FATIR  SURESİ  ÜZERİNE  NOTLAR…

Mekke döneminin ortalarında, müşriklerin Peygamber Efendimizi (sav) ve beraberindeki bir avuç Müslümanı yok etmek için her türlü zulme, her türlü şiddete başvurdukları, Müslümanların çok zor günler yaşadıkları bir dönemde nâzil olmuş bir sûredir FATIR Suresi… Bu Sure Adını birinci Ayetteki ilk kelimesinden almıştır. Bu surenin bir adı da MELAİKE Suresidir. Bu Sure Mekke’de nâzil olmuştur ve 45 âyeti kerimedir. Bu sohbetimizde İnşallah bizleri şeref zirvelerine çıkaracak, bizi Rabbimizden gelen bilgilerle bilgilendirecek bu sûreyi birlikte tanımaya anlamaya ve anlatmaya çalışacağız İnşaallah…

 

Fatır Suresi Ayet.1.de Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: ***Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediği kadar artırır. Gerçekten Allah her şeye kâdirdir…*** Bu ayetin Tefsirinde Hicazi diyorki:

Alemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah’a hamd olsun. Ululuk ve şeref O’na aittir. Kullarım öğretip te’dip ve terbiye etmek O’nun elindedir. Yalnız o güzel övgülere layıktır. Çünkü O, değerli işleri ve muazzam sanatları yapandır. Ö’nun adı mübarektir. Yücedir. Noksanlıklardan münezzehtir. Göklerin, yerin yaratıcısıdır. Benzeri olmayan Allah yoktan var edendir. O ilk yaratma fiilinin sahibidir. Bir şeyi İlk olarak yaratmaya muktedir olan zat, o şeyi yok ettikten sonra yeniden meydana getirmeye elbetteki muktedirdir. Melekleri ikişer, üçer, dörder, kanatlı varlıklar olarak yaratan da O’dur.

 

Bu ifadelerle meleklerin kanatlarının çok sayıda olduğu kastedilmektedir ki, kanatlarının sayısını ancak yüce Allah bilir. Evet böyle bir ifadenin kullanılmış olması, yaratıkların kendi idrakleri ile meleklerin hareket kuvvetlerini ve Allah’ın sınırsız kudretini düşünüp tasavvur etmeleri içindir. Allah, yaratıklarında dilediği miktarda fazlalaştırma yapabilir, onlarda sınırsız ve ölçüsüz denebilecek kadar fazlalık meydana getirebilir. Bizler bunu nasıl anlayabiliriz? Bizler çok cahil varlıklarız. Kendi nefsimizin mahiyetinden dahi habersiziz. Bize en yakın olan şeyi bile bilmiyoruz. Böyle olunca da Allah’ın yaratıklarında meydana getirdiği fazlalığı nasıl idrâk edebiliriz?

 

Her gün ilim, daha Önce bilmediğimiz yenilikleri ve fazlalıkları keşfedip ortaya çıkarıyor. Realite de bilmediğimiz hususlarla bizleri karşı karşıya getiriyor. Bizim bildiklerimiz, bilmediğimiz çok şeylerin sadece bir cüz’ünden ibarettir. Gayb alemini bilen yüce Allah, noksanlıklardan münezzehtir. Allah herşeyi yapmaya muktedirdir. Yaratıklarını görmekte ve onlardan haber almaktadır. Allah insanlara bir rahmet gönderecek oldu mu o rahmeti tutup durduracak yoktur. Allah en büyüktür, övgüler O’na mahsustur. Evet Cenabı Allah’ın göklerde veya yerde insanlara göndereceği bir ni¬meti durduracak ve geri çevirecek hiçbir varlık yoktur.

 

O’nun hükmünü reddedecek kimse yoktur. Yargısını engelleyecek bir varlık mevcud değildir. İşte müslüman kişi hayatında bu ilkeye sarılarak mutlu ve sakin bir hayat yaşamalıdır. Cenab-ı Allah’ın insanlara göndereceği bu rahmeti hiç kimse engelleyemez. Aynı zamanda onun alıkoyduğu nimeti de kullarına gönderebilecek güçte hiçbir varlık yoktur. Ayet-i kerimeye baktığımızda ne dakik bir kelime İle sona erdiğini görürüz. O güçlüdür. Hiç kimse tarafından mağlup edilemez. Hiçbir şey O’nu aciz bırakamaz. Hakimdir. Yaptığı her işi yerli yerince yapar. O rahmeti bir hikmete dayanarak gönderir.

 

Yine bir hikmete dayanarakta yanında alıkoyan O güçlüdür, hikmet sahibidir. Ey insanlar… Rabbinizin sayılamayacak derecede çok nimetlerini hatırlayın. Bu nimetleri lisanen ve kalben yadedin. Şükür ve hamd ile Rahman ve Rahim olan Allah’ı övgüde bulunarak yadedin. Ondan başka size nzık veren bir yaratıcı var mıdır? O, inkarcıların ortak koştuklarından çok yücedir. Kainatta gökten veya yerden size rızık veren başka bir Tanrı mevcut mudur? Allah korusun. O’ndan başka hiçbir tanrı ve yine ondan başka hakkıyla mabud yoktur.

 

Ey inkarcılar sizler imandan ve halis tevhid inancından şirke ve puta tapmaya nasıl çevriliyorsunuz? Halbuki putlar ne fayda, ne de zarar veremezler. Şaşıyorum size! Ey Muhammedi Eğer seni yalanlarlarsa sen, önce gelip geçmiş olan azim sahibi peygamberleri örnek al. Onlar da yalanlandılar. Çeşitli eziyetlere uğradılar. Fakat bütün bu zulümlere karşı dayandılar, sabrettiler. Çünkü Allah yolunda eziyete uğradılar. Herşey Allah’a döner. O, yalanlayıcıları ve kafirleri cezalandırır.

 

Peygamberlere tecavüzde bulunanları da, yaptıkları kötü işlerden ötürü azaplandırır. Allah nankörden ve kâfirden başkasını cezalandırır mı hiç. İşlerinizi düzene koyan ve dininin emirlerini yürüten yalnız Al¬lah’tır. Furkan Tefsirindeki bu güzel ifadelerden sonra Fatır Sûresinin konularını genel olarak şöyle özetleyebiliriz: Rabbimiz bu sûresinde Resûl-i Ekrem Efendimizin dâvetine karşı çıkan, var güçleriyle onu ve mesajını reddetmeye çalışan Mekke müşriklerini uyarmakta ve onlara rahmetinin, şefkatinin bir tezâhürü olarak İLAHİ bir nasihatçi, İLAHİ bir tebliğci olarak seslenmektedir. Ey insanlar, ne oluyor size? Neyiniz var? Size sizin hayrınız, sizin şerefiniz, sizin dünya ve ukba kurtuluşunuz için gönderilmiş olan bu elçime karşı nasıl davranıyorsunuz? Kendi menfaatinizi reddetmeye mi çalışıyorsunuz? Kendi cehenneminize mi hazırlıyorsunuz.

 

O, tüm gücüyle sizi dünya ve âhiret saadetine çağırırken, siz ona karşı insanlık dışı tavırlar takınıyorsunuz. Ama şunu kesin olarak bilin ki, siz ona hiçbir şey yapamazsınız. Siz ne yaparsanız kendinize yaparsınız. Vazgeçin bu insanlık dışı davranışlarınızda da onun sözlerini bir kere dinlemeye çalışın. Dinlemeden, kulak vermeden, anlamadan reddediyorsunuz. Onu bir dinleyin, sonra da şu benim yarattığım kâinata bir bakın. Şu benim kurduğum kâinat nizamına bir bakın. Şu âyetlerimde şirke bir delil bulabiliyor musunuz? O peygamber size bir gün gelip dirilecek ve yaşadığınız bu hayatın hesabını vereceksiniz diyor.

 

Şu kâinatta işleyen hadiseler onun dediğini ispatlamıyorlar mı? Her şey bir gün gelip ölmüyor mu? Ölenlerden geri gelen, haber getiren var mı? Çevrenize hiç bakmıyor musunuz? Kış mevsimi ölümlerinden sonra tekrar dirilttiğim varlıklar size bu konuda hiçbir şey anlatmıyor mu? Bu kâinatta her şeyin kendi aslına rücû ettiğinin farkında değil misiniz? O halde ölümünüzden sonra sizin tekrar dirilişiniz neden mümkün olmasın? Bu dünyada iyiliğin kötülükten, hakkın bâtıldan, tertemiz şeylerin pis olanlardan daha güzel olduğunu akıllarınız almıyor mu?

 

Kötülerin, kötülük yapanların, zulmedenlerin bu yaptıklarının yanlarına kâr kalması, hesabının sorulmaması sizce akıllıca bir şey midir? İyilerin iyiliklerine karşı mükâfatlandırılıp, kötülerin de kötülüklerine karşılık cezalandırılmaları daha aklî ve daha makul değil mi? Eğer bu akılsızca tavırlarınızı sürdürüp peygamberimin çağırdığı ilkelere kayıtsız kalmaya devam ederseniz kesinlikle bilesiniz ki sonunda kaybedenler sizler olacaksınız. Değilse benim elçime verebileceğiniz hiçbir zarar yoktur. Kılına bile dokunamayacaksınız onun denilerek bir taraftan peygamber efendimize teselli ve güç verilirken, diğer taraftan karşısındakilere tehditler oluşturulmaktadır.

 

Peygamberim, sen görevine devam et, sen hiçbir zaman bu adamların hidâyetinden sorumlu değilsin. Sen sadece benin gönderdiklerimi duyurmakla, tebliğ etmekle yükümlüsün buyurulmaktadır. Mü’minler için de imanlarını ve cesaretlerini artırıcı beyanlarda bulunulmaktadır. Allah’ın insanlara sünneti, nimetleri, varlığının ve büyüklüğünün delillerine ait tabiattan hatırlatıcı âyetler, küfredenlerle iman edenlerin karşılaştırılması, şeytan, melekler, mü’minler için yeni bir hayat ve düzenin ilkeleri, sıkıntıların sonu, âhiret, kozmoloji, yaratılış gibi hususları konu edinmektedir.

 

Fatır Sûresinde varlık âleminin sırlarından, dış dünyadaki ibret alınacak âyetlerden, sayısız nimet, hikmet ve yüceliklerden söz edilmekte, Allah’ın varlığı ve birliğine delâlet eden işaretlerden misaller verilmektedir. Sûre, bütün insanları uyarmakta, inanca ve kurtuluşa ilişkin doğru bilgilenmeyi sağlamaktadır. Allah Celle şanuhu, gökleri ve yeri yaratan, iki üç türde kanatlı melekleri elçiler kılandır. Allah, her şeye kâdirdir. Bizler, sadece onların Allah’ın uçan çeşitli kanatlara sahip hizmetçileri olduğunu anlıyoruz. Allah’ın insanlara verdiği rahmeti hiçbir şey önleyemez.

