Dinimizde İlim ve Eğitimin Değeri ve Alime Saygı

Rabbimiz Şura suresi ayet.36-38.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir. Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar. Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.

Bu dünyada kendisine yaşama alanı bulan insanoğlunun, kendisine, ailesine, yaşadığı topluma ve bütün dünyaya faydalı bir yaşantı sürdürebilmesi için en gerekli olan şeylerin başında ilim gelmektedir. Sözlükte “bilmek” anlamına gelen ilim, ıstılahta“bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması” gibi değişik şekillerde tarif edilmektedir. İlim, sadece kendi başına yeten ve kişiyi mutlak manada dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak bir husus değildir. Çünkü ilim doğru amaçlar için kullanılabileceği gibi yanlış amaçlar içinde kullanılabilecek bir unsurdur.

Güzel amelle yani doğru yaşantıyla bütünleşen ilim, değerlerin en başında gelir ve böyle bir ilim sahibinin, mutlu bir yol haritası çizmesine vesile olur. Bir ilme sahip olan Alim ise, bir şeyi derinlemesine tanıyıp mahiyetini idrak eden, bir konuda kesin bilgiye ulaşan ve bir şeyin hakikatine nüfuz eden kişi anlamlarına gelir. Alimler bilgileri öğrenip bilimsel faaliyet icra etmek için veya bir takım bilgileri sadece kendi belleklerine aktarmak için ilmi öğrenmemeli, ilmi bilmeyene bildirmek ve bilene de bildiğini yeniden anlamlandırmak için öğrenmelidirler.

Tirmizide geçen bir hadisi şerifte Peygamber efendimiz alimin üstünlüğünü şöyle ifade ediyor: „Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir“ Kuran-ı Kerimde ise: „Allah’tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar.“(Fatır suresi.(28) Bir başka ayette ise, „De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?“(Zümer suresi.9.) buyrulmak suretiyle de ilim sahibi olan insanların en önemli özelliği olan Yaratanı bilme özelliği zikredilmiş, bilgili olanların bilgili olmayanlardan üstünlüğü vurgulanmıştır. Bu sebeple davranış ve uygulama planında olumlu sonuçlar doğurmayan veya kötülüklere alet edilen bilgi, kıymeti bilinmemiş, şükrü yerine getirilmemiş bir nimet olup, ayrıca bilgiyi bilene de sorumluluk gerektirmektedir.

İlme giden yol ise eğitim ve öğretimle sağlanmaktadır.Şu anda daha iyi anlıyor ve kavrıyoruzki; Sosyal yapıda iyiye doğru gelişimin öncüsü eğitim ve öğretimdir. Ferdin hem kendisiyle hem de yaşadığı toplumla olan ilişkilerinde iyiye doğru gidişat yine eğitim ve öğretimle olmaktadır. İnsanoğlunun hayatının her safhasında –doğumdan ölümüne kadar olan bütün dönemlerinde- ihtiyaç duyduğu en önemli şey yine eğitim ve öğretimdir. Eğitim; Belli bir bilim dalı veya sanat kolunda yetiştirme, geliştirme ve eğitme işi, çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme, terbiye, Öğretim ise; Belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, tedris, tedrisat, talim, öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri sağlama ve kılavuzluk etme işi olarak tarif edilmektedir.

Tariflerden de anlaşılacağı üzere eğitim ve öğretim birbiriyle bağlantılı iki husustur ve biri diğerinden daha az önemli değildir. Bireylerin yetiştirilmesinde eğitim ve öğretim birlikte sunulmalıdır. Eğitim ve öğretim sadece belli yaşla belli yerlerle sınırlı değildir. Özellikle günümüzde tıbbın ilerlemesi neticesinde, anne karnında bulunan bebeklerin dahi annenin davranışlarından etkilendiğini, söylenen sözleri duyduğunu, annenin kendisiyle kurmuş olduğu güzel iletişimden dolayı mutlu olduğu tespit edilmektedir.

Hatta bazı annelerin çocuklarının iyi bir müzisyen olmaları için onlara müzik dinlettiklerini medyadan takip ediyoruz. Bu da bize göstermektedir ki, insanoğlunun eğitimi, anne karnına düşmekle başlayıp, doğumuyla devam eden ve ölüme kadar sürecek olan bir süreçtir. Peygamberi ifadeyle “Beşikten mezara kadar ilim tahsil edin” sözü bu hususu ne kadar da güzel özetlemektedir.

