DAYATMACI ZİHNİYYET VE İSLAM…

Cenabı Hak Kehf Suresi Ayet.28.de mealen şöyle buyuruyor: *** Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O’na dua edenlerle birlikte sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturdugumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma…*** Peygamber Efendimiz bir Hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Beklenen şu yedi şey gelmeden amellere koşuşun; Her şeyi unutturan FAKİRLİK, azdıran ZENGİNLİK, Kişinin bünyesini bozan HASTALIK, tüketici, eritici İHTİYARLIK, yakaya yapışan ÖLÜM ve DECCAL. Bu beklenilenlerin en kötüsüdür. Kıyamet ise daha dehşetli ve acıdır…**

Başka bir Hadiste mealen şöyle buyurulmaktadır: ** Karanlık gece parçalarını andıran fitneler gelmeden salih amellere koşun. Kişi sabahleyin mü’min kalkar, kafir olarak akşamlar; Mü’min olarak yatar kafir olarak kalkar. Biriniz DİNİNİ, azıcık bir dünya menfaatı karşılıgında satar…**  İnsan oglunun yirmi birinci yüz yılda ya da başka bir deyimle Modern çagda ve ya yirmi  birinci  yüzyıl  denilen asrımızda en büyük meselelerinden birisi bagımsızlıgının elinden alınma hadisesidir diye düşünüyorum.

Her zaman birileri bizim  yerimize düşünüyorlar, bizim yerimize karar veriyorlar, bizim adımıza kafa yoruyorlar ve BEN’i ben etmekten çıkarıcı tavırların hepsini gündeme getiriyor dolayısıyla bu çabalar Bizim menfaatımız imiş gibi görünse de aslında bizleri esir alıyor, bir başka insanın aklını, fikrini, inancını, düşüncesini ve kısaca benligini işgal ediyorlar. Hiçkimse sormuyor doguda yaşayan bir toplumun kaderine batının batısındaki bir Ulus’un üyesi hangi hakla müdahale etme Salahiyetini kendinde buluyor. Milletleri millet yapan tabiidir ki; belli başlı deger yargıları, kutsalı, inancı, DİNİ, Dili, Kültür yapısı, Adetleri, Örfü, Gelenekleri, Yaşantı biçimi ve Hayat tarzları vardır.

Sibirya da yaşayan birisinin, Filipinler deki halk’a her hangi bir biçimde bazı deger yargılarını DAYATMASI kesinlikle hoş karşılanamaz. Arjantin yerli halkının, Hindistan yerli halkına kültür ve gelenek ihraç etmesi çok saçma bir düşünce tarzıdır. Bu DAYATMAYI yapanlar, Yapılan bütün çalışmalar için de çok güzel bir kumaştan yapılmış bir kılıf uydurmayı ihmal etmiyorlar tabiiki; İNSANLIK ADINA. İnsanın aklına şöyle bir cevap geliyor: Müsaade et de kendi adıma ben karar vereyim. Lakin KÜRESEL bir dünya hayatı, yaşayan bizler ne yazıkki en tabii hakkımız olan SERBEST DÜŞÜNME hakkını dahi yeterli şekilde kullanamıyoruz…

İNSANLIK ADINA ortaya çıkmış bazı menfaat düşkünleri diyorki: mesela, 12. Mart. Kadınlar günüdür. Artık bütün dünyada on iki Mart günü Kadınlar günü olarak kutlanmaya başlanacaktır. Her halde bazı şeylerin eksik kaldıgını düşünmeliler ki. 12.Mart Kadınlar günü yetmemiş, ardından. 5. Aralık gününü de Kadın Hakları ve Kadınların Siyasete girme günü olarak kutlanmaya başlanmıştır. Bu günü ve günleri Kadınlara armagan ettiklerini ifade eden Birleşmiş Milletlerin üye ülke temsilcileri, 1438. Sene önce Peygamber Efendimizin bilhassa Veda hutbesindeki mübarek sözlerini kesinlikle gündeme taşıyamazlar.

