HAFIZA ve akıl sahibi olan insanoğlu, içinde yaşadığı cemiyetin değer hükümlerinden etkilenen bir varlıktır. Herhangi bir cemiyetin mensupları; dünya ve âhiret saadetini arzu ediyorlarsa, hakka tabi olmak ve adalete riayet etmek zorundadırlar. Eğer şirki, zulmü, böbürlenmeyi (istikbarı) , istiğnayı ve birbirlerini sömürmeyi tercih ederlerse, mukadder olan azaba uğramaları kaçınılmazdır. Bu sünnetullahın zaruri bir sonucudur. Tarih boyunca bütün peygamberler insanlara hüdâya tabi olmalarını, adalete riayet etmelerini ve hevâlarına tabi olmaktan kaçınmalarını tebliğ etmişlerdir…
Kur’an-ı Kerim’de bazı cemiyetlerin (kavim, ulus veya ümmet) başına gelen felâketler ve bu felâketlerin neleri beraberinde getirdiği haber verilmiştir. Selim akıl sahibi olan insanların, bu felâketlerin sebeblerini iyi tahlil etmeleri ve tedbir almaları mümkündür. Bir cemiyette şirk, zulüm, yolsuzluk, hırsızlık. fuhuş ve tefecilik gibi kötülükler yayılır, akl-ı selim sahibi olan insanlar bu kötülükleri önlemek için gayret etmezlerse, umûmi belânın ortaya çıkması mümkündür. Günümüzde modernizme iman eden zalim politikacılar, iktidarlarını korumak ve çok uluslu şirketlerin sermayelerini artırmak için, devlete mahsus olan “Egemenlik” kavramını istismar etmektedirler.
Bunların bizzat veya dolaylı olarak, kitleleri kendi menfaatleri doğrultusunda şartlandırabilme imkanları vardır. Tarih boyunca mütrefiyn zümresinin propaganda-medya imkanlarını kullandıkları ve siyasi iktidarları kendi arzularına göre şekillendirdiklerini söylemek mümkündür. Önümüzdeki yıllarda bütün İslâm topraklarında, özellikle de Ortadoğu’da önemli siyasi gelişmelerin, hatta büyük bir savaşın yaşanacağını söylemek mümkündür. Adaletin mülkün temeli olduğuna inanan, insanlara iyilikleri emreden ve onları kötülüklerden alıkoymaya gayret eden müslümanların, İslâm’ın temel hedeflerine hizmet için bütün imkanlarını seferber etmeleri zaruridir. (Misakdergisi.Takdim.302)
GEÇTİĞİMİZ Ekim ayı, ülkemizde ve bölgemizde son derece mühim hadiselere sahne oldu. Son birkaç senedir sürekli olarak kaosa çekilmeye çalışılan ve 7 Haziran seçimlerinden bu yana siyasî belirsizliğin hüküm sürdüğü Türkiye, erken seçim öncesi Ankara Tren Garı’nda tıpkı geçtiğimiz yaz Diyarbakır ve Şanlıurfa-Suruç saldırılarına benzer bir bombalı saldırıyla sarsılırken Suriye’deki en önemli gelişme, Esed rejiminin en büyük destekçilerinden Rusya’nın bir adım daha ileri giderek bu ülkede bizzat askerî operasyonlara başlaması oldu.
Rusya, Suriye’deki savaşa resmen katılmasının gerekçesini, tıpkı refiki ABD gibi “IŞİD ile mücadele” olarak dünya kamuoyuna sundu. Fakat fiiliyatta ise hava saldırılarının hedefinde büyük ölçüde rejimin yanında “İslâm Devleti” örgütü (eski IŞİD/İD)ne karşı da savaşmakta olan direniş grupları vardı. Bir süre evvel askerî ekipman yüklü büyük ebattaki savaş gemilerini İstanbul ve Çanakkale boğazlarından adeta gösteri yaparcasına geçiren Rusya, Lazkiye ve Tartus’tan kalkan uçaklarının yanı sıra Hazar Denizi’nde bulunan gemilerinden ateşlediği güdümlü füzeleriyle IŞİD’in hemen hemen hiç varlığının bulunmadığı İdlip, Hama ve Humus gibi bölgeleri vurdu.
Rus saldırıları da, 5 yıla yakın bir zamandır ülkede süren şiddetli savaş sebebiyle büyük dramların yaşandığı Suriye’de yine en fazla sivil halkı mağdur etti. Bununla birlikte Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suudî Arabistan Savunma Bakanı Muhammed bin Selman ile bir araya geldiği Soçi’de yaptığı açıklamada, operasyonun yalnızca hava saldırılarıyla sınırlı kalacağını ve şimdilik herhangi bir kara harekatı seçeneğinin gündemde olmadığını belirtti.
Öte yandan, Rusya’nın hava desteğini alarak özellikle Hama ve Lazkiye kırsalında kaybettiği yerleri geri almaya çalışan Esed ordusunun çabaları ise büyük ölçüde fiyaskoya dönüştü. Suriye’nin en etkin direniş hareketlerinden Nusret Cephesi ve Ahrar eş-Şam’ın başını çektiği muhalif çatı örgütü Fetih Ordusu karşısında ağır kayıplar veren rejim, bu cephelerde ilerlemek bir yana elinde tuttuğu bazı yerleşim yerlerini de kaybetti. Son olarak bu durumu fırsata çevirmek isteyen Fetih Ordusu, Hama’ya yönelik geniş çaplı bir “özgürleştirme” operasyonu başlattığını duyurdu.
