BÂTIL İNANÇLAR ÜZERİNE NOT’LAR…

Rabbimiz  Lokman  suresi  ayet.20.21.de  mealen  şöyle  buyuruyor: *** Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır. Onlara „Allah’ın indirdiğine uyun“ dendiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya şeytan; onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse…***

 

Peygamber  efendimiz  bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: **:
*** Kim, benden sonra öldürülen sünnetimi diriltirse, beni sevmiş olur. Kim de beni severse, benimle beraber olur…***Ali (ra). Rezîn. Önce  Bid’at  kavramı  üzerinde  duralım, BİD’AT mana  olarak  kısaca: Daha önce mevcut olmayan, sonradan ortaya çıkan amel ve inançlar  deömektir. Peygamber  efendimiz (sav)  ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hattâ bir benzeri olmayan ve İslâm’dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibâdet kabûl edilen görüş ve ameller, sünnete aykırı davranışların  hepsine  birden  BİD’AT  diyoruz.

 

Hüsnü  Aktaş  hocaefendi  bu  konuda  diyorki; Halkı müslüman ülkelerin uğradığı felâketlerin temelinde bid’atler yatmaktadır. Çünkü, bid’at, sünnetin zıddıdır. Her bid’atın; mutlaka bir sünneti ortadan kaldırdığı dikkate alınırsa, işin vehameti daha kolay kavranır. Zira bid’at çıkarma arzusu; tam ve kâmil olan İslâm nizamında noksanlık veya fazlalık varmış vehmine dayanır. Bu vehim ise, „Bugün dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak müslümanlığı (verip ondan) hoşnut oldum“ âyet-i kerimesinden şüpheyi beraberinde getirir. Bunun itikâdi yönden insanı hangi noktaya getireceği basiret sahiplerince malûmdur.

 

Kaldı ki, İslâm’da olmayan herhangi birşeyi, İslâm’a sokmaya çalışmak veya hükümlerin bir kısmının çıkarılmasını arzu etmek, küfrü beraberinde getirir. Ehl-i Sünnet’in bütün müctehid imamları: „Kur’ân-ı Kerim’den olduğu sabit olan herhangi bir harfi, bir kelimeyi veya bir âyeti inkâr eden kimsenin küfrü üzerinde“ ittifak etmişlerdir. Ayrıca, „delâlet-i ve subûti kat’i olan mütevatir bir sünneti inkâr etmek de“ insanı küfre sürükler. İmam-ı A’zam Ebû Hanife (rha)’nin „Bid’atçının arkasında namaz kılmayın“ buyurduğu dikkate alınırsa, mesele kolayca kavranır. Yusuf kerimoglu.Kelimeler ve  kavramlar)

 

Kardeşlerim Bid’at  ve  batıl  inançlardan  korunmak  için  sünneti  seniyyeyi  çok  iyi  anlamak  ve  kavramak  gerekmektedir. Örneğin Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek sünneti  seniyyede vardır. Ama ölüler için mevlit okutup, kırkıncı, elli ikinci geceleri tertip etmek İslâm’ın hangi hükmüne dayanır. Allah için sadaka vermek, zekât ve fitre dağıtmak Allah’ın emri gereğidir. Ama ölen birisi için devir, yani ölünün ibadet borcunu düşürmek için mal ve para taksimi yapmak, sabun, iğne, iplik dağıtmak kimin emridir? Şurası  kesin  ve  katiyetle  sabittirki İslam  dininin aslına  olan ilâve ya da aslından yapılan eksiltmeler yasaklanmış olup, bid’at kavramı  içerisinde  değerlendirilir.

 

Kabul  etmek  gerekirki Günümüzde pek çok bid’at, müslümanların hayatına girmiştir. Bu sebeple dininin emirlerini yerine getirmek isteyen her kişi, bu hususa dikkat etmeli; dinde eksiltme ya da ilâve mahiyetinde olan söz, tavır ve davranışların yasaklanmış şeyler olduğunu bilerek bunları hayatından ayıklayıp atmalıdır. Burada müracaat edilecek yegane kaynak ise, Kur’ân ve Sünneti  seniyedir  inancındayız. Batıl  inançlardan birisi:Nazar Boncuğu ve Muska  meselesidir. Nazar; sözlükte bakış, göz değmesi mânâsına gelmektedir.

 

Göz değmesi veya nazar değmesi diye bilinen, mikrobik olmayan ve âniden çoğunlukla baş ağrısı şeklinde beliren mânevî rahatsızlıkların varlığını, hemen hepimiz  biliriz. “Nazar değdi, nazara geldi, nazara uğradı” gibi cümlelerle hep aynı rahatsızlıklar anlatılmak istenir. Tıp da bu tür rahatsızlıkları kabullenmekte ve insan özünden çıkan şuaların, dikkatle belki biraz da kıskançlıkla bakış esnasında yoğunluk kazanması ve bu yoğun ışınların karşı organizmanın atomlarının çalışma düzenine tesir icra etmesi şeklinde açıklanmaktadır.

 

Peygamber  efendimiz (sav) bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ** Göz değmesi gerçektir (vâki’dir…**  Nazar değmesine karşı okuma suretiyle uygulanan tedavinin Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ashâbı tarafından yapıldığı ve müspet neticeler alındığı örnekleriyle sâbittir. Bu tedavide daha çok Fâtiha, İhlâs, Felak ve Nas sûreleri ve Âyetü’l-kürsi’nin okunduğu da hadislerde yer alan bilgiler arasındadır. Bu açıklamalardan sonra, göz değmesine karşı güya tedbirmiş gibi halk arasında dolaşan birtakım hurâfeler vardır. Kısaca bu hurâfelere değinelim:

Çocukların elbiselerine mavi nazar boncukları vs. takmak; evlere, binaların girişlerine, arabalara nazar boncuğu, at nalı, at kafası gibi şeyler koymak veya kurşun dökmek, bu ve benzeri şeylerin hepsi bâtıl inanışlardır.  Müslümana yakışan, basit birer madde olan nazarlıkların koruyuculuğu zannına kapılmak değil;  her şeyini borçlu olduğu Rabbına sığınmaktır. Şifayı ve  devayı verecek olan Rabbimizdir. Hastalığı giderebileceği veya herhangi bir üzücü olaydan koruyabileceği inancı ile nazarlık ve benzeri şeyleri asmak da haramdır.Ukbe bin Amir (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.)’e on kişi ile geldiğini ve Allah Resûlü’nün dokuzunun biatını kabul edip, birininkini kabul etmediğini rivâyet eder.

