Demokrasi Üzerine Notlar

Rabbimiz Yunus suresi ayet.18.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki: „Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir…***

DEMOKRASİ: Demokrasi kelimesinin aslı, Yunanca dimokratia demos, halk zümresi, ahali ve kratia iktidar sözcüğünden türemiştir. Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiştir. Demokrasi halkın yönetimi, halkın kendi kendisini yönetmesi anlamına gelen siyasi yönetim biçimi olarak tarifini bulmuştur. Genel olarak, temsil, çoğunluğun yönetimi, partiler arası karşıtlık ve yarışma, alternatif hükümet şansı, kontrol, azınlık haklarına saygı gibi temel kavram ve düşüncelerle belirlenen politik sistem demokrasinin mahiyetini belirleyici anlatım tarzıyla ifadesini bulur.

Demokrasi, tabiidirki bir yönetim biçimidir. Bir kurum, kuruluş yada topluluktaki ve genellikle bir ülkedeki tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğunun iddia edildigi bir yönetim biçimidir, idare şeklidir. Genellikle devlet yönetim biçimi olarak değerlendirilmesine rağmen, üniversiteler, işçi ve işveren organizasyonları ve bazı diğer sivil kurum ve kuruluşlarda demokrasi ile yönetilebilirler.

Genel ifadesini, yöneticilerin yönetilenler tarafından seçilmesi düşüncesinde, yönetimle halk arasındaki ilişkilerin niteliğinde, yurttaşlar arasında ekonomik bakımdan büyük farklılıkların olmaması gerektiği görüşünde bulan, bireylerin doğuştan getirilen, sonradan sağlanan, ırk ya da mezhebe dayalı ayrıcalıkları olmaması gerektiğini savunan, kısacası bir eşitlik fikri, yani toplumdaki iktidar sisteminin, insanlar arasındaki farklılıklara göre değil de, benzerliklere dayanması gerektiği tezi üzerine yükselen yönetim tarzı oldugu fikri bu ideolojiyi benimseyenler tarafından her fırsatta ifade edilmiştir.

Kısaca zamanımızda da en iyi idare şekli gibi gösterilen, propagandası en üst seviyeye çıkartılan demokrasiyi savunanlar bu idare tarzının en belirgin örnegi olarak eşitlik ilkesine dayalı yaşam idare biçimi oldugu tezini bayraklaştırırlar. Doğrudan demokrasi olarak bilinen ve siyasal karar alma hakkının, çoğunluk yönetimi usulleri çerçevesinde hareket eden bütün yurttaşlar topluluğu tarafından kullanıldığı yönetim tarzı ya da modeli olarak demokrasi, antik Yunan’da, Atina’da doğmuştur.

Bu¬nunla birlikte, nüfus artışının bir sonucu olarak ve bilgideki uzmanlaşmadan dolayı, doğrudan demokrasiyi belirleyen koşulları ve yurttaşların siyasi karar sürecine katılı¬mı, modern devletlerin siyasal yapılarında gerçekleştirilemez olmuştur. Bundan dolayı, modern demokrasi temsili demokrasi olarak bilinen ve yurttaşların aynı hakkı kişisel olarak değil, seçtikleri, yurttaş¬lara karşı sorumlu olan temsilciler aracılı¬ğıyla kullandıkları yönetim tarzı ya da biçi¬mi, veya liberal ya da Atina demokrasinin merkezi ve aynı zamanda ismi olmuştur. Demokrasi, bütün üye yada vatandaşların, organizasyon yada devlet politikasını şekillendirmede eşit haklara sahip olmuş olduğu bir yönetim biçimini tarif ederken eski yunan devamlı esas alınmıştır.