Günümüz itibariyle çatışmalar, Lazkiye’de stratejik Durin tepesi etrafında, Hama’nın kuzey kesimlerinde ve Humus civarında tüm şiddetiyle devam etmekteydi. Rus hava kuvvetleri ve İran desteğindeki rejim saldırıları, bu bölgelerde henüz kayda değer bir etkiye sahip olmazken ülkenin en önemli cephelerinden Halep’te ise Suriyeli direnişçiler açısından kritik bazı gelişmeler meydana geldi. Muhalif gruplarla savaşmaya başlamasının ardından Esed rejimiyle çoğu cephede çatışmaları durduran ve üstü örtülü işbirliğine giden IŞİD örgütü,
Rus ve Esed ordusunun bombardımanıyla birlikte Halep’in kuzeyinden Türkiye sınırına kadar muhaliflerin denetiminde olan Azez-Mare hattına doğru saldırıya geçti. Şu an itibariyle bazı yerleşim yerlerini ele geçiren örgüt, kısa süre sonra bu yerleşimlerden Serbest Ticaret Bölgesi ve Kefr Tune’yi Esed rejimine bırakarak geri çekildi. Halep şehir merkezi yakınlarındaki gelişmeler üzerine bu vilayetteki farklı direniş hareketleri, genel seferberlik durumuna geçerek çatışma bölgelerine takviye birlikler yolladı. Son durum itibariyle Azez-Mare hattında bazı yerleşimler sık sık IŞİD ile direnişçiler arasında el değiştirmekteydi.
Rusya’nın Suriye’deki savaşa bu şekilde müdahalesi, ülkede rejime karşı direnişin başlamasının ardından geçen süreçte sürekli dile getirilen “vekalet savaşı” tanımlamasından bir adım ileriye geçildiğini gösteriyor. Her ne kadar Amerika’nın 2014 yılından itibaren yine “IŞİD ile mücadele” sloganı altında çoğunlukla Nusret Cephesi’nin bazı komutanlarına ve merkezlerine yaptığı saldırılar halen devam ediyor olsa da Rusya’nın ve İran’ın bu müdahalesi, direk olarak savaşın aslî tarafı olan Esed rejimine açık destek verdiği ve batı kamuoyunda ara sıra dile getirilen “Esedsiz geçiş dönemi” gibi çözüm önerilerine karşı da bir tavır olması açısından önemlidir.
Yine ABD güçleri, bahsi geçen saldırıları dışında Suriye meselesinde nispeten etkisiz bir politika sergilemekte, daha evvel çokça gündeme gelmekle birlikte fiiliyatta büyük bir fiyaskoyla sonuçlanan “eğit-donat projesi” gibi planlarının Suriye’deki İslâmî-cihadî unsurlar tarafından tavsiye edilmesinin ardından ilgisini sadece PKK/PYD üzerinden ülkenin kuzeyine yoğunlaştırmaktadır. Bu gelişmeler ışığında, Suriye’deki savaş başta olmak üzere küresel ve bölgesel nitelikteki çatışmaları yalnızca büyük güçlerin vekâlet savaşı olarak nitelenmektedir.
Rusya’nın bu hamlesi, Soğuk Savaş sonrası tek süper güç olma iddiasındaki ABD’nin Afganistan ve Irak savaşlarının verdiği kayıplar ve moral çöküntü nedeniyle giderek pasifize olmasına karşın uluslararası politikada bir nevî güç gösterisi hareketidir. Nitekim Rusya, Gürcistan ve Ukrayna örneğinde olduğu gibi ABD ve batı destekli projeleri güç kullanarak bertaraf etmiş, bu bölgelerde yeniden etkisini artırmıştır. Buna karşılık Obama yönetimindeki ABD’nin Rusya’nın bu adımları karşısında herhangi bir yaptırımda bulunmadığını görüyoruz.
Son Suriye operasyonuyla beraber Rusya, ABD’ye Ortadoğu coğrafyasında da yalnız olmadığını ve bölge üzerinde kendisini hesaba katması gerektiğini göstermiştir. Suriye konusuna dönersek; Rusya’nın İslâmî muhalefete yönelik saldırıları daha çok hava saldırıları şeklinde olurken Esed rejiminin bir diğer destekçisi İran ise, şimdiye kadar sahada daha çok Irak, Afganistan, Lübnan gibi ülkelerden gelen Şiî gönüllüleri koordine etmeyi bırakarak bizzat düzenli ordu birliklerini Suriye içerisinde savaşa dahil etmiştir.