 

Bunun üzerine bulunanlar dediler ki: “Onda ne var ya Rasûlallah?” Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Onun kolunda nazarlık vardır.” diye buyurdular. Adam kolundan nazarlığı çıkarıp attıktan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onun biatını kabul ettiler. Bundan sonra da şöyle buyurdular: **Kim nazarlık takarsa müşrik olur.” Diğer bir hadiste de şöyle buyurur: “Nazarlık takanın hiçbir işini Allah tamamlamaz.” Rabbimiz Fâtiha sûresinde şöyle dememizi buyuruyor: ***Ancak, Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz..*** Müslüman kişi, yardımı Allah’tan bekler, nazarlıktan değil.

Zaten nazarlıktan fayda değil, zarar gelir. Dolayısıyla bu tür hurâfe ve bâtıl inançlardan bir müslüman olarak uzak durmalıyız. Muska: Hastalıktan kurtulmak, kötülükleri veya nazar gibi zararları uzaklaştırmak için boyuna asılarak vücutta taşınan, içi yazılı ve üçe katlanmış olan kağıt demektir. Peygamber  efendimiz bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: **Allah hem derdi (hastalığı) hem de devâyı (şifayı) göndermiş, her hastalığa bir çare yaratmıştır. Tedavi olun, ancak tedavide haramı kullanmayın…** Ebu Davud. İslâm âlimlerinin muska konusundaki genel görüşünü şöyle özetleyebiliriz:          Çeşitli sûre, hadis veya duaları okumak, yazmak ya da üzerinde taşımak yoluyla tedavi olmaya çalışmak câizdir. Ancak unutulmamalıdır ki, şifa yalnız Allah’tandır.
 
Dolayısıyla şifa bulmak için şer’i kurallara uygun her yöntem araştırılmalıdır. Muska yaptırmak, bunu istismar derecesine varan bir para kazanma şekline dönüştürmek anlamı bilinmeyen birtakım şeyler yazmak câiz değildir. Ahmed ibni Hanbel (Rh.a) den bizlere ulaşan bir Hadisi şerifte  Peygamber efendimiz Mealen şöyle buyuruyor: ** Kim nazardan korunmak için mavi boncuk ve tılısımlar takarsa şirk koşmuş olur…**  Şifa maksadıyla iplik baglamak, halka takmak, tılsım yazmak ve yapmak, göz degmemesi için mavi boncuk asmak da şirk ifade eden inanç çeşitlerindendir.  Konu ile ilgili araştırmasında Mehmed Alptekin diyorki: Bir çok arabanın ön camında,  arkasında ve degişik yerlarda göz boncukları asılı dururken diger taraftan da,  **ALLAHIN DEDİGİ OLUR** cümlesi yazılıdır toplumumuzun bu  çelişkili  inanç  çeşitliliğinden  kurtulması  zarurıdir..
 
Bazı evlerin, apartmanların duvarında sincap postu veya kablumbaga kemigi asarlar. Örneğin, Evlere şans ve bereket getirmesi için  de evin eşigine at nalı çakarlar. Bütün bunlar yeni cahiliyenin, eski cahiliyeden devraldıgı şirk kalıntılarıdır.  Bu gibi şeylere inananlar Allaha olan güvenlerini yitirmiş, Allahtan başka şeylere dayanıp duranlardır.(Mehmet alptekin.Akaid)  El BERİKA adlı değerli  eserinde Hadimi (rh.a)  TEMİME bahsini anlatırken şu önemli bilgilere yer veriyor: *  Bir takım boncuklar vardırki; Araplar onları çocuklarının  üzerine gözden korunsun diye takarlardı. İşte bunlara tılsım ya da temime denir. Peygamberimiz (sav) bir Hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor. ** Bir temime takan şirk yapmıştır.**
 
Yine başka bir Hadisi şerifte şöyla buyuruyor: ** Ugursuz sayan, kendisi için ugursuz haberi verilen, kehanette bulunan, kahine gidip gayb dan haber almak isteyen, sihir yapan ve yaptıran bizden degildir.**  İslamda Aile adlı eserde ise; Bir çok sapıkların, deccalların İslam kültürü yeterli olmayan insanlara, üzerinde bir takım acaib çizgiler, rakamlar ve işaretlar bulunan  kagıtlar yazdıklarını, üzerine bir takım tılsımlar ve azimetler okuduklarını işitmekteyiz.  Onlar bununla kendilerine başvuran kimseyi, cinlerin dokunmasından, göz degmesinden şer ve eziyetten korunup himaye ettiklerini iddia ederler.  Göz boncugu, hamayil ve benzeri şeyler takınmak haramdır…