Tarihi gelişimine baktıgımızda, Demokrasi için aristo ve eflatun ayak takımının yönetimi gibi tabirler kullanmışlardır. Demokrasi zamanla diğer yönetim biçimlerinden farklı olmuştur ve en yaygın olarak kullanılan bir devlet sistemi olmuştur. Günümüzde siyasetçiler sistemin nasıl iyi işleyeceğine değil, demokrasinin nasıl iyi işleyeceğini tartışmaktadırlar. Demokrasinin çok fazla değişik tanımı vardır. Bunlar; Çoğunluğun yönetimi, Azınlığın haklarını güvenceye alan yönetim şekli, Fakirlerin yönetimi gibi birçok tanım kullanılmıştır.

Demokrasinin temel ilkesine baktıgımızda; Demokraside egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ifadesi genelde öne çıkartılır. Millet bu egemenlik hakkını milletvekilleri aracılığıyla kullanmak durumundadırlar. Yöneten kişiler ellerindeki gücü milletten aldıgını ifade ederler. Demokraside hürriyet ve eşitlik esas maddelerdir. Hürriyet özelliği, başka birisine zarar vermeden istenilen herşeyi yapabilmekdir. Demokraside bütün insanlar hür ve özgürdür. İnsanlar serbest düşünme ve düşüncelerini açıklayabilme hakkına sahiptir.

Eşitlik ise, herhangi bir ayrım olmadan bütün insanların kanunlar önünde eşit haklara sahip olmasıdır. Hiç kimsede din, dil, ırk vs. gibi ayrım yapılmaz esası demokrasinin temellerini oluşturmaktadır. Demokrasiyi ayakta tutan unsurlara baktıgımızda öncelikle demokrasi halk idaresi oldugundan;Hakimiyetin sahibi halktır, millettir. Ayrıca, Kişinin hak ve özgürlüklerine yer verilir. Demokrasilerde, Bütün insanlar tek ve eşit oy hakkına sahiptirler. Toplum içerisinden yaşamakta olan bütün insanlar eşit haklara sahiptir. Ülkeyi yönetenler halk tarafından belirli aralıklarla seçim ile göreve gelir ülke yönetimini üstlenirler.

Demokrasinin mahiyeti, ne olup ne olmadıgı ve tanımı tartışması günümüzde hala devam eden bir tartışmadır. Bunun sebepleri: ülkelerdeki bazı kurumların görüşlerini haklı çıkartmak adına demokrasi tanımını kullanmaları, demokratik olmayan devletlerin kendilerini demokratik olarak tanıtma çabaları ve aslında genel bir kavram olan demokrasinin tek başına kullanılması (Anayasal demokrasi, sosyal demokrasi, liberal demokrasi vb.) gibi sebepler gösterilebilir. Demokrasiye farklı atıflar yapılırken göz önünde bulundurulması gerekenler mutlaka şöyle dile getirilir. Çoğunluğun yönetimi, Azınlık haklarını güvenceye alan yönetim; Fakirin yönetimi; Sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan yönetim; Fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim; Kamu hizmetinde bulunmak için halkın desteğine dayanan yönetim.

Demokrasi hangi ifadelerle anlatılırsa anlatılsın; Çoğunluk, azınlık, fakir veya zengin olsun demokrasilerin ortak yönü halka dayanmasıdır. Günlük hayatta halk, bir ülkede yaşayan tüm insanları kapsadığı düşünülse de pratikte demokrasi, tarihinden beri sürekli olarak genişletilse de halka bir sınırlama koymuştur. Örneğin Fransız Devrimi’nden sonra yapılan seçimlerde oy verme hakkı sadece belli miktarda vergi verebilen vatandaşlara tanınıyordu, ABD’de güney eyaletlerdeki siyah ırkın ilk kez oy kullanabildiği tarih 1960’lardır.

Kadınlara seçme hakkı ilk kez 1893’de Yeni Zelanda’da verilmiştir. Seçimlere tam katılım hakkı ise 20. yüzyıla kadar hiçbir ülkede verilmemiştir. Bu verilere, halkı oluşturan bireylerin öz iradelerinden kaynaklanan mutabık olmama durumunu da katarsak; pratikte halk çoğunluk anlamına dönüşür. Demokrasiye yapılan atıflarda görüleceği üzere, halkın kendi kendini yönetmesi temel dayanaktır. Bu ise kendileri adına karar alacak kişileri seçmeyi sağlayan oy vermenin yanında referandumlar gibi doğrudan etki yoluyla veya miting, gösteri gibi dolaylı yollarla sağlanır.
Demokrasi ilk olarak eski Yunanistanda, şehir devletlerinde uygulandı. Doğrudan demokrasiye çok yakın olan bu sistem Atina demokrasisi olarak da anılır. Teoride bütün yurttaşlar mecliste oy verme ve fikrini söyleme hakkına sahipti fakat o günün koşullarına göre kadınlar, köleler ve o şehir-devletinde doğmamış olanlar (metikler, yerleşik yabancılar) bu haklara sahip değillerdi. Bu sistemin en güçlü uygulayıcısı olarak Atinayı ele alırsak: M.Ö. 4. yüzyılda nüfusun 250.000-300.000 arasında olduğu tahmin edilir. Bu nüfusun 100.000’i Atina vatandaşı ve Atina vatandaşları arasında da sadece 30.000’i oy verme hakkına sahip yetişkin erkek nüfusu bulunduğu tahmin edilir.

Roma İmparatorluğu döneminde uygulanan devlet sistemi, temsili demokrasiye yakın bir nitelik taşımaktaydı. Demokratik haklar genellikle sosyal sınıf ayrımına göre şekillenirdi ve güç elitlerin elindeydi. Bununla beraber, Eski Hindistan’da bazı bölgelerde uygulanan sistemler de temsili demokrasiye benzetilir. Roma İmparatorluğu ile paralel olarak, kast sisteminin varlığı, gücün varlıklı ve asil bir azınlığın elinde olduğu söylenebilir.

Orta çağda demokrasinin gelişme süreci içindeki en büyük olay İngiltere’de kralın yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlayan Magna Carta Libertatum’un yani Büyük sözleşmenin ilan edilmesidir. Bu belge doğrultusunda ilk seçimler 1265 yılında yapılmıştı. Fakat bu seçimlere, yapılan kısıtlamalar sebebiyle, halkın çok az bir bölümü katılabilmişti. Birçok ülkede devlet yönetiminde zaman zaman demokrasiye benzer uygulamalar yapılmıştı. Örneğin İtalyan şehir devletlerinde, İskandinav ülkelerinde, İrlanda’da ve değişik ülkelerde bulunan küçük otonom bölgelerde demokrasinin prensiplerinden seçim yapılması, meclis oluşturulması gibi uygulamalar oluyordu. Fakat hepsinde demokrasiye katılım erkek olma, belli miktarda vergi verme gibi standartlarla kısıtlanıyordu.

18. ve 19. yüzyıllarda demokrasi, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile hızlıca yükselen bir değer haline gelmiştir. Bu yüzyıllardan önce demokrasi büyük devletlere değil, sadece küçük topluluklara uyan bir hükümet şekli olarak anılıyor ve esas itibariyle doğrudan demokrasi olarak tanımlanıyordu. Amerika’nın kurulmasını sağlayanların oluşturduğu sistem ilk liberal demokrasi olarak tanımlanabilir. 1788 yılında kabul edilen amerikan anayasası hükümetlerin seçimlerle kurulmasını ve insan hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlıyordu.