 

O, azizdir, hâkimdir. Dilediği gibi açar, kapatır, kısaltır, uzatır. O, her an dilediği gibi yaratır, yarattığını artırır. O, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir. O’nun sayısız nimetlerine bakın da, sizi kimin yarattığını görün. Allah’ın nimetleri alabildiğine meydandâdır. İnsanlar, bu nimetleri her an görüyor, hissediyorlar fakat, basiretleri bağlananlar, artık bunları göremiyor, bile bile nankörlük ediyorlar. Allah’ı gereği gibi de-ğerlendiremiyorlar. İnsan, bu yüzden çok zâlim, çok câhil, çok nankördür. Dünya hayatı aldatıcıdır. Şeytan da Allah’ın affına güvendirerek aldatır.

 

Yâni şeytan ve şeytanın yandaşları, insanlara „Allah yoktur veya Allah’ın bu dünya ile ilgisi yoktur yahut Allah vardır ama, vahiy ve risalet uydurmadır…“ gibi hileli akıl yürütmelerde bulunurlar. Veya „Allah, çok affedicidir; ne yaparsanız, yapın, affeder“ derler ve İslâm’ın davetine aldırmazlar. Halbuki Allah’ın vaadi haktır. Şeytan bir düşmandır; öyleyken, siz de onu düşman görün. İnananlara mağfiret ve büyük mükâfat var, inkârcılara da azap…

Kötü işi kendisine güzel gösterilip de, onu güzel gören kimse, kötülüğü hiç işlemeyene benzer mi? Helâk ve hüsran içinde, nefsini beğenip gurura kapılarak, kendini her zaman emin sanmakla en büyük tehlikeye sürüklenen sapıkların alnına dalâlet mührü vurulmuştur. O yüzden onlara üzülmek gereksizdir. Çünkü Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.
Onlar için kötülük doğaldır, fıtratları bozulmuştur buyrulur. Fatır Suresinin Tefsirinde Zuhayli Rahmetullahi aleyh Tefsiri Munir adlı değerli eserinde şu ifadelere yer veriyor:

„Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı (şeytan) sakın sizi Allah (affeder temennisi) ile aldatmasın.“ Ey bütün beşeriyet! Şüphesiz Allah’ın diriliş ve ceza vaadi hiçbir şüphe olmayan, değişmez ve kesin bir haktır. Bu vaad hiç şüphesiz gerçekleşecek¬tir. Dolayısıyla ahiret ameli yerine dünyanın ziynetleri, nimetleri ve lezzet¬leriyle oyalanma. Şeytan seni Allah affeder temennisi ile aldatmasın. Böyle¬ce sizi evhamlar ve tatlı ümitler içinde yaşatır ve size şöyle der: Allah rah¬metinin genişliği sebebiyle sizi bağışlar ve sizi mağfiret eder. Neticede masiyetlerde ayağınız kayar ve aykırı davranışlar içerisinde aşırılıklara düsersiniz.

 

Zira o şeytan çok aldatıcı, çok yalancı ve çok iftiracıdır. Bu ayet Lokman suresinin sonundaki diğer ayet gibidir. „Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan sakın sizi Allah (affeder temennisi) ile aldatmasın.“ Allah Tealâ daha sonra şeytana aldanmamanın sebebini beyan etti. Bu sebep İblis’in Âdemoğluna düşmanlığı idi. Cenab-ı Hak şöyle buyuru-yordu: „Şüphesiz ki şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman edinin.“ Yani şeytanın size olan düşmanlığı eskiden beri umumi ve gayet açık bir düşmanlıktır. Siz de ona açıkça düşmanlıkta bulunun. Ona muhalefet edin ve sizi aldattığı şeyde Allah’a itaat etmek suretiyle onu yalanlayın.

 

Allah Tealâ’ya isyan olan şeylerde ona itaat etmeyin. Allah Tealâ bundan sonra şeytanın gayesini zikrederek şöyle buyurdu: „O kendi taraftarlarını ancak cehennemliklerden olmaya çağırır.“ Yani şeytan sizi saptırıp kendisiyle birlikte daimî şiddetli cehennem azabına girmeniz amacını gütmektedir. Tirmizî, Neseî ve İbni Hıbban’ın Abdullah b. Mes’ud’dan Peygamberimiz (s.a.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: „Ademoğuluna şey¬tanın ilhamı ve meleğin ilhamı vardır. Şeytanın ilhamı kötülük işleme ve hakkı yalanlama ilhamıdır. Meleğin ilhamı ise hayır işleme ve hakkı tasdik etme ilhamıdır.“ Allah Tealâ bu ayetten sonra şeytan hizbi ile Rahman hizbinin göreceği karşılıkları belirterek şöyle buyurdu: „İnkâr edenler için şiddetli bir azap vardır.“

 

Yani Allah’ı ve Rasulünü ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler ve şeytanın vesveselerine tâbi olanlar için cehennem ateşinde şiddetli bir azap vardır. Zira bunlar şeytana itaat etmiş ve Rahman’a isyan etmişlerdir. „İman edip salih ameller işleyenler için de, büyük bir ecir ve mağfiret vardır.“ Yani Allah’ı, Rasulünü ve ahiret gününü tasdik edenler, ilâhî emirlere tâbi olma, nehiylerden kaçınma, şeytana ve nefsî arzulara muhalefet etme gibi salih ameller işleyenlere iman, amel-i salih ve hayır işleme sebebiyle günahları için mağfiret ve büyük bir ecir -yani cennet- vardır.

 

Cenab-ı Hak bundan sonra bu iki sınıf arasındaki farkı, kötü amel işleyenlerin iyi amel işleyenler gibi olmayacağım beyan ederek şöyle buyurdu: „Kötü ameli kendisine şirin gösterilip de onu güzel gören kimse, güzeli güzel gören kimse gibi midir?“ Yani kötülük işleyenle iyilik işleyen nasıl eşit olabilir? Şeytanın şirin göstermesi ve çirkini güzel göstermesi sebebiy¬le çok iyi yaptıklarına inanarak küfür, putperestlik ve isyankârlık gibi kö¬tü ameller işleyen bu suçlu kâfirlerin hidayet üzere olan ve hak üzere olduklarını gayet iyi bildikleri kimseler gibi olabilir mi? Kötü ameli kendisine şirin gösterilen kimse ifadesiyle anlatılmak istenen, Kureyş kâfirleri ve benzerleridir…(Tefsiri Münir)

 

Fatır Suresinde Peygamber efendimize (sav) ve onun şahsında biz müslümanlara bir teselli ve uyarı yapılmaktadır. Hakkı yalanlayanlara üzülme, nasıl olsa Allah, onların hal ve gidişini biliyor. Hidâyet ve dalâlet Allah’ın elindedir (Ey, Resulüm!), eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önceki peygamberler de yalanlanmıştır. Bütün işler Allah’a döndürülür. Allah, rüzgârları gönderir, onlar da bulutlan kaldırır. Biz, bulutlan ölü bir yere sürüp, onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz.

 

İşte, ölümden sonra dirilme böyledir. İman etmek isteyen için deliller ortadadır, sapıtmak isteyen, açık delillere rağmen sapıtır. Ancak gâfiller, âyetlerden yüz çevirirler. Onların ibret alacakları akılları bile yoktur. İzzet ve kudret isteyen, bilsin ki, kudret, bütünüyle Allah’ındır. Güzel sözler O’na yükselir, sâlih amel de güzel sözleri yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenlere ise şiddetli bir azap vardır. Ve onların kurdukları tuzaklar hep boşa çıkar…

 

Bilinmelidir ki; Toplumların câhiliye geleneğinin ileri gelenleri hep büyüklenmişler ve peygamberlerin davetini hor görerek, kendilerinden izzet ve şerefin gideceği endişesiyle iman etmemişlerdir. Halbuki, onların iman etmemekle zaten izzetleri kalmamıştır. İnsanları zillete düşüren kendi hırs ve şehvetleriyle, korku ve boş hayalleridir. Bunların üstüne çıkabilen, izzete kavuşmuş demektir. Ve onu hiç kimse zelil edemez. İzzet, Allah’ın önünde korkuyla, haşyet ve takva üzere bulunmak, her hâlükârda O’nu anmaktır. Bâtıl sözle, hak sözü susturmak isteyenler, hiçbir zaman başarı kazanamamışlardır.

 

Fatır Suresinde beyan edilen ifadelerden bazıları şöyledir kısaca: Allah, sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı. O’nun bilgisi olmadan, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Gerçekten bu, Allah’a göre kolaydır. İki deniz bir değildir. Şu; tatlıdır, susuzluğu keser ve içimi kolaydır. Şu da tuzlu ve açıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz ve ta-kınmakta olduğunuz süs eşyalarını çıkarırsınız. O’nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için gemilerin denizde suları yara yara akıp gittiğini görürsün.

 

İnsanın topraktan, sonra nutfeden çift yaratılıp, hiçbir dişinin O’nu bilgisi olmaksızın gebe kalmadığı ve doğurmadığı, ömürlerin süresinin bir kitapta yazıldığı, tatlı ve acı sularıyla iki deniz, suları yararak ilerleyen gemi. Gece ile gündüzün ardarda gelmesi, güneş ve ayın belirli bir süreye kadar akıp gitmeleri, hep Allah’ın düzenleridir. İşte, bunları yaratıp düzene koyan Allah’tır. Sizin ilahlarınız ise, bir çekirdeğin incecik zarını bile yaratamaz; onlar, dualarınızı işitmezler, işitmiş olsalar bile cevap veremezler. Kıyamete, onlar, sizi tanımazlar.

 

İnsanlar Allah’a muhtaçtır, Allah ise Ganidir (her şeye sahip, hiçbir şeye muhtaç değil), Hamiddir yani övülmeye lâyıktır. O dilerse, sizi yok eder, yerlerinize yepyeni insanlar yaratır, bu onun için zor değildir. O halde küfre düşmeyin. Herkes kendi günâhlarından sorumludur. Kimse kimseye „dininden vazgeç, günâhına ben kefilim“ diyemez. Kıyamette herkes birbirinden kaçacaktır. Ancak sonuç itibariyle herkes aynı olmayacaktır. Körle gören; karanlıkla aydınlık; gölgeyle sıcaklık; dirilerle ölüler bir değildir. Mü’minle kâfir de bir olamaz.

