Batıl Olan Sonsuz

Cenabı hak Rum suresi ayet.30.da mealen şöyle buyurmuştur. *** Habibim! Hakk’a yönelerek kendini, Allah’ın insanlara yaratılışta bahşettiği dine ver. Zira Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler…*** İnsanlar için İman etmek ya da isyan etmek bütün zamanlarda görülen bir realitedir. Tarihi seyir içerisinde dinlerin çeşitli tasnifleri yapılmıştır. Bazı din tarihçileri dinleri; iptidâî dinler, millî dinler ve dünya (evrensel) dinleri olmak üzere üç grupta ele almışlardır.

Allahtan başka varlıklara ki bunlar ister insan olsun, cin, melek, hayvan, taş, dag, heykel, ay, güneş, yıldızlar veya başlı başına tabiat ve saire bunlara ilahlık atfetmek veya onlara Allahın yanında ilahi bir güç yakıştırması yapmak; İnsanın düşünme ve bilgi kabiliyetlerini felç etmesi sonucunda veya çeşitli menfaat hesaplarıyla gerçekleşen olumsuz bir durum batıl inançlara yönlenmeyi beraberinde getirmektedir.

Her iki durumda da insan kendi kendine yabancılaşmakta, fıtratından uzaklaşmakta ve kendi benligini, özünü örtmekte, kapatmaktadır. Hani derlerya “deve kuşunun başını kuma gmdügü “ gibi bilinçli ya da şuursuz olarak isyan bayragını çekmekte başka başka cisimlere ve varlıklara ilah gözüyle bakabilmektedir. İnsan fıtratını düşünse, yaratılış gayesini fikreylese, akıl nigmetini meşru yönde çalıştırma gayreti içerisine girse eminim dogruyu bulacak, batıl inançlardan arınacaktır.

Bu konuda bir örnek verecek olursam doktorları sayabiliriz mesela. Kendi işine aşık olan bir doktor insan anatomisi üzerinde düşünse, azaların çalışmasını, duyu organlarının işleyişi, bedeni yapının mükemmelligi, kalp, karaciger, akciger, damarlarda dolaşan hayati sıvı olan kan, dalak, böbrek, sinirler, hatta hatta hiç bir işe yaramıyor diye ifadesini bulan kör bagırsagın bile nelere çare oldugu üzerinde kafa yorsa inanıyorumki, en önce iman etmesi gereken meslek erbabı doktorlar olacaklardır.

Allah celle şanuhu.Araf suresi ayet.177-179.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür!
Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır. Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır…***

Bu konuda Hicazi diyorki: * Kendilerinden ve bütün insanlardan umumî mîsak alındıktan, kendile¬rine peygamberler gönderildikten sonra ayetlerimizi ve peygamberlerimizi ya¬lanlayan kavmin misali budur işte. Ey Muhammedi Yahudilere ve diğerlerine o kimsenin haberini ver ki; Ona ayetlerimizi verdik, onu ayetlerimize vakıf kıldık ve ayetlerimizi ona öğret¬tik. Ne var ki o, bunlarla amel etmedi. Kulak ardı etti. Bu ayetlere bir daha geri dönmemeye kesin karar verdi. O, fesatta, şeytanını çok gerilerde bıraktı, Böylece yolunu sapıtan, müf-sid azgınlardan oldu. Subhanallah! Fesatta şeytanı bile gerilerde bırakıyor!

Yüce Allah buyuruyor: Eğer dileseydik, onu ayetlerle yükseltirdik. Ha¬yırlı ve salih kimselerin safına koyardık. Ne var ki O, yere saplandı. Bütün gayretini fani lezzetlerden yararlanmaya ayarladı. Hevesine uydu. Kazandığı günahlar, kalbini kapladı. Nihayet zalim ve şehvetperest bir hayvan olup çık¬tı. Bu ayet-i kerime Allah’ın irâdesinin, kişinin davranışlarına bağlı ve biti¬şik olduğunu İfade etmektedir. Zira Cenab-ı Allah, kuluna seçme yeteneğini vermiş; bu yeteneğini sevap ve cezanın esası kılmış. Kulunu dünyada yarat¬mış. Yeryüzündeki şeyleri imtihan gayesiyle onun için zinet kılmış. İmtihanı başarıyor mu, yoksa hüsrana mı uğruyor?

