Rabbimiz Mümin Suresi ayet.36.37.de mealen şöyle buyurmaktadır: ***Firavun dedi: Ey Haman, bana yüksek bir kule yap ki o sebeplere (yollara) erişeyim. Göklerin yollarına erişeyim de Musa’nın tanrısına çıkıp bakayım. Çünkü ben onu (Musa’yı, peygamberlik davasında) yalancı sanıyorum. Böylece yaptığı kötü iş, Firavuna süslü gösterildi ve o yoldan çıkarıldı. Firavun’un tuzağı tamamen boşa çıktı. ***
Firavun kısaca eski Mısır sultanlarına, hükümdarlarına, krallarına verilen bir isimdir. Bilindigi gibi; Türklerin hükümdarlarına Hakan, Bizanslıların krallarına Kayzer, İranlıların yöneticilerine Kisra dedikleri gibi, eski Mısırlılar da başlarındaki hükümdarlarına Firavun derlerdi. İslâm dil bilginlerine göre firavun kelimesi, kibir ve gurur anlamına gelen „fer’ane“ ya da „tefar’ane“ kelimesinden gelir.
Kök anlamı dışında firavun kelimesinin sapma ve saptırma, bozulma ve başkalarını bozma, zarara girme ve zarara uğratma anlamlarında da yaygın bir kullanılışı vardır. Buna göre her zâlim, sapkın ve mütekebbir kişi firavundur. Kur’an da kelimeyi bu yorumu doğrulayacak biçimde kullanır. Sözgelimi Hz. Yusuf dönemindeki Mısır kralı Firavun olarak nitelenmezken, Musa Aleyhiselam dönemindeki krallar Firavun olarak anılır. Kelimenin anlamı, diğer bir görüşe göre, güneş tanrısının oğlu manasına gelmektedir…
Eski Mısırlılar güneşe Ra adını vermiş ve ona yüce tanrı diyerek tapınmışlardır. Mısır inançlarına göre her kral iktidarını Ra ile olan ilişkisine dayandırır ve kendisini Ra’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak empoze ederdi. Zamanla Ra soyundan geldiğini savunan krallar, kendilerinin de „yüce rab“ olduklarını halka kabul ettirmek amacıyla Firavun (güneş tanrısının oğlu) ünvanını kullanmaya başladılar (Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’an ).
Tarihi sürece baktıgımızda Mısıra hakim olan tabiidirki günümüzdekileri saymayacak olursak 26. Firavun sülalesi vardı. Firavunlar asırlarca bu ülkede hükümlerini sürdürdüler. Firavunlar genelde gurur ve kibir, büyüklenme timsalleri oldukları için hemen hepside insanların kendilerine tapınmalarını zorunlu kılmışlardır. Mutlak dogru olan bilgileri aldıgımız Kuranı kerimde geçen hususlar bizim için asıl teşkil etmekte oldugu için biz ona bakacagız…
Daha önceleri insanları kendisine taptıran Firavun aynı düşüncelerini Hazreti Musa aleyhiselam zamanında da devam ettirmiş ve Tanrılık iddiasında bulunmuştur. Firavn kendisine her hangi bir şekilde itaat etmeyen secde etmeyen ve inanmayan insanlara her zalim in yaptıgı gibi işkence, eza, cefa ve zulümler yapmıştır. Deniliyorki Musa Aleyhiselam zamanındaki Firavun 400. sene yaşamış bu zaman diliminde bir kere olsun başı dahi agrımamıştı eger acıyı, agrıyı tatsa bir defa olsun başı agrısaydı ilahlık iddiasında bulunup bu derece saygısızlık etmezdi allahualem…