Bir çeşit sapık düşüncede her hangi bir şeyi ugurlu ve ugursuz sayma durumudur ki; dinimizce yasaklanmıştır. Her hangi bir eşyayı, her hangi bir Hayvanı veya hayvanın hareketlerini ugurlu ve ugursuz sayma durumları zamanımıza kadar taşınmış olan ve insanların zihninde agır tahribatlara yol açan psikolojik bir hastalıktır diyebiliriz… Bu hususta İmam Maverdi diyorki; Ugursuzluga inanmak kadar insanın fikrine zarar veren ve tedbirini bozan bir şey yoktur. Büyük  baş  hayvanların, Sıgırın bögürmesinin, yahut karga’nın ötmesinin, baykuş’un bir dama tünemesinin vesaire İlahi bir kaza ve Kaderi önledigini zanneden, büyük bir cehalet örnegi göstermiş olur… Ebu Hureyrenin bir rivayetine göre Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: ** Zannettiginiz zaman zanlarınızı gerçek olarak kabul etmeyiniz. Kıskandıgınız kişinin  arkasından eziyet etmek istemeyin. Bir şeyi ugursuz saydıgınız zaman  Allaha tevekkül ederek geçin…**  Haram  olan  batıl  inançlardan  birisi de  Sihir ve Büyü  meselesidir. Rabbimiz  Felak  suresinde mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** De ki: „Ben, ağaran sabahın Rabbine sığınırım,  Yarattığı  şeylerin şerrinden, Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,  Ve düğümlere üfleyen  büyücülerin şerrinden, Ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden. ..*** Bakara  suresi  ayet.102.meali  ise  şöyle: *** Tuttular da Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Halbuki Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil’de Harut ve Marut’a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı.

 

Halbuki o ikisi „biz ancak ve ancak sizi denemek için gönderildik, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!“ demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkiyle bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin bir şeydi…*** Kardeşlerim bilindiği  gibi  İslâm dini, büyüye ve büyücülüğü  yasaklamıştır…

 

Peygamber  efendimizin  (sav) beyanıyla büyücülük insanı felâkete ve helâke sürükleyen yedi büyük günahtan biridir. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerimde büyücülerin şerrinden kendisine sığınmamızı buyurmaktadır. Büyü yapmak veya yaptırmak en büyük günahlardan sayılmıştır. Çünkü büyü yapmak sebebiyle sihirbazlar  ve  büyücüler bazı insanlara çok büyük zararlar vermeye çalışmaktadırlar. Meselâ, karı-kocanın arasını açmak, birbirlerinden ayrılmasını ve başka biri ile yakınlaşmasını sağlamaya çalışmak, istediği kadını veya erkeği elde etmeye çalışmak veya herhangi bir kimseye hakkı olmayan şeyleri elde ettirmek gibi şeyler sihrin kötülüğünü ispata yeterlidir  inancındayız.

 

Sihir, İslâmî değerlerden yoksun şahsiyetsiz kişilerin yapacağı çok kötü ve çirkin bir iştir. Bazı insanlar, kişileri ‘sana büyü yaparım’ diyerek korkutuyorlar. Onlar da yersiz korkulara kapılıyorlar. Evinde veya herhangi bir yerde bir kağıt görseler, karışık bir yazıysa veya benzer herhangi bir şeyden hemen telaş ederek ‘acaba bana büyü mü yaptılar, bana ne olacak?’ gibi korkular yaşamaktadır. Yapılacak şey, şeytanın şerrinden, insanların şerrinden Allah’a sığınmaktır. “Kim Allah’a güvenirse Allah ona yeter. Önemli olan husus, insanlardan değil, Allah’tan korkmak, O’na kulluk yapmaktır.

 

Allah Teâlâ kendisine sığınanı her türlü tehlikeden korumaya kadirdir. Allah’a sığınmakla ve Allah’ın korumasıyla sihir etki edemez. Bazı sihirler göz boyamaktan ibarettir, hokkabazlıktır. Bunların gerçekle bir alâkası yoktur. Yapılan sihirbazlık herkesçe nasıl yapıldığı bilinmediği için olağanüstü bir durum olarak düşünülür. Kendi içinde tutarlı bir izahı olduğu halde sihirbazlar, yaptıklarına olağanüstü bir şey süsü vererek insanları kandırmaktadırlar. Her şeyin bir usûlü olduğu gibi, bunun da herkesçe bilinmeyen bir usûlü vardır. Bu usûl içerisinde sihirbazlık yapmaktadırlar. Bunda çok hayret edilecek, abartılacak bir şey yoktur. Tabiî ki, insanları aldatmak, yanıltmak çok kötü ve yanlış bir şeydir.

 

Bir mü’min bu tür hokkabazlıkları hoş görmez, hatta karşı çıkar ve yapanları uyarır. Lakin  bu  uyarıları  dikkate  almayan  nasipsiz  insanlar  önceleri  olduğu  gibi  zamanımızda da  mevcutturlar. Bu  insanlar allahın  kitabını  göz  ardı  ederler. Eğer  bu  nasipsiz  insanlar  yani  sihir  ve  büyü  ile  upğraşanlar  bu  ğraşlarının  nelere  mal  olacağını  bilseler,  anlasalar  kesinlikle  bu  haramlarla  meşgul  olmazlardı. yöneldikleri bu sihrin ne kadar değersiz ve boş bir uğraşı oldu­ğunu keşke bir anlayabilmiş olsalardı. Hayatlarını düzenlemek, ken­dilerine dünya ve âhiret mutluluğu kazandırmak üzere Allah’ın gön­derdiği kitabın, vahyin, Sihirbaz  ve  büyücüler Allahın  emrini  ve  Peygamber  efendimizin  sünneti  seniyyesinin  değerini  anlamayan,  kavramayan  cahil  ve  bilgisiz boş  işlerle  uğraşan nasipsiz  kişilerdir.