Çünkü onlar geçmişlerine dönüp bakmayı gericilik ve çagdışılık sayan bir anlayışa sahiptirler. Onlar her zaman İlerici olmakla övünen Aydınlanma çagı insanıdırlar. Daha  dün  diyebileceğimiz  zaman  diliminde Başörtülü  Müslüman  kadınların neredeyse  sokağa  çıkmasına  dahi  tahdit  getirecek kanunlar  icat  edeceklerdi. Kamu  denilen Milletin  öz  müesseselerinde  okulunda, devlet  dairelerinde Müslüman  kadının girmesini  engelleyen yasalar  icat  ediyorlardı. Kadın  hakları  savunucuları o  kadar  sahte  ve  fitne, fesat  peşinde  koşan ayrımcılardırki  sadece  kendileri  gibi  giyinen,  düşünen  ve  yaşayan  kadınları temsil  ederler…

Aynı Toplum üyelerinin topluma bir armaganları daha vardır o da: 2. Ekim Dünya çalışanları ve çocukları günü. Bu gün geldiginde de Gazeteler Televizyonlar ve bilumum iletişim araçları mangalda kül bırakmamacasına, Kadınların üretime ne kadar katkısı oldugundan, Kadının ekonomik özgürlügünü kazandıktan sonra ne kadar kuvvetli bir yapıya sahip oldugundan, bu ve buna benzer hususlardan uzun uzun söz ederler yazarlar, anlatırlar Lakin Kadın evinden koparıldıktan sonra, Yuvasından sökülüp atıldıktan sonra Ailenin parçalanmasından, Boşanma oranının yüzde yüz arttıgından, artık insanların evlilige gerek duymadıgından, pek fazla söz edilmez…

Çocukların sokaklarda yetiştiginden de bahsedilmez. Bizlerin göznurumuz dedigimiz en sevgili yavrularımızı ilk okullarda uyuşturucuya başlatanlardan, Annenin çocugunu bakıcıya teslim edip Ana evlat ilişkisinin son senelerde bitirildiginden ne yazıkki yeterince insanlara bilgi sunulmaz, duyarsızlıklar ört bas edilir. Neymiş 2.Ekim. Dünya çalışanları ve çocukları günü. Başınıza çalınsın sizin armaganlarınız diyesimiz gelir…

Daha  dün  Büyük  millet  meclisinde  Müftülere Nikah kıyma  yetkisi  veren  kanun  onaylandı. Muhalif  laik demokrat  diye  kendini  tanımlayan DİN  karşıtı  grup sokak  gösterileri  yapmaya  başladı. Cehennem  zebanisi kılıklı yüzleri  nursuz bir  sürü  utanmaz  kadın Ellerinde terbiye  dışı  pankartlarla kinlerini  kustular. Halada  kin  ve  nefret  söylemlerini  her  platformda  ifade  etmekten  çekinmiyorlar. Bundan seneler önce sadece İstanbulda sokakta, köprü altlarında, viranelerde yaşamaya çalışan yetmiş beş bin çocugun oldugu tesbit edilmiş belki şimdi bu sayı daha da artmış,  uyuşturucu  kullana  yaşı  ilkokul  çocuklarının yaşına  inmiş, bonzai  kullananlar, zombi  hapları  denilen insan  beynini  allak  bullak  eden zehirler  satılırmış  bu  laik  güruhun  umurunda  değil  illede Müftü  nasıl  olurda  nikah  kıyar fikri  yobazlığıyla  DİN  düşmanlığı  yapmaktır…

İslam İnancında: Kendisini yaratan yüce varlık kadını, ev merkezli yaşamasını emrederken, kadın bugün çağdaşlık, modernlik ve ilericilik adına evinden soğutulmuş ve ne yazıkki evinden koparılmış, uzaklaştırılmıştır. Taş yerinde agırdır derler, Kadın EVİNİN, hanesinin Can damarında dolaşan, kanıdır. Kan damarda kaldığı müddetçe temizdir, Dışarıya, sokaga, harice çıkınca kirlenir ve kirletilir, ne yazıkki  kadınlar kamu  malı  gibi kirletilmeye  devam  ediliyor. Günümüz müstekbirlerinin dünya  milletlerine  armağan ettikleri  günlerden  biriside: 5.Haziran Dünya Çevre günü. Çevremizi yaşanmaz bir biçimde zehirleyenler, kirletenler, O güne has etkinliklerle, şenliklerle yüzeysel kutlamalar yine birilerinin pazarlamacı iştahlarını kabartacak derecede yerine getiriliyor.

Aslında günümüzde Çevre kirlenmesi, hava kirlenmesi bütün Dünya Ülkelerinde kendi kendimizi alıştırmak , böyle bir kirlenmişlik içinde bir arada yaşamak ve sürekli saldırgan ve savaşçı güçlü ülkelerin kirliligini, pisligini solumak zorunda oldugumuz kaçınılmaz bir gerçektir. Bu devlet ve devletler hakkında çok şeyler yazılmakta ve söylenmektedir. Lakin güç onlarda oldugu için söz ancak söylendigiyle kalmaktadır. Onlar alabildigince Dünyayı kirletme hakkını kendilerinde bulurlar. Fakat daha az gelişmiş başka bir devlette kendileri gibi hareket etmeye kalktıgında da hepsi beraber O güçsüz Ülkenin üzerine bütün teknolojisiyle her türlü imkanlarıyla çullanırlar.

Milyonlarca insanın ölümüne sebep olsalarda Oraya Demokrasi ihraç ettiklerinden dolayı onlar huzur içinde dirler artık. Sıra başka bir ülke insanına gelene kadar oranın Portakal gibi posasını çıkarırlar. Suriyede, ırakta, filistinde,  Afganistanda ve  sair Halkı  müslüman  olan  devletlerde yaptıkları zulüm  gibi…Yaşadıgımız zaman diliminde savaşlar neticesinde, işkenceler, insanlıga karşı işlenen akla hayale gelmez çılgınlıkların da hiç arkası kesilmez. Atom bombası, hidrojen bombası, Misket  bombası, Adını bildigimiz bilemedigimiz her türlü silahlar, ve her türlü Biyolojik zehirli silahların yapımı ve denemeleri neticesinde üzerimize ASİT yagar sanki,

Kimyasal sıvı ve Katı artıkların, her türlü sebze, meyve ve bütün tarım ürünlerini, ORMANLARI, Akarsuları, Topragı İnsan ve Hayvan türlerini nasıl olumsuz etkiledigini, zehirledigini hepimiz biliriz. Ama İNSANLIK ADINA ugraşanlar bizlere aynı zamanda bir gün, bir hafta hediye etmişlerdir. Mesela 21.Mart.ORMAN HAFTASI gibi. Ya da 17. Haziran. Dünya çölleşmeye karşı mücadele günü gibi. Bu ve buna benzer olumlu gün ve haftalara sözümüz yok ama karşı oldugumuz husus: sanki göz boyar gibi bir yerlere yüzlerce, binlerce fidanlar dikilir, fakat Afrikada, Asyanın geri kalmış bölgelerinde ya da Dünyanın her hangi bir yerinde  Milyonlarca hektar Ormanı bir Atom bombasıyla, bir Hidrojen bombasıyla ve ya adını bilmedigimiz her hangi bir kimyasal silahlarla bir dakikanın içinde çöle çevirmelerine ses çıkarılmaz nedense.

Örneğin Anneler günüde sözde İnsanlıga bir armagandır ve hediyedir. Biz Müslümanlar Analarımızın deger ve kıymetini Dinimizden ögrenen ve hepsine canı gönülden baglanan bir Akideye İmana ve İtikada sahibiz. Bir Hristiyanın o günde anasını anmasına ses çıkarmak bizim işimiz degildir. Analarımız bizlerin her zaman başımızın tacıdır. Yüce Rabbimiz Sa’d Suresi Ayet. 67-68.de mealen şöyle buyuruyor: *** De ki: Bu Kur’an, mühim bir haber, mühim bir mesajdır. Ama siz O’na sırtınızı dönüyorsunuz.*** Her gün defalarca okuduğumuz besmelenin bize yüklediği vazife: “Hayata, eşyaya ve insana Rabbin gibi bak” emridir.

Lakin günümüzde Modern,laik ve çagdaş zümrenin Kuranı Kerimle alıp vereceği kalmamış kimselerin vahiy bağlantılı söz ve mesajlara ayıracak zamanı yok gibi gözükmektedir ne yazıkki… Öyle de biz İslam Dinine inanan Müslümanlar olarak, vahiy dışı yanlış ve batıl nitelikli söz ve değerlendirmelere ayıracagımız, Allahın emir ve yasakları, Peygamber Efendimizin Sünneti seniyyesi ve İslam alimlerinin Asrı saadet döneminden zamanımıza kadar uyguladıkları, riayet ettikleri, anlattıkları ve dogruya, iyiye, güzele yönlendirdikleri güzelliklerden ayrılıp ta Modası sayılı kaç gün sürecek olan böylesi günlerden sonra da unutulup  geçecek boş gevezeliklere ayıracak vaktimiz, zamanımız ve mesayimiz olmamalı  diye  düşünüyoruz…

Örnek olarak beyan edecek olursak Bizim inancımızda İNSAN degeri bir saat’a, bir güne, bir haftaya, ve belirli bir ay’a sıgdırılacak bir mana içermez. İslam inancında başta yaratılmışların en şereflisi olan İnsan olmak üzere; her şeyin degeri, kıymeti, önemi belli bir zaman dilimine hapsedilmeden her an, ve her zamanda aynı bakış açısıyla korunur, gözetilir ve muhafaza edilir. Örnegin: Her saat, her gün, her hafta, ay, yıl gündemde kalması icap eden muhterem kadınları, ne yazık ki senenin bir gününe hapsediyorlar. Birilerinin gözlüğünden, nefis, heva ve menfaat gözlüğünden, ilan ve reklâm gözlüğünden kendisine bakılan KADIN, belki de çağdaş dünyada en çok sömürülen bir noktaya getirilmiş, zamanımızda pazar payı çok yüksek  bir mal, bir meta olarak bakılmış ve halâ da öyle bakılmaktadır, algılanmaktadır ne yazıkki.

Materyalist  toplumlar o  günlerde  sadece  maddi  düşünür, ekonominin  canlandırılması  adına  mesajlar  verilir,  dini  ve  mukaddes  değerler  her  zaman  basite  alınıp  aşagılanacak sözler  bulunarak  unutturulmaya  çalışılır. Ayrıca; 18.Haziran. Dünya Babalar günü, 30.Haziran. Dünya emekliler günü, 17.Mayıs.Gençlik haftası, 22.Ekim.Dünya Nineler günü, 3.Aralık. dünya engelliler günü. 19. Mart. Dünya Yaşlılar günü. 24.Kasım Dünya ögretmenler günü. 21.Nisan. Dünya Ebeler günü.19.Kasım Dünya Komşuluk günü. gibi, Sevgililer günü gibi, Tabiiki Dünya da söz sahibi olan devletlerin Kadınlar üzerine oynadıkları oyunları burada sıralamak niyetinde degilim. Bu gerçegi hepimiz her an görmekteyiz.

Sanki Kadını yüceltir gibi, ona belli bir makam verir gibi, Onun degerini üstün tutarmış gibi verilen bu sahte gün ve haftalar, Kadının dünya da çektigi sıkıntıyı hafifletmemekte aksine yükünü daha da agırlaştırmaktadır. Kadın hakları diye diye Kadının şerefini, namusunu, kişilik, kimlik ve şahsiyetini ayaklar altına alan bu zihniyetinin temsilcilerinin bir ifadeleri vardır o da; Kadın ekonomik özgürlügüne kavuşsun, Kadın  – Erkek eşitligi gibi ve ya feminist yaklaşımlar türü hareketler, Kadını evinden yuvasından koparmış aslında bütün bir toplumun hizmetine sunmuşlardır. Artık Kadın Evinin, çocuklarının, Nikahlı  eşinin hizmetinde degil bütün toplumun hizmetinde olan bir yapıya büründürülmüştür. Mutlaka çalışan kadın Ekonomik özgürlügünü kazanmıştır, eli para görmüştür, bir yerine belki de beş tane elbise sahibi olmuştur, maddi kazanımları sayılamayacak kadar artmıştır.

Lakin ya kaybettikleri…? Allah (cc) Kadını kadın, Erkegi de Erkek olarak yaratmıştır. Ayetlerden anladıgımıza göre: Kadın ve Erkegi birbirleriyle Dünya metaı için yarışsınlar diye degil, her birinin vazifelerini emrederek birbirlerine destek olsunlar, birbirleriyle çekişmesinler, birbirlerinin huzur kaynagı olsunlar diye yaratmıştır… Kadın ve Erkek Eşitligi ilkesi de hele hele son zamanlarda iyice sulandırılmaya başlanmıştır. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki: Eşitlik ayrı, Adalet farklı yorumlanmalıdır. Her tartının belli oranda tartacagı yük vardır. Kapasitesini artırırsanız beklediginiz şartları o Terazide bulamazsınız. Eşitlik ilkesine uyacagım derken büyük bir zulmün temsilcisi oluruz da haberimiz olmaz Allah korusun.

Allah (cc) yarattıgı canlıyı bizlerden mutlak manada daha iyi ve dogru bilmekte nelerde faydamız var ve hangi konularda zararlı çıkarız bizlere Kitabı, Peygamberi vasıtasıyla emir buyumuştur. Tek tek örneklerle nelerden yararlanacagımızı da ifade buyurulmuştur. Gösterilen misaller, örnek olarak anlatılan Annelerimizin hayatları bizim aklımızı başımıza almamızda ve İtaatla Teslimiyetle baglanmamızda yol göstericimiz olmalıdır… Bütün İnsanlıga, Alemlere örnek olarak gösterilen, Hz. Asiye, Hz. Meryem, Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Hz. Aişe kıyamet gününe kadar bütün kadınların örnek olarak aldıkları rehberi ve önderleri olması gerekirken, bu bu baş tacı edecegimiz örnek şahsiyetlerden kopuk yaşamak Müslüman Kadınına asla yakışmayan, inancıyla bagdaşmayan bir davranış şeklidir diye inanıyoruz.

