Azim Mutlak Gerekli

Cenabı hak Ali imran Suresi ayet.159.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şâyet kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umûma ait) işlerde onlarla istişâre et, onlara danış. Artık azmettiğin, kararını verdiğin zaman da Allah’a tevekkül et,O’na dayanıp güven.Çünkü Allah, tevekkül edenleri kendisine sığınanları sever…***

Azim ya da azm; Sözlükte “ısrarla istemek, kasdetmek, karar vermek, kesin karar, irâde, sabır” gibi anlamlara gelir. Bir işin yapılmasından önceki aklî teemmüllerle psikolojik arzu ve eğilimlerin doğurduğu tereddüt döneminden sonra o işi şu veya bu şekilde yapmak husûsunda bir tercihe ulaşılırsa bundan azim, ulaşılmazsa tereddüt ve şaşkınlık hali oluşur. İslam alimleri, dinî ve ahlâkî davranışlar için, zihinde tasavvur edilmelerinden başlamak üzere, fiilen gerçekleşinceye kadar birtakım safhalar kabul ederler.

Kuranı kerimde beş yerde “kesin karar vermek” anlamında olmak üzere toplam dokuz yerde azim den bahsedilmekte, bunlardan birinde Peygamber efendimize (sav) “azimli peygamberler” gibi sabırlı olması, acelecilikten sakınması emredilmektedir. Hadislerde azim ve bundan türemiş fiillerle “azme”, “azîme” veya “azâim” gibi müştakları “kararlılık, sabır, niyet, hayırlı iş, farz” gibi mânâlarda kullanılmıştır.

İmam Gazzâlî bunları hadisi nefs yani fiilin zihinde doğması, tabii ilgi, hüküm, azim veya kasıt, amel şeklinde sıralamış ve incelemiştir. İlk üç safhada henüz kesin bir karar ve niyet bulunmadığı ve bunlar irâde dışı olduğu için insan, bu safhalarda sorumlu tutulamaz. Azim, aynı zamanda niyet ve kasıt safhası olduğundan insanın sorumluluğu bu noktada başlar. Buna göre kötü bir işe azmetmekle birlikte iyi niyete dayanan bir sebeple bu işi yapmayan veya yapamayan kişi azminden dolayı sorumludur. Ancak, Allah korkusu, günah endişesi gibi dinî ve ahlâkî faktörlerle kötülük yapma kararından dönmek de yeni bir azimdir ve böyle bir kimse, önceki azminden dolayı sorumlu değildir.

Tasavvufta, “sâlikin Hakk’a ermesine (vüsûl) engel olan bağları koparıp atması, ilmi hale hâkim kılması, irâdeyi kendisinden bilme illetinden kurtulması” gibi anlamlarda kullanılan azim, müridin hak yola girmesinin başlangıcıyla ilgilidir. Herevî’ye göre Hakk’ın yolunu tutan bir sâlikin bu yolda ayak bağı olan her şeyi söküp atmasına, ne kadar zor ve acı olursa olsun, bu yolda kendisine yardımcı olan ve rehberlik eden her şeyle uyum halinde olmasına azim denir. Azim, bütün maddî-mânevî, bedenî-rûhî kuvvetleri toplayıp hedefe yöneltmektir.

Rabbimiz Taha Suresi ayet.114-115.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O’nun vahyi tamamlanmazdan önce Kuranı okumakta acele etme ve „Rabbim, benim ilmimi artır“ de. Andolsun biz, daha önce de Âdem’e ahit emir ve vahiy vermiştik. Ne var ki o, ahdi unuttu. Onda azim de bulmadık…***

Ali Küçük Hocaefendi bu ayet hakkında diyorki: *Andolsun ki daha önce Adem’e ahit vermiştik, fakat unuttu; onu azimli bulmadık.* Adem (a.s) in kıssası bizim kıssamızdır, insanlığın kıssasıdır. Bizim insan olarak yeryüzünde varlığımızın başlangıç noktası. Adem’in dostları ve düşmanları anlatılacak. Adem’in dostları insanlığın dostlarıdır, düşmanları da yine insanlığın düşmanlarıdır. Burada anlatılacak olan, Bakara’da, A’râf’ta, Hicr’de, Kehf’te gündeme getirilen atamızın varlık kıssası bizim kulluğumuzun bir anlatımı olacaktır. Biz Rabbimizin kuluyuz. Bizim yaratılışımızda, bu dünyaya gelişimizde yaratıcı olarak Allah vardır.