Allah, hayrı tercih eden için hayra ulaştıran yolları açıyor ve hayra erdi¬rici gücü ihsan ediyor. Kötülüğü tercih eden için kötülüğe ulaştırıcı yolları açıyor ve şerre erdirici gücü veriyor. „Kim ameli ile dünya menfaatini isterse, dilediğimiz kimseye istediğimiz şeyi dünyada peşin veririz.“ Kendisine kitapla ilim verilen, ama bu verilenlerle amel etmeyen, daha da kötüsü, ruhu kirlenen, kalbi kararan kimsenin bu tuhaf hail, üzerine var-san da varmasan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin hali gibidir.

Dünyaya mey¬ledip Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimse devamlı uğraş ve yorgunluk içinde olur. Kendisine ne kadar çok dünyalık verilse de, mal kazanma tasası ve yorgunluğu içinde olur. Rızkı ne kadar bol verilse de, hırs ve tamamın o oranda arttığını görürsünüz. Ayetlerimizi yalanlayıp büyüklük taslayan ve öğütler¬den yararlanmayan kavmin misalini bazı fertlere verdik (ki ibret alsınlar). Bu ve benzeri kıssaları anlattık ki, doğru yola dönsünler ve kendi içlerinde dü¬şünüp tefekkür etsinler. „Doğrusu, düşünen bir kavim için bunda ayetler var¬dır,“ Ayetlerimizi yalanlayan kavmin misali ne kötüdür. Garabet örneği olan amelleri ve davranışları ne çirkindir. Aslında onlar, sadece kendi nefislerine yazık ettiler.

Allah’ın doğru yola sevkettiğj kimse doğru yolda olur. Saptırdığı kimseler ise, işte onlar mahvolanlardır. And olsun ki cehennem İçin de birçok cin ve İnsan yarattık; onla¬rın kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. îşte bunlar hayvanlar gibi, hattâ daha da sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir. Yaratıp meydana getirdik, Mahiyetini ancak Allah’ın bildiği gizli bir yaratık. Göğsün sol tarafında bulunan bir iç organ. Kalp, akıl ve vicdan anlamında da kullanılır. Cenab-i Allah, dinden sıyrılıp çıkan kimsenin misalini anlattıktan sonra, hidayete erenle sapıklığa düşen kimselerin gerçek tanımlarını yaptı ve ce¬hennemliklerin kimler olduklarını açıkladı.

Allah’ın hidayete erdirdiği; hayra, şeriate uymaya, Kur’an yolunda yü¬rümeye başarılı kıldığı kimse gerçekten hidayete ermiştir. Bundan başkası, hidâyete ermiş değildir. Allah’ın sapıklığa düşürdüğü; hayır ve Kur’an nuru¬na kavuşturmadığı kimseler ise, hidayetten uzak olup zarara uğrayan kimse¬lerdir. Bundan daha büyük bir kayıp mı olur? ilâhî hidayetin türü bîrdir. “ O’dur hidayete eren “ Sapıklığın nevileri ise sayılamayacak kadar çoktur. Bu ne¬denle Cenab-ı Allah buyurmuş ki: „İşte onlardır kayba uğrayanlar!‘ Cenab-ı Allah yemin ederek şöyle buyuruyor: Biz, birçok insan ve cin yarattık. Onları, sonuçta kendilerini cehennemlik kılacak amelleri işlemeye yetenekli kıldığımız gibi, onları sonuçta cennetlik kılacak amelleri de işleme¬ye yetenekli olarak yarattık. „Artık insanlardan bir kısmı bedbaht. Bir kısmı da bahtiyardır…

Cehennemliklere gelince onlar; nefislerini arındırıp ruhlarını temizleye¬cek olan sağlıklı durumları kavrayacak kalbe sahib değildirler. Manevi haya¬tı, bu hayatın dünyevi ve uhrevi saadete ulaştırıcı lezzetini İdrâk edemezler. Ne var ki onlar, „Dünya hayatından bir dış görünüşü bilirler (geçimleri için çalışırlar). Ahiretten ise habersizdirler. İyiliğin, dinin emrettiği şeylerde, kötülüğün, dinin yasakladığı şeylerde olduğunu anlamazlar. Allah’ın doğal ayetlerini ve Kur’anî ayetleri görecek gözleri yoktur. Pey¬gamberlere indirilen ilâhî ayetleri, tarihi haberleri ve maziye karışmış toplum¬lara ilişkin kıssaları işitecek kulakları yoktur. Mazinin derinliklerinde kalmış olan ümmetlere Allah’ın yasasının ne şekilde uygulanmış olduğunu da bile¬mezler.

Onlar, sadece maddi duygulan bulunan hayvanlar gibidirler. Yegane amaç¬lan yemek, içmek ve lezzetlerinden yararlanmaktır. Hayvan bile israf etme¬den yer. Ama onlar israf ederler. Onlar, yollarım daha da şaşırmıştırlar. Ko¬nuşmaları berbad olmuştur. Allah’ın ayetlerinden, akıl ve bilinçlerini yaratılış amacı doğrultusunda kullanmaktan uzaktırlar. Dahası; kişisel, ulusal ve dinsel yaşamın zorlukla¬rından da habersizdirler. Aymazlık içindedirler. Özetle cehennemlikler, bilgisiz ve aymaz kimselerdirler. Çünkü onlar, kalıcı olan ahiret hayatına bakmamış, bilâkis dünyanın geçici ve yok olmaya mahkûm hayatıyla ilgilenir olmuşlardır, Cennetliklere gelince onlar, dünyayı gerçek mahiyetiyle tanımış, kalıcı olan ahiret hayatı için çalışmış, ahireti ihmal etmemişlerdir. Ey Müslümanlar! Gafillerden olmaktan sakının.(Furkan tefsiri.Hicazi.)

Cenâb-ı Hak’ın peygamberlerine indirdiği vahiyle ilgisi olmayan ve insanlar tarafından uydurulan yanlış inançlardan, itikadlardan ibaret olan dinler bir bakıma bu inanç sahiplerinin isyanlarını ve küfürlerini ortaya koyar. Batıl din ve inançların çemberinde sıkışmış olan bu tür nasipsiz insanlar yaratılış gayesinden uzak,sadece gününü gün etme çabasında olan heva ve heveslerinden başka bir düşüncesi olmayan amçsız, gayesiz, hedefi sadece maddi ve nefsi varlıların pençesinde sıkışmış zavallardır. Varır bir putun, taşın, beton yıgınının, kendi yaptıgı heykelin ya da bir materyalin huzurunda saygı duruşuna geçmeyi modernlik, çagdaşlık sayar…

Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allahın bana hidâyet ve ilim vererek göndermesi şuna benzer: Bir yağmur ki yere yağmıştır, yerin bir kısmı verimli toprak olduğu için, o yağmur suyunu kabul edip emmiştir. Otlar ve çimenler bitirmiştir. Bir kısmı, çorak olduğu için suyu tutmuştur da, insanlar ondan yararlanıp içmişler, hayvanlarını ve tarlalarını sulamışlardır. Bir cinsi de, ne suyu tutan, ne de ot bitiren düz yerlerdir.

Allahın dinini anlayan ve onu uygulayan ve uygulamaları için benim gönderildiğim ilmimi yayan kimse ile, büyüklenip, Allahın benimle gönderdiği hidâyeti bir türlü kabullenmeyen kimseler de tıpkı böyledir…(Ebû Mûsa ra.Buhârî.) **

İnanıyoruzki bütün kavramlar zıddı ile ortaya konursa daha iyi anlaşılır ve bilinir. Cenabı hakkın yarattıgı her şeyin de bir zıddı, bir karşılıgı vardır. Batıl kavramının zıddı da, Hakk kavramıdır.Batıl sözcügü sabit olmayan şey anlamına gelir. Hak kavramının zıddı olan batıl sözcügü tabiidirki köksüzdür, faydasızdır, yararı olmayandır, Allahın emrinin dışına çıkandır. Allah celle şanuhu yarattıgı insanı yine yaratılış gayesine göre şekillendirmek ister. Emir ve yasaklarıda düşünülürse hep bu dogrultudadır…

Rabbimiz Lokman suresi ayet.29-31.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Bilmez misin ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye katmaktadır. Güneşi ve ayı da buyruğu altına almıştır. Bunların her biri belli bir vâdeye kadar hareketine devam eder. Ve Allah, yaptıklarınızdan tamamen haberdardır. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; O’ndan başka taptıkları ise hiç şüphesiz bâtıldır. Gerçekten Allah çok yüce, çok uludur. Size varlığının delillerini göstermesi için, Allah’ın lütfuyla gemilerin denizde yüzdüğünü görmedin mi? Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır…***