Varsın modern ve çagdaş olma yönünde son sürat ilerlesinler diyoruzki yanlış yöne gidiyorlar ve en kısa zamanda hatalarını anlayarak İslamın mükemmel emirlerine teslim olmalılar yani yolun sonu cidden modernlik degil rezillik, aydınlık degil karanlıktır diye inanıyoruz…Müslüman Kadını; Süslerini, güzelliklerini  ancak kocalarına göstermeleri istenen Rabbani talimatın, yüce emirler ve yasaklar  bütününün yerini başka emirlerin almasına asla müsaade edemez. Kadının tabiî güzelliklerini koruması, süslenmede ilk ve tabiî bir görevidir. Kocasını haramdan korumak isteyen hanımlar, tabî güzelliklerini koruma altına almakla ve o güzelliklerini kocası için cömertçe kullanmaları istenirken, bilhassa çalışan Kadınların kocalarının büyük çoğunluğu bundan mahrum kalmışlardır.

Bu durum da Saglam Aile yaşantısını ne yazıkki onlar kabul etmeselerde, olumsuz yönde etkilemiştir. İşin bir başka boyutuna bakacak olursak o husus ta Erkegin hanımını koruma ve kollama ve hatta başkalarından kıskanıp kıskanmama huyunu ele alacak olursak. Kıskançlık tabii bir duygudur deriz ve İnsanlar kendi Nikahlısını dogal olarak başka rahatsız eden gözlerden, hareketlerden, yanlış tutumlardan kıskanır ve O şahsın sadece kendisine ait oldugunu düşünerek sahiplenir. Aşırı vesveseli olmamak kaydıyla kıskançlık gereklidir ve de  şarttır. Hatta Hayvanlar bile dişisini diger hemcinslerinden korunur ve kıskanırlar.

Denilir ki; Kıskanmayan tek hayvan çeşidi DOMUZ’dur… O türlü karakter taşıyanlardan Allah bizleri muhafaza eylesin. Bir erkegin Hanımına, başkalarının bakmasında sakınca görmemek ya da hanımların kendilerini bakılacak şekilde ayarlaması modern tıp gözünde psikolojik ve cinsel bir, rahatsızlık, normal olmayan alışılmışın dışında bir çeşit hastalıgı gündeme taşır. İnsanlar bu tür hastalıga tutulursa onlar için, Ar, Namus, şeref, ırz, Saglam AİLE yapısı ve mukaddesat gibi tabirler ne yazıkki bir deger taşımaz olur. Bu tür insanları büyüklerimiz MESHEBİ GENİŞ ADAM tabiriyle anmışlardır.

Yüce Yaratıcının Nisa Sûresi 34. ayetinde bildirdiği gerçek nerede ise rafa kaldırılır oldu  zamanımızda. Kadının birinci vazifesi Allah’a itaat, ikinci vazifesi de kocasının haklarına saygı göstermektir düsturu, Görülüyor ki, Allah’a saygıdan sonra, kocaya saygı zikredilmiş ve kocanın Allah’tan sonra en çok itaat edilmesi gerektiğine işaret edilmiştir. İlgili ayetin yorumunu yapanlar günümüze ışık tutacak şu güzel izahları  gündeme taşımışlardır… Buna göre, Rabbimizin emir ve yasaklarına ters düşmeyecek şekilde, kocanın her türlü emir ve yasaklarına uyması, saygı ve hürmet belirtisi olarak da, kocasının yanında yüksek sesle konuşmaması, adıyla seslenmeyip, ona saygı ifade edecek bir tarzda hitap etmesi,

Makul istek ve arzuları karşısında itirazda bulunmaması, sözünü kesip önüne geçmemesi, özellikle başkalarının yanında kocasını küçük düşürecek, onur kırıcı, haysiyetini zedeleyeci  söz ve davranışlardan sakınması gibi konular Müslüman kadının EDEBİ davranışlar bütünlügü içerisinde, Mutlu bir Aile yuvasının gelecegi açısından kocaya itaat kategorisinde ele alınarak güzel misaller verilmeye gayret edilmiştir. Daha fazla bilgi edinmemiz ve Kitabımızı daha fazla tanımamız için bilhassa elimizin altında bulunan Kuranı Kerim TEFFSİRLERNE bakalım biraz daha fazla okuyalım ögrenelim ve ögrendiklerimizi hayatımıza yansıtmaya gayret edlim inşaallah…