Bizim geçmişimiz de, geleceğimiz de Allah kontrolü altındadır. İşte burada anlatılacak ve başka hiçbir yerden, başka hiçbir kaynaktan öğrenme imkânımız olmayan bu gaybı konuda, hayatın başlangıç noktasında Adem, Havva, melekler ve iblisi karşımızda bulacağız. Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği, bilemediği, bilmesinin mümkün olmadığı bir bilgiyle karşı karşıya geleceğiz. Adem, yâni varlığın başlangıcı, yâni sen, ben. Kur’an’da nerede bir Adem sözü görürseniz anlayın ki o sensin, sizsiniz.

Nerede Nuh, Hûd, Mûsâ, İsrâil oğulları ifadesini görmüşsen kendini bilmek zorundasın. O sensin. Ya eyühennas, ya eyyühelleziyne amenu denince karşıda kendinin olduğunu bil. Değilse binlerce yıl önce olup biten bir konunun bu kitapta gündeme getirilmesinin hikmeti ne ola ki? Öyle değil mi? Hani şu anda Adem yok. cennete girip çıkan da yok. Şimdi sen varsın. Cennete girip çıkan, Şeytanla kavgasını sürdüren sensin. Şu anda cennet ve cehenneme ayağı kayan, imtihan salonunu işgal eden sensin. O zaman burada gündeme getirilen atan Adem’de kendini bulmak zorundasın…(Ali Küçük.Besairul Kuran)

Ali arslan merhum ise tefsirinde şu bilgileri bizlere sunuyor: Bu ayet Rasûlullah’a bir tesellidir. Ademoğulları’nın şeytana itaat etmeleri eski bir emirdir. Bunlar Allah’a vermiş olduğu ahdi bozarlarsa Adem de kendisi ile yaptı¬ğımız ahdi unuttu. Bu tarzdaki bir tevil El-Kuşeyrî ile Taberî’den hikaye edilmektedir. İbn Atiyye bu tevilin zayıf olduğunu söyle¬mektedir. Çünkü Hz. Adem’i Allah’ı inkâr eden kafirlere misal kılmak hiç de hoş bir şey değildir. Zira Adem’in isyan etmesi ancak bir tevilden meydana geliyordu. Onu bu şekilde misal gös¬termek onun kıymetini düşürmektir.

Ayetin zahirinde iki şık görülmektedir. 1) Bu yepyeni bir kıs¬sadır. Daha öncekilerle ilgisi yoktur. 2) Bu, Rasûl-ü Ekrem ile yapılan ahde bağlıdır. Çünkü Hz. Peygamber’e «Kur’an’da acele etme» ahdi verildi ve kendisine ahd verilen ve o ahdi unutup da ceza gören bir peygamber misal gösterildi. Ta ki Rasûl-ü Ekrem bu hususta daha çok sakınsın, daha çok çekinsin. Ahd burada, daha önce de geçtiği gibi vasiyet demektir. Azim hangi şeyde olursa olsun inanılan nokta üzerinde devam etmek demektir. Adem o ağaçtaki meyveden yememeyi azmediyordu.

Fakat şeytan ona vesvese verdiğinde o inancı üzerinde devam edemedi, İbn Abbas ve Katade’ye göre «Biz onda bir azim bulamadık» cümle¬sinin tefsiri «o ağaçtan yemek hususunda sabrettiğini görmedik, emre yapışmasının devamım görmedik», şeklindedir. Yine İbn Abbas ve Atiyye el-Ufi’den gelen bir tefsirde «kendisine verilen emri korumasını görmedik» şeklinde bir ifade yer almaktadır.îbn Zeyd «Azim, Allah’ın emrini korumak demektir» der. tbn Kisan, «ısrar ve ikinci kez günaha dönmeme arzusunu kalbinde tutmayı onda görmedik demektir» diyor.