İran’ın son dönemlerde verdiği ağır kayıplara rağmen Suriye sahasından çekilmeye niyeti olmadığı açıktır. Mezhebî-din devleti olan İran’ın bu savaşa dahil olmasını gerekli kılan dinî ve ideolojik yaklaşımları, İranı diger devletlerden ayırmaktadır. Bu gelişmeleri Suriye direnişi açısından okuyacak olursak; mücadelenin başından bu yana, her türlü imkansızlık ve daha sonra IŞİD’in yeni bir cephe olarak ortaya çıkmasıyla büyük darbe alan Suriye direnişinin son zamanlarda yeniden toparlanarak yeni kazanımlar elde etmesinin bölgedeki savaşın aktif tarafları olan bölgesel ve küresel güçleri bu adımları atmaya ittiği sonucunu çıkarabiliriz.
Özellikle Nusret Cephesi ve Ahraru’ş Şam gruplarının öncülüğünde pek çok direniş hareketinin bir araya gelmesiyle kurulan Fetih Ordusu’nun İdlip şehir merkezi ve civarındaki bazı önemli noktaları ele geçirmesi, rejim ve destekçilerini oldukça zora sokmuştur. Fetih Ordusu’nun Lazkiye ve Hama yönünde ilerlemesi ve rejimin bu ilerleme karşısında sürekli geri çekilmesi, “vekâlet savaşı”nın aslî unsurları olan İran ve Rusya’yı bölgede zora sokmuştur. Meselenin Türkiyeyi ilgilendiren boyutuna değinecek olursak;
Suriye’deki son gelişmelerin direniş açısından olumsuz seyretmesi halinde bundan en büyük zararı görecek tarafın Türkiye olacağı açıktır. Özellikle son 2 yıldır dahilî ve hâricî etkenlerle istikrarsızlığa sürüklenmeye çalışan Türkiye yönetimi, an itibariyle Suriye’de net bir politika sergilemekten uzaktır. Suriye ile olan 900 km. lik sınırının yaklaşık 700 km.lik kısmının en büyük bölümü PKK’nın uzantısı PYD/YPG’nin, kalanının da önemli bir bölümünün IŞİD’in eline geçen Türkiye’nin Suriyeli direniş gruplarıyla işbirliğini gerektirmektedir.
Son günlerde muhalif güçlere yönelik rejim harekatıyla eş zamanlı başlayan Halep’in kuzeyinden Kilis-Öncüpınar’a uzanan ve muhaliflerin denetimindeki Azez-Mare hattına yönelik IŞİD saldırıları, Türkiye açısından büyük bir tehlike arz etmektedir. Bu hattın direnişçilerin elinden IŞİD’e geçmesi, büyük ihtimalle PYD ile bu örgütün çatışmasına ve ABD önderliğindeki batılı güçlerin desteğini alan PYD-YPG’nin bu bölgeyi ele geçirip Efrin kantonundan Cerablus istikametinde doğuya ilerleyerek diğer Kürd kantonlarıyla birleşme planını uygulamaya sokacaktır. Bunun bir sonraki aşaması ise PYD’nin Lazkiye istikametine doğru ilerleyerek Akdeniz sahiline kadarki bölgeyi ele geçirmesi olacaktır. Yine Rus yetkililerin PKK ve PYD’yi “terör örgütü” olarak tanımadıkları açıktır. Bugüne kadar vekâlet savaşı yürüten İran, Rusya ve ABD gibi küresel ve bölgesel güçlerin bölgede süren mücadeleye bizzat dâhil oldukları bir dönemde Türkiye’nin bugün bazı riskleri göze alamayarak pasif kalması, yakın gelecekte kendi açısından telâfisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracaktır.
Uluslararası arenada bunlar yaşanırken direniş cephesinde de önemli gelişmeler meydana geldi. Suriye’deki önemli cihadî cemaatlerden Muhacir&Ensar Ordusu (Ceyşu’l Muhacirîn ve’l Ensar), Eylül ayında resmen Nusret Cephesi’ne katıldı. Kafkasya Emirliği hareketinin Suriye kolu olarak kurulan Muhacir&Ensar Ordusu, kısa süre evvel kendi içerisinde bir liderlik sorunu yaşamıştı. Ömer Şişenî olarak bilinen Tarhan Batıraşvili’nin “İslâm Devleti (eski IŞİD/İD)” örgütüne katılmasından sonra cemaatin emiri olan Selahaddin Şişenî (Feyzullah Margoşvili), bir süre evvel yaşanan anlaşmazlık sonucu görevden alınmış, yerine Tacik asıllı Ebu İbrahim el-Horasanî isimli direnişçi atanmıştı.
IŞİD örgütü ve diğer direnişçi gruplara arasında patlak veren çatışma sürecinde, müstakil muhacir grupların tutumu genel olarak çatışmaya taraf olmamak şeklindeydi. Ancak IŞİD’in diğer hareketlere karşı uzlaşmaz ve tekfirci tutumu, bununla da kalmayarak muhalif gruplara karşı pek çok cephede Esed rejimiyle eş zamanlı saldırılar düzenlemesinin ardından genellikle tarafsız kalmayı seçen muhacir gruplar da yavaş yavaş tutumlarını değiştirmeye başladılar.