Mahmut toptaş hocaefendi tefsirnde diyorki: * Dünyanın 24 saat içinde, binlerce an değişmesi vardır. Belirli bir vakte doğru akıp giden güneş ve ayı emrinize veren odur. Milyonlarca yıldızı yine gökyüzünde, belirli bir yörüngede tutan odur. Bunları yapabilen, bunları heran kontrol ve emri altında tutan ilahi varlık için; Milyarlarca insanı tekrar diriltmek onların herbirine hayat vermek çok kolaydır. Şüphesiz ki, Allah sizin yaptıklarınızdan haber¬dardır. Sizin nerede, nasıl, ne şekilde hareket ettiğinizi bilir. şte bu, Allah’ın hak olmasından ve onun dışında yalvardıklarının batıl olmasındandır. Şüphesiz o Allah yücedir, büyüktür.İşte böylece bu ilahi güce delalet eden şeyleri bize bildirdikten sonra; „şüphesizin o Allah haktır, gerçektir. O’nun vaadi, kanunları, cenneti ve cehennemi haktır. Fakat sizin Allah’dan başka çağırdıkları¬nız batıldır. Allah en yüce vede en büyük olandır“ deniliyor. Görmedin mi? Allah’ın ayetlerini size göstermek için, gemi denizde Allah’ın nimetiyie kayıp gidiyor. İşte bunda çok sabredip şükredenler için ibretler vardır. Allah’ın nimetiyie geminin denizde hareket ettiğini gormedinmi? Bu size ayetlerini göstermek içindir. Suya kaldırma kuvvetini verip, o ge¬minin su yüzünde hareket etmesini sağlayan Allah (c.c.)dür. Tabiat kanunu denilen, bütün kanunların yaratıcısı Allah (c.c.)dür. İşte bunda da bütün sabredenlerle, şükredenler için çok ayetler ve çıkarılacak dersler vardır.(Şifa tefsiri.Mahmut Toptaş.)

Batıl yollar ve izler mutlaka şeytanın, insan oglunu ayartmak için, dogru yoldan çıkarmak, fikir ve düşünce sistemini olumsuz yönde bozmak için uyguladıgı tuzaklardan birisidir. İblis kurmuş oldugu bu tür tuzakları sonuna kadar yani insanın gözlerini hayata yumdugu ana kadar var gücüyle diri tutacagı, kazanmaya çalışacagı, saptıracagı açık bir gerçektir. Şeytan her türlü hileleriyle insanogluna yaklaşacak ve onu kazanma yollarını deneyecektir. Ama Allaha iman etmiş olan mümin ise yaratılış gayesi dogrultusunda Rabbinin emirlerini baştacı edecek ve tabiiki lanetli şeytanın elini boşa çıkaracaktır. İşte hak batıl mücadelesi böylece kıyamete kadar sürüp gidecektir…

Rabbimiz Sebe suresi ayet.48-50.de mealen şöyle buyrmaktadır: *** De ki: Kuşkusuz, Rabbim gerçeği ortaya koyar. Çünkü O, gaybı çok iyi bilendir. De ki: Hak geldi; artık bâtıl ne bir şeyi ortaya çıkarabilir ne de geri getirebilir. De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur’an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakındır…*** Şehid seyyid Kutub bu ayetler hakkında şu güzel tesbitlerde bulunuyor: * De ki; „Hak geldi, artık batıl hiçbir tarafa doğru kımıldayamaz. Hak çeşitli kılıklarda, çeşitli biçimde geldi. Peygamberlik misyonu biçiminde, Kur’an kılığında, doğru ve tutarlı bir hayat yöntemi kimliğinde ortaya çıktı. „De ki; `Hak geldi.“ Bu haberi duyur, bu olayı anlat, bu gelişmeyi haykır. Evet, hak geldi. Gücü ile dinamizmi ile, onuru ile egemenliği meydana çıktı. Böyle olunca; „Artık batıl hiçbir tarafa doğru kımıldayamaz.“

Batılın, eğriliğin işi bitti artık. Ne canı kaldı, ne kımıldayacak mecali. Sonu geldi ve bu sonun „yok oluş“ olduğu kesinlikle belli oldu. Bu mesaj son derece sarsıcıdır. İşiten anlar ki, kesin hüküm verilmiştir, artık söylenecek söz kalmamıştır. Bu gerçekten böyledir. Sebebine gelince Kur’an-ı Kerim geldikten sonra hak sistemi kökleşmiş, belirgin bir varlık kazanmıştır. Açık, kesin ve belirgin hak karşısında batılın yapabildiği şey, demogojiden ve mızıkçılıktan öteye geçememiştir. Gerçi batılın bazı durumlarda, bazı özel şartlar altında maddi üstünlük sağladığı anlar olmuştur.