El Kuşeyri «Birinci te¬vil kelâmın teviline daha yakındır» diyor. Bunun için bir gruba göre Adem, peygamberlerin ululazmlerinden değildi. Çünkü Ce-nab-ı Hak «Biz onda herhangi bir azim görmedik» diyor. El Mül-zem adlı müfessir «Bütün peygamberler ululazmdir» diyor. Bir haberde «Hiçbir peygamber yoktur ki hata etmesin. Veya bir ha¬tayı işlemeye kastetmesin. Ancak Zekeriyya oğlu Yahya bundan müstesnadır. Eğer Adem hatası yani zellesi yüzünden ululazm pey¬gamberlerin zümresinden çıkarsa o vakit Hz. Yahya’nın dışındaki bütün peygamberlerin ululazmliktan çıkmaları gerekir…(Ali Arslan.Büyük Kuran Tefsiri)

Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Kuvvetli mü`min, Allah katında zayıf mü’minden daha hayırlı, (daha üstün) ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’tan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına birşey gelirse, ‚Eğer (keşke) şöyle yapsaydım, şöyle olurdu!‘ diye hayıflanıp durma. ‚Allah’ın takdiri bu. O, ne dilerse yapar‘ de. Çünkü ‚eğer (keşke)‘ kelimesi, şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar… (Müslim, Kader 34)**

Bir başka hadis mealen şöyle: ** İki haslet vardır, bunlar kimde bulunursa Allah onu şükredenler ve sabredenler arasına yazar: Din hususunda kendinden üstün olana bakıp ona uymak; Dünyalıkta kendinden aşağı olana bakıp Allah’ın kendine vermiş olduğu üstünlüğe hamdetmek. İşte böyle olan kimseyi Allah şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de din konusunda kendinden aşağı olana bakar, dünyalıkta da kendinden üstün olana bakar ve elde edemeyeceğine üzülürse Allah onu şükreden ve sabreden olarak yazmaz.” (Tirmizî, Kıyâmet)

Bazı terimler sanki birbirlerini tamamlar mahiyettedirler.Mesela Azim sözcügünü ele aldıgımızda sabır kavramını anlamadan ifade etmemiz gayet zor olur kanısındayız. Sabrdemeyen insanlar azim ve kararlılık sahibi olamazlar. Azimli olmak için sabretmek ve bazı zorluklara gögüs germek,acı ve eziyetlere katlanmayı göze almak icabeder. Burada bir tarihi rivayeti harırlamadan geçemeyecegiz şöyleki; Timur hana cesaretini toparlayıp gelen birisi şöyle bir soru sorar.

Ya hakanım önünüze gelen herkesi yeniyor her yerde galip geliyorsunuz. Yıldırım bayezidide yendiniz, Önünüzde hiç bir güç ve kuvvet saglamca duramıyor bu gücü, kuvveti nereden buluyorsunuz,bu işin sırrı nedir diye sorar. Soruyu soran adama Timur han derki parmagını ver benim parmagımıda sen dişleriyin arasına al ikimizde kuvvetle ısıralım, denilen yapılır. Adam kısa bir süre sonra can acısıyla bagırır ve bagırıncada tabii Timur hanın parmagı kurtulmuş olur.

Lakin adamın parmagı hala timur hanın dişleri arasındadır bir müddet daha canını yaktıktan sonra bırakır ve derki: Senin can acısıyla bagırman sana fayda vermedi,ama benim sabır ve azimle o acıya katlanmam bana fayda sagladı işte olayın sırrı burada der.Ele aldıgımız hangi iş olursa olsun sabır ve azimle, kararlılıkla işimize yogunlaşırsak rabbimiz bizleri başarıyla buluşturacaktır inşaallah. Bu ameli meselelerde böyle oldugu gibi,imani meselelerde de böyledir kanaatındayız.