Nitekim IŞİD’e karşı savaşmaya şiddetle karşı tutumuyla bilinen Cundu’l Aksa cemaati dahi, örgütün geçtiğimiz haftalarda direnişçilere yönelik Rus ve Esed bombardımanıyla eş zamanlı olarak saldırıya geçmesinin ardından şimdiye kadar tavizsiz şekilde sürdürdüğü bu tutumunu değiştirmek zorunda kalmıştır. Muhacir&Ensar Ordusu’nun ardından Özbek direnişçilerin oluşturduğu Tevhid ve Cihad Tugayı (Ketibetu’l Tevhid ve’l Cihad) ve Ramazan el-Karmî liderliğindeki Kırım Cemaati de Nusret Cephesi’ne bağlılıklarını bildirdi. Bu durum, Suriye’deki muhacir direnişçilerin eğiliminin artık Nusret Cephesi’ne kaydığını gösteriyor.
Bilindiği gibi Muhacir ve Ensar Ordusu, 3 farklı grubun bir araya gelmesiyle oluşan çatı örgütü Ensar ed-Din Cephesi’nin de en önemli unsuruydu. Grubun kendisini feshederek Nusret Cephesi’ne katılmasının ardından Ensar ed-Din’i oluşturan diğer cemaatler Fecru’ş Şam ve Şam el İslâm hareketlerinin de bu cepheye katılmaları beklenebilir. Sonuç olarak; önümüzdeki dönemde Suriye’nin daha karmaşık ve zorlu bir sürece gireceği açıktır.
Kendi aralarındaki her türlü anlaşmazlık ve çıkar farklılıklarına rağmen doğunun ve batının tüm müstekbir ve müstevlî güçlerinin tek dertlerinin buradaki İslâmî hareketler olduğu artık ayan beyan ortaya çıkmıştır. Suriye, İslâm ümmeti için de tek kelimeyle bir turnasol kağıdı vazifesi görmüş, şimdiye kadar Kudüs ve Filistin demogojisiyle ve vahdet adı altında İslâm’ı ve Müslümanları aldatan çağdaş Safevîlerin ki biz bunlara tarih boyunca kızılbaş diyoruz bunların gerçek yüzleri ortaya çıkmıştır. Türkiyenin sınır ihlali yapan, Rus uçagını düşürmeside bölgede savaş durumunu dahada kızıştırmış, iki ülke siyaseti gerginleşmiştir.
Şu anda Suriyede güç gösterşleri ve savaş planları son sürat devam etmektedir. Ancak zâhir plandaki her türlü olumsuz şartlara rağmen tarihin tekerrürden ibaret olduğu unutulmamalıdır. Nitekim tarih boyunca İslâm ümmetine yönelik büyük çaplı istilâ ve işgallerin nihâyî bozguna uğradığı yer, Allah Rasulü (s.a.s.)’nden aktarılan pek çok haberde müjdelenen Şam Beldesi olmuştur. Kardeşlerim buraya kadar yazdıklarımız Müslümanlar olarak bizleride birebir ilgilendirmektedir. Günümüz dünyasında yaşananlar CİHAD adına müsbet ve menfi manada kafalarımızı karıştırmaktadır.
Son yıllarda özellikle Suriye, Irak, Yemen, Mısır, Filistin, Afganistan, Libya gibi ülkelerde yaşananlar çoğunlukla Müslümanların üzüntüsünü artıran olumsuzluklarla bizlere yansıtılmakta ve ne yazıkki her zaman Müslüman kanı akmakta ve akıtılmaktadır. Uluslararası iletişim arenasında Müslümanlar alabildigine kötü gösterilmekte İslam ve Cihad mevzuu sulandırılmakta Yahudi ve Hristiyan gözlügüyle bakmaya alışık insanlar İslami fobi gibi kavramlarla karşımıza çıkmaktadır.
Basın ve yayın yoluyla edindigimiz bilgiler İslam ümmetinin moralini bozmaktadır. Ne yazıkki senelerdir İngilizlerin Ortadogu diye ifade ettikler bölge ateş altındadır. Örnegin Filistinde Filistinliler azınlıkta kalmış, Irakta Milyonlarca Müslüman öldürülmüş ve hala öldürülmekte, Suriye ise şu anda bir enkaz yığını haline getirilmiştir. Milyonlarca Suriyeli göçmen konumunda kalanlarda bin bir zorlukla yaşamaktadırlar.
Suriyede savaşan gruplara baktığımızda CİHAD adı altında grupların senelerdir Müslüman kanı akıttıkları malumdur. Ölende müslüman, öldürende Müslüman oldugunu ifade ediyor ama nedense hep Müslümanlar ölüyor. Bu CİHAD bir türlü Yahudi ve Hristiyanlara zarar vermiyor, dinsiz ve ateistlere, zalim ve müstekbirlere en ufak bir sıkıntı vermiyor. Birleşmiş milletler teşkilati ve diğer etkili devletler bu kargaşayı adeta besliyor büyütüyorlar. Bu bölgede her müstekbirin bir plan ve projesi var Yahudinin beklentisi farklı, Amerika, Rusya, İran, Fransa, Almanya ve en başta İngilterenin bölge üzerinde planları var.