Fakat bu durumlarda batıl, hakkı yenmiş, alt etmiş değildir. Söz konusu olan hak yanlılarının yenilgisidir, yani bu durumlarda ilkeler arasında bir yenişme karşısında değiliz, bu ilkelerin taraftarları arasındaki bir yenme-yenilme olayı karşısındayız. Batılın bu tür başarıları üstelik geçici oluyor, bir süre sonra eriyip gidiyor. Buna karşılık hak, sürekli biçimde belirgin, berrak ve apaçık olarak kalmaktadır. Şimdi de bu mesajlar dizisinin sonuncusunu okuyalım: Öyleyse eğer ben sapıtmışsam bu sizi ilgilendirmez. Zararını çekecek olan benim. Buna karşılık eğer doğru yolda isem, beni vahiy aracılığı ile doğruya ileten yüce Allah’ın yönlendirmesi sayesinde doğru yoldayım. Bu konuda benim elimde olan hiçbir şey yok, olan her şey O’nun izni ile oluyor. Ben O’nun dileğine bağlıyım, O’nun bağışının tutsağıyım. Ayetin son cümlesini okuyoruz:

„Hiç kuşkusuz O, her şeyi işitir ve kullarına çok yakındır.“ İşte ilk müslümanlar yüce Allah’ı böyle algılıyorlardı. O’nun bu sıfatları ile vicdanlarının derinliklerinde böyle bütünleşiyorlardı. Bu sıfatları gerçek hayatta kaynaşmış buluyorlardı. Duygusal yaklaşımlarına göre yüce Allah onların sözlerini işitiyordu, onların yakınında idi. Onların her işi ile doğrudan ilgili idi. Şikayetleri ve yakarışları O’na dolaysız biçimde ulaşıyordu. O onları ihmal etmez, başkalarına havale etmezdi.

Bundan dolayı O’ndan gelen güvenin rahatlığı içinde, O’nun himayesinde O’nun yakınında, O’nun sıcak ilgisi ve gözetimi altında yaşıyorlardı. Bütün bu duyguları vicdanlarında canlı, somut ve yalın biçimde buluyorlardı. Bu duygular onlar için soyut bir düşünce, sembolik bir kavram ve kuru bir zihinsel yaklaşım değildi. „O her şeyi işitir ve kullarına çok yakındır.“ Sure son olarak yine bir kıyamet sahnesi ile noktalanıyor. Çarpıcı hareketler ile dolu olan bu sahne, dünya ile ahiret arasında gidip geliyor. Sanki bu iki alem, bütünleşmiş, bir tek alan halinde kaynaşmıştır…(Seyyid Kutub.Fi zilali Kuran)

Evet Müslüman itkadi, ameli ve her yönlü bilinen düşünce sistemlerini ortaya koyarken, yaşadıgı hayatın bir son, bitiş, tükeniş oldugunu degil, ahiret hayatına bir çizgi geçişi olarak bakar. İki aranın çok uzak olmadıgına inanır. Yaratan rabbim bana belli bir süre vermiş, bu vadenin ne zaman dolacagı benim bilgimin dışında, dolayısıyla ben dünya hayatınmı gözlerimi kapatacagım son ana kadar itaatla, inkıyatla, teslimiyetle geçirmek zorundayım düşüncesiyle sorumluluk bilinci içerisinde hareket eden Müslüman batıla hiç bir zaman geçit vermemek için olanca gücüyle, gayretiyle ve çabasıyla karşı kor.Bu imanının bir geregidir aslında…

Müslüman birey Kuranı kerimdeki mutlak dogruları ve hadisi şerifteki uygulamalı nasihat ve ögütleri her zaman aklında bulundurur ve hayatını bu iki düsturun vermiş oldugu gerçekler dogrultusunda şekillendirirse kurtuluşa erecegine inanır. Peygamber efendimiz mealen şöyle buyuruyor: ** Size iki şey bıraktım,onlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allahın „Kitâb“ı ve Allah Resûlünün „Sünnet“i…(Mâlik radıyallahu anh. İmam Mâlik.)

Batıl yolları izlemek, sapık izleri sürmek, sapık liderlerin peşlerine düşmek, onları ulu önder bilmek, onların görüş,düşünce ve hayat standartlarına yapışmak, ilkelerini ilke edinmek, hayat tarzlarını benimsemek, yönlendirdigi ideolojilerin dogrultusunda bir hayat sürmek mutlak surette allaha isyanı ve Mukaddes degerlere ters düşmeyide beraberinde getirecektir. Bu insanlar eger yaşadıkları dönemlerde Allahın emir ve yasaklarına mukabil bir yasa, kanun koymuşlarsa, Allahın hükmnü kendi dar kapasiteli akılları ve hevesleri dogrultusunda degiştirmişlerse bu hareketlerinden dolayı, Allahın gazabına ugrayacakları gayet açıktır.

Bir şekilde kendilerine çok yüksek makam ve mevkii verilen insanlar batıl düşüncelerinin esiri olmuş lider ve önder bildikleri insanların mezarları başında tazimle saygıyla dururlar. Bu saygı duruşları bazı heykelini diktikleri cansız şekillerin karşısında olur, bazı yaptıkları resimlere ilah gibi huşu içerisinde hürmet gösterirler ve aynı zamanda yazdıkları yazılarla attıkları nutuklarla, ettikleri yeminlerlede bu saygı ve hürmetlerini pekiştirirler. Tabiidirki bu yapılan batıl inanç ve düşüncelerin İslam dininde hiç bir makul izahı bulunmamaktadır. Aksine bu tür amel işleyenlerin fiillerinin şiddetle yasaklandıgını hayat kitabımızda okuyoruz…

Rabbimiz Araf suresi ayet. 191-197.de mealen şöyle buyurmaktadır: ***Hiçbir şey yaratmayan ve kendileri yaratılmış olan putları mı Allah’a ortak ediyorlar, ona eş koşuyorlar? Bu putlar, ne o tapınanlara, ne de kendi kendilerine yardım edebilirler. Eğer siz onları doğru yola çağırsanız, size uymazlar. Onları ha çağırmışsınız, ha çağırmayıp susmuşsunuz, hiç fark etmez. Allah’ı bırakıp taptıklarınız da tıpkı sizin gibi kullardır. Eğer iddianızda doğru iseniz haydi onları çağırın da size cevap versinler. Onların yürüyecek ayakları, tutacak elleri, görecek gözleri veya işitecek kulakları mı var? De ki: „Haydi çağırın o ortaklarınızı, sonra bana istediğiniz tuzağı kurun ve elinizden gelirse göz açtırmayın.“ „Zira benim velim, o kitabı indiren Allah’tır. Ve O, salih kullarına sahip çıkar.“ „Sizin Allah’tan başka taptıklarınız ise ne size yardım edebilirler, ne de kendi kendilerine yardımları dokunur….***

Mevdudi tefsirinde şu ifadelere yer veriyor: * Bu bağlamda, yeri gelmişken şunu de maalesef belirtmemiz gerekir ki, bu konuda, günümüz müslümanlarının durumu, Kur’an’ın bu bölümde aşağıladığı putperest Arapların durumundan bile kötüdür. Putperestler, bir çocuk için Allah’a duada bulunmalarına rağmen, çocuğun doğumundan sonra O’na şirk koşmaktaydılar. Fakat „Tevhid“ inancına şahedat getirdiklerini iddia eden günümüz müslümanları ise bundan daha da ileri gitmekteler. Bu zavallılar, çocuğun doğması için bile başka şeylere dua ediyor, hamilelik süresince başka şeylere adak adıyor ve çocuğun dünyaya gelişinden sonra da Allah’a eş koştukları şeylere şükranlarını yöneltiyorlar.

Üstelik de bu kimseler, bu Arapları „cehennemlik“ putperestler olarak görürlerken, heyhat kendilerini de maşallah „cenneti“ garantilemiş müminler olarak görüyorlar. Ayrıca kendilerinin tenkit edilmesine de tahammül edemedikleri gibi, bu kimselere ateş püskürürler.

