DUA ZİKİR VE YAKARIŞ…

Rabbimiz Furkan  suresi  ayet.77.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır:*** (Resûlüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar! Size Resûl’ün bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; onun için azap yakanızı bırakmayacaktır…***

 

Peygamber  efendimiz (sav) Bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ** Kim her farz namazından sonra Ayetelkürsiyi okursa, öbür namaza kadar o, Allahın korumasında olur…**
Hasan (ra). Taberânî.

DUA: Mana itibariyle, Seslenmek, çağırmak, yardıma çağırmak, Allah’a yalvarmak, O’ndan dilekte bulunmak, O’na yakarmak anlamlarını taşır. Dua, insanda fıtrî bir olgudur. Bu sebepledirki DUA bütün dinlerde mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan şu veya bu şekilde dua eder. İnsanlar hayatları boyunca, üstesinden gelemeyecekleri birçok şeylerle karşılaşmakta, keder, sıkıntı, acizlik ve ümitsizliklere maruz kalmaktadırlar.

Rabbimiz Yunus suresi ayet.12.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır:***İnsana bir darlık dokunduğu zaman yanı üzere yatarken, otururken yahut ayakta bize yalvarır, ama biz onun sıkıntısını giderince sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere yaptıkları iş böylesine süslü gösterilmiştir.***

 

Kardeşlerim Biz Müslümanlar sabah akşam, yatarken yattığı yerden, otururken, oturduğu yerden, okurken, yerken, içerken, kazanırken, harcarken, savaşırken, barışırken, ailesiyle karşı karşıyayken, komşularıyla konuşurken nerede ve hangi konumda olursa olsun Allah’ı zikrederiz  ve  Rabbimize  dua  ve  niyazda  bulunuruz.

 

Bizler yaptıklarımız ve  yapacaklarımız konusunda Allah’ın emirlerini ve yasaklarını şuur haline getirmeyi  görev biliriz. Bu  manada  düşündügümüzde Müslümanlar  olarak bizler her an Rabbimizle  istişare  ediyoruz. Yemesini içmesini, yatmasını kalkmasını, almasını vermesini, küsmesini barışmasını, savaşını barışını, ekonomisini siyasetini, terbiyesini eğitimini, hukukunu cezasını Yaradan Rabbinden  alan ve  her  hususta  Allaha  baglılıgını tekrarlayan  inancını gündemde tutarak Allah’la istişare ederek her  şeyi sadece  ve  sadece  Rabbimizden  isteyen iman  ehliyiz.

 

Müslümanlar  olarak hayatımızın bütününde sadece Allah’ın rızasını hesap eder, Rabbimizin  emir  ve  yasaklarını  gündemde  tutar, Rabbimizin  hükümlerini  yerine  getirmeye  gayret  eder,  Rabbimizin  ayetlerini  anlamaya  çalışır, ögrendiklerimle  amel eder, batılın  çektigi  ya  da  çekecegi  yere  gitmemeye çaba  sarfederiz. İnanıyoruzki Sürekli Allah’ın kitabını ön  planda  tutan, Allah’ın hayat programını gündeminden  çıkarmayan,  hayatını onunla düzenlemeye çalışan  insan  ebedi   kazanç  içerisindedir…

Kardeşlerim  tahkiki  ve sahih imanın neticelerinden birisi de duadır. Dua, Allahû Teâla’ya itimad ve güvenin göstergesidir. Allahû Teâla varlık ve insanla iç içe olduğundan, insan Rabbine zaman ve mekân gözetmeksizin dua edebilmelidir Allahû Teâla bizden O’na yalvarıp yakarmamızı ve dua etmemizi istiyor. Allah’ın şüphesiz ki buna ihtiyacı yok ama biz, ibâdet etmeye her zaman muhtacız.

Allahû Teâla bir ayette “Beni anın, ben de sizi anayım” buyurmuştur. Bu da gösteriyor ki dua bir birlik, kaynaşma halidir. Duayı ’rastgele istemekten, başvurudan’ ayırmak lazımdır. ‘Yapılan her duaya icabet edilir ancak her dua kabul edilir, demek yanlış olur. Zira Allah bizim her istediğimizi yerine getiren bir Varlık değildir’ Allah’ın edilen dua karşısında nasıl ve ne takdir edeceğini ve hikmetini bizim anlamamız da mümkün değildir. Dua, mü’min insanın aidiyet adresidir. Şunu bilelim ki; var gücünü harcayan, tüm çabasını ortaya koyan mü’min insanın Allah’ın kapısından başkasına yönelmesi aidiyetiyle bağdaşmaz.

Allah’a dua etmeyi terk edenler, terk olunurlar. Yani kıymet ve değerden düşerler. Dua, zekânın karanlık gecesine iman nurunun yaptığı bir hamle ve uzattığı bir ışıktır. Problemlerin, dertlerin karanlığında kalanları aydınlatacak olan ışık duadır. Dua, çaresizlik  içerisinde  olanlar  için doğru adrestir. Duaların başında yer alan Allah’a hitap tarzları incelendiğinde her birinin Allah’ı tanımaya açılan bir kapı olduğu görülecektir. Duaya marifetullah kapısından girilir. Marifetullah kapısından girilerek yapılan dualara iltifat edilir.

Aslında insanın üstün gücü de duasından kaynaklanmaktadır. Rabbimiz  Bakara  suresi  ayet.152.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin…*** Rabbimiz  bizlere, Bana kulluk edin, benim için yaşayın buyuryor. Allah’ı zikretmenin, İnanıyoruzki; Al­lah’a şükretmenin en güzel yollarından biri de Allah için hayatı fedâ etmektir. Canı verenin yolunda canı fedâ etmek, malı verenin yolunda malı fedâ etmek, hayatı verenin yolunda kişinin hayatını fedâ etmesi­nin adına şükür diyoruz.

 

Kardeşlerim  Zikir  üzerinde  kısaca  duracak  olursak  derizki;  Zikir Kur’andır. Rabbimiz  Kamer  suresi  ayet.22.de  mealen şöyle  buyurmaktadır: ***Andolsun Biz Kur’an’ı zikir için düşünüp öğüt al­sınlar diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?…*** Sad  suresi  ayet: 29.meali  şöyle: ***(Resûlüm) Sana bu mukaddes kitabı âyetlerini dü­şünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar (zikretsinler) diye indirdik…***

 

Ayrıca Taha  suresi ayet.124. bizleri daha  büyük  tefekküre  sevkediyor  mealen  şöyle:***Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, muhakkak ki onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşr edeceğiz. O: Rabbim! Beni niçin kör ola­rak haşr ettin? Oysa ben hakikaten görür idim! Der. Allah da buyurur ki: „İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi de sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutulu­yorsun!“

 

Bunun gibi pek çok âyette zikir, Kur’an olarak anlatılır. Ayrıca Zikir namazdır. Çünkü namazda da kıraat vardır.  Zikir hutbedir. Rabbimiz nCuma  suresi  ayet.9.da  mealen  şöyle  buyurmaktadır:*** Ey iman edenler! Namaza çağrıldığınız (Ezan okun­duğu) zaman, hemen zikre koşun ve alışverişi bıra­kın…*** Tefsir  uleması demişlerdirki; Âyet-i kerîmede geçen zikrullahtan kasıt Cuma hutbesidir.

 

Kardeşlerim bu  yüzden  inanıyoruzki zikir, Allah’la beraber olmaktır. Zaten her ân Allah bi­zimle beraber de, bizim tarafımızdan bunun zihinde canlı tutul­masının adına zikir diyoruz. İşte bu zikrin anlaşılabilmesi adına onu şöyle izaha  gayret  edecegiz  Lisanın zikri. Kalbin zikri. Bedenin zikri. Kur’an okumaya başladınız mı, işte bu zikirdir. Hangi âyet, hangi bölüm olursa olsun fark etmez.

 

Lisanın ikinci zikri, Allah’ın esmasını telaffuz etmektir. Al­lah’ın esmasını söylemek  te zikirdir. “Allahu ekber” “La İlâhe illallah…Gibi. Bu da dilimizi zikridir. Dilin üçüncü zikri de vahyin sözcülüğünü yapmak adına söy­lediği herşey zikirdir. Yâni kişinin din adına konuşması, vahyin sözcülüğü adına söz söylemesi, Kur’an ve sünnetin anlatımı adına dilin hareket etmesi de zikirdir.

 

Din adına konuşmak, Allah’ın istediğini Allah’ın istediği yerde söylemek, emr-i bil’marûf ve nehy-i ani’l münker yapmak, öğretmek, anlatmak, emretmek, nehyetmek, duyurmak, sevdirmek, tanıtmak gibi meşru sebeplerle dili hareket ettirmek de zikirdir. Meselâ şu anda Kuran ve dini  sohbetleriimiz  zikirdir. Onun  içİn  Allah  rızası  adına  sizden  istirham  ediyorum sohbetlerimizde biraz  daha hassas  davranalım, sohbeti  bölücü  gidiş  gelişlerden, yeterli ilgi  göstermemekten ve  laubali  hareketlerden  kaçınalım, bizim  şu  anda  konuşmalarımız zikirdir.

 

Çocukları­nıza nanazı öğretmemiz zikirdir. Dilimizin  hayılara  vesile  olacak  vaaz  ve  nasihatları  zikirdir. Ayrıca, zâlim bir hükümdar karşısında hakkı söyleyen mü’minin dili bile­lim ki; o anda zikrediyor demektir. Mü’minlere Kur’an öğreten, ha­dis öğreten kişinin, çocuğunu terbiye eden kişinin dili o anda zikredi­yor demektir. Kalbin zikrine gelince, kalbin zikri, kalbin fonksiyonu, kal­bin eylemi olan niyetin Allah’a ait kılınmasıdır.

 

Niyetin Allah’a ait kılın­ması, yâni bir hayat boyu kalbin Allah’ı hatırlayarak niyet sa­hibi ol­ması demektir. Zira kalp iman ve küfür, kabul ve red maka­mıdır. Kalp niyet makamıdır. Kalp hadiseler karşısında kişinin meylinin değerlen­dirilme merkezidir. Yâni kişi diliyle ne söylerse söylesin, kalpten ne geçirdiği önem­lidir. Çünkü kalp fesat ve salah olabilme özelliğine sahiptir.

 

İşte bu iki özelliğe de sahip olabilen kalp, eğer Allah’ın istediği gibi bir özelliğe sahipse, yâni Allah için niyet taşıyorsa; o zaman işte bu kalp, zikir halindedir diyoruz. Bedenin zikrine  gelince  Bedenin zikri de bütün azalarımızla Rabbimizin  zikri  söz  konusudur.  Yâni göz hakkı görür, kulak hakkı işitir, dil hakkı konu­şur, mide helâl yer, kafa meşru bilgiler öğrenir, ayak meşru yerlere gider, el meşru şeylere uzanırsa, tüm azalar Allah’a kulluk işinde istihdam edi­lirse, işte bu da bedenin zikridir;

yâni tüm azaların ya­ratılış gâyeleri istikâmetinde kullanılması. Allah azaları ne için ya­ratmışsa; onu, ona tahsis etmek bu azaların zikridir. Eğer bu azaları yaratılış gâyelerinin dışında kullanmaya kalkışırsak, Allah korusun o zaman zâlim duru­muna düşeriz. O  yüzden  Rabbimiz buyuruyorki; Sizler beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim. Beni, bana itaatle zikredin ki; ben de sizi rahmetimle zikrede­yim. Beni dualarınızla zikredin ki; ben de sizin dualarınızı kabul ede­yim.

 

Beni dünyada zikredin ki; ben de sizi âhirette zor zamanınızda zikredeyim. Beni sıhhatteyken zikredin ki; ben de sizi zor günlerinizde zik­redeyim. Beni benim yolumda cihadla zikredin ki; ben de sizi zaferle zikredeyim. Kardeşlerim  baş  tarafa  aldıgımız  ayeti  erimde  rabbimiz o  yüzden  buyuruyorki: *** De ki, eğer duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? *** Bu  ayeti  kerimede Duanın  gücü  vurgulanmaktadır. İnanıyoruzki  Değerimiz duamız kadardır.