İnanıyoruzki; Eğer mü’minler, Allah’ın âyetlerine yakinen iman eder, O’nun yolunda gereği gibi sabrederlerse; Allah (cc), onlara kendi içlerinden, onları iyi yola sevkedecek, onları güzelce yönetecek önderler (imamlar) var eder. Mü’minler, Allah yolunda yaptıkları çalışmalarda ve O’na olan ibadetlerinde sabırlı olacaklar. Hatta bu sabırlarında ısrarlı davranacaklar. Âli İmran Suresi 200. âyetinde geçen ‘sabırlı olun, sabrınızda ısrarlı olun, yahut sabretmekte direnin’, ifadeleri aslında sabrın iki anlamına dikkat çekmektedir.

‘Sabır’, nefsi kendinde bulunan zorluklara katlandırmaktır.Yaratılmışların en şereflisi olan insan akıl nimetininde yol göstericiligi ile düşünür,düşündügünü kararlılıkla uygular öncelikle kendi nefsi hem kendisindeki hem de dışında olabilecek zorluklara katlandırmaya çalışır. Örneğin, hastalık nefsin kendindedir. Ona katlanmak sabırdır. Ancak Allah yolunda cihad, O’nun yolunda çalışmak nefsin dışındaki zorluktur. Bu uğurda sabretmek ise bir kararlılıgı,azmi ve zorlugu beraberinde getirir. Sonuç ise inşaallah selamete vasıl olmakla kendisini gösterir. Sabrın bu derecesi daha üstündür.Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Kim, evinden çıkarken: Allahın adıyla çıkıyor, Allaha tevekkül ediyor, O’na güveniyorum. Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve tâatte kuvvet bulmak, ancak Allah’ın tevfik ve yardımıyladır derse, kendisine: ‚Doğruya iletildin, ihtiyaçların karşılandı, düşmanlarından korundun‘ diye cevap verilir. Şeytan da kendisinden uzaklaşır.“ Ebû Dâvud’un rivâyetinde şu ilâve vardır: „Şeytan diğer şeytana: ‚Hidâyet edilmiş, ihtiyaçları karşılanmı ve korunmuş kişiye sen ne yapabilirsin ki?‘ der… (Ebû Dâvud, Edeb 103; Tirmizî, Deavât 34)**

İnanıyoruzki; peygamberlerin hepsi insanlara dogruyu,iyiyi, güzeli ve hak olanı anlatma,nasihat verme,ögüt verme,örnek olma durumlarında her zaman öne geçmişler ve insanlara önder olmuşlardır: Bunlardan biriside Lokman Aleyhiselamdır.Tabiidirki Peygamberlerin aynı kaynaktan beslenmeleri Rablerinden aldıkları bu güzellikleri Anası,babası,oglu, kızı,hanımı da olsa artırmadan ya da eksiltmeden oldugu gibi ifade ederek duyurmaları ve aynı zamanda uyarma görevlerini hakkıyla yerine getirmeleri bizim için ne büyük bir nigmettir. Cenabı hak Lokman suresi ayet.17.de mealen şöyle buyurmaktadır: Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir…***

Seyyid Kutub diyorki: * Kur’an’ın derin vurgulu, görevini yumuşakça yerine getiren erişilmez yönteminin üstünlüğü işte budur. „Bir hardal tanesi“ küçük önemsiz ve ne ağırlığı var, ne de değeri: „Bir kayanın içinde“ sert bir yığın içinde, ne görünür ne ulaşılır: „Göklerde“ büyük yıldızların, yüzen bir nokta veya şaşkın bir zerre olarak göründükleri, şu geniş ürperti veren yapıda veya taşı toprağı arasında kaybolmuş görünmez durumda „veya yerde bulunsa, yine de Allah onu karşına getirir.“ Bilgisi ona ulaşır, kudreti onu başıboş bırakmaz… „Doğrusu Allah lâtiftir, haberdardır.“