 

Kuranı  kerimde  ilgili  ayeti  ve  bizlere  ulaşan  hadisi  şeriflere  baktığımızda; kâhinler bir dönem cinlerden ve şey­tan­lar­dan öğrendikleri bilgileri kitap haline getirmişler, büyü kitap­ları oluşturmuşlar. Bunu insanların arasında yaymaya çalışmışlar. Nihâ­yet Süleyman (a.s) peygamber olarak gelince tüm bu kâhin­leri etkisiz hale getirmiş ve onların yazdıkları bu kitapları toplatarak bir yere gömdürmüştür. Ama Süleyman’ın (a.s) vefatından kısa bir süre sonra şeytan, insan sûretinde toplumun arasında görülür. Topluma der ki: Süleyman’ın yeryüzündeki kuşa, kurda hâkimiyeti­nin sebebini sizlere söyleyeyim mi? İşin aslı şu ki, Süleyman zan­nettiğiniz gibi bir pey­gamber değil, o büyük bir sihirbazdır.

Çünkü şeytanları, cinleri, rüz­garları, kuşları, hayvanları hepsini sihirle bü­yüleyip teslim almıştır. Tüm bu varlıklara hükmetmesinin altında onun bu büyük sihirbaz oluşu yatmaktadır. Yâni o ne yapmışsa bu büyük sihirle yapmıştır. Eğer bu söylediklerimin ispatını isterseniz benden, o zaman onun ki­tapları işte şurada onun kürsüsünün al­tında gizlidir, kazın onu bula­caksınız der. Açtılar kürsünün altın­dan gerçekten bir kısım büyü ki­tapları çıkardılar. İşte insanlar Süleyman aleyhiselamın mülkü üzerine şeytanların uy­dur­dukları, ortaya çıkardıkları bâtıl şeylerin ardına düştüler. Sü­leyman Aleyhiselamın bir sihirbaz olduğunu, onun bir peygamber olmadı­ğını söy­lüyordu yahudiler.

 

Ama Allah celle  celaluhu âyetiyle bunun böyle ol­madığını, Süleyman Aleyhiselamın ne sihirle, ne de küfürle ilgisinin bu­lunduğunu haber veriyor. Aslında bu haliyle sihir bir küfür olup, Süleyman Aleyhiselam sihir ya­parak asla küfretmemiştir ama ona sihirbaz diyen şeytanlar kâfir ol­muştur, denilmektedir. Çünkü bu şeytanlar, insanları peygamber yo­lundan uzaklaştırıp sihir öğreterek yoldan çıkarıyorlardı. Peygamber yolunu bıraktırarak onları sihirlerin peşine takıyorlardı. Böylece İsrâil oğulları sihirbazlığa yöneldiler.

 

Zira Mısır’dan beri İsrâil oğullarının arasında sihir biliniyordu. Bilhassa eski dev­letle­rini kaybedip de diğer milletlerin kölesi durumuna geldikten sonra on­ların bu tür şeylere sarıldıklarını bizlere  bildiriliyor. Sihirbazlar,  büyücüler hakikati  barındıran Kitaplarını arkalarına atınca yapacakları bir şey kalmamıştı za­ten. Ama utanmadan bunu Süleyman Aleyhiselama izâfe ederek buna meş­ruiyet kazandırmaya çalışıyorlardı. Uydurdukları bu şeyin bir kökü, bir dayanağı olmadığı için de bunu Süleyman Aleyhiselama dayan­dırmaya çalı­şıyorlardı. İnsanları Din de böyle diyor, Kitap da böyle buyuruyor,

 

Peygamber de böyle demiştir, Peygamber de böyle yapmıştır diyerek bu işe meşruiyet kazandırmayı amaçlıyorlardı. Günümüzde de aynı  işlerle  meşgul  olan  torunları, karıyla koca­nın arasını ayıran, babayı evlâda, evlâdı babaya düşman ya­pan, kardeşle kardeşin arasını açıp onları fırkalaştıran sistemleri ortaya çıkarıp, bunları kitabın yerine ikâme ettikten sonra, kendilerine inanan, uyan halkın gözünü boyamaya  devam  ediyorlar. Din  ve  mukaddes  bilinen  gerçeklerden  habersiz iman  zaafı  olan  kalabalıklarda  bu  tür  insanları  takip  etmeye  devam  etmeyi  sürdürüyorlar. Yine “Onlar bu sihirle karıyla kocanın arasını ayırıyorlardı” ger­çeğinin bugün de aynen cârî ve  geçerli olduğunu görüyoruz. İşte şu anda kitabı bırakıp onun yerine ikame etmeye çalıştıkları tüm bilim dal­larıyla, tüm sihir araçlarıyla bu işi gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

 

Öyle bir ekonomik anlayışı yerleştirmeye çalışıyorlar ki bu anlayış tamamen kadını ko­casından, kocayı karısından ayırmaya, aileyi yıkmaya yöneliktir. Ka­dına diyorlar ki sen özgürsün, kocana itaat etmemelisin, ona bağımlı olmamalısın, sen de çalışıp kazanmalı­sın diyorlar. Sosyal bilimciler kadın erkeğe eşittir diyorlar. Aile  huzurunu  bozmaya  devam  ediyorlar…İnanıyoruzki  kafa  karıştıran,  bilgi  kirliligi  sonucu  etkilenen  toplumlar  tekrar  Kuranı  kerim  ve  sünneti  seniyyeye  sımsıkı  sarılarlarsa ne  sihir  ne de  büyü  gibi  illetli  hastalıklar  kesinlikle  zarar  veremeyecektir  inşaallah…

 

Zamanımızda  batıl hastalıklardan  biriside ğaybı Bilme  hastalığıdır diyebiliriz. Gayb bilindiği  gibi; lugatta ‘gizli olan, belirsiz, görünmeyen, duyu organları ile bilinmeyen şey’ gibi anlamlara gelmektedir.  Allah Teâlâ’nın biz insanlara verdiği akıl, duyular, sezgi, rüya ve benzeri öğrenme vasıtaları ile hakkında kesin veya zannî bilgi edinebildiğimiz şeylerin tümüne şehâdet âlemi diyoruz. İnsanın bu kendine ait vasıtalarla hakkında bilgi edinemeyeceği, Allah, cennet, cehennem, yarın başına neyin geleceği vs.gibi konuların hepsine birden  gayb âlemi diyoruz. İnsanogu Eskiden beri gayb âlemini  merak  etmiştir. Ve  ğayb  alemi  hakkında hakkında da bilgi edinmek istemiştir.