Bundan daha önce de koloni döneminde Kuzey Amerika’daki kolonilerin birçoğu demokratik özellikler taşıyordu. Koloniden koloniye farklılaşmakla beraber, hepsinde belli miktarda vergi veren veya istenen bazı sıfatları karşılayabilen beyaz erkeklerin seçme hakları vardı. Amerikan İç Savaşı’nın ardından 1860’larda yapılan değişikliklerle kölelere özgürlük sağlandı ve demokrasinin temel ilkelerinden biri olan oy verme hakkı On Beşinci Anayasa Değişikliği ile tanındı. Acak güney eyaletlerinde siyahlar 1960’lara kadar oy verme hakkını kullanamamışlardır. (bkz:Jim Crow Yasaları).
1789 Fransız Devrimi’nde ise bir anayasa hazırlanarak iktidar halkın seçeceği bir parlamento ile kral arasında paylaştırıldı. Ulusal Konvansiyon hükümeti genel oy ve iki dereceli bir seçimle iş başına geldi. Fakat ilerleyen yıllarda Napolyon’un başa geçmesiyle demokrasiden oldukça uzaklaştı. 20. yüzyılda demokrasi hızlı bir değişme ve gelişme göstermiştir. Yüzyılın başlarında, I. Dünya Savaşı’nın sonunda Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkılmasıyla birçok yeni devlet ortaya çıktı ve bu yeni ülkelerin devlet yönetimi genellikle, o döneme göre, demokratik sayılabilecek yöntemlere sahipti.

1929 yılında ortaya çıkan Büyük Buhran döneminde Avrupa, Latin Amerika ve Asya’da birçok ülkede diktatörler ortaya çıktı. İspanya, İtalya, Almanya, Portekiz’de Faşist diktatörlükler ortaya çıkmışken, Baltık ve Balkan ülkelerinde, Küba, Brezilya, Japonya ve Sovyet Rusya’da demokratik olmayan yönetimler iktidara geldi. Bu sebeple 1930’lar Diktatörler çağı olarak nitelendirilir. İkinci dünya savaşından sonra sömürgecilik anlayışı son buldu ve tekrar birçok bağımsız ülke ortaya çıktı.

Demokratikleşme hareketleri Batı Avrupa’da yoğunlaştı. Almanya ve Japonya’da diktatörlükler son buldu, silahlanma politikası yerine, ikinci dünya Savaşı sonunda imzalanan anlaşmalarında etkisiyle, refah devleti olma amacını güttüler. 20. yüzyıldaki en büyük çekişmelerden biri de demokratik olmayan Sovyet Bloğu ülkeleriyle Batı demokrasileri arasında gerçekleşen Soğuk Savaştı. Komünizmi yaymaya çalışan Sovyet Rusya ile diğer demokrasi çeşitleri arasından sıyrılmış liberal demokrasiyi yaymaya çalışan ABD liderliğindeki batı gurubu arasındaki çekişme 1989 yılında son bulmuştur.

Francis Fukayama Tarihin Sonu adlı makalesinde, Soğuk Savaşın bitmesiyle artık liberal demokrasinin tüm dünyada yayılacağı haberini verir. Nitekim bu demokratikleşme süreci, yakın dönemdeki Gürcistan’daki Gül Devrimi, Ukrayna’daki Turuncu Devrimi ile devam etmektedir. Amerika birleşik devletleri ve dünyaya demokrasi yönü vermeye çalışan ülkeler son on yılda Afganistan, İran, ırak, suriye ve 2011.yılının ilk aylarından itibaren de arap baharı adıyla; Mısır, Tunus, Libya, Bahreyn, Yemen gibi ülkelere demokrasi pazarlanmaya çalışılmaktadır. Bu faaliyetler neticesinde de milyonlarca insan hayatına malolan kuvvet gösterisi, menfaatın her şeyin üzerinde tutan zorba devletlerin degişmez taktigi olmuştur.

Demokrasi ismi genel manada ifade edilsede kendi içinde çok çeşitli model ve türleri mevcuttur. Demokrasi tarihinde uygulanan sistemler oldukça çeşitlidir. Bunları kısaca beş grup içinde toplanabilir: Bunlara bakacak olursak önce Klasik Demokrasi: Eski Yunan şehir-devletlerine dayanır. En iyi uygulayıcısı ve o dönemde en güçlü şehir olan Atina’dan dolayı Atina demokrasisi olarak da adlandırılır. ’Belli başlı tüm kararlar, bütün vatandaşların üye olduğu meclis veya Eklesya tarafından alınıyordu. Bu meclis senede en az kırk defa toplanıyordu.

Tam zamanlı çalışacak kamu görevlilerine ihtiyaç duyulduğunda, bütün vatandaşları temsil eden küçük bir örnek olmaları için kura usulü ile veya dönüşümlü olarak seçiliyorlardı ve mümkün olan en geniş katılımın sağlanması için görev süreleri kısa tutuluyorlardı. Meclisin yürütme komitesi olarak faaliyet gösteren ve beş yüz vatandaştan oluşan bir konseyi vardı ve elli kişilik bir komite de bu konseye teklifler hazırlardı. Komite başkanlığı görevi sadece bir günlüktü’. Bunun tek istisnası askeri konularla ilgili on generalin tekrar seçilebilme imkânıydı. Dikkat edilirse 1960.yılında Türkiyede yapılan 27. askeri darbesinden sonra da Anayasaya tabii senatörlük ilkesi konulmuş, seçilen asker ve siviller ölene kadar yüksek maaşlarla senato üyeliklerini devam ettirmişlerdir.

Klasik demokrasinin yani Atina demokrasisinin özelliği vatandaşlarının siyasi sorumluluklara geniş çapta katılma isteğinin bulunmasıydı. Tabi bunun en önemli sebebi, demokrasiye zıt bir şekilde uygulanan kölelik sistemiydi. Böylelikle oy verme hakkına sahip Atina doğumlu yirmi yaş üstü tüm erkeklerin günlük hayattaki sorumluluklarının çok büyük bir kısmını kölelerin sırtına yüklemişlerdir. Daha önce de ifade ettigimiz gibi, Bunun dışında Atina demokrasisinde kadınların, metiklerin yani şehirli olmayanların ve kölelerin oy kullanma hakları yoktu. Günümüzde İsviçre’nin küçük kantonlarında halk meclisleriyle varlığını sürdürebilen klasik demokrasinin, daha büyük ülkelerde uygulanması teknik nedenlerden dolayı benimsenmez ve tercih edilmez.

Koruyucu demokrasitanımına gelince: Orta Çağ yönetimlerinden çıkmaya çalışan Avrupalılar, 18. ve 19. yüzyılda demokrasiyi daha çok kendilerini hükümetin zorbalıklarından korumanın bir yolu olarak görmekteydiler. ‘Korumacı demokrasi sınırlı ve dolaylı bir demokrasi modeli sunar. Pratikte, yönetilenlerin rızası düzenli ve rekabetçi seçimlerle sağlanır. Siyasi eşitlik böylelikle eşit oy hakkını ifade eden teknik bir kavrama dönüşür. Dahası, oy hakkı gerçek bir demokrasi için yeterli değildir. Bireysel özgürlükleri korumak için yasama, yürütme ve yargı üzerinden güçler ayrılığına dayalı bir sistemin tesisi şarttır.

Kalkınmacı demokrasi çeşidinde ise: Bireyin ve toplumun gelişimini esas saymıştır. Bu tip demokrasilerin en radikal olanı Jean-Jacques Rousseau tarafından dile getirilmiştir. Ona göre bireyler ancak içinde bulundukları toplumun kararlarını şekillendirebilmesine doğrudan ve sürekli olarak katılımları halinde ‚özgür‘ olabilirler. Bu açıdan bakıldığında, doğrudan demokrasiyi tanımlamakla birlikte bu şekilde oluşturulacak genel iradeye vatandaşların itaat etmesi durumunda özgürlüğe kavuşacakları tezi ileri sürülür.

Kalkınmacı demokrasinin, liberal demokrasiye daha ılımlı hali ise John Stuart Mill tarafından dile getirilmiştir. Mill’e göre demokrasinin en büyük yararı, vatandaşların siyasi hayata katılımlarını sağlayarak, onların anlayışlarını ve duyarlılıklarını güçlendirmesidir. Bu yüzden kadın olsun fakir olsun herkesin oy verme hakkının olması gerektiğini savunur. Fakat bu oy hakkını ‘eşit’ olarak savunmamıştır. Örneğin vasıfsız işçinin bir oy vasıflı işçinin iki oy, donanımlı meslek sahiplerinin ise beş oy hakkına sahip olması gerektiğini, böylelikle demokraside “çoğunluğun tiranlığı” korkusundan kurtulabilineceğini savunuyordu. Basitçe herkesin oy hakkının olmasını savunurken çoğunluğun verdiği kararların her zaman doğru olmayabileceğini belirtiyordu.
Liberal demokrasi kavramında ise: Demokraside önceliğin özgürlüğe mi yoksa eşitliğe mi verilmesi gerektiği tarih boyunca tartışılmış ve tarih, bu ikisini bir arada tutacak sistem teorisini üretme çabalarıyla sıklıkla karşılaşmıştır. Liberal demokrasi sistemi de bunlardan biridir. İçinde barındırdığı liberal kelimesiyle özgürlüğü, demokrasideki siyasi eşitlik kavramıyla da eşitliği temsil etmektedir. Bunu düşünürken ekonomi disiplinindeki liberalizm ile siyaset disiplinindeki liberalizmin birbirinden ayırmamız gerekir. Basit olarak liberal demokrasi; iktidarı halkın belirlediğini ancak bu iktidarın bireysel özgürlüklerle sınırlandığı bir siyasal sistem olarak belirtebiliriz. Hoşgörü ve tüm fikirlerin var olabildiği bir rekabet ve siyasi eşitlik prensiplerinde gerçekleştirilen seçimlerle iktidara temsili bireylerin getirilmesi liberal demokrasilerin temel nitelikleridir.

Sosyal demokrasi çeşidini izah edecek olursak kısaca: Bu kavram komünist rejimlerde gelişmiş demokrasi çeşitlerini kapsamaktadır. Kendi aralarında farklar bulunmasına rağmen liberal demokrasi sistemleriyle kesin olarak karşıt bir çizgidedir. Genel olarak siyasi eşitliğin yanında sosyal demokrasi ile ekonomik eşitliğinde sağlanması gerekliliğini savunmuşlardır. Karl Marx, kapitalizmin yıkılmasından sonra geçici bir proletaryanın devrimci diktatörlüğü’nün olacağını sonradan ise proleter demokrasi sistemiyle komünist bir toplumun oluşacağını savunmuştur. Komünist devletlerde görülen demokrasi sisteminin fikir yapısı Marx’tan çok Lenin’e aittir. Bu ülkelerde, partilerin denetimsiz gücünün demokrasiyi gölgede bıraktığı eleştirisi yaygın olarak yapılmaktadır. Türkiyede cumhuriyet halk partisi, 1971 yılından bu tarafa sosyal demokrat ilkelerini savunmaktadır.

Demokrasiyle ilintili kavramlardan birisi de Cumhuriyet kavramıdır. Cumhuriyet bir rejim, demokrasi ise cumhuriyetin uygulanış şekillerinden biridir. Demokratik cumhuriyetin yanında dini cumhuriyet, oligarşik cumhuriyet ve sosyalist cumhuriyet biçimleri vardır. Demokratik cumhuriyetlerde, meclisi ve ülkenin başkanını belli aralıklarla halkın seçmesi temeldir. Bu sistem genellikle Avrupa ülkelerinde kabul görmüşken örneğin İngiltere’de ülkenin başında görünüşte halkın seçmediği bir kral ya da kraliçe bulunmasına rağmen yönetim halkın elindedir ve bunun adı da Oligarşik cumhuriyettir.

Bir cumhuriyetin tam demokratik cumhuriyet olabilmesi için, gönüllü birlikteliklerle bir arada bulunan o ülke halklarının tüm kesimlerinin, çoğulcu özgür iradeleri ile katılımcı olarak yönetim ve denetim süreçlerine doğrudan katıldığı, demokrasiyi tüm sivil kurum, kuruluş ve kadroları ile var ettiği ve çok kimlikli, değişik inançlı ve çeşitli kültürlerin bir mozaik oluşturacak şekilde bir arada yaşamasına olanak veren bir devlet yapılanmasının gerçekleştirilmesi gerekir…Burada da teori ile pratik alanda çelişkiler her zaman görülmüştür.

Demokrasi ile sekülerizm hususun gelince: Sekülerizm, liberal demokrat düşünürler tarafından ortaya atılan dinin siyasetten ayrılması düşüncesinin genel adı olarak karşımıza çıkar. Liberal demokratlar, demokrasinin ‘çoğunluğun tiranlığına’ dönüşmesini engellemek için devletin tüm dinlere aynı mesafede kalmasını bir zorunluluk olarak görürler. Farklı dinlerin din bilginleri ve din bilimciler, çeşitli dinler açısından düşünsel anlamda sekülerizme karşı çıksalar da bu konular genellikle tartışılmaktadır. Mesela son örnegini TC Başbakanının Mısır ziyaretinde, müslüman kardeşler cemaat liderleriyle tartışmaları örnek verilebilir. TC Başbakanı sekülarizmi yani laisizmi savunurken, devletin laik olmasının o halkın da laik olmasını gerektirmiyecegi ve Müslüman bir idarecinin laik devleti yönetebilecegi tezi üzerinde durmuş, Sekülerizm karşıtı Müslüman kardeşler cemaat liderleride sekülarizmin, laikligin din dışı oldugunu ifade etmişler, aynı tartışmalar rahatsız edici bir şekilde mısır, Libya ve Tunus gezileri boyunca Müslümanların yegane gündemini oluşturmuştur.(Sosyal bilimler ansiklopedisi)

Şurası hiç bir zaman unutulmamalıdırki: Demokrasi genel olarak halk idaresini ve halkın iradesin esas alan bir yönetim şeklidir. Tabiidirki İslam şeriatıyla uyuşması mümkün degildir. Allahı dinini binlerce seneler önce insan beyninin şekillendirdigi ve Allahı ve allahın hakimiyetini yok sayıcı ideolojileri, din hürriyetinide kapsıyor diye en güzel idare tarzı olarak tanımlıyanlar ya allahın dininden habersizler ya da büyük bir gaflet halini devam ettirmek hoşlarına gidiyor. Yani heva ve heveslerini din haline getirmiş oluyorlar.

Son söz olarak diyoruzki: Hangi ideoloji olursa olsun eger Allahın kitabı Kuranı kerime ve Peygamber efendimizin sünneti seniyyesine uymuyorsa, ters geliyorsa, onu hayattan koparmaya çalışıyorsa, bu tür idare şekilleri tek kelime ile batıldır, sakattır ve din dışıdır. Batıl, sakat ve din dışı olanın ise insanlıgın hayrını yaratıcıdan daha çok düşündügü gerçegi safsata olur, yalan olur ve sahtekarlıktan bir adım öteye geçemez inancındayız…

Demokrasiyi hayata hakim kılmaya çalışan felsefeciler diyorduki: Bizler tanrıyı öldürdük, yaşasın insan. Bundan sonra insan ne derse o olacak tezini ileri sürenler Allahın dinine mukabil idari şekillerini sürdürürken sloganları: Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ilkesini bayraklaştırmışlardır. Degişmez hayat mektebimiz Kuranı kerimde Rabbimiz Furkan suresi ayet.43- 44.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen (Resûlüm!) ona koruyucu olabilir misin?

Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar…***

Allahım bizleri sapık, yanlış ve yalan yollara sapmaktan muhafaza eyle. Bizleri insan beyninin ürettigi ideolojilere degil senin kitabına ve sevgili rasulüyün sünneti seniyyesine uyan,baglanan ve tabii olup teslimiyet gösterenlerden eyle.Bizleri sıratı müstakimde sabit duranlardan eyle. Bizleri Ehli sünnet vel cemaatta sabit kalanlardan eyle. Bizlerin şuurunu ve firasetini artır. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir…Lu…26.09.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.