 

Duamız; Allah’a ibâdet etmemiz, halimizi Allah’a arzetmemiz ve insanları Allah’a davet etmemizdir. Allah’a ibâdet etmiyorsak, halimizi Allah’a arz etmiyorsak ve insanları da Allah’a davet etmiyorsak bizim hiçbir değerimiz yoktur. Duanın gücünü kuşanabilmek için, mü’minler topluluğunun sınırları dahilinde olmak gerekir. Bizi Müslümanlardan eden davranışlarımız, duanın gücünü kuşanmamıza engel olan barikatlarımızdır.

 

Mesela büyüklerinin hakkını vermeyen, küçüklerini sevmeyen bir kimse dua gücünü kuşanmış sayılmaz. Peygamber efendimiz bir  hadisinde mealen  şöyle  buyurmaktadır: ** Büyüklerimizin hakkını vermeyen, küçüklerimizi sevmeyen bizden değildir…** Şüphe yok ki, bu hadiste zikredilen “büyüklerin hakkı”ndan maksat, onların layık oldukları mertebeye yükseltilmeleri ve hak ettikleri saygı ve hürmeti görmeleridir. “Bizden değildir” sözünden maksad da “Gerçek mü’minlerle bir arada anılmaya layık görülmeyişleri”dir.

 

Yoksa bu söz, “dinden çıkar, kâfir olurlar” manasında anlaşılmamalıdır. “Büyüklerimiz” tabiriyle de: genel olarak anne ve babalar, insanlık alemine hayırlı ve yararlı işleriyle fayda sağlayan ilim adamlarımız, din büyüklerimiz, Alimlerimiz yaşça büyük olan ve saygı ve hürmete değer görülen her insan kasd edilmiş olabileceği gibi özellikle de İslâm, iman ve takva sebebiyle büyük olanların kasd edildiği de muhakkaktır.

 

Büyük, en büyük (ekber) denilince, azîz ve celîl olan Allah’ı anmamak, her an tekrarlanan nimetlerinden dolayı O’na hamd-ü senada bulunmamak aklı başında bir kul için doğru değildir. Zamanın, tesbit edilebilen en küçük bir parçasında dahi bizlerden ilişkisini ve ihsanını kesmesi halinde helakimizin kaçınılmaz olacağı; bizim de her an Allah’ı zikirle görevli oluşumuz bakımından Yüce Rabbimizi tanımamız, hakkı olan ta’zîm ve hürmet görevimizi ifa ederken adab ve erkâna riayet etmemiz, bizler için içtenlikle yapılması gerekli bir görevdir.

 

Bu münasebetle Allah’ a yönelik taat ve ibâdetlerimizde uymamız gereken âdâb ile  hareket  etmemiz  esastır  kanaatını  taşıyoruz…Kardeşlerim  Peygamber  efendimizin  (sav)   hayatını incelediğimizde günlük hayatında dualar yaptığı görülmektedir. Bu dualar bizler için örnek teşkil etmektedir. Yemesi, içmesi, uyuması, beşeri münasebetleri, karşılaştığı maddi ve manevi sıkıntılar gibi durumlarda dua ederek ümmetine örnek olmuştur.

 

İnsan ruhunun dinlenmeye ve nefes almaya ihtiyacı vardır. Bu da ancak böyle durumlarda üstün güçlü bir varlık olan yüce yaratıcıya sığınmak ve medet istemekle gerçekleşir. Duada bir rahatlama vardır. Manevi bir lezzet vardır. İnsana verilen hisler ve duygular duanın gücü ve tesiriyle pozitif enerjiyle dopdolu olur. Said Nursî (rh.a.) der ki: “Duanın en güzel, en lâtif, en lezzetli, en hazır meyvesi ve neticesi şudur ki, duâ eden adam bilir ki, birisi var ki, onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. O’nun kudret eli herşeye yetişir.

 

Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir kerim zât var; ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyaçlarını yerine getirebilir ve hem de onun hadsiz düşmanlarını defedebilir bir Zât’ın huzurunda kendini tasavvur ederek, bir ferah, bir İnşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp “âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun” der” Dua, aynı  zamanda  Müslüman’ın Müslüman’ı takviyesidir. Hz Peygamberimiz (s.a.v.)’in; “Bir Müslüman’ın, yanında bulunmayan din kardeşi için yapacağı dua kabul edilir. O, kardeşi için dua ettikçe, yanındaki melek ona, ‘duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin’ diye dua eder”(Muslim)  hadisi bunu açıkça göstermektedir.

Bu  mübarek  sözdeki büyük müjdeyi kelimelerle ifade etmek mümkün gözükmüyor. Bu da duanın özünde bulunması gereken sevgi ve diğergâmlığın karşılığı olsa gerek. Dua bir şeyler isteyip almaktan öte, bir yerlere ulaşma, yücelere erme olayıdır. Çünkü Allah, kendisine sevgiyle yönelene karşı daha fazla sevgiyle yönelir.

İki  cihan  saadeti  arayışı  içinde  olan ve  doğru adresi kaybeden zümrelerden birisi de “Dua’nın Gücü” ne inandıkları halde “Dua’nın Gücü” nü kuşanmayanlardır. Dua insanın kendini Yaratıcısına anlatmasıdır. İnsan kendini anlatırken bir yandan da Yaratıcısını anlatır. Bu yüzden duadan kazancımız dua etme haline  sımsıkı  tutunma  olalıdır. Rabbimiz  Kaf  suresi  ayet.16.damealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız…***

Yine  mücadele  suresi  ayet.7.de  Rabbimiz  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***   Göklerde ve yerde olanları Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O’dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir…***

Kardeşlerim inanıyoruzki; Dua insanın varoluş gerekçesidir. Derdini Allah’a anlatmayıp başkasına anlatana Allah nasıl derman versin? Dua, Allah’ın kapısında secdesiz kalmayanların silahıdır. Allah’tan başkasına muhtaç olmadıklarını idrak edenlerin salahıdır. Allah’ın kapısında secdesiz kalmak, kıyamet şiddetinde bir tehlikedir. Asrımızda Müslümanlar dualarını kaybettiler. Dualarını Firavunlara, Beddualarını ise Müslümanlara hasreden Bel’am’lara yenik düştüler.

İslâm ümmeti olarak, tarihinin en karanlık ve dramatik dönemini yaşadığımız bir hakikat ve gerçektir. Güç, kuvvet, silah ve imkân bakımından, düşmanlarımızla kıyaslanamayacak derecede geride ve zayıfız. İslâm ümmeti arasındaki tefrika ve niza’ı da bu güçsüzlüğümüze ve perişanlığımıza katarsak, bin perişan halimiz daha bariz bir şekilde ortaya çıkar. Her tarafta Müslümanlar esaret altında, mahkûm ve kıyıma uğratılmaktadır.

Bütün bu karanlıklardan ve esaretlerden kurtulmanın yegâne yolu, “Ya Rabbi!” ilticası ve tazarrusuyla O’na yönelme ve istiğasede bulunma yüzünü gösterebilmemizdedir. Vakit, gecikmeden dua silahını kullanma vaktidir. Rasûlüllah (sav) buyuruyor: “Dua; mü’minin silahı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur.”(Camius sagir) Dinin direği, göklerin ve yerin nuru olan dua, Allahû Teâla tarafından gönderilmiş olan Peygamberlerin tavsiyesidir. Dâvâsız ve duasız peygamber yoktur.

Allah yolunda Allah için var gücünü, olanca çabasını harcayıp bitiren Mü’min insanın her bir duası bir ordudur. Mü’min insan için vaktinde yapılan bir dua, savaşan bir orduya bedeldir. Duasız gün geçirenler, düşman karsında esaretlerini garantileyenlerdir. Duasızlık, dinsizlik kadar tehlikelidir. Bir mü’min için duasızlıktan bahsedilemez. Mü’min insan; ya dua eden veya dua edilen kimsedir. Dua, insanın içinde saklı olan imkân ve gücü ortaya çıkarır.

Çünkü Dua, mü’min insanı imanın bahşettiği imkânlarla buluşturur. Kendi imanının kendisine bahşettiği imkânlardan habersiz yaşayan, peşinen mağlup olanlardan sayılır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “İnsanların en aciz olanı, dua etmekten aciz olan kimsedir. İnsanların en cimrisi selama cimrilik yapandır.” (Taberani) Dua, mü’min insanı acizlikten kurtaran acizlik itirafıdır. Dua, var gücünü, olanca çabasını harcayıp bitiren insanın Allah’a saldığı “imdat” sayhasıdır.

Dua, var gücünü harcayan, tüm çabasını ortaya koyan ve tükendiği yerde “Bittim ya Rab!” diyenin Allah’ın yardım kapısını tıklamasıdır. Duanın gücünü kuşanmak istiyorsanız, gücünüzün bittiği noktada olup olmadığınızı kontrol ediniz. Eğer hala gücünüz varsa, o bitinceye kadar koşmanızı, soluğunuzun tükendiği noktada hiç ummadığınız bir yerden önünüze kapı açılacağını düşünmüyorsanız, hevanızın çukuruna düşmüşsunuz demektir. (Mustafa Çelik.Misak)

 

Lokman suresi.ayet.31. 32.de ise mealen şöyle buyurulmaktadır. *** (Denizde) onları gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman dîni yalnız kendisine has kılarak Allah’a yalvarırlar. Fakat o, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir kısmı orta yolu tutar, (birçoğu da inkâr eder). Zaten bizim ayetlerimizi (öyle) nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez. ***

 

Bu âyetlerden ve Hadisi  şeriflerden  anlaşıldığı gibi dua, insanda fıtrîdir ve özellikle sıkıntılı anlarda Allah’a dua etmek, sadece samimî olarak Allah’a inananlara has bir durum değildir. Allah’a ortak koşanlar da bu gibi durumlarda Allah’a yönelir ve O’na dua ederler. İnsanlar ne durumda olurlarsa olsunlar Rabbi ile başbaşa kaldıklarında Dua İbadetine sımsıkı yapışırlar…

 

Bir şekilde mutlaka hissetmiş ve duymuşuzdur: Dua ettikten sonra insan gönlünde bir ferahlık, huzur ve serinlik hisseder. İsteğinin yerine getirileceği konusunda ümidi artar. Bu yönüyle dua, insana bir şifa ve rûhî bunalımlara karşı koruyucu bir sağlık tedbiridir aynı zamanda. Bu nedenledir ki, dua etmeyen toplumlar rûhen çökmüş toplumlardır. Dua İbadetinden uzaklaşan insanlar daha çabuk Ruhi bunalımlara düşerler. İçine düştükleri sıkıntılardan Dua etmeden O yüce kapıya başvurmadan insan içinde o tatlı huzuru duyması neredeyse imkansızdır diye düşünüyoruz…

 

Bu sebeple dir ki; Ayet ve hadîslerde DUA İbadeti teşvik edilmiştir: Muminun suresi ayet. 60.da Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Rabbiniz, şöyle buyurdu: Bana dua edin, size cevap vereyim (duanızı kabul edeyim) ***

 

Peygamber Efendimiz de (sav) Tirmizi de kayıtlı olan bir Hadisinde mealen  şöyle buyurur: ** Allah katında duadan daha şerefli bir şey yoktur. ** İnancımız o dur ki;  Dua aynı zamanda bir ibadettir. „Dua ibadetin ta kendisidir. “ O halde dua sadece Allah’a yapılmalı, araya başka biri aracı olarak sokulmamalıdır. Nitekim namazın her rekâtında tekrar ettiğimiz Fatiha Sûresi’nde mealen şöyle buyuruluyor: *** Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz. ***

 

Beşer olan insan en şerefli ve en güzel surette  şekil ve kafa yapısı yani beyinsel olarak donanımlı bir şrkilde yaratılmıştır. Ancak ne surette olursa olsun Allahın kullarından istenecek yardım, onların güçleri dahilinde olan bir şey olmalıdır. Güçlerinin yetmediği bir şey onlardan istenemez. Hatta kulların güçlerinin dahilinde olan bir şeyin yapılmasını kendilerinden istediğimiz zaman bile asıl sebebin Allah olduğunu, O’nun dilemesi olmadan o şeyin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını bilmemiz gerekmektedir…

 

İnanıyoruz ki: Allah insana şahdamarından daha yakındır ve O’nun insana merhameti, bir annenin çocuğuna merhametinden çok daha fazladır. Bakara suresi ayet.186.da Rabbimiz mealen şöyle buyuruyor: ***Kullarım sana beni sorunca, haber ver ki, ben şüphesiz onlara yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim. *** Duanın muhteviyatı, Allah’tan istenen meseleyle ilgili olmalıdır. Meselâ yemek duası ayrıdır yolculuğa çıkıldığında yapılacak dua ayrıdır…

 

Birçok konuda Peygamber Efendimizden (sav) nakledilmiş olan güzel dualar mevcuttur. Kur’ân-ı Kerim’de geçmiş peygamberlerin duaları zikredilir. Yapacagımız dualar bu yazılmış ve bizlere kadar ulaştırılmış olan bu Dualarla yapılabilecegi gibi, Tabiidir ki; kişinin kendi gönlünden kopanın anlatımı da olabilir.

 

Ancak belli davranışlarda; meselâ kabir ziyaretlerinde, yemeklerden sonra, yataga yatarken, Abdest alırken,  yeni bir elbise giyerken, yolculuğa çıkarken, mezarların yanından geçerken, başımıza gelen iyi ve kötü olaylar karşısında hatta hatta tuvaletlere girerken bile Peygamber Efendimizden (sav) nakledilmiş dualarla dua etmek hem sünnet, hem de iç huzurumuzu temin etme açısından daha güzeldir diye inanıyoruz….

 

Dua  İbadetinde asıl olan: Dua eden kişi yapacagı duayı gönülden yapmalı, duasında iyi şeyleri isteyerek kendisi de o doğrultuda çaba sarfetmelidir. Kişi duasında samimiyetini tavırlarıyla da ortaya koymalıdır. Meselâ duasında Allah’ın emirlerine itaat eden samimi bir müslüman olmayı ifade ediyorsa, işinde, gücünde, tavır ve hareketlerinde, sözünde her an ve her zamanda Allaha yakın olma çabasında İhlaslı, samimi bir müslüman olma gayreti içerisinde olmalıdır. Süneni Tirmizide rivayet edilen, Bir hadis-i şerifte mealen şöyle buyurulmaktadır:** Biliniz ki, Allahu Teâlâ, kendisinden gafil bir kalbin duasını kabul etmez.**

Şüphesiz ki Allah insanın kalbinden geçenleri ve ihtiyaçlarını bilir. Ancak dil ile dua etmenin insanın kendisinin eğitilmesi konusunda etkisi vardır. Ayrıca dua Allah’ın bir emrinin yerine getirilmesidir, bir ibadettir. Kur’ân-ı Kerim’de Hak Teâlâ kendisine nasıl dua edileceğini kullarına öğretir, resûllerinin dualarını bize haber verir. Müminler önce bu dualara bakmak ve böyle dualarla Allah’ı zikretmek durumunda durumunda olurlarsa daha isabetli davranmış insanın iç huzurunu elde ederler. Mutlak surette ve  Gerçekten bilmediklerimizi bizlere  en güzel surette öğreten Allah’tır…

 

 

Rabbimiz Bakara sresi ayet.286.da mealen şöyle buyuruyor: *** Ey rabbimiz unutur veya hata edersek bizi sorumlu tutma… *** Enbiya suresi ayet.83.te ise mealen: *** Ya Rabbi, gerçekten benim başıma bela geldi. Halbuki sen merhametlilerin merhametlisisin.***