 

Tabiî ki bu merak ve istek; gâibten haber verdiğini söyleyen kâhinler, arraflar, falcılar tarafından istismar edildiği gibi, günümüzde de bunlara ek olarak medyumlar, cinciler ve ruh çağıranlar tarafından kötüye kullanılmaktadır.  Hurâfelerin, bâtıl inanışların toplumda yaygınlaşmasına ve bazı kişilerin asla kendilerinde bulunmayan birtakım üstün niteliklere sahip kabul edilmesine ve böylece menfaat sağlanmasına yol açan gaybı bildiği ve haber verdiği yalanına inanılmaktadır. Kardeşlerim bizler  inanıyoruzki; İslâm dinine göre gaybı sadece Allah bilir. Rabbimiz Cin  suresi  ayet.26.27.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** O bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz. Ancak seçtiği elçiye açar. Çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler salar…***

 

Âyetlerde görüldüğü gibi, peygamberlerin gayba ait bilgilerinin Allahu Teâlâ’nın bildirmesiyle mümkün olduğunu  anlıyoruz.

Allah Celle  celaluhu  bildirmedikçe peygamberlerin de kendi güçleri ile gaybı bilmelerinin  mümkün olmadığını  ayetlerden  anlıyoruz,  daha  dogrus  anlayanlar  bizlere  böyle  anlatıyor…Tefsiri  Münir’de  Zuhayli  bu  konuda  şu  izahları  bizlere  sunuyor:  „O, gaybı bilendir, O, kendi gaybına hiçbir kimseyi muttali kılmaz. Me­ğer ki beğenip seçtiği bir peygamber ola. Çünkü O, (Allah) onun (peygambe­rin) önünden ve ardından koruyucular gönderir.“ Gayblan bilen sadece Yü­ce Allah’tır. O gayba (ki o da kulların müşahede edemedikleridir) onlardan hiçbir kimseyi, -rasullerden beğenip seçtikleri dışında- muttali kılmaz, ha­berdar etmez.

 

Ancak beğenip seçtiği rasulleri bazı gaybî bilgilerden haber­dar eder. Bu da onlar için mucize ve peygamberliklerine dair doğru bir delil olsun diyedir. İfade hem melek, hem insan olan elçileri kapsar. Diğer taraftan Yüce Allah rasulün önünden ve ardından koruyucu me­lekler takdir eder. Bunlar Yüce Allah’ın ona bildirdiği gaybı şeytanların ta­arruzlarına karşı korurlar. Ayet-i kerime kâhinliğin, yıldızlardan haber çıkarmanın ve büyünün batıl olduğunun delilidir. Çünkü bu işlerle uğraşanlar herhangi bir delile dayanmadan gaybı bildiklerini ileri sürerler.

 

Aynı şekilde ayet-i kerime peygamberlik için beğenip seçilen bir kimseyi, Yüce Allah’ın gaybından olan bazı hususlardan haberdar edeceğine de delildir. Kâhinlerin ve yıldız falcılarının bilgisi ise, zan ve tahmindir. Bu gayb ilmine girmez. Velilerin bilgisi ve onların gösterdikleri kerametler ise meleklerden telkin edilen il­hama dayalı hususlar olup, bunlar hiçbir şekilde peygamberlerin bilgileri mertebesine ulaşamazlar. Razi ayeti şöylece tevil etmektedir: Ben kıyametin ne zaman gerçekle­şeceğini bilmiyorum. Gaybı bilen sadece Allah’tır. O, kıyametin ne zaman gerçekleşeceğine dair bilgiyi hiçbir kimseye bildirmez. Bu Allah’ın kimseyi haberdar etmeyeceği gayb bilgilerindendir.

 

Daha sonra Razi şunları söyle­mektedir: Allah’ın bu ayetle rasuller dışında kimsenin gayba dair bir bilgi sahibi olmasına imkân vermeyeceğini kastetmemiş olduğunu -aşağıdaki deliller dolayısıyla- kesinlikle söylememiz gerekmektedir:1- Tevatüre yakın haberlerle sabit olduğuna göre Şık ve Satih adında iki kâhin Peygamberimiz Muhammed (s.a)’in ortaya çıkacağını, çıkmasın­dan bir süre önce haber vermişlerdi. Bu iki şahıs Araplar arasında bu tür bir bilgi ile tanınmış kimselerdi. Hatta Kisra, Rasulümüz Muhammed (s.a)’e dair haberleri öğrenmek üzere onlara başvurmuştu. Böylelikle Yüce Allah’ın rasuller dışında bazı kimseleri bazı gaybî hususlardan haberdar edeceği sabit olmaktadır.

 

Bütün din müntesipleri rüya yorumu bilgisinin doğruluğunu ve rü­yayı yorumlayan kişinin bazen gelecekte meydana gelecek birtakım olayla­rı haber verebildiğini ve bunların bazen doğru çıktığını ittifakla kabul et­mektedirler. Melikşah’ın oğlu Sultan Sencer’in Bağdat’tan Horasan’a getirttiği kâhin kadına gelecekte ortaya çıkacak birtakım durumları sormuş, o kadın da bazı şeyler zikretmiş, sonra da dediği gibi çıkmıştı. Bizler bunu doğru ilhama mazhar olan kimselerde de görüyoruz. Bu doğru ilham da velilere mahsus bir şey değildir. Hatta bazen sihirbazlar arasında da verdiği haberleri doğru çıkanlar bulunabilir. Haberlerinin çoğu yalan olsa bile.