Eğitim ve öğretimin ilk başladığı yer aile yuvasıdır. Nitekim insanoğlu kendisine lazım olan ve hayat boyu unutmayacağı en önemli bilgileri hep bu yuvadan alır. Karakterin şekillenmesi, duyguların oluşması, bilginin öneminin anlaşılması ve dini hayatın insan üzerinde bıraktığı etki hep bu döneme rastlamaktadır. Çocuklar tertemiz bir yaratılışa sahiptir ve üzerine yazılmaya hazır tertemiz bir sayfa gibidir. İyi veya kötü etkilere açıktır. Çocuklar son derece meraklı, hevesli, saf, temiz ve iyi niyetlidir. Davranışları, düşünceleri ön yargısızdır. İçlerinden geldiği gibi, düşündükleri gibi davranırlar. Çocuklar, kendilerine söylenenlerden daha çok gördüklerine, yaşadıklarına ve tanık olduklarına itibar ederler. Sözlerden daha çok yaşadıkları, onlar üzerinde etkili olur.

Bu sebeple anne-baba olarak bizlerin çocuklarımıza verebileceğimiz en önemli eğitim modeli “yaşayarak öğretme” olmalıdır. Yalan söyleyen, ağzından kötü söz çıkan, dedikodu yapan, velhasıl kötülükler içerisinde olan bir anne-babanın çocuğunu söz ile doğru olan şeylere iletmesi çok zordur. “Ağaç yaşken eğilir” atasözümüzün de işaret ettiği gibi hayatımızın genelini etkileyen çocukluk döneminin en verimli bir şekilde geçirilmesine ana babalar tarafından özen gösterilmelidir. Dinini ve din kardeşlerini seven, büyüklerine saygılı, küçüklerine merhametli, hayatın kıymetini bilen ve kötü alışkanlıkları olmayan bir nesil yetiştirilmesinin yolu önce aileden geçmektedir.Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: **Hiçbir anne-baba çocuğuna edep ve terbiyeden daha iyi ikramda bulunmamıştır…** (Tirmizi)

Ana babanın evlatlarına vereceği en önemli eğitimin edep ve terbiye olduğunu bu hadisten anlamış bulunuyoruz. Zaten kişinin aile yuvasında almış olduğu terbiye, ahlakını şekillendirmede en etkili olan husustur. Nitekim bizlerde “Kişi yedisinde neyse yetmişinde odur” diyerek bu hususu atasözü olarak kullanmaktayız. Eğitim ve öğretimde en etkili yerlerden biride egitim yuvalarıdır.Egitim yuvaları, bireylerin aile yuvasında almış olduğu eğitimden başka onlara bilgi hazinesi sağlayan en etkin kurumların başındadır. Cehaletin önlendiği yer egitim kurumlarıdır. Kişilerin benliğinin oturduğu ve bilginin hayata aktarılması hep egitim kurumlarında olmaktadır.

Egitim kurumlarında bizlere eğitim ve öğretimi sunanlar ise başımızın tacı egiticilerimizde Almış oldukları ilmi insanlara aktaran nadide şahsiyetlerdir. Milletlerin geleceğini belirleyen, bireyleri toplumla buluşturan ve onlara sosyal bir kimlik kazandıranların başında yine egiticilerimiz gelmektedir. Yüce Dinimizde eğitim ve öğretimin işini yüklenen egiticilerimize gereken önemi vermiştir. İlim ehli yapmış oldukları iş karşılığında dünyada ve ahirette Allah’ın rahmetine ve insanların gönüllerine girmişlerdir. İlim tahsili ve ögretimi dünyada gıpta edilecek iki husustan biridir. Sevgili Peygamberimiz bunu şöyle dile getirmektedir. Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir:Allah’ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse;Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.“(Riyazüs salihin.)

Eğitim ve öğretim işiyle meşgul olmak sadece dünyevi getirisi olan bir görev değildir. Bu görevi yerine getiren insanlar için dünyada kendilerine ilim öğrettikleri insanların yanı sıra, bütün yaratılanlarda kendilerine hayır duada bulunmaktadırlar. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde bu hususu şöyle dile getirmektedir. „Allah Teâlâ Hazretleri, melekleri, semâvat ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur.“(Kütübi sitte.)

