine: makine insan“ soyutlamasında ortaya çıkar ki, nitekim Fransız Devrimiyle „a-kıl“ Tanrı olarak ilan edilecektir.

Atom kuramcısı Demokrit, onun izleyicisi Leocippus, Sofist’lerden Gorgias ve Protegoras, kendi adıyla anılan ekolün kurucusu Epikür, öne sürdükleri materyalist görüşler bağlamında birer ateist olarak göze çarparlar. Rönesans’tan sonra Batı’da varlığını hissettiren din-dışı eğilimler ve özellikle de tabiatın, evrenin, doğanın ve insanın, insan toplumunun dinden bütünüyle soyutlanarak yorumlanması sonucu ortaya çıkan görüşler, ateist tutumlara büyük katkılarda bulunmuş, onlara bolca kullanabilecekleri veriler sağlamıştır. Nitekim, dinden ve törelerden bağımsız bir siyasetin oluşturulması görüşünü öne süren Makyavel, ateizm’i bu alana sokarken; birer ateist olmadıkları hâlde Dekart, David Hume ve Kant gibi kimselerin akılı dinden bağımsız kılma çabaları ve bu doğrultuda öne sürdükleri düşünceler çağdaş ateizm’e tutanaklar hazırlamış oldu.

Pozitivist yorumlarla oluşturulan bilimsel kuramlar ve evrene yönelik rasyonalist bakış açılarının oluşturduğu ortam, Feuerbach’ın öne süreceği düşünceler için çok elverişliydi. XIX. Yüzyılın en önemli ve sonraki dönemler bakımından da en etkili ateisti olan bu düşünür, Tanrı’nın insana özgü ülkülerin bir yansıması olduğunu, insanın özgürlüğünün Tanrı’yı inkârla gerçekleşebileceğini öne sürmüş; dini insanın etkinlik alanına indiren bu görüşten yola çıkan Marks ise, ezilenlerin egemenliğiyle birlikte dinin de yok olacağı varsayımıyla ateizm’i doruk noktasına çıkarmıştır. Bu çizgiyi kemâline ulaştıran Nietzsche ise, „Tanrı’nın Ölümü“ adlı kitabında, insanın kendisini bütünlemesi ve özünü bulması için göstermesi gereken en insanca tepkinin ateizm olduğunu söylemiştir.

Darwin, geliştirdiği kuramla Yaratıcı-Tanrı kavramını dışlarken; Freud, Tanrı inancının çaresizlik içindeki insanın çocukluk durumuna dönerek koruyucu bir babaya sığınma ihtiyacından doğduğunu öne sürerek, psikolojik çerçevedeki inkârı gündeme getirmek yoluyla ateizm’e bir başka boyut kazandırmıştır. Yaşadıgımız zaman diliminde ise, ateizm’i Jean Paul Sartre, Albert Camus gibi varoluşçular temsil ettiler. Bunlar, insanın evrende bir başına olduğu ve kendi değerlerini belirlemek özgürlüğüne sahip bulunduğu düşüncesinden yola çıkarak, bu özgürlüğü kabulün kaçınılmaz sonucu olarak Tanrı’nın inkârına gitmektedirler. Agnostizm yani bilinmezcilik ve Pozitivizm yani olguculuk gibi ateizm’i andıran görüşler, açıkça „tanrı yoktur“ demeyip de „bilinemez“ „tartışılması bilimsel değildir“ türünden ifadeler kullandıklarından konumuzun dışında kalmaktadır. İslâm literatüründe, dehriyye* diye adlandırılan ateizm, kronolojik bakımdan iki ayrı safha halinde irdelenebilir. Cahiliyye Dönemi Dehriliği ve İslâm sonrasındaki Dehriyyun.