Musa Aleyhiselam Tur dagında Allahu teala ile nasıl oldugunu yine Rabbimizin bildigi bir şekilde konuştu. Bundan sonra Mısır ülkesine gelip Fravunu Dine davet etti. Bu konuda Taha suresi ayet. 42 –44 deki emir mealen şöyle: *** Sen ve kardeşin ayetlerimle, mucizelerimle gidiniz. Bu arada adımı anmayı hiç ihmal etmeyiniz. Firavun’a gidiniz. Çünkü o gerçekten azıttı. Ona yumuşak sözler söyleyiniz. Belki aklı başına gelir ya da kötü akıbete uğramaktan korkar…**
Cenabı Rabbul alemiyn, Musa aleyhiselamı Risalete yani Peygamberlik görevine iyice hazırladı ve istediklerini verdi. Onunla birlikte kardeşi Harun Aleyhiselamıda Peygamber olarak gönderdi. Kardeşiyle birlikte Mucizelerle desteklenmiş olarak Firavuna gitmelerini emretti. Kendilerini Allahı zikir ve emirlerini teblig hususunda gevşeklik ve noksanlık – eksiklik yapmaktan sakındırdı. Haddi aşmış olan Firavuna bizzat gitmelerini emretti…
Ayrıca yumuşak söz söylemelerini tavsiye etti. Olurki bu şekilde zorbalıgı hafiflemiş, güzel sözle kalbine girmiş olurlarda o da Allahtan korkmuş olur. Musa ve Harun Aleyhiselamlar aynı zamanda tabii bir insan olarak dedilerki: Biz Firavun un zorbalık ve hainliginden korkarız. Bu tebligi ona ulaştırdıgımızda olur ki bizi şiddetle ve derhal cezalandırmaya gider. Allah Teala onlara Aklınıza gelenlerin, başınıza gelmesinden korkmayın. Çünkü ben sizinle beraberim, her şeyi işitiyor ve görüyorum. Onun zulmünden sizi koruyacagım buyurdu…
Cenabı hak bundan sonra Firavuna şöyle demelerini emretti: Biz, senin de kullarından bir kulu oldugun Allah tarafından gönderilmiş iki Peygamberiz. İddia ettigin gibi sen bir Tanrı degilsin. İsrail ogullarını esir edip, hürriyetlerini ellerinden alman senin hakkın degildir. Bizimle gitmek hususunda serbest olmaları için kendilerini bırak, onları en agır işlerde çalıştırmak suretiyle işkence etmeye hakkın yoktur. Bu hususları sana teblig etmekle görevli oldugumuza dair yanımızda deliller, mucizeler var. Selam ve mutluluk hakka tabii olan ve Allaha inananlara olsun…
Musa aleyhiselam ve Harun aleyhiselam Rablerinin emrine uyup Firavuna gittiler ve İLAHİ mesajı Firavuna en güzel bir şekilde ve en iyi anlıyacagı bir dille teblig ettiler. Musa Aleyhiselam Firavuna gerçekten Peygamber oldugunu isbat eden mucizeler gösterdi. Firavun, eskiden himayesinde bulundurdugu Musa aleyhiselamın sözlerini çok garip karşıladı ve Musa yı evinde büyüttügünü, bundan dolayı kendisine karşı vefalı olması ve kızdıracak şeylerden uzak bulunması gerektigini belirterek yaptıgı eski iyilikleri başına kakmaya başladı…
Musa aleyhiselam ona şöyle cevap verdi: Hangi nimeti başıma kakıyorsun ? Bütün İsrail ogullarını köleleştirmişken küçüklügümde beni yetiştirmiş olmanı mı nimet sanıyorsun ? Bana nimet vermiş olsan bile kavmim senden nice zillet ve hakaret gördü. Ben onların acılarıyla, ıztıraplarıyla yanıyor, hallerine üzülüyor ve acıyordum. Firavun, Musa aleyhiselamın Peygamberligini tuhaf karşıladı ve Alemlerin Rabbı dedigin nedir ? diyerek Allahın Rablıgı konusunda tartışmaya başladı…