Bizler bu karmaşa ve kargaşa ortamında ne yazıkki kendimizi yeterince ifade etmekten mahrum oldugumuzu düşünüyor ve Cihad ibadetini bir daha gözden geçirmeyi zaruri buldugumuzu ifade etmek istiyoruz.. Ebedi Hayat mektebimiz Kuranı Kerimde; Tevbe Suresi.Ayet.111.de mealen şöyle buyuruluyor: *** Allah Teala, Cennete karşılık Mü’minlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar. Savaş meydanında Şehit ve Gazi olurlar. Allahın bu öyle bir vaadidirki, Tevrat’ta da, İncil’de de, Kur’an da da sabittir. Kim Allahtan daha çok vaadini yerine getirir ? Yaptıgınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur…***
Buhari ve Muslimde Rivayet edilen bir Hadisi şerifte Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyuruyor. ** Bu din, daima ayakta duracak, Kıyamet kopuncaya kadar da Mü’minlerden bir grup onun yolunda savaşmaktan asla vazgeçmiyecektir…** CİHAD: Çalışmak, ugraşmak, çabalamak, gayret sarf etmek manalarını taşır. İslam dininin yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, ugraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soguk savaşa girmektir cihad.
Daha açık bir ifade ile Allah (cc) tarafından kullarına verilmiş olan bedeni, mali ve zihni kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, O yolda feda etmektir. İnsanın maddi- manevi, bütün varlıgını Allah yolunda ortaya koyarak Hakkın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması CİHADDIR. İslamda Cihad farzdır. Yalnız bu Farz bazı hallerde Farzı ayın; bazı hallerde ise Farzı kifayedir. Müslümanlar içinden sadece bir grup CİHADIN gayesini gerçekleştirebiliyor, Müslümanların yurt, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyor larsa o takdirde Cihad Farzı Kifaye olmuş olur. Ve diger Müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar.
Şayet fert fert gücü yeten her Müslümanın düşmana karşı koyma geregi varsa o zaman FARZI AYIN olur. Herkesin bizzat CİHAD etmesi icab eder. Cihadın Gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslamda SAVAŞ, İntikam, öldürme, yagma, baskı ve zulüm yapmak için degil: Bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslama sokmak yoktur. CİHADDAN maksat, İnsanları baskılardan kurtarmak, İslamın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla Müslüman olabilecekleri ortamları hazırlamaktır. (Şamil is.anskl.)
İhsan Süreyya SIRMA Hocaefendi konumuzu şöyle tarif ediyor: * Cihad; Allah ahkamının – hühümlerinin her tarafa uygulanmasını temin için Mü’minin Canıyla, malıyla verdigi mücadeledir. Bu mücadele ya sözle, ya yazıyla, ya sohbetle ve ya savaşla olur. CİHAD İslamın en önemli müesseselerinden biridir. Bunu böyle oldugu, Kuranı Kerimdeki onlarca Ayet ve Sünnetteki yüzlerce HADİSLE sabittir…Aslında; İslamın CİHAD müessesesi bilinmezse, Hz.Peygamberin (sav) yirmi üç senelik mücadelesi de anlaşılamaz.
Şurasını kabul etmemiz lâzımdır ki, hiç kimsenin, İslamı veya onun her hangi bir müessesesini, oldugundan başka göstermeye hakkı yoktur. İslam neyse odur; hiç kimsenin hayal ve düşüncelerine veya mantıgına göre bir İSLAM uydurulamaz… Cihad müessesesini İslam dışı sayarsanız, Hz.Peygamberin (sav) bunca savaşlarını nasıl izah edersiniz ? Sanki Hz. Peygamberin (sav) müdafaası onlara kalmış gibi, – O merhamet sahibiydi, savaş yapmazdı diye ona iftirada bulunurlar.
Peygamber efendimiz (sav) kendisinin ne oldugunu ne güzel ifade etmiştir mealen buyuruyorki:** Ben merhamet Peygamberi, ben silah Peygamberiyim.** Onun bir başka Hadisi Şerifi de şöyledir: ** Cennet kılıçların gölgesindedir.** Hz. Peygamber (sav) Camisini komutanlık merkezi ittihaz etti. Onda askeri birlikler tadat – olunur yani hazırlanır, avlusunda CİHAD toplantıları yapılırdı; Orada sadık mücahidler cihad aşkıyla yanar; orada kararlar, emirler ve nasihatlar verilirdi.
Peygamber orada ashabına danışır, görüşlerini alırdı; çünkü onların işi müşavereye dayalıydı. Gazaya veya seriyeye çıkacak ordu, Mescidden hareket ederdi. Sancak, bayrak ve askeri nişanlar Mescidte verilirdi. Silah ve mühimmad mescidte dağıtılırdı. Bir tehlike belirdiginde, ashab Mescidde toplanır; Mücahidler Gaza veya Seriyeden dönünce Mescide gelirlerdi. Yaralıların yaraları Mescidde sarılır, CİHAD hükümleri Mescidte ögrenilirdi. Çünkü onların kışlası Camiydi. Peygamber Mescidiydi…(İ.S.SIRMA.İslami teb Me dö)
Seyyid KUTUB Cihadın önemi hakkında şu degerli ifadeleri zamanımıza taşıyor: * Şurası muhakkaktır ki İslamdaki CİHAD la bu günkü harpler arasında ne keyfiyet ne de sebep ve sonuç bakımuından hiç bir ilgi yoktur. İslamda CİHADIN sebeplerini bizzat İSLAMIN kendi tabiatında, yeryüzünde yapacagı hareket devresinde, Allahın kararlaştırdıgı yüce hedeflerinde aramak lazımdır. Bu hedefler için Allah; bu Peygamberi bu Risaletle gönderdigini ve bu Peygamberi Peygamberlerin en sonuncusu, bu Risaleti de Risaletlerin tamamlayıcısı kıldıgını zikrediyor. İslam umumun insanlıgın bir HÜRRİYET fermanıdır.