Kur’anı Kerîm’de casiye suresi ayet 24.te mealen şöyle buyuruluyor:*** „Dediler ki: o (hayat dedikleri) şey, dünya hayatımızdan başkası değildir; ölürüz, diriliriz, Ve bizi ancak dehr (zaman) helâk etmektedir.‘ Halbuki onların bu sözlerinde hiçbir ilimleri yoktur. Onlar ancak zanda bulunuyorlar…*** Bu ayetlerde haberiyle bildirilen cahiliyye dehriliği, yaratılmayı inkârla zaman ve maddenin ebediliğini öne süren bir inançtır. Felsefî anlamdaki İslâm sonrası dehrilik ise, muhtemelen, Sâsânîler döneminde yaygın bir inanç olarak gözlenen „herşeyi değiştiren ve herşeyden kuvvetli olan, tüm olayları oluşturan ve yönlendiren büyük güç, ilâhî zat olan Hürmüz değil, yalnızca sınırsız zamandır“ temel inancı üzerine oturtulmuş bulunan zurvanig’in karşılığı ve uzantısıdır. Bu inancın sahipleri Allah’ı inkâr ederek, bütün oluşları zaman, dehr ya da felek adını verdikleri akışa bağlamaktaydılar.

Öte yandan, kısmî inkâr diyebileceğimiz bir tutum içinde bulunan maddiyun, tabiiyun (maddecilik, tabiatçılık) gibi düşüncelerle dehriliği karıştırmamak gerekir. Çünkü, dehrilikde, ateizm’de olduğu gibi kesin bir inkâr, Yüce Allah’ı açık bir biçimde yok sayma sözkonusudur. Yüce Allah’ın kimi esma ve sıfatlarını değil de, gerek yaratıcılık, gerek ilâhlık ve gerekse rablık plânında küllî bir inkâr vardır. Ateizm, gerçek anlamıyla, işte böylesine bir küllî inkârdır. Denilebilirki; Ateizmin en büyük çıkmazı kendi başına bir „tez“ olmayıp bir „anti-tez“ olarak ortaya çık­masıdır. Teizm ya da tanrıcılık olgusu ateiz­min varlık şartıdır.

Ateist, ne olursa olsun ag­nostiklerin yaptıkları şekilde dinden ve tanrı­dan kopamaz; bir ateiste her zaman „hangi Tanrı’yı İnkar ettiği makul bir biçimde sorula­bilir. Çağımızda en sıkı ateistler Russel’in ön­cülüğünü yaptığı mantıkçı pozitivistler olmuş­tur. Onlar, ya Tann’nın varolduğunu söyleme­nin anlamlı, fakat yanlış bir önerme olduğunu ya da anlamsız (saçma) ve bu yüzden ne doğ­ru, ne de yanlış olduğunu öne sürerler. Ancak yüzyılımızın ortalarında mantıkçı pozitivizmin yıldızının giderek sönmesi sonucu dine, meta­fiziğe ve tanrı kavramına karşı yeni bir ilgi uya­nışı söz konusu olmuş ve metafiziğin, irrasyo­nel olanın rasyonel yolla analiz edilemeyeceği tezi giderek yaygınlık kazanmıştır. Metafizi­ğin, dinin, bilimin alanları ve geçerlilik öğeleri farklı olup onları birbirinin ölçütleriyle,kriterleriyle yargı­lamanın yanlış olacağı kanaati yaygınlaşmış­tır, örneğin, bilimin Tanrı’nın varlığını kanıt­lamada ölçü olarak kabul edilmesi nasıl yanlış bir uygulamaysa, bilimi teolojik yoldan İspat etmenin de anlamsız olacağı söylenmiştir. Ne var kî, bu tezler de, Tanrı kavramının işlerinin İnsan düşüncesi­nin ekonomisi içinde radikal bir yeniden ifadelendiritmesi olarak ortaya çıkmaktadır.

Ya­ni artık burada Tanrı ya dilsel bir sembol ya işe yarayan bir araç ya da sosyal açıdan gerekli bir İşlevdir. Tanrı Batı düşüncesinde gerçek­ten Ölmüştür. Felsefe ve medeniyet tarihi açı­sından bakıldığında ateizmin Tanrı’nın varlığı­nın inkarından çok, belli bir topluluğun inan­dığı Tanrı anlayışını reddetmek veya buna inanmamak şeklinde olduğu ortaya çıkar. Ni­tekim antik Yunanda buna benzer ilk davra­nış sofist Protagoras tarafından sergilenmiş­tir. Tanrıları konu edinen bir eserinde Prota­goras, „İnsan aklının Tanrıları idrakten aciz ve sınırlı“ olduğunu ileri sürmüş ve Yunan top­lumu bu yargıdan dolayı onu inkarcılıkla suçla­yarak sözkonusu eseri yakılmıştır. Kendisi ise Pericles’in koruması altında canını zor kurtar­mış ve Atina’dan sürgün edilmiştir.

Aynı şekilde Sokrates de* içindeki daima onların sesine uyarak Yunan toplumunun tapındığı Tanrıla­rı eleştirince ölüm cezasına çarptırılmıştır. Öte yandan, daha önce Yunan toplumunda geçerli olan çoktanrıcı inanışı (politeizm) şid­detle eleştiren Ksenophanes tektanncı inanışı savunmasına rağmen, toplumun tanrılarını İn­kar etmek durumunda kalmıştır. Hatta Anak-sagoras, Atina yakınlarına düşen bir göktaşı­nın yeryüzünde bilinen cinsten bir madde ol­duğunu ileri sürünce, Atinalıların gökcisimle­rini de birer tanrı kabul eden anlayışlarıyla ça­tışmış ve Çanakkale’ye sürgüne gönderilmiş­tir. Orta Çağda olduğu gibi Yeni Çağlarda da birçok düşünür benzer şekilde Tanrı anlayışla­rı dolayısıyla ateist olarak nitelendirilmişler­dir. Sözgelimi Galilc, Bruno, Campanella, Spinoza, Voltaire gibi birçok düşünür aynı suçla­mayla karşı karşıya kalmışlardır.

Bu ve benzer düşünürlerin ateistlikle suçlanmaları, gerçek­te Tanrı İnanışını reddetmeleri dolayısıyla de­ğil, İçinde yaşadıkları toplumun İnanışların­dan farklı bir tanrı inanışını savunmalarından dolayıdır. İkinci Dünya savaşı sonrasında etkinlik sağla­yan Varoluşçu Felsefe, özellikle Fransa’da or­taya çıkış biçimiyle ateizme doğru güçlü bir eğilim doğurmuştur. Sartre’ın genel olarak eserlerinde, özel olarak da Varoluşçuluk Bir Hümanizmdir (1946) adlı eserinin vurgula­mak islediği temel ilke, insanın özgür varlığı ancak Tanrı varolmadığı ya da Tann’yi inkar eltiği sürece mümkün olur ve gerçekleşebilir düşüncesin dayalıdır. Bir başka Varoluşçu filozof Martin Heidegger Hümanizm Hakkında (1951) adlı eserin­de, 1912 yıllarından önce Rusya’da Radişçev, Belİnskiy, Çernişcvskİy, Dobrolyubov gibi ba­zı düşünürler, ateizm konusunda düşünceler İleri sürmüşlerdir. Lenin, kapitalist güçler kar­şısında çalışan İşçi sınıfının İçinde bulunduğu sefalet ve sömürü durumunun derin kökleri­nin din inanışı olduğunu belirtmiş ve 1917 Rus Devriminden sonra ateizm devlet tarafın­dan resmen teşvik edilmiştir.

Kısaca ifade edilecek olursa, ateist, „tanrısı olmayan adam“dır. Böylece, yorum yapmaya oldukça yatkın olan bu kavram bütün kültür­lerde genel olarak farklı olarak değerlendiril­miştir. Çoğu kez politik nedenlere veya kişisel çıkarlara bağlı çekişmelerde, kıskançlık, suçla­ma, yerme veya hakaret anlamında, hatta sö­vüp saymak için kullanılmıştır. Diğer taraftan bilim ortamlarında bile karşıt görüşlerin etki­siyle de taraflar birbirlerini ateist olmakla suç­lamışlardır. Mesela batı’da Tanrı’nın varlığına yeni kanıtlar getirmiş olan Descartcs bir dö­nem „Ateist“ sayılmıştır. Ateizmin yaygın bir akım olmaktan çok, prensipte kişisel bir inanç özelliğine sahip ol­duğu görülmektedir. Böyle bir eğilimin ilkel insan topluluklarında doğal olarak bulunduğu­nu iddia edenler de çıkmıştır.

Ancak bu iddia doğrulanmamış, tersine ne kadar ilkel durum­da olsalar da insan topluluklarında Tanrı kav­ramının her zaman var olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca ateizm ile dinsizlik de bir tutulmamalı­dır. Çünkü bunlardan birincisi insanların kut­sal saydıkları inanç sistemlerine değil, çok da­ha saldırgan bir tutumla, inanç kavramının menşei olan Tanrı fikrine savaş açmıştır. As­lında ateizm, geliştiği ortamlar açısından bi­limsel, liberalİİlikten başlayıp komünistlikden geçerek anarşistliğe kadar varan bir süreç için­de politik, işçi, öğrenci, köylü kesimlerindeki anlamıyla sosyolojik; düşünce ortamlarındaki gelişmesiyle felsefi ve humanistik olarak çeşit­li bölümlerde ele alınarak da incelenebilir. Bu takdirde bu bölümlerin her birinde, insanları ateizme İlen çeşitli motif ve dinamikler de açıkça belirlenmiş olur. örneğin pozitivizm, Tanrı’yı inkâr etmekten çok tanrı kavramı kar­şısında prensip olarak ilgisiz kalmaktadır.

Bu­nunla beraber birçok pozitivist bilim adamı, dolaylı yorumlar yaparak pozitivizmi kendi ki­şisel ateist kanaatlarına bir kanıt mekanizma­sı olarak kullanmışlardır. Günümüzdeki ateistler arasında içlerinde Nobel ve diğer bilim ödülleri almış Jean Ros-tand, Alfred Koestler, François Jacob, Jean— Paul Sartre, Levi-Strauss gibi bilim ve sanat adamları; Eugene lonesco, Roger Garaudy (eskiden) gibi hümanistler, Bertrand Russell gibi filozoflar vardır. Ancak dikkat edilirse derhal görülür ki, ateizm; yaygın bir mezhep ya da bir „İnançsızlık İnancı“ olamamış, ancak en önce kendi değerlerini yıkmış bazı saldır­gan zekaların anonim insan tabiatıyla sürekli ve tek başına sürdürülen bir savaşından öteye geçememiştir.

Günümüzde, dünya nüfusunun % 2,3’ü kendini ateist, %11,9’u teist olmayan (non-theist) olarak tanımlamaktadır. Bu oran Rusya’da %48’in üzerine çıkmakta, Japonya’da ise %64 ila %65 arasında seyretmektedir. Avrupa Birliğinde oran, %6 ile İtalya ve %85 ile İsveç arasında değişkenlik göstermektedir. 2006 yılı istatistiklerine göre ise Türkiye’de ise bu oran %2,5-%3 arasındadır.Ateizm, Tanrı inancının reddidir. Tanrı fikrine dayalı “Teist” dünya görüşünü kabul etmemek demektir. Yani “Tanrı’ya inanmamak”, yada “Tanrı inancının yokluğu” anlamına geldiği söylenebilir.Ateizm Tanrı’nın “varolmadığına inanmak” demek değildir. Tanrı’nın “varolduğuna inanmamak” demektir. Bu noktaya dikkat ediniz, çünkü bu önemli bir fark. Ateizm bir “inanç” değildir. Fazladan bir açıklama, yada bir öneri sunmaz ateizm. Ateizm yalnızca, belli bir inancın yokluğu demektir.

George H. Smith’in sınıflandırmasına göre ateizmin “negatif ateizm” ( ya da “zayıf ateizm”) ve “pozitif ateizm” (ya da “güçlü ateizm”) olarak iki çeşidi vardır. Negatif ateizm, Tanrı’nın varolmasını prensip olarak mümkün görmekle beraber, varolduğuna dair hiçbir gerekçe bulunmadığı gerekçesiyle Tanrı’yı reddeder.Pozitif ateizm ise, Tanrı’nın varolmasını mümkün görmez. (Bunu, Tanrı avramının geçerli bir şekilde tanımlanmadığı, içinde çelişkiler taşıdığı veya absürd olduğu, vs. gibi gerekçelere dayanarak yapar).Yani negatif ateizmde bir iddia yoktur, sadece bir red vardır.

Pozitif ateizmde ise hem bir red, hem de bir karşıt iddia vardır. Daha anlaşılır bir dille ifade edilirse, negatif ateist Tanrı kavramına “Varolabilir, fakat varolduğu kanıtlanmadığı sürece bu iddiayı kabul edemem” şeklinde yaklaşır. Pozitif ateistin yaklaşımı ise, “Tanrı’nın varolması mümkün değildir” şeklindedir. İkisi de sonuçta Tanrı kavramını reddetmek noktasında birleştiğinden, ateizm tanımlanırken ikisinin ortak noktası olan “Tanrı’ya olan inançsızlık” kullanılır. Çünkü bu inançsızlığın sebebi ne olursa olsun, ister delil yetersizliği, ister Tanrı kavramının anlamsızlığı veya absürdlüğü, isterse Tanrı kavramıyla hiç karşılaşmamış olmak olsun, hepsinin ortak noktası kişide Tanrı inancının varolmamasıdır.

Dikkatimi çektiginden dolayı bir örnek verme lüzumunu hissettigim bir ateistin kısa ifadeleri beraber okuyalım diyorki bu ateist: Her Türk çocuğu gibi Müslümanlığın iyi bir din, Muhammed’in de iyi bir peygamber olduğu yalanıyla büyütüldüm. Dolayısıyla çocukluk dönemimde Müslümanlık en azından “zararsız” bir inanç sistemiydi benim için.O zamanlar başını falan kapayan yoktu. Daha laik bir ortam vardı. Din kişisel bir tercih idi. Çağdaş bir çevrede büyüdüm ve iyi bir eğitim gördüm. Geceleri uyumadan önce anlamadığım Arapça bir dua eder,Ramazan’da belki 1,en fazla 3 gün oruç tutardım.Bunu Müslümanlıktan çok Tanrı’ya saygı için yapıyordum.

Dine inanmasam da Tanrı’ya inanıyordum. Hiç bir zaman namaz kılmadım,camiye de gitmedim.16-17 yaşlarında Dostoyevski’nin Karamazov kardeşlerini okuduktan sonra Tanrı’nın varlığını sorgulamaya başladım.Türkiye’nin en kalbur üstü üniversitelerinden birinde oldukça zor ve kapsamlı bir teknik eğitim gördüm.Kuantum mekaniği ve elektromanyetik teorilerini gördükten sonra Tanrı olayı benim için bitti.Yani 18-19 yaşından beri ateistim. Ateist olduğumu aileme açıkça söylemedim,söylememe gerek de kalmadı. Biz ailede din konusunu tartışmazdık,daha çok bilim,felsefe,politika falan konuşulurdu. Ailede herkes özgürce düşünür,çocukların görüşlerine saygı duyulurdu.

Ateizmi bu milletin evlatlarıyla tanıştıranlara yazıklar olsun. Cemil Meriç rahmetlinin dedigi gibi bu ülkede cehalete ancak tahsil görülerek ulaşılır…Allahım yalnız sana inanır yalnız senden iyilik bekleriz, güzellikler isteriz, yalnız sana ibadet ederiz, sen bizim rabbımızsın. Bizlerin sapık yollara düşmemize, ayagımızın kaymasına, bidatlara bulaşmamıza, ideolojik saplantılara kaymamıza ve seni unutacak unutturacak yol ve izlere yönelmemize fırsat verme Bizleri sıratı müstakimden ayırma Allahım.. Sen her şeylere kadirsin…Amin…

Sermedkadir 17.04.2013

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.