 

Peygamber ancak tebliğ eder, gaybla korkutur korkanlar da namaz kılanlar, nefislerini tutanlardır. Her ümmet, geçmişte aynı durumları yaşamıştır, sizler de farklı değilsiniz. Hakkı inkâr edenleri Allah nasıl helâk etmiş, yeryüzünde onlardan kalanlara bakın da ibret alın. Acıklı bir şekilde mahvolanlara her zaman mutlaka bir uyarıcı gelmiştir, ancak onlar, O’nu reddetmişlerdir. Rabbimiz Fatır Suresi ayet. 24.de mealen şöyle buyurmaktadır:***- Muhakkak ki biz seni hak ile hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet de yoktur ki, içlerinde bir uyarıcı geçmiş olmasın…***

 

Ömer Nasuhi Bilmen Rahmetullahi aleyh diyorki: Evet.. Ey Son Peygamber!, (şüphe yok ki, biz seni) Ehli imân için (bir müjdeleyici) gönderdik. Sen mümin kulları cennetlere, ilâhi lütuflara kavuşacaklarını müjdelemeye memursun, (ve) Seni (bir korkutucu olarak gönderdik) küfr ve isyanı işleyip duranları da cehennem ile, kahr ile korkutmaya memur bulunmaktasın. Senin peygamberlik vazifen bundan ibarettir, sen de bu vazifeyi ifaya muvaffak oluyorsun, artık kalben rahat alabilirsin, (ve hiçbir ümmet yoktur ki, illâ içlerinden bir korkutucu gelip geçmiştir.)

 

Evet.. Vaktiyle insan cemiyetlerini irşada, ilâhi azaptan korkutmaya memur Peygamberler ve onların vârisleri olan ehli ilm ve irfan gönderilmiştir, hepsi de gerçeğe uygun, Allah’ın rızasına muvafık bir şekilde delil ile donatılmış olarak ümmetlerini aydınlatmaya, yükseltmeye çalışmışlardır. Şimdi bu ümmet hakkında da bu İRŞAD vazifesi, daha mükemmel, daha yüce delillere dayanmış bir şekilde yapılmıştır. Artık kendileri güzelce düşünmelidirler.(Ö.N.Bilmen Tefsiri Alisi)

Allah, gökyüzünden su indirir; o suyla renk renk meyveler çıkar. Sayısız varlıklar yaratmıştır. Aynı toprak ve sudan farklı, çeşit çe-şit, değişik tat ve biçimlerde meyvelerin çıkışının anlamını hiç düşünmüyor musunuz? Bu muazzam düzenin arkasında kim var? Hiç akletmiyor musunuz? Dağlardan beyaz, kırmızı, siyah çeşitli madenler çıkar. İnsanların renkleri çeşitlidir; diğer canlıların ve hayvanlarında. İşte, kulları içinde Allah’tan ancak âlim olanlar korkar.

 

 

Allah’ın hikmetine, Kahhârlığına ve Cebbarlığına ne kadar vakıf olmuşsa, O’ndan öylece korkulur. Allah’ın en yüce sıfatlarını bilmeyen câhildir. Alim, Allah’tan çok korkan demektir. Allah, çok bağışlayıcıdır. Zâlimlere bile mühlet verir, hemen yok etmez. Allah’ın kitabını okuyup, dosdoğru namaz kılanlar ve rızıklarından infak edenler, öyle bir ticâret yapmışlardır ki, Allah, kesinlikle onları zarara uğratmaz, üstelik ecirlerine noksansız karşılık verdiği gibi, ayrıca kendi fazlından da artırır. O, çok affedici, amelleri takdir edendir…

Rabbimiz Fatır Suresi ayet.28.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Yine insanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da türlü renklileri vardır. Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar. Şüphe yok ki Allah çok güçlüdür. Hüküm ve hikmet sahibidir…*** Bu ayetin tefsirinde Seyyid Kutub Rahmetullahi aleyh diyor ki: „Allah’dan asıl korkanlar O’nun Alim kullarıdır.“ Kur’an’da okuduğumuz KAİNAT kitabının sayfaları, o kitabın tüm sayfalarının sadece bir bölümüdür. Alimler bu şaşırtıcı kitabın sırlarını araştıran kimselerdir. O yüzden onlar yüce Allah’ı hakkı ile bilirler.

 

O’nu sanatının eserleri ile bilirler, gücünün eserleri ile kavrarlar, yaratıcılığının mahiyetini gördükleri için, O’nun ululuğunun gerçek anlamda bilincine varırlar. Bundan dolayı O’ndan gerçekten korkarlar, gerçekten sakınırlar ve O’na gerçekten kulluk ederler. Onların kulluğu evrenin görkemi karşısında belirsiz bir heyecana kapılan kalbin geçici duygusallığına dayanmaz; ayrıntılı bilgiye ve dolaysız tanımaya dayanır. Bu sayfalar KAİNAT kitabından derlenmiş seçme sayfalardır. Gördüğümüz çarpıcı renkler de yaratılış sanatının sadece birkaç örneğidir. Geride kalan sayfaları ve öbür örnekleri ancak bu kitabı sürekli araştırma alanı olarak seçen bilginler kavrayabilirler.

 

Fakat bu bilgi gerçeğe erdirici olmalıdır; kalbi uyarmalı ve harekete geçirmelidir. Kalp, bu bilgi sayesinde yüce Allah’ın şu çarpıcı evrende işleyen yaratıcı, yoktan var edici koordine edici ve renk verici elini görmelidir. Anlaşılan güzellik, şu evrenin yapısına işleyişine özellikle yerleştirilmiş, bilerek konmuş bir unsurdur. Varlıkların güzellikleri yolu ile fonksiyonlarını yerine getirmeleri bu güzellik unsurunun vazgeçilmezliğini, varlığının gerekliliğini kanıtlar. Meselâ çiçeklerin çarpıcı renkleri, saldıkları özel kokunun etkisi ile birlikte arıları ve kelebekleri kendine çeker.

 

Arıların ve kelebeklerin çiçeklere yönelik görevleri döllenmiş tozları taşıyıp çiçeklenme olayını sağlamaktır. Böylece çiçekler güzellikleri yolu ile görevlerini yapmış olurlar. Erkekte ve dişideki güzellik karşı cinsi kendine çeker. Bu da karşıt cinslerin fonksiyonlarını yerine getirmelerini sağlar. Böylece varlığın fonksiyonu, onun güzelliği sayesinde gerçekleşmiş olur. Evet, şu Kainatın yapısında ve işleyişinde amaca dayalı olan bir unsurdur. Bundan dolayıdır ki, yüce Allah’ın insanlara indirdiği Kitap, gözlemlere sunulan kitabın güzelliklerine dikkatlerimizi çekiyor.

 

Ayetin son cümlesini okuyalım: „Allah üstün iradeli ve bağlayıcıdır.“ Üstün iradelidir; hem yaratmaya, hem de Mükafat, ödül ve ceza vermeye gücü yeter. Bağışlayıcıdır; sanatının çarpıcı örneklerini görüp durdukları halde, O’nun korkusuna kalplerinde yeterince yer vermeyenlerin günahlarını af silgisi ile siler…(Seyyid Kutub.Fi zilal)

 

Kur’an-ı Kerîm, öncekileri doğrulayıcıdır. Ve Vahiy, gerçeğin ta kendisidir. Allah’ın büyük fazlı iyilik için çalışanlara ve birbirleriyle iyilikte yarışanlaradır. Bunlar, cennete gireceklerdir. Allah, müslümanlar hakkında şu buyruklarıyla bilgi vermektedir: „Sonra da Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır. İşte bu büyük fazlın kendisidir. Adn cennetleri onlarındır, oraya girerler, orada, altından bileziklerle ve zincirlerle süslenirler.

 

Orada, onların elbiseleri de ipektir. Derler ki: Bizden hüznü giderip, yok eden Allah’a hamd olsun. şüphesiz Rabbimiz gerçekten bağışlayıcıdır. Çünkü kabûl edendir“ (32-34) Onlara orada bir yorgunluk ve bıkkınlık yoktur. Fatır Sûresinde Müslümanların üç grup oldukları anlatılır: 1- Kendi nefislerine zulmedenler: İman etmiş, ama günâhkârdırlar. İmanları zayıftır, dini uygulamada zaafları vardır. 2- Orta yoldakiler: İman ile ameli orta yolda gerçekleştirmeye çalışanlardır. Ancak tam manasıyla teslim olmamışlardır; gevşektirler. 3- Sadece iyilik yapanlar: Bunlar, muttakiler, kendilerini sonuna kadar Allah’a teslim etmiş kimselerdir. İyilik için yaratılmışlardır. Kitaba tam manasıyla varis olmuş, fedakâr insanlardır. Günâhlardan kaçarlar, tövbeleri nasuhtur.

 

Fatır Suresini Tefsir eden, Müfessirler, sadece son grubun cennete gireceğini. Örneğin, Zemahşerî ve Fahruddin er-Râzî, hayırlarda yarışanların Adn cennetine gireceğini söylerken, çoğunluk ise hesaba çekilsin çekilmesin bu üç grubun cennete gireceği anlamını çıkarmışlardır. Onlar, Resulullah’tan Ebu Derda (r.a.)’ın şu rivâyetini delil göstermişlerdir: ** İyilikte ileriye gidenler ve başarıya ulaşanlar, kendilerine hiç hesap sorulmadan Cennet’e gireceklerdir. Orta yolu tutanlar, hesaba çekileceklerdir ama, hesapları kolay olacaktır. Diğerleri, yani nefislerine zulmedenler ise hesabın sonuna kadar bekletilecekler ve daha sonra Allah onlara rahmet edecektir. Böylece onlar da cennete girecekler ve ‚Bizi sıkıntıdan ve kederden kurtaran Allah’a hamd olsun ‚ diyeceklerdir…**

 

Rabbimiz Fatır Suresi ayet.32.te mealen şöyle buyurmaktadır: ***Sonra bu Kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bırakmışızdır. Onlardan kimi kendine yazık eder, kimi orta davranır, kimi de Allah’ın izniyle, iyiliklere koşar. İşte büyük lütûf budur…*** Rabbimiz kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bıraktık. Kullarımızdan süzdüğümüz, seçtiğimiz kimselere miras kıldık. Allah’ın kitabı mirastır. Allah, kulları arasından seçtiklerine kitabını miras bırakıyor. Müslümanlar, kullar arasından seçilenler, süzülenlerdir. Çünkü onlar şu anda kitaba varis olan, kitaba sahip çıkan hayru’l-beriyye olanlardır. Kâfirler ise şerru’l-beriyye’dirler, mahlukâtın en şerlileridirler.

 

Rabbimiz böyle habis düşünceli, kötü niyetli olanların içinden, kitabına varis olacak tayyipleri seçip çıkarmıştır. Allah’ın peygamberleri bize miras olarak mal mülk bırakmamışlardır. Onların bize bıraktıkları sadece vahiy, kitap, ilim, Allah bilgisidir. Kur’anı kerim de Allahın Rasulu tarafından bize bırakılmış bir mirastır. Öyleyse mirası Allah’ın istediği şekilde değerlendirmek zorundayız. Mirasyedi olmamalıyız. Mirasın hakkını yerine getirmek zorundayız.