 

Kimi zaman yıldızlardan çıkartılan sonuçlar vakıaya uygun ve duruma muvafık ortaya çıkabilir. Bütün bunlar görülen ve tespit edilen şeyler olduğuna göre Kuran bunun hilâfına delil teşkil etmektedir, demek Kur’an-ı Kerim hakkında dil uzatılmasına sebep teşkil eder. Bu ise bir ba­tıldır. Böylelikle doğru tevilin bizim kaydettiğimiz tevil olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Benim görüşüme göre genel anlamıyla gayb bilgisi, aziz ve celil olan Allah’a mahsustur. Hatta insanın yaratılışının başlanmasında Bakara su­resinde belirtildiği gibi meleklere, Sebe‘ suresinde belirtildiği gibi cinlere, Lokman suresinin sonlarında belirtildiği gibi insanlara bile gayb ilmi veril­memiştir.

 

Onlar gaybı bilmediklerini de itiraf etmişlerdir. Ancak Razi’nin kaydettiği bu tür olaylar, salih olsun olmasın farketmeksizin ilham ile or­taya çıkabilecek bilgilerdir…(Tefsiri Münir.Vehbe  Zuhayli)Batıl  inançlardan  biriside  Falcılık’tır… Falcılık: Gaybden haber verme. Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli yolların en bârizlerinden biri faldır. Falcılık önceki devirlerde fal oklarıyla yapılmaktaydı, günümüzde ise iskambil, bakla, yıldız, kahve, kitap açma, suya bakma vs. gibi vasıtalarla yapılmaktadır.

 

Falcılık, gaybdan haber verme iddiasında olduğundan bâtıl  inançlar  kapsamı  içerisindedir. Falcılar, birtakım şeylerle geleceği gördüklerini, bilinemeyen hususları bildiklerini savunmaktadırlar. Rabbimiz Allah Kur’ân-ı Kerimde falcılığı yasaklamıştır. Maide  Suresi  ayet.90. mealen  şöyledir: ***  Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz…***

Ayrıca Peygamber  efendimiz (sav) bir hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır:  **Gayb habercisine (kâhin, falcı) gidip onun dediğini doğrulayan kişi Muhammed’e gönderileni (Kur’an’ı) inkâr etmiş olur…** Gaybdan haber verme iddiasının ne kadar büyük bir tehlikeye götürdüğü âyet ve hadislerden anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bir müslüman bu tür câiz olmayan işlerden uzak durmalıdır.Batıl  inançlardan  biriside; Ruh Çağırma  hastalığıdır.

 

Ruh; insan ve hayvanlardaki dirilik kaynağı, sürekli hayat, can anlamlarında kullanılır. İnsandaki canlılığın ve diriliğin, iradeyle ilgili ve irade dışı hareketlerin ve idrak kabiliyetinin kaynağı, nefs demektir. Bazı âlimler, ruhun iyiyi kötüden ayırt etme denen temyiz ve düşünme tarafını karşıladığını belirtmişlerdir. Ruh Allah’ın yaratma sırlarındandır  denilmiştir. sırlarından bir sırdır ve o yüzden mâhiyetini ancak Allah bilir. Ruhun kendisi görülmüyorsa da, yaptığı işlerden varlığını anlıyoruz.

 

Her şeye canlılık veren, hayat ve dirilik kaynağı olan özelliğe ruh diyoruz. Günümüzde, özellikle sosyete denilen kesim arasında yaygın olan modern kâhinlik (gâibden haber verme iddiasında bulunan kimse, falcı) veya cincilik diyebileceğimiz bir uygulama vardır.  Ruh çağırdıklarını iddia eden bazıları; gâfil, câhil insanları muhtelif şekillerde aldatmaktadırlar. Bunlardan en yaygını şudur: Medyum, yani ruh çağıran kişi bir masa üzerine birkaç fincan dizer ve birtakım harfler koyar. Güya çağıracağı ruhun ismini söyler. Biraz sonra fincanda kımıldanmalar başlar.
Masadan tak tak sesler yükselir. Bu arada, harfler sağa sola hareket eder. Harflerin kımıldamasından sözde ruhun suallere verdiği cevapların belirlenmesine çalışılır. Ruh çağırma hâdisesinin, gerçekten ruhlarla bir ilişkisi var mıdır? Medyumların çağırıp konuştuklarını iddia ettikleri, hakikaten ölmüş insanların ruhları mıdır? Eğer bunlar, ölmüş insanların ruhları değilse, masaya vurarak ses çıkaranlar kimlerdir? Evet, çağırıldıkları zaman gelenler ve medyumların masalarına vurarak ses çıkaranlar cinlerdir denilmektedir. Bu olayın ruhlarla kesinlikle bir alâkası yoktur. Ancak cinlerle sıkı sıkıya bir ilişkisi  olduğu  sanılmaktadır. Bu ses ve hareketleri de çıkaran cinlerdir.
Bu olaya ‘ruh çağırma’ değil de  ‘cin çağırma’ dense daha doğru olur. Çünkü bu bir cin çağırma olayıdır.  Bu kimseler düzenlemiş oldukları ruh çağırma seanslarıyla insanları kandırmakta ve onların cehâletlerinden istifade ederek menfaat elde etmektedirler. Ruh, Allah Teâlâ’nın emrinde ve denetiminde olan bir varlıktır. Onun insanlar tarafından çağırılıp bazı istekleri yerine getirmesinin mümkün olduğuna inanmanın hiçbir dayanağı yoktur. Tabiidirki  bu  tür  hareketler  batıl  bir  inanış  biçimidir…
Bir  başka  batıl  inanç Tenâsüh  yani  Reenkarnasyon  ya  da  Ruh Göçü: Ölüm sonrasında ruhun bir başka bedene girmesi inancına tenâsüh yani ruh göçü denir. Ruhun bir bedenden diğerine ve ara sıra insandan hayvana veya hayvandan insana geçmesi şeklindeki bâtıl inanç. Eski Hint, Mısır, Yunan din ve kültürlerinin hemen hemen tamamında değişik şekillerde de olsa görülen ve günümüze  kadar da gelen bir bâtıl inançtır. Kur’an ve hadislerin hayat, ölüm ve sonrası hakkındaki izahı, tenâsühün İslâm’ın esaslarına ve akide ölçülerine ters düştüğünü, bu şekilde bir inancın İslâm’da reddedildiğini gösterir. Tenâsüh inancının İslâm dini ile en ufak bir ilgisi yoktur.
Allah  korusun, Bu inanç, kişinin müslümanlık dairesinden çıkıp kâfir olmasına sebeptir. Çünkü bu inançta; öldükten sonra dirilme, âhiret, ceza ve mükâfat gibi İslâm’ın temel esaslarını inkâr etme  hadisesi  vardır. Âlim İbn Hazm; tenâsühçülerin kâfir olduklarında icmâ olduğunu söyler. Bu sapık inancın asılsızlığını ispat etmek için İslâm âlimleri tarafından birçok aklî, ve ilmî deliller getirilmiştir. Bunlardan birkaçı şöyledir: 1. İnsan ruhunun bazı hayvanların bedenine geçtiğini kabul etmek aklen mümkün değildir. Çünkü öyle olsa idi, kendilerine insan ruhlarının geçtiği kabul edilen hayvanların da insanlar gibi düşünmeleri, konuşmaları, onlar gibi yaşamaları gerekirdi.
Halbuki böyle bir şey olmamaktadır. 2. Tenâsühçülerin dediği gibi, eğer ruhumuz şimdiki bedenden önce başka bedenlerde olsaydı, o bedenlerdeyken bütün yaptıklarımızı şu anda bilmemiz gerekirdi. Halbuki hiç birimiz böyle bir şey hatırlamıyoruz. Eğer tenâsüh inancı doğru olsaydı, o zaman dünyada doğanlarla ölenlerin aynı sayıda olmaları gerekirdi. Halbuki nüfus devamlı artmaktadır ve insanlar nüfus artışının önlemini almaya çalışmaktadırlar. Ölenlerden fazla olarak dünyaya gelenlerin ruhları nereden gelmektedir? Demek oluyor ki; tenâsüh (reenkarnasyon, ruh göçü)  inancı asılsız bir safsatadır. İslâm’la hiçbir alâkası yoktur.
Tamamen çok tanrılı dinlerin bâtıl inançları arasındadır. Müslüman kişinin bu tür bâtıl inançlarla  kesinlikle  zaman  ayırmaya  vakti  olmaması  gerekir  diyoruz. Bir  başka  Batıl  inanış  ise  Uğursuzluk: Hurâfe ve bâtıl inançlardan biri de uğur ve uğursuzluk anlayışıdır. İnsanlar eskiden beri zaman, yer, şahıs veya herhangi bir şeyi, yeri uğursuz veya uğurlu saymışlardır. Meselâ günümüzde baykuşun ötmesi, evden çıkınca kedi veya köpek görmek, köpek uluması, horozun vaktinden önce ötmesi, elden makas ve sabun almanın ayrılığa sebep olacağı, 13 rakamının uğursuzluğu gibi inançlar bâtıl inançtır. Makasın ağzı açık kalırsa düşman ağzını açar ve zarar verir, terlik ters dönerse işler ters gider, Salı günü yolculuğa çıkılmaz, çamaşır yıkanmaz gibi hiçbir ilmî ve dinî temele dayanmayan bâtıl inançları İslâm dini reddetmektedir. İslâm’da ‘uğursuzluk’ diye bir şey kesinlikle  yoktur.Peygamber efendimiz  bir  hadisinde mealen: ** Uğursuzluk diye bir şey yoktur…** buyurmuşlardır…
Bazı insanlar hoşuna gitmeyen bir şeyle karşılaştığında, ‘falan kişi veya şey bana uğursuz geldi, işim iyi gitmiyor’ diye  kendi  kendine  söylenir  ve  kuruntusu  adeta  kendisinde  vehim  ve  korkuları  artırır… veya onu sevindirici bir şey de olmuşsa ‘falan kişi veya şey bana uğurlu geldi’ diye düşünmektedir. Rabbimiz Nisa  suresi  ayet.79.da  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***İnsana gelen iyilik Allah’tandır. Başınıza gelen kötülük ise kendinizdendir….***
İnannıyoruzki; İyilikler Allah’ın ihsanı ile olmakta, kötülükler ise insanın yaptığı haksızlıklardan, ahlâksızlıklarından, yani günahlardan da olmaktadır.  Âyetlerden de anlaşıldığı gibi “uğursuzluk dediğimiz şeyin sebebi, Allah ve Rasûlüne karşı gelmenizden dolayı haddi aşmanız nedeniyle kendinizsiniz.” diye buyrulmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, İslâm’da uğursuzluk diye bir şey yoktur. Dolayısıyla herhangi bir şey ve kişi “bana uğurlu gelir veya uğursuz gelir” gibi bir inanç bâtıl bir inançtır  diyoruz…
 

Diğer  Bir  batıl  inanış  ise: Ölünün Yedisi, Kırkı, Elli İkinci Gecesi  gibi  inanış  ve  uygulamalardır… Bu tür şeyler İslâm’da bulunmayan ve İslâm’ın yaşandığı dönemlerde uygulanmayan ve bid’at kavramı  içreisinde  değerlendirilen davranışlardır. Buna benzer bid’atlar hep dinî hayatın ve inançların zayıflamasıyla ortaya çıkar ve iki şeyi ispata yarar: 1. Demek ki insanlar, inançsız yaşayamazlar. Eğer Allah’ın gönderdiği gerçek dini öğrenip ona uymazlarsa kendileri icat ettikleri saçma, bâtıl dinleri uygularlar. 2. İslâm dinini bilinçle  ve  şuurla yaşayan insanlar, bu tür bid’atlara ihtiyaç duymazlar.  Ancak, bazı işlerin ölüye yarar sağlayacağı ve bazı davranışların sevabının onlara ulaşacağı da bir gerçektir.

 

Âlimlerin çoğu, meselâ, ölen birisi için verilen sadakanın, yapılan hayırların, şartlarına uygun olarak okunan Kur’ân-ı Kerim’in,  yapılan duaların ona ulaşacağını söylemişlerdir.  Dirilerin ölülere duası, onlar adına sadaka vermek kendilerine büyük ölçüde fayda verir. Tabiî ki ölen kişinin mü’min olarak ölmüş olması gerekir. Mü’min olarak ölmeyenler için yapılan hayırların, duaların asla kabul olmayacağını, ona fayda sağlamayacağını Kur’ân-ı Kerim bildirmektedir. Ölünün  yedisi, kırkı  ya  da  elli  ikinci  gecesi  gibi  inançlar  farklı  kültürlerden  etkilenme  hadisesidir düşüncesindeyiz. İslam  dini  ile  alakası  yoktur…Rabbim  bizleri  bu  tür  batıl  inanç  ve  uygulamalardan muhafaza  eylesin… Bu  batıl  inançlardan  bazılarını  kısaca  sayıp  geçelim  ve  konumuzu  bitirelim  inşaallah…

 

Dinimizle hiçbir ilgisi bulunmayan, ancak halk arasında mutlaka uyulması gerektiği zannedilen câhilî âdet ve düşüncelerden bazıları şunlardır: Akşamleyin tırnak kesilmez  düşüncesi.  Akşam sakız çiğneyen, ölü eti çiğnemiş olur. Ayak kaşınınca yolculuk var demektir. Bir kimsenin sağ avucu kaşınınca ona para gelir, sol avucu kaşınırsa ondan (elinden) para çıkar düşüncesi. Bir kimsenin üstünde dikiş dikilirse kısmeti bağlanır inanışı. Bir kimse evinden çıkıp gurbete giderse o gün ev süpürülmez saçmalığı. Bir kimsenin burnu kaşınırsa hakkında dedikodu yapılıyor demektir  sonucuna  varılması. Bir kimse diğerine makas ya da bıçak verirken, eline vermemeli, bir yere koymalıdır.

 

Eğer eline verirse  tükürmesi gerekir, değilse kavga ederler  inanışı. Bir  kimsenin Dişi çıkınca onu hiç kimsenin görmeyeceği bir yere gömmeli, yoksa o kimse için iyi olmaz, başına kötü şeyler gelir  kuruntusu.  Doğuma giderken kadının beyinin ayakkabısı su içine konup, kadın bunun suyunu içerse doğum kolay olur  zannı.  Ellerini bağlayanın rızkı (veya kısmeti) bağlanır   korkusu.  Göz dalması misafir geleceğine işarettir  düşüncesi.  Genç kızların adı, gelinin ayakkabısı altına yazılırsa o kızlar çabuk evlenir  beklentisi.

 

Göz seğirmesi ve kulak çınlaması, o kişinin kötü haber alacağına işarettir  inancı.  Hamile bir kadın odadan dışarıya çıkarılır. Bir sandalyenin altına bıçak, diğerinin altına makas konur. Kadın içeriye girince bıçağa oturursa oğlu, makasa oturursa kızı olacağı anlaşılır  inancı. Güneş batarken iş yapılmaz, çorap örülmez, dikiş dikilmez  inancı. İki bayram arası nikâh olmaz  inancı. Nikâhta kim kimin ayağına basarsa evlilikte onun sözü geçer  beklentisi.  Yolcunun arkasından su dökülürse, su gibi akar gider (yolculuğu kazasız geçer)  inancı.  Yeni gelinin kucağına erkek çocuk verilirse, ilk çocuğu erkek olurmuş  inancı.

 

Bir kimse birisinin başına gelen felâketten veya bir kötülükten söz ederken, eliyle kulağını çekip, tahtaya, duvara veya herhangi bir şeye vurursa o fenalığın, üzücü olayın kendi başına da gelmesinden korunmuş olurmuş  zannı… Tabiî ki, bunlar da yukarıda sayılan bâtıl inançlardandır. Bunların doğruluğuna dair hiçbir dinî veya ilmî açıklama söz konusu değildir. İnsanlar tarafından uydurulmuş, aslı esası olmayan, fakat uygulanan bâtıl inançlar  cümlesindendir.

 

İslam  dinine İnanan  insanlar, Mü’minler olarak, İslâm’a aykırı uygulamalardan ve  cahilliklerden kaynaklanan her türlü bid’at, hurâfeler ve bâtıl inanışlardan müslümanlar  olarak uzak  duralım  inşaallah… Allahım  bizleri  hurafelere,  bid’atlara  ve  sapıklıklara  uzak  olan  kullarınla v  bir  ve  beraber  eyle. Bizleri  RAZI  oldugun  kullarınla  br  ve  beraber  eyle. Bizleri  Sıratı  müsytakimden  ayırma… Bizleri  Senin  muhkem  kitabına  ve  Rasulüyün  sünneti  seniyyesine  sımsıkı  sarılanlardan  eyle…Sen  her  şeylere  kadirsin  Allahım…Amin…

Sermedkadir…LU…23.03.2017…

 

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert