DIŞ GÜÇLER VE İÇ UYDU’LARI…

İletişim hızının gittikçe sürat kazandığı dünyamızda hiç bir mâlumata uzak kalmadığımız bir gerçek. Dergi ve mecmuaların bu hıza ayak uyduramaması sebebiyle kepenk kapattığı ve gazetelerin dahi vermiş olduğu haberin bayatladığı günlerin tanığıyız. Bunun yanında yayın yapan yüzlerce televizyon kanalları, internet sayfaları ne yazık ki, bilgi kirliliği başta olmak üzere yalan haber ağını, şebekesini de beraberinde artırıyor. İnsanlar doğal olarak kime, neye, nasıl inanacağı endişesini yaşıyorlar. Bir tarafta yandaş, diğer tarafta candaş, öteki kulvarda fondaş diye isimlendirilen ülkesinin insanı olmak yerine milyon doları hangi devlet aktarırsa kalemini o yönde kullanan yazar, çizer, fikir adamı ülkesinden çok, milletinden fazla kendi cebinin derdine düşmüş vaziyette. Edeb, ahlâk, erdem, fazilet kavramları gün geçtikçe daha fazla yara almaya başladı. Bu sebeplerden dolayı gündemimizi dış güçlerin adamı, işbirlikçi, fondaş medya mensubu gibi kavramlar meşgul eder oldu. Milliyetçi, mukaddesatçı geçinen birinin ertesi gün sosyalist kimliğine şahit oluyoruz…  

At izinin, it izine karıştığı bir dönemden geçiyoruz. Dünya siyaset arenasında, Türkiye, Osmanlı dönemlerini hatırlatrıcı gelişmelerin sempozyumlarını düzenler hâle geldi. Ama bu hakikati bir türlü hazmedemeyen muhalif kanada anlatmak mümkün görünmüyor ne yazık ki. Kendi ülkesini halâ, 1909. Türkiyesinde zanneden bazı aklı dışarda politikacılar emperyalist devletlerin ağzı ile konuşmaya and içmişler gibi yardım, imdat ve destek çığlıkları atıyorlar. Zora gelince, dar’da kalınca küfürbaz gençlerin arkasına sığınan, Çatalca müftüsünü topluma yuhalatan, mikrofonu eline geçirince ne dediğinden habersiz höyküren bu tip’ler, kulaklarını her türlü eleştiriye tıkalı tutup sokak mağandası tavırlarıyla yakıp, yıkma, yağma, talan eylemlerine kapı aralıyorlar. Yeri gelince *Bu ülke hepimizin* edebiyatını ortaya serenler, * Hepimiz aynı gemideyiz* klişesine sarılanlar, tehlike çanları, büyük afet beklentisi ya da zinde güçleri harekete geçirici umutları havada kalınca çılğınlık nöbeti geçirir oldular,

Önceleri milliyetçiyim ayaklarıyla toplumu  ters köşeye yatıran bir politikacılar, Gazze kasabı ile aynı dili terennüm etme sevdasına düşünce insan, ister istemez ne oluyoruz endişesi yaşıyor. Lâkin kimliği, gbt si ortaya serilince cemaziyel evvelinin de pek farklı olmadığını acı bir şekilde müşahade ediyoruz. Örneğin bir sivil toplum önderi şahıs, İtraile defalarca gittiğini soykırım sorumlusu şahısla sayısız görüşmeleri olduğunu aynı zamanda mossad istihbarat örgütüyle her seferinde istişareler yaptığını kendi itiraf edince endişemiz daha da artıyor, ne oluyoruz, muhatap aldığımız insanlar kimden yana, hangi kültürün mensubuyla yüz yüze geliyoruz soruları millet olarak birbirimize olan itimadı, güveni temelden sarsıyor. Önceden bu tür ilişki içerisindeki şahısların tutum ve davranışları sonucu hayatına mâl olacak cezai müeyyide içerirdi. Şimdi de tutuku konumunda ama dört gün sonra çıkıp ülke idaresine tâlip olan bu gibi insanların ülkeye verecekleri zararı düşünmek dahi istemiyorum…

Genel hukuk literatüründe; suçu sabit olana kadar her birey masumdur ilkesi geçerli. Bunun yanında, birbirine öteki olarak bakan kesimde *ihanet* damgası ise hazır ve nazır dillerde. Yakın tarihimizden bir örnek verecek olursak;Plevne savunmasında şehit düşmüş bir askerin oğlu, seçkin bir doktor ve kalemi güçlü bir şair olan Cenab Şahabeddin hakkında anlatılanlar inanılır gibi değil, ama gerçek. Yunan ordusumun Bursa’ya girdiği günlerde Teğmen Venizelos, kılıcını Osman Gazi’nin sandukasuna dayayıp *Kalk Osman kalk Kurduğun imparatorluk nasıl yıkılıyor, gör…* diyerek bir fotoğraf çektirmiş ve yayınlatmıştı. Zamanın Üniversite gençliği bu aşağılayıcı fotoğrafı görünce üzüntüye kapılmış, o günkü ilk derslerinde ögretim görevlisi olan, Cenab Şahabeddin’e *Hocam bugün çok mütessiriz, üzüntülüyüz lütfen ders yapmayınız *ricasında bulunmuşlardı. Cenab Şahabeddin onları, *Niçin müteessir oluyorsunuz efendiler, memnun olmalısınız, Yunanlılar bizim menfaatimize çalışıyor…* diyerek susturmuştu. Rabbimiz, Bakara suresi ayet.9.da mealen şöyle buyuruyor:*** Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir…*** Rabbim sonumuzu hayra tebdil eylesin…

Sermedkadir…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert