CİHAD İBADETİ VE TERÖR KAVRAMI ÜZERİNE…

Ebedi Hayat mektebimiz Kuranı Kerimde; Tevbe Suresi.Ayet.111.de mealen şöyle buyuruluyo: *** Allah Teala, Cennete karşılık Mü’minlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar. Savaş meydanında Şehit ve Gazi olurlar. Allahın bu öyle bir vaadidirki, Tevrat’ta da, İncil’de de, Kur’an da da sabittir. Kim Allahtan daha çok vaadini yerine getirir ? Yaptıgınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur…*** Buhari ve Muslimde Rivayet edilen bir Hadisi şerifte Peygamber efendimiz mealen şöyle buyuruyor. ** Bu din, daima ayakta duracak, Kıyamet kopuncaya kadar da Mü’minlerden bir grup onun yolunda savaşmaktan asla vazgeçmiyecektir…**

CİHAD: Çalışmak, ugraşmak, çabalamak, gayret sarf etmek manalarını taşır. İslam dininin yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, ugraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soguk savaşa girmektir. Daha açık bir ifade ile Allah (cc) tarafından kullarına verilmiş olan bedeni, mali ve zihni kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, O yolda feda etmektir. İnsanın maddi- manevi, bütün varlıgını Allah yolunda ortaya koyarak Hakkın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması CİHADDIR.
İslamda Cihad ibadeti farzdır. Yalnız bu Farz bazı hallerde Farzı ayın; bazı hallerde ise Farzı kifayedir. Müslümanlar içinden sadece bir grup CİHADIN gayesini gerçekleştirebiliyor, Müslümanların yurt, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorlarsa o takdirde Cihad Farzı Kifaye olmuş olur. Ve diger Müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her Müslümanın düşmana karşı koyma geregi varsa o zaman FARZY AYIN olur. Herkesin bizzat CİHAD etmesi icab eder.

Cihadın Gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslamda SAVAŞ, İntikam, öldürme, yagma, baskı ve zulüm yapmak için degil: Bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Şurası bir gerçektirki; Müslüman olmayanları zorla İslama sokmak yoktur. CİHADDAN maksat, İnsanları baskılardan kurtarmak, İslamın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla Müslüman olabilecekleri ortamları hazırlamaktır. (Şamil is.anskl.)

Büyük İslam Şehidi; Prof. Seyyid KUTUB Cihadın önemi hakkında şu degerli ifadeleri zamanımıza taşıyor: * Şurası muhakkaktır ki İslamdaki CİHAD la bu günkü harpler arasında ne keyfiyet ne de sebep ve sonuç bakımuından hiç bir ilgi yoktur. İslamda CİHADIN sebeplerini bizzat İSLAMIN kendi tabiatında, yeryüzünde yapacagı hareket devresinde, Allahın kararlaştırdıgı yüce hedeflerinde aramak lazımdır. Bu hedefler için Allah; bu Peygamberi bu Risaletle gönderdigini ve bu Peygamberi Peygamberlerin en sonuncusu, bu Risaleti de Risaletlerin tamamlayıcısı kıldıgını zikrediyor.

İslam umumun insanlıgın bir HÜRRİYET fermanıdır. Yer yüzünde kula kulluk etmekten kurtulup bir tek ALLAHA KULLUK ETME hürriyetinin fermanıdır. ( Hevayı nefse kullukta bir bakıma kula kulluktur.) Bu da ancak yalnız Allahu Tealanın uluhiyetini ve onun âlemlerin RABBİ oluşunu ilan ile olur. Allahın Âlemlerin Rabbi oluşunun ilanı demek: Bütün suret ve şekilleriyle beşerin hakim oldugu sistemlere karşı girişilen bir inkilap, her ne surette olursa olsun insanların hükümran oldugu prensipleri tamamen kökünden yıkmak demektir.

Allahın âlemlerin Rabbi oluşunun ilanı demek: Allahın gaspedilen saltanatını tekrar Allaha verip, gaspetmek isteyen zalimleri koğmak demektir. Kendi kendilerinden çıkardıkları sistemlerle millete tahakküm edenler insanları köleleştirip kendilerini de tanrılaştırırlar. İşte Allahın âlemlerin Rabbi oluşunun ilanı demek: Yeryüzünde beşerin hakim oldugu ülkeyi tarumar edip ALLAHIN HAKİM OLDUGU ülkeyi inşa etmek demektir.

Allahın ülkesi demek: Yer yüzünde Allahın kitabının hakim oldugu ülke demektir. Allahın ülkesi demek: Her işin Allahın kitabının icaplarına göre yöeltildigi ülke demektir. İslam DAVASINI yaymak için elbette CİHAD zaruri bir ihtiyaçtır. İslamın hedefi: Pratik hayatın her cephesini derinligine kaplayan bir HÜRRİYET FERMANI oldugunu göstermek olduguna göre ister İSLAM ÜLKESİ- Yahut İslamın tabiriyle DARUL İSLAM- emin olsun ister düşmanların tehdidi karşısında bulunsun İSLAM yalnız felsefi ve nazari beyanlarla yetinmez. Aynı za

manda âlemşumul barışı gerçekleştirmeye çalışırken sadece kısmi bir barışla, yani yalnız Müslüman toplulugun yaşadıgı kesimde yapılacak bir barışla yetinmez. İslam öyle bir barış isterki, orada DİN tamamıyla yalnız Allah için olur. Yani,herkes yalnız Allaha kulluk eder. İnsanlar birbirlerini Allahtan başka İLAH edinmezler. İşte bu DİNİN TABİYATI VE HEDEFİ. Yoksa Cihadı savunma savaşı şeklinde göstermek isteyen batılı ve batı kafalı Müslümanların(!) iddia ettikleri gibi degil…(Prof.Seyyid Kutub. Cihad.Sayfa.79-84) *

Said HAVVA (Rh.a) Ölümünden kısa bir müddet önce cihad ibadetinin önemi hakkında şöyle haykırıyordu: * Müslümanlar, İ’layı Kelimetullah (Tevhidi en yüksege yüceltmekle) mükelleftir. Cenabı Hak buyuruyor ki: Böylece küfredenlerin kelimesini yani şirk davasını en alçak etti. O, Allahın kelimesi TEVHİD ise, en yüksek…

Rabbimiz Tevbe suresi. Ayet.40.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Eğer siz ona (Resûlullah’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir…***

Allahın Rasulüde (sav) mealen şöyle diyor: ** Her kim kelimetullah (Yani Kelimeyi Tevhid) daha ali-yüksek olsun diye dögüşürse, onunki Allah yolundadır…** Beşeriyet içerisindeki tüm Müslümanları baglıyan bu sorumluluk, onları kendi bölgesinde nasıl daha çok mecbur kılmasın . Bir yörede idareyi Müslümanlar elinde tutmuyorlarsa, orada Allahın adı yüce degildir. Orada söz sahibi küfür mefhumu ve küfür düzenidir. Orada Hakimiyetin Müslümanların elinde olmaması halinde üstünlük ve şeref de İMAN ehlinin ve İSLAMIN degildir. Bunun ise, dogru uygulama ile bir çok aykırılıkları mevcuttur.

Rabbimiz Münafikun suresi ayet.8çde mealen şöyle buyuruyor: ***Halbuki kuvvet ve üstünlük Allahın, Rasulünün ve Mü’minlerindir; fakat münafıklar bilmezler…*** Bir yörede devletin dininin İslam ve devlet başkanının da Müslüman olmaması halinde bu, her haliyle İslam prensiplerine açıkça ters düşmektedir. Böyle bir ortamda Müslümanların rahat etmesi imkansızdır. Yıkılncaya kadar bu düzenlerle mücadele, onlar için bir görevdir. Ki, bu İlayı Kelimetullah yolunda gösterilebilecek kuvvetin en basitidir…(S.Havva. Cihad yolunda bir adım daha ileri.s.22-23.)*

Allah ondan razı olsun Ebul Ala el MEVDUDİ (Rh.a) Cihad Mevzuunu şöyle izah ediyor: * İslamdaki CİHAD hedefsiz, gayesiz bir savaş degildir. İslamda cihad, yalnız Allah yolunda olur. Ve bu şart ondan asla ayrılmaz. İslamın nazarında; Umumun faydası, cemiyetin mutlulugu için geçici dünyalık arzusunda bulunulmadan yapılan her hareket ALLAH YOLUNDADIR… Allahın sana verdigi malları geçici dünyalık, faydalar umarak sarfedersen bu ALLAH YOLUNDA degildir. Ama sırf Allah rızası için bildigin muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu Allah yolundadır.

İşte bu Allah yolunda terimi yalnız İSLAMA mahsus, maddi menfaat ve arzulardan uzak sırf Allah rızası için olan hareketler için kullanılır. Bunu yapan kimse bilirki Mü’min kardeşlerinin saadeti için yaptıgı her iş Allah rızası içindir. Ve Mü’minin bu geçici dünya hayatında istedigi tek şey yüce Rabbinin rızasını kazanmaktan başka bir şey degildir. Onun tek arzusu RIZAYI İLAHİYİ KAZANMAKTIR.

Müslüman fert veya topluluk; Batıl, çürük sistemleri yıkıp yerine İSLAM mefkuresine dayalı taze ve dinç bir sistemi getirirken sarfedecekleri türlü çabalar da, yapacakları her türlü fedakarlıklar da şahsi menfaattan, nefsani arzulardan uzak olmalıdır. Bütün çırpınmalarının karşılıgı olarak hak ölçülerine uygun, adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler. Mü’min; yaptıgı şeylerin karşılıgını bu dünyada beklemez. İLAYI KELİMETULLAH – Allahın kelamını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen savaşın karşılıgında mal, mülk, şan- şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi aklından bile geçmez.