İnceliklere ulaşan konuyu dolaylı olarak veren, sahneye uygun bir değerlendirme. İnsan hayali, Allah’ın bilgisinin rahatça izlediği bu hardal tanesini o geniş derin gizlenme yerlerinde, kalbi huşu içinde, erişilmezlerin gizliliklerini haber alan lâtif Allah’a dönünceye kadar kavuşturmayı sürdürüyor. Sonuçta bu inanç yöntemi sayesinde Kur’an’ın kalbe yerleşmesini istediği gerçek yerine yerleşiyor. Konu Lokman’ın oğluna öğüt verirken söylediklerinin aktarımında ilerlerken, bir de bakıyoruz ortaksız Allah’a iman yaşanacağı konusunda aklın kuşku duymadığı ahirete kesin inanç ve hardal tanesi ağırlığında da olsa hiçbir şeyi gözden kaçırılmadan hesaplanıp verilecek ahiretteki karşılığın adilliğine güvenin insanın iç dünyasında yer etmesinin ardından, ara ara inancın gerektirdiği adımları da atmaktadır…

Bir sonraki adım ise; namazla Allah’a yönelme, Allah’a çağırmak için insanlara yönelme ve davetin geçireceği, karşılaşılması kaçınılmaz olan sorumluluk ve zorluklara sabırdır!“Oğulcuğum namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçmeye çalış ve başına gelene sabret. Çünkü bunlar yapılması gereken işlerdir.“Akidenin çizilmiş yolu işte budur… Allah’ın bir bilinmesi, gözetiminin hissedilmesi, O’nun katındakinin istenmesi, adaletine güvenme, cezasından korkma ve ardından insanları davete, durumlarının düzeltilmesine ve iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya geçiş.
Tüm bunlardan önce kötülükle savaş için özgün azıkla azıklanma. Allah’a kulluk ve namazla O’na yönelme azığıyla. Ardından, nefislerin eğilip bükülmesi (kaypaklığı) kalplerin yoldan çıkışı ve yüz çevirmesi ellerin, dillerin kötülükle uzanması ve gerektiğinde mal ve canla denenme türünden Allah a çağıranın karşılaşacağı durumlara karşı direnme…“ „Çünkü bunlar yapılması gereken işlerdir.“ Ayette yer alan „azm el-umur“ yapılması kararlaştırıldıktan sonra, kendileri konusunda tereddüde götürecek yolların kapatıldığı işler anlamınadır.Bu noktada Lokman Kur’an’ın verdiği vasiyetinde, Allah’a davet edenin edebine geçiyor. Hayra çağırma; insanlara üstünlük taslamayı ve hayra yönlendirme adına onlara tepeden bakmayı geçerli kılmaz. Hayra çağırmada durum bu olunca, hayra çağırmadan onlara üstünlük taslama, tepeden bakma, doğal olarak daha çirkin olacaktır…(Seyyid kutub.Fi zilali kuran) Ahkaf suresi ayet.35.de mealen şöyle buyuruluyor: *** O halde (Resûlum), peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vâdedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilir mi hiç…***

Kurtubi bu ayetin tefsirinde diyorki: * Peygamberlerden büyük azim sahiplerinin sabrettiği gibi sen de sab¬ret* buyruğu hakkında îbn Abbas dedi ki; Büyük azim sahipleri kararlı ve sabırlı kimseler demektir.Mücahid dedi ki:Bunlar beş tanedir:Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (aleyhimu’s-selam)dır. Aynı zamanda bunlar bağım¬sız şeriat sahibi peygamberlerdir. Bir görüşe göre bunlar: Nuh, Hud, Salih, Şuayb, Lut ve Musa’dır. Bunlar el-Araf ve eş-Şuara sûrelerinde belli bir sıra halinde sözü edilen peygamber¬lerdir…

Mukatil dedi ki: Bunlar altı kişidir. Nuh uzun bir süre kavminin eziyetle¬rine karşı sabretti. İbrahim ateşe karşı sabretti. İshak boğazlanmaya sabret-ti. Yakub çocuğunun kaybolmasına, gözlerinin gitmesine sabretti. Yusuf kuyuya atılmaya, zindana atılmaya sabretti. Eyyub hastalığa karşı sabretti.Büyük azim sahibi peygamberler Şam bölgesinde İsrailoğullarına gönderilip İsrailoğullarının kendilerine karşı çık¬tığı oniki peygamberdir. Yüce Allah da peygamberlere: Ben İsrailoğullarının isyankarları üzerine azabımı gönderiyorum, diye vahyetti.

Bu husus rasûlle-re ağır gelince, yüce Allah da kendilerine: Kendiniz için tercihte bulunun di¬ye vahyetti: Arzu ederseniz size azab indirir, İsrailoğullarını kurtarırım, di¬lerseniz sîzi kurtarır, azabı İsrailoğullarına indiririm. Kendi aralarında danış¬tılar, azabın üzerlerine inip Allah’ın İsrailoğullarını kurtarması noktasında gö¬rüş birliğine vardılar. Yüce Allah da İsrailoğullarını kurtarıp o peygamberle¬re azabı indirdi. Bu da üzerlerine yeryüzü krallarını musallat etmesiyle olmuş¬tu. Kimisi testerelerle biçildi, kimisinin başının ve yüzünün derisi soyuldu, kimisi ölünceye kadar ağaçlara asıldı (çarmıha gerildi), kimisi ateşle yakıldı. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

Bu buyruğuyla yüce Allah rasûlüne şöyle buyuruyor gibidir: Sabret, ya¬ni imtihan olunduğun hususlarda İbrahim gibi doğru ve sözüne bağlı kal. Mu¬sa’nın güvendiği gibi mevlanın yardımına güven. Davud’un üzülüp kederlen¬diği gibi sen de geçmişteki yanılgılarından ötürü üzül. İsa’nın zühdü gibi dün¬yada zahid ol. Mukatil’in naklettiğine güre de bu âyet, Uhud günü Rasûlullah (sav)’a in¬miş, yüce Allah ona gelen musibete karşı büyük azim sahibi rasûllerin sab¬rettiği şekilde sabretmesini -onun karşı karşıya kaldığı durumu kolaylaştır¬mak ve ona sebat vermek maksadıyla- emir buyurmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

İbn Abbas dedi ki: Bir kadının doğumu güçleşecek olursa, bir sahifeyc şu iki âyet ve şu iki kelime yazılır, sonra bunlar su ile yıkanarak ondan o ka¬dına içirilir. Sözkonusu (âyetler ve kelimeler şunlardır):“Rahman ve rahim Allah’ın adı ile. Azim, Halim ve kerim olan Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve büyük Arş’ın rab-bi olan Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Onlar kendisi İle tehdit olundukları şeyi görecekleri gün sanki yalnızca bir günün bir saati kadar kalmışlar gi¬bi gelecek onlara. Bu yeterli bir tebliğdir, fasıklar topluluğundan başka¬sı helak edilir mi ki?“ Sadakallahul aziym.Allah’ın rahmetine umutlandırmak bakımından, en güçlü âyetin bu oldu¬ğu söylenmiştir… (Ahkamul Kuran.Kurtubi)

Azimli olmak,azimet sahibi olmak,kararlı olmak, Allahın yapılmasını emrettiği ve yapılmamasını istediği hususlarda tam bir titizlik gösterip bir emir ve yasaklara kuvvetle ve kesin kararlılıkla uymakla ifade edilen güzel hasletlerdendir. Burada bir fıkıh terimi olarak Azimet kavramını da kısaca izah edecek olursak denilirki; Azimet, kuvvetle, ısrarla ve büyük bir kararlılıkla bir şeyi istemek veya yapmaktır. Azimetin karşıtı olarak; ruhsat tabir ve ıstılahı kullanılmıştır. Bir İslâmî emir ve hükmü tam ve mükemmel olarak yerine getirme hususunda dikkat ve sağlam irade kullanılırsa bu tavır azimettir. Fakat bu hükmü tam ve mükemmel bir şekilde yerine getirmek mümkün olmazsa o zaman ruhsatları kullanmak sözkonusudur.

Bu duruma göre azimet; farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, mekruh ve haramların tümünü içerir. Meselâ vaktinde ve bütün şartlarını yerine getirerek namaz kılmak bir azimettir. Fakat hastalık halinde oturarak; yolculukta cem ve takdim yaparak kılmak ruhsattır. Oruç, normal zaman ve şartlarda bütün müslümanların tutması ve yerine getirmesi gereken bir ibadettir. Fakat hastalık ve yolculuk halinde daha sonra kaza etmek şartıyla orucu Ramazan’dan sonraya bırakmak bir ruhsattır. Zaruretler bazı haram ve yasak olan şeyleri mübah kılar. İşte buna ruhsat denir. Bu açıdan haram olan şeyler üç kısma ayrılır:

1-Hiç bir şekilde işlenilmesine ruhsat verilmeyen haramlar. Meselâ bir kimse ne kadar tehdit ve baskı altında kalsa da başkasını öldürmesi veya bir uzvunu kesmesi caiz değildir. Buna ruhsat verilmemiştir. 2-Zaruret ile sakıt olan haramlar. Zaruret bunların işlenmesini mübah kılar ve haram olmasını ortadan kaldırır. Ölmek tehlikesiyle karşı karşıya kalan kimse, ölmeyecek kadar murdar et yiyebilir. Tedavi maksadıyla doktor, kadın ve erkeklerin avret mahallerine bakabilir.

3-Haram olması tamamen ortadan kalkmayıp, zaruret anında ruhsat ihtimali olan ve mübah muamelesi gören haramlar. Meselâ bir kimsenin malına tecavüz etmek haramdır. Aç kalıp da ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir kimse başkasının malını rızası olmasa da alıp yiyebilir. Bundan dolayı günahkâr olmaz ve sorguya çekilmez. Ancak sonra mal sahibine hakkını vermesi veya helâlleşmesi gerekir. (Ali Haydar, Mecelle Kavaid-i Külliye Şerhi)

Aslî emir ve hüküm olduğundan dolayı ibadetlerde azimeti kullanmak esastır. Bir mazeret olmadığı müddetçe ruhsatlara başvurmamak, takvaya en yakın olan yoldur. Meselâ Allah’ı inkâra veya onun emir ve hükümlerini redde zorlanan bir insanın, bu imanında direnip kâfirler tarafından şehit edilmesi bir azimettir. Fakat böyle bir işkenceye katlanamayıp, bir an için imanı içeride gizleyerek, kâfirlerin dediğine uymak bir ruhsattır.

Aynı şekilde yolculuk veya hastalık anında ölüm söz konusu ise, o zaman azimetle amel edip oruç tutmağa kalkmak haramdır. Böyle tehlikeli bir durumda ruhsatı tercih etmek müslüman için farzdır. Açlıktan ölmek üzere olan bir kimsenin de başka bir yiyecek olmadığı takdirde ölü hayvan eti veya domuz eti yemesi de onun için farzdır. Böyle bir durumda da azimetle amel edilemez. (es-Serahsî, el-Usûl,Ş.İ.Ansk)

Azim, sabır, kararlılık gibi kavramların yanında bu terimleri destekleyen bir kavram da sebattır.Sebat: Kararlı olma, sözde durma, ahde vefâ etme; bir konuda iyi düşündükten sonra verilen karardan dönmeme demektir. Sebat, ahlâkî faziletlerden biridir. Sebat ve metânet; herhangi bir konuda iyice düşündükten sonra verilen karardan asla bir daha dönmemek demektir.

Bu fazilete sahip kişiler, sözünde sâbit ve görüşlerinde kuvvetli, işlerinde cesur ve yürekli kimselerdir.Sebat ve metânet sahipleri yapacakları işleri önceden iyi düşünür, lehinde ve aleyhinde olan bütün sebepleri karşılaştırıp ölçer, tercih sebeplerini bularak karar verir; böyle verilmiş karardan da artık dönmezler. İrâde ile ilgili olan bu fazilete sahip olmak büyük bir meziyettir. Ne sevinç, ne üzüntü, ne menfaat, ne heyecan, ne de başka bir bir şey metîn olan adamı kararından döndürebilir.

Önderler ve önemli mevkilerde bulunan kişiler sebat ve metânet sahibi olurlarsa, çevrelerindeki insanlar için cesaret ve güven kaynağı durumuna gelirler. Böyleleri, işlerinde daha başarılı olur. Allah Teâlâ şöyle Enfal suresi ayet.45.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok anın ki başarıya erişesiniz. Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir…***

Bu âyette, sebat ve metânetin, harpte zafere erişmek ve kurtuluşa ulaşmak hususundaki önemine işaret edilmiştir. Gerçekten de bu ahlâkî fazîlete sahip olmayanların doğru karar vermeleri, işlerinde başarılı olmaları, düşmana gâlip gelmeleri pek güçtür. Sebat ve metânette âşırı gitmek inattır. Yokluğu da, kararsızlıktır. Her ikisi de terk edilmesi gereken kötü huylardandır. Bu konuda unutulmaması gereken bir husus da şudur. Sebat adını verdiğimiz kararlılığı insan, meşrû, faydalı ve helâl olan şeylerde göstermelidir.

Allah’ın yasakladığı gayrı meşrû, zararlı ve haram işler için sebat gösterilemez. İnsanı kötülüklere sürükleyen konularda metîn olmanın bir mânâsı yoktur. Zaten bu iki ahlâkî kavram ancak müsbet davranışlarla birlikte varolabilir. Allah’ın Dini’nde sebat etmek, azimle ve tutarlılıkla sıratı müstakimde yürümek isteyen her sâdık,samimi müslüman için en başta gelen bir istektir. Müslümanın, azimli olması,her türlü olumsuzluklarda sabır silahını elinden bırakmaması,inandıgı davada tutarlı yol izlemesi, sebâtı sağlayacak sebeplere bugünkü ihtiyacının, Bizlere yol gösteren müslümanların zamanındaki bir kardeşinin ihtiyacından daha fazla olduğu konusunda hiçbir akıl sahibinin şüphesi yoktur.

Ahlâkın kötülüğü, kardeşliğin azlığı, yardımlaşma ve dayanışmanın zayıflığı nedeniyle bunu gerçekleştirmek için daha büyük gayret gerektirmektedir.Dinden çıkma olaylarının çoğalması, İslâm için çalışanlar arasında dahi sapmaların başgöstermesi, ister yaşadıgımız almanya ortamında olsun isterse türkiyedeki müslümanların yaşantı,hayat tarzı, giyim, kuşam, hal ve davranış, ahlak,terbiye, islami edebe yabancılaşması gözümüzü korkutan gelecek endişelerindendir. Lakin kesinlikle ümitsiz degiliz. Çünkü adımız müslüman.

Müslümanın bu gibi olumsuzluklardan, fitne, fesat, din anarşisi ve getirdigi sonuçlardan korkmaya ve güvenli bir neticeye ulaşmak için azimle, sabıra, kararlılıkla, sebatı sağlayacak etkenleri aramaya ve dua kulpuna tutunmaya her zaman muhtacız,ihtiyacımız var.Konumuza alacagımız son hadis mealen şöyle: ** Yatağına yattığında şöyle duâ et: ‚Allah’ım kendimi Sana teslim ettim, yüzümü Sana yönelttim, işimi Sana bıraktım, Senden ümitvâr olarak, azâbından korkarak sırtımı Sana dayadım. Senden sığınacak ve korunacak yer yine Sanadır. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere iman ettim.‘ Eğer bu duâyı yapıp yattığın gece ölürsen iman üzere ölürsün. Eğer sabaha çıkarsan hayra ulaşırsın.“ (Müslim, Zikir)

Allahım bizleri bu dinde saglam duranlardan eyle.İmanımızda sebat edenlerden,inancımızda sabreden, davamızda azimle kararlılıkla dik duranlardan eyle.Bizleri Sıratı müstakimden ayırma.Bizleri Ehli sünnet vel cemaatta saglam duranlardan eyle.Sen her şeylere kadirsin allahım…Amin…

Sermedkadir…17.04.2010

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.