Bu sebeple tekrar ifade edelim ki, eğitim ve öğretim işiyle meşgul olanlar kutsal bir görevi de icra ediyor demektir. İslam dini yeryüzüne yayılmışsa bunun temel sebeplerinin başında Sevgili Peygamberimizin aynı zamanda ögretim işiyle meşgul olması ve ashabında bir talebe gibi O’nu takip etmeleri gelmektedir. Nitekim Müslümanların Mekke’den Medine Hicretlerinden sonra Hz. Peygamberin yaptırmış olduğu Mescid-i Nebevinin en önemli kısmını bir okul yani “Ashab-ı Suffa” oluşturmakta idi. Suffa günümüzün yatılı üniversiteleri gibi çalışan bir kurumdu.

Resulullah bizzat burada ders veriyor, bunun yanında okuma-yazma bilmeyenlere ise bazı öğretmenler tarafından dersler veriliyordu. Gün geldiğinde burada ders gören insanların sayısı 400’e ulaşmıştır. Bu mektepte yetişen insanlar İslam dininin yayılmasında öncü olmuşlardır. İslam Dini eğitim ve öğretim görecek insanlar arasında ayrıma asla gitmemiştir. Nitekim İlim elde etmek, her Müslüman erkek ve kadın için bir görevdir. Peygamber Efendimiz (sav), kadınların eğitim ve öğretimine de büyük önem vermiş, kendisine gelen ilahi emirleri insanlar arasında ayrım gözetmeden herkese tebliğ etmiştir. Kadınlara belli bir gün ayıran Sevgili Peygamberimiz onlara ders vermiş onların sorularını cevaplamıştır.

Peygamber Efendimiz zamanında birçok bilgin hanım yetişmiştir. Eşi Hz. Aişe, kızı Hz. Fatıma, ümmü Seleme, Hafsa, Ümmü Habibe, Esma, Safiye, Ümmü Eymen, Zeynep binti cahş, ve Ümmü Derda gibi hanımlar devrinin önde gelen bilginleri arasındaydılar…. Ayrıca yine o devirde kadın öğretmenler de vardı. Şifa (Ümmü Süleyman b. Hayseme) bunlardan biridir. Hz. Peygamberimiz kız çocuklarını yetiştirilmesi hususunda şu müjdeyi vermiştir. “Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben şöyle yan yana bulunacağız” buyurdu ve parmaklarını birleştirdi.

Eğitim ve öğretimin bir başka boyutu ise kişinin sosyal hayattaki kazanımlarıdır ki, bunlar kişinin daha çok tecrübelerini şekillendirir. Sosyal hayatta arkadaşlıklar, komşuluk ilişkileri birlikte yaşadığımız insanlarla kurmuş olduğumuz diyaloglar da bizim eğitim ve öğretim hayatımızın şekillenmesinde önde gelen hususlardır. İyiye doğru yöneliş, muhabbetin en güzeli birbirlerini seven arkadaşlar arasında yapıldığı gibi, kötülüklerde yine arkadaşlıklar vesilesiyle yayılmaktadır. Günümüzde birçok yanlışlıklar hep arkadaş ortamlarında ortaya çıkmaktadır. Özellikle kötü alışkanlıkların, gençler arasında yaygınlaşmaya başlayan esrar, eroin, gibi zararlı maddelerin kullanımına hep yanlış arkadaşlıklar sonucu başlanılmaktadır.

Bu sebeple aile olarak bizler, çocuklarımızın kurmuş olduğu arkadaşlıklara dikkat etmeli, arkadaş edinmelerini kısıtlamak yerine tedbiri elden bırakmamak şartıyla olumlu arkadaşlıkların önünü açmalıyız. Sevgili Peygamberimizde arkadaşlıkların önemini şöyle belirtmektedir. “ Kişi, dostunun yaşayış tarzından etkilenir. O halde her biriniz dost edineceği kişiye dikkat etsin”(Ebu Davud…) Yüce Dinimiz ilmi faziletlerin en üstünü saymış, dersimize başlarken zikrettiğimiz ayetlerden ve hadislerden de anlaşılacağı üzere bilgiyi kişilerin önüne bir rehber olarak sunmuştur. İslam dininde ilimden kast edilen, sadece dini ilimler değildir.

Ömer Nasuhi Bilmen Büyük İslam İlmihalinde konumuzla ilgili şunları söylemektedir. Her Müslüman’ın yapmakla yükümlü bulunduğu dini görevlerini yerine getirmek, doğruyla yanlışı, helal ve haramı ayırt etmek için bilgi sahibi olması farzdır. İlim öğrenmek hem ferler için, hem de toplum için gereklidir. Ferdin kendi ihtiyaçlarını giderecek ilmi öğrenmesi farz-ı ayn (yani her bir Müslüman’ın yapması gerekli şey)’dir… Allah rızası gözetilmek kaydıyla, insanlara faydalı olacak, toplum hayatı için gerekli her türlü ilim öğrenilmesi farz-ı kifaye olarak hükme bağlanmıştır. Yani Müslüman toplumda, bu ilimlerin her branşıyla meşgul olacak, bu ilimleri öğrenecek ve öğretecek insanların bulunması gerekir. İslam dini insanları başı boş bırakmış bir din değildir.

İslam Dini aynı zamanda bir eğitim ve öğretim dinidir. Nitekim insanoğlunun ilk eğitim ve öğretimi Yaratan tarafından yapılmıştır. Kuran-ı Kerim’de bu husussa şöyle işaret edilmektedir.Bakara suresi ayet.31.meali:***Allah Ademe bütün isimleri öğretti*** Varolan şeylerin içini bilme ve varolan şeylerden yeni ürünler çıkarma özelliği ayetten de anlaşılacağı üzere Yaratanımız tarafından bizlere öğretilmiştir. Bu haliyle her insan bir öğrenci ve kendini yaratan Allah (c.c.) ise o’nun ilk öğretmenidir. Yüce Yaratanımızın indirmiş olduğu kuran-ı Kerim ve Sevgili Peygamberimizin Sünneti İslam dininin en temel iki eseridir.

Kuran ilk olarak “Yaratan rabbinin adıyla Oku” emriyle inmeye başlamıştır. İslam dini kendisine inanları ilk davet yolu olarak okumayı seçmiştir. Nitekim Hz. Peygamberde birçok kez şöyle buyurmuştur. “Allah beni bir muallim (öğretmen) olarak göndermiş bulunuyor”(İbni Mace..) Yüce Rabbimiz eğitim ve öğretimin üzerinde hassasiyetle durmakta, Kuran-ı Kerimde de ilahi tebliğin eğitim ve öğretim işinden ibaret olduğunu şöyle zikretmektedir. “Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın…”(bakara.129)

Müminlerin eğitim ve öğretimle meşgul olmalarını isteyen başka bir ayette mealen şöyle buyrulmaktadır. “(Ne var ki) Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.”(Tevbe.122) Sevgili Peygamberimiz de hadislerinde şöyle buyurmaktadır. “Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir.

Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.“ (Buhari,Muslim…)

Özellikle İslam’ın indiği o günlerden bu güne kadar medeniyetlerin artık silah faktöründen çok ilim faktörüyle kurulması “Yaratan Rabbinin adıyla Oku” emrinin neden ilk emir olarak bizlere indiğinin en güzel izahıdır. Gücünü silahtan alan bir medeniyetin devamı çok fazla sürmezken, eğitimli insanları ve bu eğitimi doğru yönde kullanan alimleri çok olan medeniyetlerin uzun ömürlü olduklarını tarih sayfalarını araladığımız zaman daha iyi görmekteyiz. Nitekim Osmanlı Devleti gücünü silahtan daha çok ilimden alan bir medeniyet kurmuş ve bu medeniyet hem kendi milletine hem de dünyaya huzur ve mutluluk getirmiştir. Kendilerini hayırlara ulaştırmak ve yaşadığı toplumda bulunan insanlara faydalı ilim sunabilmek için eğitim ve öğretimde bulunan talebeler ise yine öğretmenleri gibi kutsal bir görev yapıyorlar demektir.