Kendi yakınlarını iş başına geçirmek, şahsi dikta idaresi yürütmek kendisinden sonra gelen adamları için yer hazırlamak gibi bir takım sefillerin baş vuracagı işleri yapmaz. Allah (cc) ancak kendi RIZASI için olan CİHADI kabul eder. Nefsani arzulardan, IRKİ kinlerden, Kabilecilik taassubundan kopan savaşı degil. İslam ıstılahatında ALLAH YOLUNDA kaydının ne kadar mühim, ne derin manalar ifade ettigi görülüyor. Bir defa daha tekrar ediyor ve diyoruz ki İslamda CİHAD ANCAK ALLAH YOLUNDA OLUR. Ancak onun rızasını kazanmak için savaşılır…. (Mevdudi. Allah yolunda Cihad. sayfa. 45-49.) *
Büyük İslam davetçisi, Şehid Hasan el BENNA diyorki: * Allah (cc) CİHADI her Müslümana FARZ kılmıştır. Hem de hiç bir şekilde kaçınılmaz ve terk edilmez bir FARZ. Her Müslümanı en müessir-etkili bir şekilde CİHAD yapmaya teşvik etmiştir. Mücahede-CİHAD ederken ŞEHİD olanların makamını herkesten daha üstün yapmıştır. Bu Mücahid ve Şehitlerin kazandıgı sevap her sevabın üzerindedir. Onların mertebesine, ancak onlar gibi CİHAD eden ve ŞEHADET mertebesine ulaşanlar erişebilir. Hiç kimseye verilmeyen imtiyazları Allah (cc) onlara vermiştir.

Onların tertemiz kanını, dünyada zaferin nişanı, Âhirette kurtuluşun âlameti kılmıştır. Cenabı Hak CİHAD zamanı yerinde oturmayı ve ya ondan kaçmayı en büyük günahlardan biri saymış; helâke götürücü yedi hâlden biri olarak kabul etmiş ve bizlere de böyle göstermiştir. İslamın bütün kaynakları Müslümanları en açık bir şekilde CİHADA davet eder. Karada, havada ve denizde; her çeşit harp usulü, CİHAD aleti ve harp levazımatı elde etmeye; Asker olmaya ve birleşmeye çagırır. Allah (cc) CİHADI düşmanlık yapılması ve şahsi menfaat elde edilmesi için FARZ kılmadı.

Ancak İSLAM DAVASININ himayesi, hidayetin dünyada hüküm sürmesi ve Müslümanlara yükledigi en agır yük olan İLAHİ EMİRLERİ ifa edilmesi için FARZ kıldı. İnsanoglunu hak ve ADALETE davet eden idealin himayesi için FARZ kıldı. Müslüman kalbinde tek bir gaye oldugu halde harbe çıkar. O gaye de – Allahın emri her şeyden daha üstün olsun-dur. Rütbe kazanmak maksadıyla yapmak haramdır. Görsünler için yapmak haramdır. Servet için yapmak haramdır. Haksız olarak bir şey elde etmek için yapmak haramdır. Elde edilen ganimetten bir miktar aşırmak haramdır. Bir tek şey için helaldir. Kanını ve Canını İmanına ve İnsanların hidayetine feda etmesi…(Hasan el Benna.Cihada Davet.sayfa.5-33.) *

Kardeşlerim, Cihad ibadetini anlamak için Tevbe suresini baştan sona kadar çok iyi mütalaa etmek gerektigine inanıyorum. Biz sadece bunlardan ikisine bakalım inşaallah. 23. ayet meale şöyle: ***Ey inananlar. Babalarınızı, kardeşlerinizi küfrü, imana tercih ediyorlarsa dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olur…*** Rabbimiz burada iman edenlere sesleniyor: Sizler ey iman edenler.

Eğer kalben imandan çok küfre meylediyorlarsa, küfrü imana tercih ediyorlarsa baba ve kardeşlerinizi dost bilmeyin. Onları velî edinmeyin. Sizden kim böylelerini velî edinirse, dost bilirse doğrusu onlar kendilerine yazık etmiş kimselerdir. Sakın ha babalarınız ve kardeşleriniz eğer imandan çok küfre yakınlarsa, tercihlerini imandan çok küfür lehinde kullanıyorlarsa onları evliya kabul etmeyin.

Sözü dinlenecek yegâne varlık bilmeyin. Hayatınızda karar mevkiine oturtmayın onları. Velâyetinizi onlara vermeyin. Ne zaman? Küfrü imana tercih ettikleri zaman. Kâfirliği mü’minlikten üstün tuttukları zaman. Yâni sizden imanı değil de küfrü ve şirki icrayı istemeye kalkıştıkları zaman. Bu durumda kesinlikle onları dinlemeyin, onlardan yana olmayın buyurarak mü’min kullarının kafasında bir zihniyet devrimi gerçekleştiriyor Rabbimiz.

Cenabı hak, Müminlerin, kan bağlarının üzerinde, fiziki değerlerin üzerinde çok muazzam bir değer, çok yüce bir bağ getiriyor. Sizden kim onları sığınılacak bir dost olarak görür, onların velâyetlerini kabul eder, onların kararlarını Allah yasalarına tercih etmeye kalkışırsa; onlar zâlimlerin taa kendileri olurlar. Hakikati ters yüz etmiş, hakikati alabora etmiş olurlar. Allah’ın tek Rab, tek İlâh ve tek Velî olma hakikatine ve insanların da sadece Onu dinleme, sadece Onun velâyeti altına girme gerçeğine zulmetmiş olurlar. Allah’a ve kendilerine zulmetmiş olurlar.

Allah’ın kendilerini görmek istediği kulluk ortamından çıkmış olurlar. Kardeşlerim, babalarımız ve kardeşlerimiz bile olsa küfrü imana tercih edenlerle bizim velâyet ilişkimiz yoktur. Kâfirlerin mü’minlerle, mü’-minlerin de kâfirlerle asla bir velâyet ilişkileri olamaz. Eğer bizler mü’minler olarak bunu yapmaz isek, yâni sadece mü’minleri velî bilmez, sadece mü’minler olarak aramızdaki velâyet bağlarını pekiştirmez isek, aramızdaki dostluk ve dayanışmalarımızı sağlamlaştırmazsak, velîlerimizi, valilerimizi, idarecilerimizi kendi din kardeşlerimizden seçmez, kâfirlerin ve müşriklerin velâyeti altında bir hayata razı olursak kesinlikle bilmemiz gerekirki kendi kendimize yazık etmiş oluruz.

Rabbimizin bizlerden istedigi Müslümanca ve özgürce bir hayata ulaşamayacagımız ğayet açıktır inancını taşıyoruz. Eğer küfrü imana tercih edenleri velî kabul edecek olursak kesinlikle bilelimki onlar bizi imanlarımızdan koparıp kendi küfürlerine, kendi cehennemlerine götüreceklerdir. Öyleyse akıllarımızı başlarımıza alıp onlardan sakınacagız onların yoluna, onların yörüngesine girmemeye gayret sarfedecegiz. Onların düşüncelerine, onların anlayışlarına kapılıp, onların girdaplarına düşüp, onların anaforlarına kapılıp tıpkı onlar gibi bizler de dünyamızı ve âhiretimizi kaybetmeyecegiz inşaallah. Alim ve habir olan, bu tehlikeyi çok iyi bilen Rabbimiz ısrarla kitabının her bir sûresinde bu konuda bizi uyarmakta, ikaz etmektedir.Kâfirlerle, ister Yahudi olsun, ister Hıristiyan olsun, ister müşrik ya da ateist olsun onlarla velâyete yaklaşan, onların velâyetleri altına giren, onların aldıkları kararları uygulamadan yana bir tavır sergileyen Müslümanların imanları nifaka dönüşüyor.

Allah’a teslimiyetleri değerini kaybediyor ve sonunda bu insanların Allah’la ilişkileri kopup gidiyor. Çünkü Allah düşmanı kâfirlerin velâyetini kabul etmek, onlarla birlikte oturup kalkmak, onların İslâm’a ve Müslümanlara saldırılarında onların yanında olup onları desteklemek, kâfirlere içten içe sevgi beslemek imanla asla bağdaşmaz. Çünkü Allah’a bağlılık imandır. Allah’ı velî ve dost kabul etmek imandır.

Allah’ın velâyeti altına girip tüm hayatında Onun kararlarını uygulamak imandır. Allah’a iman eden, Allah’ın koruması altına giren mü’minlerle dostluk kurmak, onlarla velâyet ilişkisi içine girmek imandır. Bu gerçekten hareketle bir mü’min eğer dünya işlerinde, bireysel, sosyal, ailevi, toplumsal, ekonomik, siyasal hayatında, âhirete yönelik işlerinde, yâni hayatının tüm alanlarında kendisiyle ilgili tüm problemlerinde bir dostluk, bir velâ ilişkisi içine girecekse, birileriyle birlikte hareket edecekse, birileriyle istişare edecek, birilerinin kararına başvuracaksa, birilerinden akıl danışacaksa kendisine velî olarak, dost olarak ancak ve ancak Allah dostluğuna ehil mü’minleri seçecektir.

Mü’minleri sevecek, mü’minleri dost bilecek, mü’minleri velî bilecek, mü’minlere bağımlı olacak, mü’minlerin derdini, tasasını kendi tasası, sevincini kendi sevinci, başarısını kendi başarısı bilecektir. Tüm işlerini, tüm hayatını, siyasetini, ekonomisini, eğitimini, sosyal ve bireysel hayatını, aile hayatını mü’minlere göre düzenleyecek, yani her türlü hesabında mü’minler olacaktır. Evet, Müslüman izzet ve şerefi Müslümanlarda ve Müslümanlarla birliktelikte görecektir. Kâfirlerin, müşriklerin yanında zerre kadar bir izzet ve şeref görmeyecektir.Kâfirlerle beraber olması ona tüm dünyayı kazandıracak olsa bile onları mü’minlere tercih etmeyi aklının ucundan bile geçirmeyecektir,imanımız bunu emretmektedir…

Rabbimiz Tevbe suresinin 24.ayetine mealen şöyle buyuruyor: *** De ki: “Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah’tan peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah’ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fâsık kimseleri doğru yola eriştirmez…***

Kardeşlerim ifade etmeye çalıştıgımız cihad ibadetinin önemini bu ayettede açık ve sarih bir şekilde görmekteyiz. Mutlak dogrularla Rabbimiz, Ey peygamberim de ki, eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, mensubiyetiniz, grubunuz, kliğiniz, kazandığınız mallarınız, kesatından, kötüye gitmesinden korktuğunuz ticaret ve içine kurulduğunuz hoşunuza giden evleriniz size Allah ve Resulünden, Onun yolunca cihad etmekten daha sevimli geliyorsa Allah’ın buyruğu gelinceye kadar bekleyin.

Eğer şu sayılanlar hatırına, onların sevgisi sebebiyle Allah yolunda cihadı terk ederseniz Allah’ın sizin için yazdığı kötü sonu, zillet ve meskeneti, horluk ve hakirliği bekleyin. Allah yolunda savaş insanı bu sevdiklerinden koparır. Savaş bilindigi gibi tüm dünyayı gözden çıkarma işidir. Savaş insanın rahatını kaçırır. Esasen şu yukarda sayılanlar Allah’a kulluk yolunda kullanıldığı zaman güzeldir. Ama bunlar insanı Allah’a kulluktan engellemeye, Allah’ın istediklerini icra etmekten kösteklemeye ve Cennet yolunda barikatlar olmaya başlamışlarsa işte asıl tehlike başlamış demektir.

Baba, evlât, çoluk, çocuk, eş, kardeş, hısım, akraba, mal, mülk, ticaret, ev, bark bunların hepsi Allah’ın bu dünyada bize lütfettiği birer emanettir, metaadır, geçimliktir. Rasulullah efendimizin bir hadisinin beyanıyla bütün bunlar ana karnından itibaren Cenâb-ı Hakkın biz kullarına tahsis buyurduğu rızıklardır. bütün bu sayılanlar insana sevdirilmiştir, süslü gösterilmiştir. Ama unutmayalım ki dünya hayatının bu geçici emanetleri ve metaları yanında Allah katında olanlar çok daha hayırlı, çok daha kalıcıdır.

Bunların hepsi bir gün gelecek bitecektir. Ama Allah yanında olanlar, Allah katında olanlar ise bitmeyecek, tükenmeyecek, ölmeyecek, solmayacak ebedî güzelliklerdir. İşte bakın Rabbimiz bunlarla onların bir mukayesesini yapıyor. Söyleyin bakalım ey mü’minler, sizin için bunlar mı daha sevgili, yoksa Allah mı? Bunlar mı daha sevgili, yoksa Allah yolunda cihad mı? Eğer bunlar sevgili geliyor ve o yüzden cihadı terk ediyorsanız Allah’ın belâsını bekleyin. Unutmayalımki; Sevgi Allah içinse değerlidir. Allah ve Resulünün sevgisi her şeyin sevgisinden üstte olmalıdır.

İnanıyoruzki hiç bir şey mü’mine Allah ve Resulü kadar sevgili olamaz. Çünkü hiç bir şeye ve hiç bir kimseye Allah’a borçlu olduğumuz kadar borçlu olamayız. Bunlar hatırına Allah yolunda cihaddan uzaklaşanlar fâsıklardır ve Allah asla fâsıkları doğru yola ulaştırmaz, başarıya ulaştırmaz, hidâyete ulaştırmaz. Dünyada da, ukba’da da rezil ve perişan eder onları. Cenabı hak bizleri allah yolunda ve kendi dininin hayata hakim kılınması ugrunda mücadele edenlerden eylesin.

Kardeşlerim, GÜNÜMÜZDE küresel terör şifresini kullanan ABD ve AB ülkelerinin gayr-i müslim seküler-lâik aydınları; hem İslâm Dinini, hem Müslümanları mahkûm etmek için ellerinden gelen gayreti sarf etmektedirler. Bazı siyaset uzmanlarının, ‘İslâmofobia’ (İslâm Korkusu/İslâm düşmanlığı) adını verdikleri hastalığın tarihi temelleri vardır. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) vefatından sonra; Hülâfa-i Râşidiyn döneminde İslâm orduları, kuzeyde Suriye ve Güney Anadolu’yu, batıda Mısır ve Kuzey Afrika ülkelerini ‘Dâru’l İslâm’ın sınırlarına dâhil etmişlerdir.

Milâdi dördüncü asırdan sonra; teslis inancını devlet dini haline getiren Hıristiyan ülkeler, İslâm ordularının fetihlerine engel olamamışlardır. Hırıstiyan âleminin liderleri ve ruhban sınıfı için endişeye ve kaygıya sebeb olan diğer bir gelişme de şudur: Fethedilen topraklarda yaşayan Hıristiyanlar, kitleler halinde İslâm’a yönelmişlerdir. Bunu önleyebilmek için Ruhban sınıfının önde gelenleri, “İslâm dininin hurafeye, şiddete ve zorbalığa dayandığı” iddiasına sarılmış ve bu iddiayı yaymak için bütün imkânlarını seferber etmişlerdir. Onların gözünde Araplar, dünyaya dehşet saçan ve tedhişi ön plâna çıkaran vahşilerdir.

Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’un fethedilmesi üzerine Hıristiyanlar; Arapları tahkir için kullanılan “Dünyaya dehşet saçan vahşiler” vasfını, Osmanlı orduları için kullanmaya başlamışlardır. Bazı kitaplarda yer alan ve Protestanlığın kurucusu olan Martin Luther’e izafe edilen “Osmanlılar mücessem hâle gelen şeytanların ta kendileridir” sloganını, Hıristiyan âleminin önderleri her fırsatta kullanmışlardır. Dolayısıyla Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde yaşayan Hıristiyanların Müslümanları ‘savaş delisi’ veya terörist ilân etmelerinin bir değil, birden fazla sebebi vardır. Bu noktada terör felâketinin tarihi temelleri üzerinde durmakta fayda vardır.

TERÖRÜN TARİHİ TEMELLERİ Siyasi literatürde; terör ve terörist: “politik bir hedefe ulaşmak için şiddete başvurmaya ve masûm insanların hukukuna tecavüz etmeye terör, bu fiili işleyenlere terörist denilir’ şeklinde tarif edilmiştir. Terör felâketi ile Fransız Devrimi’nin yani modernizmin getirdiği kültürü birbirinden ayırmak kolay değildir. 1789 Fransız Devrimi’nden sonra, iktidarlarını kaybeden eski koalisyon ortaklarının, iktidarı yeniden ele geçirmeye teşebbüs etmesi yeni çatışmalara vesile olmuştur.
İktidardaki Jakobenler, 5 Eylül 1793 tarihinden 1794 yılının Temmuz ayına kadar süren on aylık dönemde, karşı devrimci olarak gördükleri ve iç düşman diye nitelendirdikleri soyluları giyotinle ölüme yollamışlardır. Bu kanlı dönem tarihe, ‘Terör Rejimi’ olarak geçmiştir. Bu katliamı gerçekleştiren Jakoben-Fransız devrimcileri kendilerini gururla ‘terörist’ olarak vasıflandırmışlardır.

Bu siyasi anlayışı benimseyen Rus devrimcileri, nihilistleri; 1880 yılında, Çarlık rejimine karşı intihar saldırıları gerçekleştirmiş, kendilerini ‘terörist’ ilân etmiş ve bundan gurur duymuşlardır.
Yirminci yüzyılın başlarından itibaren terör; azınlık grupları tarafından ‘kavmiyetçi/milliyetçi’ gerekçelerle kullanılmaya başlanınca, bu kelime kara listeye alınmıştır. Günümüzde terörist denildiğinde kimsenin aklına iyi bir şeyin gelmediğini söylemek mümkündür. Hatta bir örgüte ‘terörist’ damgası vurulduğu zaman, o örgütün hiçbir talebinin ciddiye alınmadığına şahit oluyoruz. Bunu dikkate alan örgütler de kendilerini ‘özgürlük savaşçısı’, ‘şehir gerillası’ veya ‘direnişçi’ gibi vasıflarla nitelendirmeye başlamışlardır.

Meselâ: 1940 yılından itibaren ‘Hagannah’ isimli silahlı teşkilat, Yahudiler için güvenlik teşkilatı, buna mukabil Araplar için terörist bir örgüttür. Kıbrıs’ta faaliyet gösteren EOK, 1950 yılından itibaren Rumlar için anti-kolonyalist örgüt, Kıbrıslı Türkler için tedhiş yani terör örgütüdür. Türkiye’nin gündemini yıllardır işgal eden PKK, bazı Kürtlere göre ‘Gerilla Teşkilatı’, Türklerin büyük bir bölümünün gözünde ise ‘Terör Örgütü’ durumundadır.

Bugün Filistin’de, şehâdet eylemlerini (istişhâd) gerçekleştiren genç müslümanlar, İsrail ve ABD için terörist, buna mukabil Arapların gözünde ‘istiklal savaşı’ veren yiğit müslümanlardır. Kısacası yaygın ve meşhur olan ifadede belirtildiği gibi, birinin teröristi diğerinin özgürlük savaşçısıdır. İşaret etmekte fayda vardır. Günümüzde neyin terör, kimin terörist olduğu konusunda uluslararası kabul edilmiş bir norm yoktur. Buna mukabil incelemeye alınan yüzün üzerinde bilimsel terör tanımı vardır…

Günümüzde terör kavramı, devlete karşı işlenen suçları ifade için kullanılmaktadır. Bilindiği gibi hikmet-i hükümet anlayışını benimseyen devlet adamları, kendilerini ‘dokunulmazlık zırhı’ ile koruma altına almışlardır. İngiliz düşünür Thomas Hobbes’e göre ‘birbirinin kurdu olan insanlar bir sözleşmeyle hak ve özgürlüklerini Leviathan denen varlığa (devlete) devrederek, karşılığında güvenli bir hayatı elde edebilirler.’ Leviathan Tevrat’ta geçen bir canavarın adıdır ve Hobbes’a göre her şeye egemen olan devletin simgesidir.

Hobbes ‘devletin işlediği zulüm, adaletin diğer yüzüdür’ derken, ondan yüzelli yıl sonra Alman filozof Hegel ‘Leviathan teorisini’ geliştirmek için, şu iddiada bulunmuştur: ‘Devlet Tanrı’nın yeryüzündeki yürüyüşüdür, devlet gerçekliktir, devlet zorunluluktur, devlet kutsaldır ve kendini korumak için her türlü şiddete/teröre başvurabilir.’ Aydınlanma felsefesi ile devlet terörünü veya farklı ideolojileri savunan kimselerin işledikleri terör suçunu birbirinden ayırmak kolay değildir. İki büyük dünya savaşına sebeb olan modernizm, insanları birbirinin kurdu haline getirmiştir.

Kardeşlerim, Cahilî sermayenin neredeyse her şeye egemen olduğu, haksız rekabetin hiçbir sınır tanımadığı günümüz dünyasında İslâm Dini, “sermayenin/paranın ilahlığını” ortadan kaldırmak ve “kula kulluğa son vermek” isteyen her insanın sığınabileceği yegâne limandır. Bütün peygamberlerin ortak tebliği olan ve kaynağını Kur’an’dan alan ilâhi da’vetin, hayata intikal ettirilmesi zaruri olduğu gibi, ideolojik karakterli etnik, politik ve gayr-i meşrû hareketlerin mahkûm edilmesi de zaruridir.

Elbette savaş İslâm’ı tebliğ için bir vasıta değil, insan ile İslâm arasına giren ve hakikatlerin tebliğine engel olan müstekbirlerin kötülüklerini önlemek için alınan bir tedbirdir. İslâm’da meşrû kabul edilen savaşı ifade etmek için, cihad terimi kullanıldığı gibi, bunu istilâ ve sömürü savaşlarından ayırmak için fetih (açmak) tabiri de kullanılmıştır. Cihad ibâdetini, sadece silâhlı mücadele (kıtal) şeklinde değerlendirmek de doğru değildir.

Kur’an ve sünnette cihad kavramı “mükellefin yaratılış hikmetine uygun amellerde bulunması, insanlara iyilikleri emretmesi, onları kötülüklerden alıkoyması, müşriklerin şerlerini silahla önlemesi ve Allah’a (cc) ihlâsla ibâdet etmesi” gibi keyfiyetleri ifade için kullanılmıştır. Cihad ibâdeti yeryüzünde fitne ve fesadın yayılmasını arzu eden müstekbirleri zaafa uğratmak için meşru kılınan bir ibâdettir. Bütün muteber fıkıh kitaplarında; “Savaşın sebebi ve illeti bizzat mücerred küfür değildir. Zira küfür kalbte olduğu için başkasına zararı dokunmaz ve cezası bu dünyada değil, âhirette verilir.

Ancak kâfirler, kendi inançları sebebiyle Müslümanlara savaş açarlarsa, o zaman masûm insanlara zararı dokunur. Çoğu zaman küfür, savaşa sebeb olduğu için büyük bir ma’siyettir” hükmüne yer verilmiştir. Bilindiği gibi Mekke döneminde (müşriklerin bütün işkencelerine rağmen) silâhlı mücadele farz kılınmamıştır. Şavaşa izin veren ilk Ayet-i Kerime’de;Rabbimiz Bakara suresi ayet.190.da mealen şöyle buyuruyor:*** Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez…***

Müşriklerin tecavüzlerine karşı meşrû müdafaa hakkının tanındığı ve onlarla savaşa izin verildiği sabittir.(4) Kemalüddin İbn-i Hümam ’Fethû’l Kadir’ isimli eserinde; “Müşriklerle yapılması emredilen cihad, onların mü’minlere savaş açmaları sebebiyledir. Çeşitli baskı usûlleri ve işkencelerle, müslümanları dinleri hususunda fitneye sokmaya çalışan kâfirlerle, mü’minlerin savaşmaları farzdır. Çünkü muharip kâfirlerin kötülüklerinin (şerlerinin) defedilmesi elzemdir”(5) diyerek, savaşın sebebini izah etmiştir.

Bütün muteber kaynaklarda, ‘kıtalden/cihaddan maksad; müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme (edâ edebilme) imkânına kavuşmalarıdır’ hükmüne yer verilmiştir. Bu keyfiyeti ifade eden İmam-ı Serahsi, şu tesbitte bulunmuştur: “Peygamberimiz Efendimiz (sav) ‘Allahı inkâr edenlerle savaşın’ buyurmuştur. Bu ifade, cihadın farz olduğunun delilidir. Çünkü cihad edenler küfür fitnesini ve kâfirlerin kötülüklerini (şerrini) yok etmek için savaşırlar.

Bu ifade anlamı daraltılmış genel, âmm bir ifadedir. Zira Allah’ı inkâr edenlerden maksad, küfrün yayılması için savaşanlardır. Peygamber efendimiz (sav) Mekke’nin Fethi esnasında öldürülmüş bir kadını görünce üzülmüş, bunu büyük bir hata olarak değerlendirmiş ve; ‘Şu yaptığınıza bakın!.. Herhalde bu kadın savaşacak değildi’ buyurmuştur.”(6) Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) ‘savaş esnasında çocuklara, kadınlara ve savaşmaya gücü yetmeyen ihtiyarlara dokunulmamasını emrettiği’ mütevatir haberlerle sabittir. Günümüzde başta Filistinli Müslümanlar olmak üzere; Çeçenistan, Doğu Türkistan, Keşmir ve diğer beldelerde yaşayan müslümanlar, istilâya uğrayan topraklarını kurtarmak için savaşmaktadırlar.

İstiklâl Savaşı veren müslümanlara “terörist” sıfatını lâyık gören medya aydınlarına şu sualleri sormamız gerekir: “Terörist dediğiniz bu müslümanlar; vakıf toprağı olan Filistin’i işgal eden Yahudileri, Çecenistan’a saldıran Rusları, Keşmir’i kana bulayan Hindûları veya doğu Türkistan’ın sahibi olan Uygur Türkleri’ne akla-hayale gelmeyecek işkenceleri reva gören Çin’li müstekbirleri, zorla müslüman etmek için mi savaşıyorlar?” Vicdan sahibi olan bir insanın, bu suale evet demesi mümkün müdür?

Yaşanan savaşların sebebi şudur: Soğuk savaş düzeninin patronları; Komünizm’den boşalan düşman koltuğuna, siyasi hedefleri olan İslâm dinini oturtmaya karar vermişlerdir. Bu kararın, değişik felâketlere sebeb olduğu görülmektedir. Kardeşlerim, Muhakkak ki yeryüzündeki her hadise, bir imtihan vesilesidir. Rabbimiz Bakara suresi ayet.214.de mealen şöyle buyurmaktadır: (Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır..***

Bu Ayet-i Kerime, Hendek Savaşı esnasında, müslümanların çektiği sıkıntılar üzerine nazil olmuştur. (8) O dönemde Mekke müşrikleri; İslâm’ı ortadan kaldırmak niyetiyle, Medine’yi kuşatmışlardır. Zimmet ehli olan Yahudiler, bunu fırsat bilmiş ve önceki antlaşmalarını bozmuşlardır. Şeytanın emellerine hizmet eden münafıklar, müslümanların hezimeti için ellerinden gelen gayreti sarfetmeye başlamışlardır.

Yusuf Kerimoglu Hocaefendi incelemesinde diyorki: Günümüzün siyasi manzarası ile Hendek Savaşı günleri birbirinden farklı değildir. Yeryüzünde fesad çıkaranlara karşı mücadele veren müslümanların, bütün imkânlarını seferber etmeleri zaruridir. Müstevlilerle savaşan Filistin’li, Çeçenistan’lı ve Keşmir’li müslümanlara (tağuti rejimlerin baskısı altında inim inim inleyen mü’minlere) diğer ülkelerde yaşayan kardeşlerinin, elleriyle, dilleriyle ve kalpleriyle yardım etmeleri farzdır.(Misak dergisi.s.292.)

Şehid Abdullah azzam diyorki:*Savaş ister Filistin’de, ister Afganistan’da, isterse de kâfirlerin çiğnediği ve pislikleriyle kirlettiği her hangi bir bölgede olsun, savaşmayı terk ettikleri için tüm Müslümanlar günahkârdır. Artık ey Müslümanlar sizin hayatınız cihaddır. Hedefiniz cihaddır. Var oluşunuz akıbetiniz cihad ile alakalıdır. Ey davetçiler, sizler silahlarınızı omuzlamadıkça, Tağutların mülkünü, kâfir ve zalimlerin mülkünü darmadağın etmedikçe, sizin hiç bir değeriniz yoktur. Cihadsız, savaşsız, kansız, sakatsız, Allah’ın dininin muzaffer olacağını zanneden kimseler bu dinin tabiatını idrak edemeyen kimselerdir. Onlar vehme, korkuya kapılmışlardır. Davetçilerin heybeti, davetin şevketi ve Müslümanların izzeti savaşsız olamaz…*

Cihad mevzuunu bir Hadisle baglayalım inşaallah: Peygamber Efendimiz: Buhari ve Muslimin Ebu Hureyre den Rivayet ettikleri bir Hadisi Şerifde mealen şöyle buyuruyor: ** Nefsimi yed’i kudretinde tutan Allaha yemin ederim, eger benden ayrılmak istemeyen ve benim de onları bindirmeye gücüm yetmeyen bazı kimseler olmasaydı, ben, CİHADA giden tek bir akıncı gurubundan geri kalmazdım. Nefsimi yed’i kudretinde tutan Allaha yemin ederim, ben isterim ki Allah yolunda öldürülmüş olayım sonra dirileyim, tekrar öldürüleyim gene dirileyim, gene öldürüleyim gene dirileyim ve gene öldürüleyim…**

Âlemleri yoktan var eden Allahım. Şu anda yeryüzünde Müslümanlar olarak dagınık ve param parça olmuş vaziyetteyiz. Birlik, bütünlük ve VAHDET yolunda İslâm’a ve Müslümanlara yardım et. Gelişen olayları İslâmın ve Müslümanların lehine çevir. Müslümanları dünyada ve Âhirette utandırma. Senin dinin ugrunda, ŞERİATIN ugrunda bize en şerefli ölüm olan Şehid olmayı nasib eyle. İslamı ve Müslümanları her zaman Yer yüzünde MUZAFFER eyle. Din düşmanlarının karşısında boynumuzu egik bırakma. Bizleri Senin emir ve nehiyler bütünlügü olan Kuranı kerim nur’una ve Peygamber efendimizin sünneti seniyesine sımsıkı sarılanlardan eyle… Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…

Sermedkadir…LU…11.04.2015…

(1)İmam-ı Serahsi- El-Mebsût- Kahire: 1324 Bsk. ofset Beyrut: ty., C: 10, Sh: 30 .(2)İmam-ı Kâsâni- El Bedaiû’s Senai- Beyrut: 1974, C:7, Sh: 97.(3) M. Vehbi Efendi- Hülâsatû’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’ân- İst., 1968 C: 6 Sh: 2267.(4) İbn-i Kesir- Tefsirû’l Kur’ân’il Aziym-Beyrut: 1969, C: 1, Sh: 266. Ayrıca İmam-ı Kasani- El Bedaiû’s Senai- Beyrut: 1974, C: 4, Sh:3.(5)İbn-i Hümam- Fethû’l Kadir- Beyrut: 1316, C: 4, Sh: 280.(6)İmam-ı Serahsi- a.g.e. C: 10 Sh: 5.(7)Sünen-i Ebû Davud- İst., 1401, C: 3, Sh: 95, K. Cihad: 98, Had. No: 25531.(8)El-Vahidi- Eshabû’n-Nuzûl-Beyrut: ty. Sh: 40.(9) İmam Muhammed İbn-i Cerir Et Taberi- Camiûl Beyan-Kahire:1324 C:2 Sh: 188

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.