Yer yüzünde kula kulluk etmekten kurtulup bir tek ALLAHA KULLUK ETME hürriyetinin fermanıdır. ( Hevayı nefse kullukta bir bakıma kula kulluktur.) Bu da ancak yalnız Allahu Tealanın uluhiyetini ve onun âlemlerin RABBİ oluşunu ilan ile olur.
Allahın Âlemlerin Rabbi oluşunun ilanı demek: Bütün suret ve şekilleriyle beşerin hakim oldugu sistemlere karşı girişilen bir inkilap, her ne surette olursa olsun insanların hükümran oldugu prensipleri tamamen kökünden yıkmak demektir. Allahın âlemlerin Rabbi oluşunun ilanı demek: Allahın gaspedilen saltanatını tekrar Allaha verip, gaspetmek isteyen zalimleri kogmak demektir. Kendi kendilerinden çıkardıkları sistemlerle millete tahakküm edenler insanları köleleştirip kendilerini de tanrılaştırırlar.
İşte Allahın âlemlerin Rabbi oluşunun ilanı demek: Yeryüzünde beşerin hakim oldugu ülkeyi tarumar edip ALLAHIN HAKİM OLDUGU ülkeyi inşa etmek demektir. Allahın ülkesi demek: Yer yüzünde Allahın kitabının hakim oldugu ülke demektir. Allahın ülkesi demek: Her işin Allahın kitabının icaplarına göre yöeltildigi ülke demektir. İslam DAVASINI yaymak için elbette CİHAD zaruri bir ihtiyaçtır. İslamın hedefi: Pratik hayatın her cephesini derinligine kaplayan bir HÜRRİYET FERMANI oldugunu göstermek olduguna göre ister İSLAM ÜLKESİ- Yahut İslamın tabiriyle DARUL İSLAM- emin olsun ister düşmanların tehdidi karşısında bulunsun İSLAM yalnız felsefi ve nazari beyanlarla yetinmez.
Aynı zamanda âlemşumul barışı gerçekleştirmeye çalışırken sadece kısmi bir barışla, yani yalnız Müslüman toplulugun yaşadıgı kesimde yapılacak bir barışla yetinmez. İslam öyle bir barış isterki, orada DİN tamamıyla ve yalnız Allah için olur. Yani,herkes yalnız Allaha kulluk eder. İnsanlar birbirlerini Allahtan başka İLAH edinmezler. İşte bu DİNİN TABİYATI VE HEDEFİ. Yoksa Cihadı savunma savaşı şeklinde göstermek isteyen batılı ve batı kafalı Müslümanların(!) iddia ettikleri gibi degil…(Seyyid Kutub. Cihad.Sayfa.79-84) *
Said HAVVA (Rh.a) Ölümünden kısa bir müddet önce şöyle haykırıyordu: * Müslümanlar, İ’layı Kelimetullah (Tevhidi en yüksege yüceltmekle) mükelleftir. Cenabı Hak buyuruyor ki: Böylece küfredenlerin kelimesini (şirk davasını), en alçak etti. O, Allahın kelimesi TEVHİD ise, en yüksek…Tevbe suresi. Ayet.40.***
Allahın Rasulü de şöyle diyor: ** Her kim kelimetullah (Yani Kelimeyi Tevhid) daha ali yani yüksek olsun diye dögüşürse, onunki Allah yolundadır…**
Beşeriyet içerisindeki tüm Müslümanları baglıyan bu sorumluluk, onları kendi bölgesinde nasıl daha çok mecbur kılmasın . Bir yörede, bölgede idareyi Müslümanlar elinde tutmuyorlarsa, orada Allahın adı yüce degildir. Orada söz sahibi küfür mefhumu ve küfür düzenidir. Orada Hakimiyetin Müslümanların elinde olmaması halinde üstünlük ve şeref de İMAN ehlinin ve İSLAMIN degildir. Bunun ise, dogru uygulama ile bir çok aykırılıkları mevcuttur.