Peygamber efendimiz (sav) hadislerinde ilim tahsil yapan öğrenciler ve onlara eğitim ve öğretimde bulunan ilim adamları için şu müjdeyi vermiştir. „Kim bir ilim öğrenmek için bir yola girerse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmiş demektir. Melekler, ilim talebinden memnun olarak kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semâvat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne de dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir.“ (Tirmizi…)

Sevgili Peygamberimiz birçok hadis-i şeriflerinde ilim talebi için yola çıkanları Allah yolunda olduklarını ve dünyada yapmış oldukları bu eğitim ve öğretim sebebiyle Cenneti hak edeceklerine dair müjdeleri şöyle vurgulamıştır. „İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır.(Tirmizi)Başka bir hadis şerif mealen şöyle: **… „Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır….***(Riyazus salihin) Hayatımızı doğru yönde şekillendirmede bizlere yardımcı olan, bizlere bilmediklerimizi öğreten, bildiklerimizi ise daha iyi anlamamıza vesile olan ve bütün zorluklara göğüs gererek bizleri yetiştiren İslam alimlerini saygıyla ve minnetle anıyoruz.

İnanıyorumki günümüzde en çok sıkıntısını çektigimiz alan İslam Ümmetinin yıldızarı konumundaki alimlerin yoklugu v çok azlıgıdır. Kaynaklarımıza baktığımızda şunu görüyoruz, bir zamanlar alimlerimiz vardı ama şimdi ne yazıkki zalimlerimiz çogunlukta. Bir zamanlar alimlerimiz varken başımız dik dururduk. Alimlerimiz varken biz yer yüzünün öznesiydik, failiydik. Alimlerimiz varken biz eğilmezdik kula kul olmazdık. Alimlerimiz varken bizim modellerimiz vardı. Popçular, topçular, sanatçılar değil alimlerimiz di modellerimiz. Çocuklarımıza „Yavrum büyüyünce işte bunun gibi olacaksın“ derdik.

Bir zamanlar alimlerimiz vardı. Bize yaşamayı, adam olmayı, adam gibi yaşamayı, sevmeyi, ölmeyi öğretirlerdi. Evet bir zamanlar … Asla genelleme yapmak istemem . Akademik camia içerisinden binde bir olsada alim çıkar, onları burdan yüreğimle selamlıyorum. Eskiden alimlerimiz vardı şimdi akademisyenlerimiz var. Parası kadar konuşan, aldığı maaş kadar tebliğ eden, rektöründen dekanından Allah’tan korktugundan daha çok korkan akademisyenlerimiz var. Daha beteri televizyonlarda sosyete şeyhul islamlığı yapan, beddua mahsulü, yani bir millete beddua edersin ve Allah belanızı versin denilince ne olacak idiyse o olan.

Kanatlı hayvanlardanda kurban olur diyen, din düşmanlarına „Anadolunun yağız delikanlısı“ diyen akademisyenlerimiz var. Sanki biri beddua etti. Bu Ummet alimlerini kaybetmekle neyini kaybettiğini bir bilseydi Hazreti Ömer efendimiz gibi dua ederdi „Ya Ömer Allah sana bir vaatte bulunsa ve deseki ; Şu an senin duanı Kabul edeceğim, bir tek şey iste ey kulum ne isterdin sorusuna verdigi cevap: Bir oda dolusu Ebu ubeyde isterdim olmuştu. Biz ne yazıkki dilek arzu ve isteklerimizde bir oda dolusu, ya da bir anfi dolusu islam alimi istiyoruz diyemedik. Kimi, neyi, kaybettiğinizi bilemiyorsak neyi, nasıl arayacağımızıda bilmemiz tabiiki çok zor olacaktır. Biz neyi kaybettiğimizi bilmiyoruz. Onun içinde nasıl arayacağımızıda bilmiyoruz.

Neyi aramamız gerektiğinide bilmediğimiz içinde kıymette bilmiyoruz, değerde bilmiyoruz. Bulduğumuz az sayıdaki alimlerimizide dişlerimizin arasında acımasızca yiyoruz. Allah Resulu şöyle buyurur; „Vücutta bir et parçası vardır. Eğer o bozulursa tüm ceset bozulur. Şayet o düzelirse tüm cesed düzelir. Bir başka hadisinde ise mealen şöyle buyurur; „İki sınıf insan vardır ki, onlar bozulunca tüm ummet bozulur. Ulema ve umera“ Yani alimler ve yöneticiler. Bu iki sınıf sizce neyi yemsil eder. Biri maddi insanı öteki manevi insanı. Biri ceset öteki ruhu temsil eder. Biri akleden kalbi temsil eder ötekisi de kası, adaleyi azaları gücü temsil eder. İşte ikisi bozuldumu tüm toplum bozulur. Size alimlerimizin olduğu dönemden altın bir sayfa sunmak istiyorum.

İbni Ebi leyla çagdaşı İmam ebu Hanife’den sonra en cesaretlisiydi. Abbasiler döneminde zamanın ümeraı Ebu cafer Mansur pek zalimdi. Zorba ve Kıyıcı biriydi. Zamanında yaşayan islam alimleri korkularından hepsi yelkenleri indirmişlerdi. En son İbn Ebi Leyla ya sıra geldi. İkendisine danışılan mesele şuydu: Kufe’nin 7 bin erkeğini Ebu Cafer öldürecek. Şuçları bağilik yani devlete karşı ayaklanma. Bu 7 bin kişi daha önce ayaklanmışlar mansur bunlara „Gelin sizinle bir anlaşma yapalım Bir daha ayaklanırsanız kanlarınızı bana helal edin demiş. Onlarda tamam demişler ve anlaşma yapmışlardı. İbni Ebi Leyla bu anlaşma kağıdını görünce söyleyecek söz bulamadı.

Ama infazı gerçekleştirecek olanlar İmamı azam Ebu Hanifeyi kasdederek, bize Doğunun ve batının aliminin fetvası lazım diyorlardı. Yoksa biz infazı gerçekleştirmeyiz. Ebu Hanife’yi çağırdı Mansur. Ve Bak İmam durum böyle, böyle, böyle. Ne dersin. İmamı Azam Ebu Hanife belgeye baktı ve bu belgenin hiç bir geçerliliği yok dedi. Mansur nasıl olmaz tüm aşiret ve kabile liderlerinin imzası var dedi. İmam doğrudur. Ama bu belgenin hiç bir geçerliliği yok dedi. Niçin dedi Mansur. İmam şu cevabı verdi; Ben sizin sarayınızın alt tarafında otursam ordan gelip geçenlere sizin şu paha biçilmez sarayınızı üç kuruşa satsam, bu saray sattığım adamın olurmu. Mansur Hayır dedi. Çünkü sen kedine ait olmayanı sattın da onun için.

İmam Ebu Hanife tamam dedi. Buda öyle bir şey. Bunlar kendilerine ait olmayan bir şeyi yani canı sana vermişler. Bu can onlara aitmi ki, sana veriyorlar. Ve helal kılıyorlar. Yoksa intiharda helal olurdu. Tabiiki Ebu Hanife zamanın İmamıydı cevabıda imam gibi oluyordu. Mansur İmama hayır diyemedi ve ağzınıda açamadı. Dediği ise alın bu İmamı hapsedin oldu. Ama İmamın bu fetvası o yedi bin a erkegin kurtuluşuna vesile oldu.. Evet bir zamanlar alimlerimiz vardı. Ve biz dünyanın en önde gelen milletiydik, öznesiydik , başımız dik zamanın yatağında çer çöp gibi akmayı değil, zamanın yatağını belirleyen özne olmayı öğretiyorlardı bize. Onun içinde değerliydiler hemde çok değerliydiler. İnşaallah Ebu Hanife gibi ve onun gösterdigi ilmi dirayeti gösteren gençlerimiz yetişir…

Konumuzu Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) bir hadis meali ile baglayalım inşaallah: ** Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah’ı zikretmek ve O’na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır…** Allahım sen Ümmeti muhammedin firasetini artır. Bizleri kuran ve sünneti seniyye nuruyla nurlandır. Bizleri İlam alimlerine hakkıyla hürmet edenlerden eyle. Bizleri sırf kuru aklıyla ve indi görüşleriyle hareket edenlerden eyleme. Bizleri sıratı mütakimden ayırma bizleri ehli sünnet vel cemaatta sabit kalanlardan eyle…Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir 06.01.2014

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.