Müslümanların bu acıklı haline, ıslahatçı şairimiz Mevlâna Hali: „Museddes“ inde şöyle dile getirmekte:“Eğer birisi putlara tapsa deriz ona kafir. Allah’a oğul isnat etse ona da deriz kafir. Eğer birisi ateşin önünde başını eğip secde etse o da kafir. Yıldızlar da bir güç görse o da kafir. Ama bize gelince, bütün yollar açıktır. Heyhat, dilediğine kul ol! Kâh gelir Nebî’yi tanrı yaparız. Kâh gelir İmamları Nebî’den üstün tutarız.

Kabirlere gider, adaklar eder. Şühedanın ruhlarından yardım dileriz,Ve, ne Tevhid inancımıza bir halel gelir.Ne İslam’ımıza bir kusur ne de imanımıza futür!“ Bu, putperestlerin taptıkları tanrıların güçsüzlüklerini göstermek içindir. Kendilerine tapanlara doğru yolu göstermek bir yana, bizzat kendileri bile, başkalarının gösterdiği hidayete uymaktan acizdirler. O kadar ki, hiçbir kimsenin davetine cevap bile veremezler.Burada müşrikler, yapmakta oldukları üç çeşit şirkin birinden tenkid ediliyorlar.

Birincisi: Putlara, suretlere veya başka çeşit tapınma sembollerine tapınmaları. İkinci çeşit şirkleri: Heykeller ve resimlerle gösterilen bazı kişi ve ruhlara tapmaları. Üçüncü çeşit şirk ise; bütün bu şirk koşmaların temelini oluşturan yanlış bâtıl inanışlar bütünüdür. Bu üç çeşit şirk de, Kur’an’ın değişik yerlerinde şiddetle tenkid edilmektedir. Burada da, putperest Arapların, önlerinde dini törenler icra ettikleri, yalvarıp yakardıkları ve kurbanlar kesip adaklar adadıkları putlar takbih edilmektedir…(Tefhimul Kuran.Mevdudi.)*

Rabbimiz Kuranı kerimin iki kapagı arasında bulunan emir ve hükümleriyle yarattıgı insanları en güzel şekilde ve seçilmiş insanlar olarak peygamberleri vasıtasıyla yönlendirmiş batıl yollara sapmamalarını, yanlış izleri sürdürmemelerini, dosdogru din olan islama sımsıkı sarılmalarını buyurmuştur. Yaşantının gayesini böylece emreden rabbimiz teslimiyet gösteren müminlere, mükafatını da verecegini müjdelemiştir.

Rabbimiz Zariyat suresi ayet. 55-60.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir. Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır. Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmişlerinin payı gibi (azaptan) bir payları vardır! O halde acele etmesinler! Başlarına gelecek (acı) günlerinden dolayı vay o kafirlerin haline…*** Şu hususa kesinlikle inanıyoruzki Müminler mutlak surette birbirleriyle cemaat halinde yaşamalı, her konuda birbirleriyle yardımlaşmalı ve birbirlerine ögüt ve nasihatte bulunmalıdırlar. Müslümanlar birbirlerinden koptukça, ayrılıga düştükçe hele zamanımızda oldugu gibi herkes kendi köşesine çekildikçe batıl düşüncelilerin, şeytanın askerlerinin, iblise uşaklık edenlerin, firavun, nemrut, haman, karun zihniyetlilerin tabir caizse ekmeklerine yag sürülmektedir.

Bizler batılın yok oldugu gerçegini hakkın gelmesiyle kabul etmiş bir dinin mensuplarıyız. Sadece inancımız geregi her türlü sapık görüş ve fikirleri ifade edilir edilmez reddederek sahiplerini bu görüş ve fikirlerinden dolayı isyankar olmalarından dolayı din ve mukaddesat düşmanı bilmeli tavrımızı anında açık ve net bir surette belirtmeliyiz. Münafıkların sapıkların, batıl fikir yayıcıların islam akaidine zarar vermelerine fırsat vermemek ancak bizlerin kendi dinimize sımsıkı baglı kalmamızla mümkündür inancındayız.