*** …Halbuki kuvvet ve üstünlük Allahın, Rasulünün ve Mü’minlerindir; fakat münafıklar bilmezler…Münafıkun. suresi ayet.8.*** Bir yörede, bölgede devletin dininin İslam ve devlet başkanının da Müslüman olmaması halinde bu, her haliyle İslam prensiplerine açıkça ters düşmektedir. Böyle bir ortamda Müslümanların rahat etmesi imkansızdır. Yıkılncaya kadar bu düzenlerle mücadele, onlar için bir görevdir. Ki, bu İlayı Kelimetullah yolunda gösterilebilecek kuvvetin en basitidir…(S.Havva. Cihad yolunda bir adım daha ileri.s.22-23.) *
Ebul Ala el MEVDUDİ (Rh.a) Cihad Mevzuunu şöyle izah ediyor: * İslamdaki CİHAD hedefsiz, gayesiz bir savaş degildir. İslamda cihad, yalnız Allah yolunda olur. Ve bu şart ondan asla ayrılmaz. İslamın nazarında; Umumun faydası, cemiyetin mutlulugu için geçici dünyalık arzusunda bulunulmadan yapılan her hareket ALLAH YOLUNDADIR…
Allahın sana verdigi malları geçici dünyalık faydalar umarak sarfedersen bu ALLAH YOLUNDA degildir. Ama sırf Allah rızası için bildigin muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu Allah yolundadır. İşte bu Allah yolunda terimi yalnız İSLAMA mahsus, maddi menfaat ve arzulardan uzak sırf Allah rızası için olan hareketler için kullanılır.
Bunu yapan kimse bilirki Mü’min kardeşlerinin saadeti için yaptıgı her iş Allah rızası içindir. Ve Mü’minin bu geçici dünya hayatında istedigi tek şey yüce Rabbinin rızasını kazanmaktan başka bir şey degildir. Onun tek arzusu RIZAYI İLAHİYİ KAZANMAKTIR. Müslüman fert veya topluluk; Batıl, çürük sistemleri yıkıp yerine İSLAM mefkuresine dayalı taze ve dinç bir sistemi getirirken sarfedecekleri türlü çabalar da, yapacakları her türlü fedakarlıklar da şahsi menfaattan, nefsani arzulardan uzak olmalıdır.
Bütün çırpınmalarının karşılıgı olarak hak ölçülerine uygun, adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler. Mü’min; yaptıgı şeylerin karşılıgını bu dünyada beklemez. İLAYI KELİMETULLAH – Allahın kelamını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen savaşın karşılıgında mal, mülk, şan- şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi aklından bile geçmez. Kendi yakınlarını iş başına geçirmek, şahsi dikta idaresi yürütmek kendisinden sonra gelen adamları için yer hazırlamak gibi bir takım sefillerin baş vuracagı işleri yapmaz.
Allah (cc) ancak kendi RIZASI için olan CİHADI kabul eder. Nefsani arzulardan, IRKİ kinlerden, Kabilecilik taassubundan kopan savaşı degil. İslam ıstılahatında ALLAH YOLUNDA kaydının ne kadar mühim, ne derin manalar ifade ettigi görülüyor. Bir defa daha tekrar ediyor ve diyoruz ki İslamda CİHAD ANCAK ALLAH YOLUNDA OLUR. Ancak onun rızasını kazanmak için savaşılır…. (Mevdudi. Allah yolunda Cihad. sayfa. 45-49.) *
Şehid Abdullah AZZAM: CİHAD konusunda diyorki: * KILIÇ AYETİ Kendisinden önce nazil olmuş, Cihad ile ilgili yaklaşık 120.veya 140 ayeti nesheder. Allah yolunda savaş ayetlerini oyuncak edinmek isteyen veya bu muhkem ayetleri tevil ile veyahutta delaleti kesin, sübutu kesin, zahirinden başka yorumlara çekmeye cesaret gösteren herkese kesin bir cevaptır.
Kılıç ayetleri şunlardır: *** Onlar sizinle nasıl topluca savaşıyorlarsa, siz de onlarla öylece savaşınız ve biliniz ki Allah takva sahipleriyle beraberdir. Haram aylar çıktıktan sonra, müşrikleri nerede bulursanız öldürünüz. Onları yakalayınız, onları muhasara altına alınız. Her yol başını onlara karşı tutunuz. Şayet tövbe eder , Namazı kılar, Zekatı verirlerse o zaman onları serbest bırakınız. Şüphesizki Allah Gafurdur, Rahimdir…Tevbe suresi.ayet.5.***
Allah yolunda savaşa çıkmamak konusunda nefse gerekçeler bulmak, nefsin kendisini uyuşturacak, bir takım gerekçeler bularak, Allah yolunda savaşmayıp, evinde oturmaya razı olmak bir aldanmaktır. Daha dogrusu Allahın Dini ile oynamak, onu uyuncak edinmek demektir. Bizler Kuran Nassıyla bu gibi kimselerden de yüz çevirmekle emrolunmuş bulunuyoruz. Ben bu gün yer yüzünde her Müslümanın boynunda, Allah yolunda savaşmak, yani Cihadı terk etmemek sorumlulugunu taşıdıgı kanaatindeyim.
Her Müslüman silah taşımamanın günahını yüklenmektedir. Bu konuda kendisini mazur gösterecek her hangi bir illeti olmaksızın, elinde silah bulunmadan Allahu Tealaya kavuşan herkesin Allaha günahkar olarak karşılaşacagını görüyorum. Çünkü o savaşı terk etmiş bulunmaktadır. Şu anda savaşmak ise FARZI AYINDIR. Allahın mazur gördügü kimseler müstesna. Farzı terk etmek ise günahtır. Çünkü FARZ, işleyenin sevap aldıgı, terk edenin ise hesaba çekildigi işlerdir.
Cihadı terk etmeleri sebebiyle Allah huzurunda bagışlanabilecekler, Allahu alem şunlardır: Kör, topal, erkek, kadın ve çocuklar arasında mustazaf yani çaresiz olup CİHAD için bir çare ve bir yol bulamayan, yani savaşın fiilen cereyan ettigi yere gidemeyen ve buraya giden yolları bilemeyen kimselerdir…(Dr.Abdullah azzam. Cihad dünya gündeminde.s.9-15.) *
Büyük İslam davetçisi, Şehid Hasan el BENNA diyorki: * Allah (cc) CİHADI her Müslümana FARZ kılmıştır. Hem de hiç bir şekilde kaçınılmaz ve terk edilmez bir FARZ. Her Müslümanı en müessir-etkili bir şekilde CİHAD yapmaya teşvik etmiştir. Mücahede-CİHAD ederken ŞEHİD olanların makamını herkesten daha üstün yapmıştır. Bu Mücahid ve Şehitlerin kazandıgı sevap her sevabın üzerindedir.
Onların mertebesine, ancak onlar gibi CİHAD eden ve ŞEHADET mertebesine ulaşanlar erişebilir. Hiç kimseye verilmeyen imtiyazları Allah (cc) onlara vermiştir. Onların tertemiz kanını, dünyada zaferin nişanı, Âhirette kurtuluşun âlameti kılmıştır. Cenabı Hak CİHAD zamanı yerinde oturmayı ve ya ondan kaçmayı en büyük günahlardan biri saymış; helâke götürücü yedi hâlden biri olarak kabul etmiş ve bizlere de böyle göstermiştir. Kardeşlerim, İslamın bütün kaynakları Müslümanları en açık bir şekilde CİHADA davet eder. Karada, havada ve denizde; her çeşit harp usulü, CİHAD aleti ve harp levazımatı elde etmeye; Asker olmaya ve birleşmeye çagırır. Allah (cc) CİHADI düşmanlık yapılması ve şahsi menfaat elde edilmesi için FARZ kılmadı. Ancak İSLAM DAVASININ himayesi, hidayetin dünyada hüküm sürmesi ve Müslümanlara yükledigi en agır yük olan İLAHİ EMİRLERİ ifa edilmesi için FARZ kıldı.
İnsanoglunu hak ve ADALETE davet eden idealin himayesi için FARZ kıldı. Müslüman kalbinde tek bir gaye oldugu halde harbe çıkar. O gaye de – Allahın emri her şeyden daha üstün olması ğayesidir. Cihadı sadece Rütbe kazanmak maksadıyla yapmak haramdır. Cihad ibadetini birileri Görsünler diye yapmak haramdır. Cihad ibadetini Servet için yapmak haramdır. Cihad ibadetini Haksız olarak bir şey elde etmek için yapmak haramdır. Cihad esnasında Elde edilen ganimetten bir miktar aşırmak haramdır. Bir tek şey için helaldir. Kanını ve Canını İmanına ve İnsanların hidayetine feda etmesi…(Hasan el Benna.Cihada Davet.sayfa.5-33.) *
Konumuzu yine bir Ayetle ve bir Hadisle baglayalıminşaallah: Rabbimiz Bakara Suresi.Ayet.216.da mealen şöyle buyuruyor: *** Ey Mü’minler. Hoşunuza gitmedigi halde DİN düşmanları ile savaşmak üzerinize farz kılındı. Olur ki bir şey hoşunuza gitmezken, sizin için o hayırlı olur ve bir şeyi de sevdiginiz halde, O, hakkınızda şer olur. Allah bilir siz bilmezsiniz… ***
Peygamber Efendimiz: Buhari ve Muslimin Ebu Hureyre den Rivayet ettikleri bir Hadisi Şerifde mealen şöyle buyuruyor: ** Nefsimi yed’i kudretinde tutan Allaha yemin ederim, eger benden ayrılmak istemeyen ve benim de onları bindirmeye gücüm yetmeyen bazı kimseler olmasaydı, ben, CİHADA giden tek bir akıncı gurubundan geri kalmazdım. Nefsimi yed’i kudretinde tutan Allaha yemin ederim, ben isterim ki Allah yolunda öldürülmüş olayım sonra dirileyim, tekrar öldürüleyim gene dirileyim, gene öldürüleyim gene dirileyim ve gene öldürüleyim…**
Âlemleri yoktan var eden Allahım. Şu anda yeryüzünde Müslümanlar olarak İmamesi kopmuş Tesbih taneleri gibi dagınık ve param parça olmuş vaziyetteyiz. Birlik, bütünlük ve VAHDET yolunda İslâm’a ve Müslümanlara yardım et. Gelişen olayları İslâmın ve Müslümanların lehine çevir. Müslümanları dünyada ve Âhirette utandırma. Senin dinin ugrunda, ŞERİATIN ugrunda bize en şerefli ölüm olan Şehid olmayı nasib eyle. İslamı ve Müslümanları her zaman Yer yüzünde MUZAFFER eyle. Din düşmanlarının karşısında boynumuzu egik bırakma. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermedkadir… LU…05.02.2016…