Müslüman Karı-koca arasında en güzel dengeyi kurmuş olan Yüce Rabbimiz, kadınların başına seçim yolu ile değil tayin ile, atama ile kocalarını lider, reis yapmıştır. Bu reislik, erkeği kadına baskı yapmak, onu ezmek, ona zulmetmek hakkı tanımaz. Çünkü Aile reisi, Eşinin, Ailesinin ve çocuklarının Koruyucusu, kollayıcısı, her türlü ihtiyaçları gidermeye çalışan  hizmetçisidir. Biyolojik, psikolojik ve ekonomik güç ve üstünlük sebebiyle Allah (cc), hayat yolculuğuna çıkan eşlerden Erkeği evinin reisi olarak tayin etmiştir. Yuvayı dişi kuş yapar, yani kadın ayakta tutar, ama yuvanın korunması ve beslenmesini erkek üstlenir.

Günümüzde bu temel dengeler sarsıntı geçirmekte ve Aile kimliği hızla çözülmeye gitmektedir. Günümüz dünyasında Aile içinde eşitlik kavramı Kanunla korunmaya çalışılır hâle gelmiştir. Ama Ya Allahın Müslümanlar için vaaz ettigi, uyulmasını istedigi, emrettigi, razı olacagı yüce Kanun..? Kadını dövmenin, yaptığı işlere çirkin demenin yakışık almayan tavırlar arasına sokan dinimiz, kadını anne olarak hep Cennet’lere lâyık varlık olarak görmüştür. Bir taraftan erkeğinin sinir sistemini yatıştıran, Erkegine huzur aşılayan, gönlünün rahatlamasını, ruhunun doyuma ulaşmasını kadınlık sanatı ile gerçekleştiren kadın, aynı fedakârlığı doğal olarak erkeğinden bekleme hakkına da sahiptir.

Kadın ve erkeğe ait bu temel bilgileri hazmetmek ve anlamak için, öncelikle Rabbimizin buyrugunu, vahyini, ayetlerini kabul etmek gerekir diye inanıyorum. Lakin şurası bir gerçektir ki; Kuranı Kerimin bizlere ulaştırdıgı  bilgiler mutlak gerçektir. İslam Dininin İnananlardan istedigi tesettürdür; yani fıkıhta AVRET denilen ve örtülmesi gereken yerlerin uygun giysilerle kapatılmasıdır. Yeni Modern ve çagdaş reformcuların boy gösterdiği son yıllara kadar İslam dünyasında, kadının başının örtülmesi gerektiği konusunda görüş birliği vardı ve bu konu kesinlikle tartışılmazdı. Yenilikçi, reformcu, ve birde yeni bir terim çıkardılar:

Liberal İslamcı (ne demekse) modernist, ILIMLI İSLAMCILAR  gibi sıfatlarla anılan bazı yazarlar, çizerler ve Akademisyenler dil ve mantık kuralları ile örnek çağlarda onaylanmış, günümüze kadar uygulanmış usulü hiçe sayarak birtakım gülünç teviller, yorumlar, izahlar yapmaya başladılar. İslama göre kadının başının örtülmesinin gerekli olmadığını iddia ettiler, paneller düzenleyerek, konferanslar vererek, ne idügü belirsiz akademisyenlere büyük imkanlar tanınarak görüş ve düşünceleri yayılmaya gayret gösterildi… Burada unuttukları bir şey vardı. O insanların Müslümanlara tuzakları varsa Rabbimizin de düşünemeyecekleri kadar büyük hesabı vardı.

Yaptıkları bütün çalışmalar kendilerine dönmeye başladı. İddia ettikleri bu hezeyanlar, zaten başını örtmeyen ama diğer dini vazifelerini yerine getirmeye çalışan kadınlarımızı, kızlarımızı biraz rahatlattı ise de başlarını örten büyük kitleyi asla etkilemedi, hatta tersine etkiledi, daha aydınlanmış ve güçlenmiş bir bilinçle örtünmeye itti diyebiliriz…

Buraya kadar yapmış oldugumuz izahlarda ve örneklerde oldugu gibi Müslümanın her türlü yaşayışı, Hayat düzeni belirli bir gün ile, belirli bir Ay ile ve belirlenmiş bir zaman dilimi ile sınırlandırılamaz. Bizler her zaman, her saniye Rabbimizin gözetimi altındayız biz onu göremesekte O bizi her yerde ve her zaman en yakınınımızda takip ediyor. Bizlerde O bilinç ve o şuur içerisinde hayatımızı devam ettirme gayretinde olacagız inşaalllah… Rabbimiz  Ahzab  suresi  ayet.36.da  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdigi zaman, mü’min bir erkekle Mü’min bir kadın için, kendi işlerinden dolayı Allahın ve Peygamberin hükmüne  aykırı olanı seçmek hakkı yoktur…***

 

Kardeşlerim Allah  celle  celaluhu  ve  Onun  şanlı  Rasulü  bir konuda bir hüküm vermiş, bir hükümde bulunmuşsa o konuda, Allah ve Resûlünün karar verdiği o işte mü’min erkek ve kadınlara seçim hakkı yoktur. Allah ve Resûlü bir konuda hüküm vermişse artık inanmış erkek ve kadınların o konuda bir görüş belirtmeleri, bir tercihte bulunmaları söz konusu değildir. Evet mü’min olduktan sonra hiç kimsenin hiç bir konuda seçim hakkı yoktur. Ama mü’min oluncaya kadar iki seçim hakkımız vardır. Allah ve Resûlünü de seçebiliriz, Allah ve Resûlü dışındaki bir dünyayı da seçebiliriz.

 

Allah ve Resûlüne iman ve teslimiyeti, Allah ve Resûlünün istediği bir hayatı yaşamayı da seçebiliriz, keyfimize göre bir hayat yaşamayı da seçebiliriz. Mü’min olmayı da, kâfir olmayı da seçme hakkımız vardır. Ama iman ettikten sonra, ben mü’minim dedikten sonra, ben inandım dedikten sonra hiç bir mü’min erkek ve kadın için Allah ve Resûlünün seçtiği karar karşısında itiraz etme, görüş bildirme, yargılama, sorgulama hakkı kalmamıştır. Allah ve Resûlünün alternatifi bir karara, bir hükme, bir yola gitme hakları kalmamıştır.

 

Allah ve Resûlüne iman edinceye kadar, Allah ve Resûlünü seçinceye kadar bu irademiz elimizdedir. Dilediğimizi seçebiliriz. Ama tercihimizi Allah ve Resûlünden yana kullandıktan, müslüman olduktan sonra artık Allah ve Resûlünün bizim hakkımızda vermiş olduğu bir kararının dışında bir karar verme hakkımız da, yetkimiz de yoktur. Allah ve Resûlü ne diyorsa, bizim için neyi seçmişse olduğu gibi kabul edip teslim olmak zorundayız. Artık bu benim hoşuma gitmiyor, bunu benim mantığım almıyor, buna benim aklım yatmıyor deme hakkımız da yetkimiz de yoktur.

 

Evet, tüm heveslerin, tüm arzuların peygamber  efendimize (sav) mutabakatı şarttır mü’min olabilmek için  zaruri  uygulama  Kur’an  ve  sünneti  seniyye  emirlerine  harfiyyen  itaat  etmek  ve  teslim  olmak  gerekir. Peygamber  efendimiz (sav)  bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: **Hiç birinizin gönlü, arzusu, hevesi benim getirip tebliğ ettiğim şeylere tabi olmadıkça mü’min olmuş olamazsınız…(Buhârî) Yine bir başka hadislerinde Allah’ın Resûlü mealen şöyle buyuruyor:** Sizden biriniz beni nefsinden, ailesinden, çocuklarından ve tüm insanlardan çok sevmedikçe mü’min olamaz…(Buhârî)

 

Ahmed  ibni  Hanbelin  bizlere  ulaştırdığı  hadis  ise  mealen  şöyle: ** Üç şey kimde bulunursa, o gerçek imanın tadına ermiştir. Allah ve Resûlünü her şeyden çok sevmesi, sevdiğini Allah için sevmesi, hidâyeti bulduktan sonra küfre dönmekten, ateşe düşmek kadar korkması…**Bu  konuda Hazreti Ömer Efendimiz der ki; *Allah ve Resûlünün kötü gördüğü bir şeyi iyi gören mü’min değildir.* Hz. Ali Efendimiz de buyurur ki; “Her kim ki Allah ve Resûlüne muhabbet iddia ettiği halde, Allah ve Resûlüne muvafık hareket etmezse bu iddiası batıldır. Kim ki Allah ve Resûlüne isyan eder, Allah ve Resûlünün seçimine alternatif seçimler arayışı içine girerse o kimse apaçık bir şekilde Allah yolundan sapmış ve sapıtmış demektir.