Kur’amnı kerimi okumamız gerekiyorsa okuyarak, anlamamız gerekiyorsa anlayarak, uygulamamız gerekiyorsa uygulayarak, başkalarına duyurmamız gerekiyorsa duyurarak mirasa sahip çıkmalıyız. Her mirasın belli bir hakkı, belli bir sorumluluğu vardır… Kitabı okuyacak, anlayacak, uygulayacak, hayatımızı onunla düzenleyecek ve onu diğer insanlara ulaştıracağız. Böylece kitabın hakkını vermiş olacağız İnşaallah…

İnanıyoruz ki; Nefislerine zulmedenler… Kendi kendilerine zulmedenler… Kendi kendilerine yazık edenler… Kendi kendilerini boşa harcayanlar, Kitaba varis oldukları halde miraslarına sahip çıkmayanlar, miraslarını har vurup harman savuranlar, mirası gereği gibi değerlendiremeyenler… Kitabı okuyup, anlayıp amel etmeyenler… Mirasları olan kitaptan habersiz bir hayat yaşayanlar… Müslüman’da olsalar kitaplarıyla ilgisiz bir hayat yaşıyorlarsa bu mirastan hak iddia edemeyeceklerdir.

 

Rabbimiz Bakara Suresi ayet.269.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah dilediğine hikmet verir. Kime hikmet verilirse ona çok hayır verilmiştir. Ve bunu ancak akıl sahipleri anlar…***Tefsir ulemasına göre; Buradaki hikmet kitaptır; kitap bilgisi, kitap anlayışıdır denilmiştir. Öyleyse hikmet-i bâliğa olan kitabı öğrenme ve onu insanlara duyurma konusunda en önde olanlardır bunlar. Kitapla beraberlik konusunda herkesi geçenlerdir bunlar. Şükürde, kullukta, takvada, teslimiyette en önde olanlar, Allah’ın dinini yaşama ve uygulama konusunda, sabırda, tevekkülde en öndedirler.

Allah’ın izniyle tüm hayatlarında birincilik payeleri vardır bunların. Ya da Allah’ın izin vermiş olduğu, Allah’ın belirlemiş olduğu hayırlarda, yasal işlerde, meşrû işlerde en öne geçenlerdir bunlar. Şimdi dönelim sorgulayalım kendi kendilerimizi. Acaba biz hangi konuda birinciyiz? Allah’ın izin verdiği, Allah’ın belirleyip yasallaştırdığı konularda mı birinciyiz, yoksa başka şeylerde mi? Allah’ın hayırlı dediği konularda mı birinciliğimiz var, yoksa başka şeylerde mi birincilik peşindeyiz? Allah için bunu bir gözden geçirelim. Çünkü âyetin sonunda Rabbimiz buyuruyor ki; İşte bu en büyük lütûftur, en büyük başarıdır, en büyük kurtuluştur. İşte bu cennetin anahtarıdır.

 

 

Müslümanlara için and cennetleri varsa bilinmelidir ki; Kâfirler için de cehennem ateşi vardır. Zira onlar nankördürler. Cehennemde onlar şöyle çığlık atarlar: „Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızı bırakıp salih ameller işleyelim.“ Allah, buyurur: Size dünyada öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Hem size uyaran da gelmişti. Ama siz inkâr ettiniz. Öyleyse tadın azabı, artık zâlimlere kurtuluş yok…Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Şayet bir kimse kısa bir ömür yaşamışsa, onun için küçük bir özür söz konusudur. Ancak altmış yıl ve daha fazla yasamışsa, artık onun için hiçbir özür ileri sürme imkanı yoktur…** (Ali Küçük)

 

 

Allah, şüphesiz göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçekten o sinelerin özündekini bilir. Yeryüzünde sizi halifeler kılan O’dur. Öyleyse kim küfre saparsa, artık küfrü kendi aleyhindedir. Allah’a ortak koştukları şeyler, yerde bir şey mi yaratmışlar? Yahut gökte ortaklıkları mı var? Yoksa onlara bir kitap verilmiş de, onlar bunun için apaçık bir belgeye sahiptirler? Hayır, zulmetmekte olanlar, birbirlerini aldatmadan başkasını vaad etmiyorlar. Allah, gökleri ve yeri zevâl bulurlar diye her an kudreti altında tutar. Andolsun eğer onlar, zevâl bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz o, halım olandır, bağışlayıcıdır.

 

Kendilerine azapla korkutucu bir peygamber gelirse, Allah’a herhalde diğer ümmetlerden herhangi birinden daha çok doğru yolu tutacaklarını ahdetmişlerdi. Fakat onlara gerçekte azapla korkutan geldiğinde bu, onların haktan uzaklaşmalarından, nefretlerini artırmaktan başka bir şey olmadı. Demek ki, onlar, bile bile yalan ve iftira da atabiliyorlar. Çünkü amaçlan yeryüzünde büyüklenmektir. Ama bak, sonları ne oldu, ne olacak?.. Birbirlerini aldatıp, gaflete düşerek, hiç bir faydası olmayan gurur içinde hayatlârını boşâ geçirdiler.

 

 

Onların yerdeki akıbetlerine baktığımızda, göğe de bir bakın. Alabildiğine uzanan şu uzay boşluğu ve serpiştirilmiş yıldızlara bakın, hepsi nasıl bir düzenle kendi etrafında dönüyorlar. Kalpleriniz katılaşmadıysa, onları böyle intizamla düzenleyenin kim olduğunu anlarsınız. Bu şaşmaz nizam bir bozulsa, Allah’tan başka onu düzeltebilecek kimse var mı? Hakikaten Allah, Halîmdir, Gafur’dur. Suçluları hemen cezalandırmıyor, onların yüzünden bu aleme son vermiyor, hâlâ fırsat tanıyor. İşlenilen her günâhtan dolayı insanları sorguya çekmiyor. Hâlâ bilmeyecek misiniz?

 

Dünya, hayat ve insana ait ne varsa, hikmetsiz, abes, saçma, gelişigüzel bir akıp gitme değildir. Bilin ki, sizin, günlük hayatınızın hayhuyunda gaflet içinde olup görmeseniz de, her şey bir düzen içinde akıp gitmektedir. Tarihin, toplumun, insanın, evrenin anlamını kavramanız için yeryüzünü gezin, dolaşın, bir bakın öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş… Ki, onlar, öncekilerden daha kuvvetliydiler. Bakın Firavun’un cesedine, tatlı ve tuzlu suların görünmez sırlarına…

 

Ancak ne göklerde, ne yerde hiçbir şey Allah’ı aciz bırakamaz. Şüphesiz ki O, hakkıyla bilen, her şeye kâdir olandır. Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen sorguya çekseydi, yeryüzünde bir tek canlı bırakmaması gerekirdi. Fakat onları belli bir süreye kadar erteler. Nihayet vakitleri gelince gerekeni yapar. Doğrusu Allah, kullarını görmektedir. O kullar bu kadar nankörken, yüce Allah, yine de fır-sat ve imkânlar verir. İyilik yapıp, çirkinliklerini örtmeleri için. Rabbinin şanı ne yücedir. Her şeyin mülkü, tasarrufu O’nun elindedir. Siz, ancak O’na döndürülüp, götürüleceksiniz.

 

Fatır Suresinin son ayetleri işte böylesi Müstekbirlerden bahsederek sona ermektedir. Yeryüzünde istikbar edip büyüklük taslıyanların hâl ve tavırları belirtilerek Sure son bulmaktadır…Şöyle ki; İstikbar aslında küçük olanın, küçük olduğunu bilen insanların büyüklük taslaması, çalım satması anlamına gelir. Kendisinde herhangi bir konuda bir takım değerlerin olduğuna inanan bir insanın istikbara, çalım satmaya ihtiyacı olmaz. Kâfirler, Allah’ın âyetlerini bildikleri halde, içlerinde, vicdanlarında o âyetleri duydukları halde o âyetlere karşı çıkmaları kendilerinde bir küçülme, bir aşağılanma meydana getiriyor.

 

İşte bunu kapatabilmek, içlerindeki bu kompleksi bastırabilmek için istikbara, büyüklenmeye, kibirlenmeye çalışıyorlar ve kötü dolaplar çeviriyorlar. Allah’a, Allah’ın âyetlerine, Allah’ın elçilerine, Allah’ın sistemine ve sistemin mü’minlerine karşı kötü dolaplar, pis komplolar çevirmeye çalışıyorlar. Allah’ı atlatabileceklerini, Allah’ı yenebileceklerini, aciz bırakabileceklerini zannediyorlar. Fakat çevirdikleri tüm dolaplar kendi başlarına çalınıyor. Kötü dolaplar ancak sahiplerini kuşatır, buyuruyor Rabbimiz… Şurası bir gerçektir ki; Tarih boyunca, yasası gereği Rabbimiz elçilerine evet diyenleri, elçilerine itaat edenleri kesinlikle kurtarmış, aksi davranışta bulunanları da helâk etmiştir.

 

Tarihe bakılırsa Allah’ın elçilerini kabul edenler hep hakim, ötekilerse hep helâk olmuşlardır. En azından isyan içinde olanların egemenlikleri ellerinden alınmıştır. Allah’ın yeryüzünde işleyen yasası işte budur. Bu yasaya bedel getirmek mümkün değildir. Sadece bu yasa değil, Allah’ın her yasası böyledir. Hiçbir yasanın bedeli yoktur. Meselâ Allah celle şanuhu buyuruyor ki; Müslümanlar kardeştir. Müslümanlar Allah’ın istediği gibi kardeş oldukları zaman, Allah’ın yasalarına riâyet ettikleri zaman, yeryüzünde gerçek İslâm ümmeti gerçekleşecek ve Müslümanlar kesinlikle İslâm izzet ve şerefine ulaşmış olacaklardır.

 

Ama ne zaman ki insanlar bu Allah yasasına bir bedel getirirler, İslâm kardeşliğini terk edip onun yerine ırkçılık, milliyetçilik gibi İslâm dışı bir takım anlayışları hakim kılmaya kalkışırlar, “Türkler üstündür”, “Kürtler üstündür”, “Araplar üstündür” diyerek bir kısım sun’î sınırlarla birbirlerinin arasını ayırmaya kalkışır, Allah yasasına bir bedel getirmeye çalışırlarsa, o zaman işte şu anda gördüğümüz duruma düşecekler, İZZET ve şereflerini kaybedeceklerdir. Allahım sen bizleri ebedi kaybedenlerden eyleme. Bizleri Sıratı müstakimden ayırma. Bizleri Kur’anı kerim nurundan ve Sünneti seniyye ışığndan mahrum eyleme. Bizleri hakkıyla teslim olanlardan eyle…Sen her şeye kadirsin Allahım…

 

Sermedkadir…LU…16.11.2018..

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.