 

Kardeşlerim  sadece  sıkıntılı oldugumuz dönemlerde degil, sadece darda kaldıgımız zamanlarda degil her  vakit  ve  zamanda  dua  kulpuna  yapışmaya  gayret  edelim. Sıkıntı, ihtiyaç  ve  darlıgımız  bitince  dualarımızı da  bitirmiyelim, dua  ibadetini  unutmayalım. İnsanlar genelde Hastalandığı zaman gücünün kuvvetinin sınırını anlıyor, Allah’ın gücü ve kudreti yanında kendi  güçsüzlügünü  ve  acizligimizi  anlıyoruz,ama hastalığımız geçip sıhhate kavuştuktan sonra da bir daha hastalanmayacağımız  düşüncesine  kapılmayalım.

 

Fakirligimizde  yalvarıp  elimiz  bollaşınca Rabbimizi  unutanlardan  olmayalım. Servet  ve  şöhretimiz  bizleri  azdırmasın. Unutmayalımki  nice  yıkılmaz  sanılan  saltanatlar  dahi  zamanı  gelince  yerle  bir  olmuşlardır. Becerilerimize  ve  yeteneklerimize güvenerek   her  şeyi  ben  kazanıyoru  zannına  kapılmayalım. Her  zaman  ve  daima  Yaratıcımıza, Rabbimize  bizi  doyuran,  besleyen, yaşatan  ve  Bizi  bizden  daha  fazla  düşünene kullukta zaaf  göstermeyelim…

 

Allah’a inanan müslüman bilir ki sahip olduğu şeylerin tamamı Allah’tandır. Gücü, kuvveti, gençliği, enerjisi, aklı, fikri, malı mülkü, serveti, bilgisi, tecrübesi, makamı, rütbesi, hayatı, ölümü hepsi Allah’tandır. Allah  celle  şanuhu bütün bunları  bizlere  lütfetmeseydi  bizler  bu  degerlerin  hiç  birine ulaşamazdık. İnanıyoruzki bu  dünya  bir  imtihan  alanıdır ve  bütün  kazanımlarımız  bizlere bir  imtihan  vesilesidir.

 

Cenabı  hak  günü  geldiginde  hak  vaki  oldugunda  verdiklerininin  hepsini  geri  alacaktır. Kalıcı  olan  saltanat, güç  ve  kudret  yalnız her  şeyin  sahibi  olan  Allah  celle  şanuhunundur. Öyleyse  Müslüman şükretmekle, hamdetmekle mükellef  oldugunun  bilincinde  ve  şuurunda  olduguna inanacaktır. Bizler  akil  baliğ  oldugumuz  zamandan  itibaren  mükellefiyetimize  zarar  verecek  olan  her  türlü  yanlış  hareketlerden  kaçınmakla  mükellefiz. Günahlarımız,  hata  ve  kusurlarımız  için TEVBE kapısında  dua ve  niyaz  edelim  inşaallah Rabbim  bizleri  İmtihanı  kazananlardan  eylesin…

 

Allahım bizleri  hakkıyla  sana  kulluk  edenlerden  eyle. Bizleri haram  ve  günah  her  ne  varsa  mümkün  oldugu  kadar  sakınanlardan  eyle. Bizleri  gurur  ve  kibirine  maglup  olanlarda  eyleme. Bizleri  kendi  nefsinin oyuncagı  olanlardan  eyleme. Bizleri  hayırlı  olana,  müsbet  olana,  meşru  olana, senin  razı  olacagın  amellere  yönlendir. Bizleri  Kafirlerin, müşriklerin, zalimlerin ve  bid’at  ehlinin şerrinden  muhafaza  eyle. Bizlere  seni  sevenleri  sevdir. Bizleri  Ehli  sünnet vel  cemaata  sımsıkı  baglanalardan  eyle. Bizleri  senin  dosdogru  yolun  olan  sıratı  müstakimden  ayırma…Sen  her  seye  kadirsin  Allahım…Amin…

 

Sermedkadir…LU… 10.02.2016…

 

 

 

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.