Rabbimiz İsra suresi ayet. 81-84.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Yine de ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur. Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır. İnsana nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirip yan çizer; ona bir de zarar ziyan dokunacak olsa iyice karamsarlığa düşer. De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir…***

Ali Küçük Hocaefendi fiyorki: * Şunu da deki ey peygamberim, şunu da tüm dünyaya, tüm insanlığa ilân edip duyur ki hak geldi, bâtıl ortadan kalktı, bâtıl zail oldu. Zaten hak geldiği zaman, hak ortaya konulduğu zaman bâtıl yok olmak zorundadır, hak karşısında bâtıl yok olmaya mahkumdur. Belki ilk günlerde, ilk yıllarda kimse buna inanmıyordu. Ama bir gün muzaffer bir komutan olarak Allah’ın Resûlü Mekke’ye girerken işte bu âyeti okuyordu. Evet hak geldi, bâtıl yok oldu, zaten hak karşısında tüm bâtıllar yok olmaya da mahkumdur.

Mekke’de Resûlullah efendimizin ve beraberindeki müslümanların çok sıkıntılı günler yaşadıkları bir dönemde iniyordu bu ayet. Akla hayale gelmedik işkenceler altında müslümanların inim, inim inledikleri bir ortamda geliyordu bu müjdeler. Sanki o gariban insanların yüreklerine su serpiyordu Rabbimiz. Hayır hayır ey mutsaz’aflar, ey Benim mazlum kullarım, korkmayın, dayanın, direnin, bugünler hep böyle gitmeyecek. Ben sizlere yardım edeceğim. Ben sizlerin desteğinizde olacağım. Bir gün sizler hakkın Hâkimiyetini ve hakkın karşısına dikilen tüm bâtılların yıkılıp gittiğini mutlaka göreceksiniz.

Üzülmeyin, sizler çok yakın bir gelecekte savunduğunuz hakkın, sahiplendiğiniz hak nizamın galibiyetine, Hâkimiyetine de, bâtılların yıkılışlarına da şahit olacaksınız. Ve kesinlikle bilesiniz ki kıyâmete kadar hak ve bâtıl taraftarlarının savaşlarının devam ettiği, edeceği bir dünyada kazananlar, başarıya ulaşanlar hep hak taraftarları olurken, kaybedenler de hep bâtıllar ve bâtıl taraftarları olacaktır, bu konuda zerre kadar bir şüpheniz olmasın diyordu Rabbimiz.

Kıyâmete kadar Allah’ın yeryüzünde koyduğu değişmeyen vaadi ve yasası işte budur. Hak gelince, hak ortaya konunca bâtıllar yok olacaktır. Çünkü hak karşısında bâtılın tutunma gücü yoktur. Çünkü hak karşısında bâtıllar yok olmaya mahkumdur. Bazen geçici bir şekilde Rabbimiz bâtıllara imkân verir. Tıpkı suyun yüzündeki köpük gibi, ya da madenin yüzündeki cüruf gibi bâtılların açığa çıktığını görürsünüz ve sanki galipmiş gibi bir havaya büründüğüne şahit olursunuz. Bu geçici ve aldatıcı bir durumdur. Bâtılın bu yalancı durumu hakkın ortaya çıkışına kadar sürer. Hak geldi mi bâtılın işi biter. Ama eğer şu anda yeryüzünde bâtıllar hâlâ varlığını sürdürebiliyorlarsa bu hakkın gücünü, varlığını ortaya koyamamasındadır…(Ali Küçük. Besairul kuran.) *

Konumuzu bir hadis mealiyle baglayalım inşaallah. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: * Ben ve Allahın benimle gönderdiği, toplumuna varıp da şunu söyleyen adama benzeriz:“Düşmanı gözlerimle gördüm, apaçık sizi uyarıyorum. Haydi, kaçıp kendinizi kurtarın!“ Bir kısmı onu dinleyip, yavaş yavaş orayı terk ederek kurtulurlar, diğer bir kısmı da, ona kulak asmayıp, düşmana yem olurlar.işte bana itaat edip, Allah tarafından getirdiklerime uyup, uygulayanlar ile bana isyan edip, Allah tarafından getirdiklerimi yalanlayanların hâli de böyledir…(Ebû Mûsa ra. Buhârî.) **

Allahım sana inandık, iman ettik. Bizleri şeytanın şerrinden muhafaza eyle. Bizleri lanetli iblisin saptırmasından koru. Bizleri Firavun, nemrut,ebu cehil ve onların yollarını takip eden din düşmanlarının şerrinden muhafaza eyle. Bizleri bidatlardan, sapıklıklardan ve batıl yolları izlemekten koru. Bizleri senin dosdogru yolun olan sıratı müstakimden ayırma. Bizleri Ehli sünnet itikadına sımsıkı sarılanlardan eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir…13.05.2010

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.