 

Evet Allah ve Resûlüne inandığını iddia ettikten sonra, Allah ve Resûlünü tercih ettikten, müslüman olduktan sonra kim ki Allah ve Resûlüne isyan ederse artık onun Allah ve Resûlüyle hiçbir bağı kalmamış, net bir şekilde İslâm’dan uzaklaşmış demektir. Rabbimiz  Hud  suresi  ayet.23.te  mealen  şiöyle  buyurmaktadır: ***Fakat iman edip salih amel işleyenler ve Rablerine karşı edepli olanlar, güvenen ve itaat edenler var ya, işte bunlar da cennet ehlidirler. Onlar orada ebedi kalırlar…***

 

Kardeşlerim  inanıyoruzki  Kadın  olsun,  erkek  olsun; İman edenler, Allah’a, Allah’ın kitabına, Allah’ın şanlı  rasulüne Allah’ın istediği gibi iman edenler ve Rablerine boyun bükenler, Rablerine teslim olanlar, Rableri karşısında mütevazı olanlar, gönülden Rablerinin arzularını yerine getirenler, Rablerini aldatmadan yana olmadan samimiyetle Allah’a kulluk edenler, bu samimiyetlerinin bir göstergesi olarak Rablerinin âyetleriyle birlikte olanlar, Rablerinin kitabıyla bilgilenmelerini sürdürenler de cennet ashabıdırlar.

 

Ve onlar orada ebedîyen kalacaklar. Evet işte bir tarafta hem dünyalarını hem de âhiretleri kaybedenler, diğer tarafta da dünyalarını da âhiretlerini de kazananlar. İşte kâfirlerin, müşrikleri âkıbetleri ve işte mü’minlerin mutlu sonları.

Hangisini tercih edeceksek edelim. Eğer dünya ve âhiretlerini kaybedip cehenneme gideceklerle dostluklarımızı sürdürürsek unutmayalım ki biz de onların gittiği yere gideceğiz demektir. Yok eğer dostluğumuz sadece Allah’a olursa, Allah dostlarını dost, düşmanlarını da düşman bilerek, velî olarak sadece Müslümanları kabul ederek bir hayat yaşarsak o zaman bizler de ölümsüz bir cenneti elde edeceğiz  inşaallah. İnancımız odur ki; Hanımından memnun olan koca ve Kocasından memnun olan Hanım Cennette olacaklardır inşaallah. Hem dünyamızı ve hemde ahiretimizi düşünerek Aile yaşantımızı ona göre şekillendirelim inşaallah…

 

Mukaddesatımızın, Dinimizin bizlere verdigi uyanıklık hali, Mukaddes degerlerimizin korunma gayret ve çabası, bizleri İslami İLİMLERE daha çok yaklaştıracak ve ÇEVRE kültürünü geldigi yere iade edip postalayarak, yollayarak bizim inanç yapımıza ters İTİKADLARA kapımızın kapalı oldugunu gösterecegiz inşaallah. Rabbimiz bu ugurda bizlerin yar ve yardımcısı olsun. Sonuç olarak diyoruz ki; Biz Müslümanlar meşru hudutlar dahilinda Annemize, Babamıza, Eşimize sevgi,  saygı  ve  hürmette kusur  etmeden  ve bütün insanlıga iyilik ve hayır yapma yarışında bulunarak elimizden gelen gayreti gösterecegiz inşaallah…

 

Meşru hudutların dışında gördügümüz ÇEVRE kültürünüde reddetme hakkını daima elimizde bulunduracagız. Unutmayalım bizler Ahirette İnsanlara degil Yüce Rabbimize hesap verecegiz… Peygamber Efendimizin güzide arkadaşı ve İKİ’nin ikincisi, bilahare İslamın ilk Halifesi Hz. Ebubekir (ra) Hilafet makamına  geçer geçmez ilk hutbesinde şöyle buyuruyor: * Ben Allahu Tealaya itaat ettigim müddetçe, bana itaat ediniz. Şayet Allahu Tealaya isyan edersem, bana itaat etmeniz farz degildir…*

 

Allahım bizleri ÇEVRE kültürünün belasından ve musibetlerinden muhafaza eyle. Bizleri boş ve batıl yolların yolcularıyla olmaktan muhafaza eyle. Bizleri senin NURLU yolundan degilde batıl yollardan kaynaklandırmaya, bilgilendirmeye  çalışanlardan muhafaza eyle. Bizleri Senin yüce Şeriatına şükreden ve ondan razı olan kullarından eyle. Bizleri hatalarımızdan, kusurlarımızdan ve  yanılmalarımızdan dolayı sorguya çekme. Kalplerimizi İMAN ve KURAN NURUYLA NURLANDIR. Hata, kusur ve Günahlarımızı affeyle. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…

Sermed Kadir RENDA… Ludwigshafen…27.10.2017…

Sermedin  sayfası: ( www.sermedkadir.de  )

 

 

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.