Bunun üzerine Musa Aleyhiselam Firavun ve adamlarına dediki: Allah, yerin, gögün ve ikisi arasındaki her şeyin Rabbidir. Eger yerde ve gök teki İLAHİ kudretin sırrını anlayabilirseniz. Firavun etrafındaki taraftarlarına yönelip tuhaflık arzeden bir eda ile şöyle dedi: İşitiyormusunuz ne diyor ? Musa Aleyhiselam da sözüne şöyle devam etti: O da sizin Rabbınız, geçmiş babalarınızın da Rabbidir. Yani Firavun yokken de Rab o idi. Firavun buna şöyle cevap verdi: Musa bir delidir. Çünkü o, meçhul-bilinmeyen şeylerden bahsediyor…
Musa aleyhiselam ve Harun aleyhiselam, Firavunun kendilerine tabii olmadıgını görünce onu şöyle ikaz ettiler: Allah teala haber verdi ki: çagrılarını reddedene mutlaka azap çarpacaktır. O zaman Firavun, Rablerinin mahiyeti hakkında onlara soru sordu. Onlar da: Her şeyi yaratanın Allah oldugunu, bazı yaratıklara hayat verip bazı özel kabiliyet ve yollarla bu hayatı korumaya muvaffak kıldıgını – yani başarı ihsan ettigini söyleyerek Firavuna Allahı tanıttılar…
Sonra Firavun, Musa aleyhiselamı onun geliş gayesinden uzaklaştırmak ya da bazı gizli hususlara vakıf olmak, bilmedigi meselelerde bilgi sahibi olmak kastıyla sözü degiştirdi ve Musa aleyhiselama şöyle sordu: Geçmiş nesiller ve eski milletler ne vaziyettedir ? Musa Aleyhiselam bunu, bu bilgiyi sadece kendisine tahsis eden Allahın ilmine havale etti…
Bu bilginin levhi Mahfuzda yani Allahın katında oldugunu, Allahın hükmünde yanılmayacagını, hiç bir zaman ve mekanda kullarından hiç birini unutmayacagını söyledi.Daha sonra Musa Aleyhiselam, Allahın varlıgına delalet eden ve akıllı olan herkesin kavrayabilecegi İLAHİ kudrete ait bazı delilleri saydı. Firavunu kavminin ileri gelenlerinin yanında iken İmana davete devam etti…
Bu vaziyet Firavunun heybetini düşürüp, nüfuzunu sarsınca şimdikilerin söyledigi gibi amiyane tabirle Karizma elden gidipte yerlerde sürününce veziri olan Haman a Musa Aleyhiselamın İlahını görebilecek şekilde yüksek bir kule yapmasını emretti. Firavunun , yüksek bir bina ile göge yükselebilecegini umacak derecede aptalın biri olacagını zannetmiyoruz. O bununla, kendisine inanan halkın oyalanmasını, böylece de kendi otoritesi hakkında şüpheye düşmemelerini arzu ediyordu…
Tarihin her döneminde her Firavunun yanında bir Haman olmuştur. Zekasıyla, bilgisiyle, kurnazlıgıyla, cin fikirliligiyle, Olayları kendi istedigi konuma sürükleme maharetiyle kısacası akli melekelerini iyi yönde degilde emredildigi şekilde şeytani bilgisini ortaya koyan birileri mutlaka vardır olmuştur ve Allahu alem olacaktırda…
Tefsir alimlerinin ifade ve açıklamalarına baktıgımızda Haman, Firavunun emrettigi şekilde o zamana kadar görülmemiş yükseklikte bir kule yaptırdı. Sonra Firavun kulenin en tepe noktasına çıktı ve eline bir ok alarak onu göge fırlattı. Ok kana boyanmış bir şekilde geriye döndü. Çünkü kavmine göstermeden Oku önce kana bulayıp ta öylece fırlatmıştı. Firavun etrafındakilere şöyle dedi: İşte Musanın İLAHINI öldürdüm…
İşte konumuzun başından beri detaylı bir şekilde anlatmaya gayret ettigimiz husus budur yani Firavunun imanı: tamamen yalana dayalı bir iman, komple bir demagoji, oldugu gibi hile ve düzenbazlık, sadece ve sadece bir göz boyama hadisesi, birilerini kandırmak ve aldatmak için başvurulmuş sahtekarlık örnegi, içerigi boş lakin günü kurtarma ve Aktualiteyi devam ettirme gayreti, göz boyamacılıkta ve fikir saptırmada yüzyıllardır denenen igrençliker bütünlügü ve aklımıza olumsuz, sahte, yalancı ne kadar hüküm varsa hepsini Firavunun imanı hakkında söyleyebiliriz…
Dini hayatı yaşantılarının her zerresinden kopup atmakta akli unsurlardan başka bir İLAH tanımayan Felsefeclerden birisi Rönesans ve Reform hareketlerinden sonra aynı Firavun gibi inançlarını ifade ediyor ve artık Tanrıyı öldürdük ancak insanı idare edecek bundan sonra yine insandır diyordu. Adının Sokrates, Aristo, platon, Bacon, Kant ya da Feuerbach,Montaigne, August Comte, Bergson, Karl Marx, Darwin olması pek o kadar fark etmiyor zihniyet ve iman Firavun zihniyeti ve Firavun imanı olunca böylece her asırda ve her zaman diliminde karşımıza Sahtekarlar, Allah düşmanları, Şeytanın müritleri çıkabiliyor…
Burada hemen ifade edelimki İslam dininde Felsefeye yer yoktur. Çünkü felsefenin cevap aradıgı soruların hepsine de hiç degişmez ve aksi iddia ve isbat edilemeyecek bir mükemmellikte Allahu teala tarafından cevap verilmiştir. Örnek teşkil etmesi açısından ifade edecek olursak İnsan, Ruh, Yaratılış gerçegi, Hayat, Ölüm gerçegi, Ölümden sonrası, Ahlak, Sosyal düzen, Adil Siyaset ve ifade edemedigimiz her şey, Allahu teala tarafından Peygamber efendimize (sav) bilinen yollar aracılıgıyla bildirilmiş Peygamber efendimiz de bütün insanlara, bu MUTLAK dogruları kıyamete kadar degişmemek üzere , teblig etmiş en güzel bir surette açıklamış ve kendi toplumunun içerisinde bu dogrularla birlikte 23.sene bil fiil İslamı yaşamış, ve nasıl yaşanacagını da her yönüyle göstermiştir…
Bir örnegi de burada ifade etmek gerekirse o da İMAN gerçegidir. İmanın altı esası içerisinde bütün yukarıda ifade edilenler vardır. Ve kaynagı da AKIL degil VAHİY dir. Felsefecilerin izahlarına bakılırsa her şey tartışılarak bulunmalı, Her şeyin nedeni, niçini ve nasılı konuşulmalı ve izah edilmeli, Aklın kabul etmedigi hadiseler inanç dışı kalmalı, her şeye akıl baz alınarak ulaşılmalı ve saire…
Bu yüzden yüzlerce ve yüzlerce ideolojini olması hiç te garip karşılanmaz çünkü her bir filozof olayları kendi kuru aklıyla izaha gayret ediyor. Moda gibi onun vakti geçince, DEMODE oluyor. Bir müddet sonra başka birisi gelip o filozof şu şu konuları izahta hatalıydı en dogrusu benim kuramsal açıklamamdadır diyor ve fikri kargaşa böylece sürüp gidiyor…
Çünkü olayın dayandıgı mantık şeytan mantıgı, iman Firavun imanı, düşünce ise yalan ve yanlışa dayalı TEVHİH in karşısında olan Firavuni mantık ve düşünce illetidir diye inanıyoruz. Şurası nı ifade etmeliyimki: Tefekkür, tasavvufi düşünce ve dogru düşünceye varış için her türlü çaba ve gayretin yapılması inancındayım. Allah cümle Müslümanları bu yönde olanların şerlerinden kötülük ve ykıcılıgından muhafaza buyursun…
İncelememizin baş kısmına almış oldugumuz Ayet meali hakkında Şehid Seyyid Kutup Rahmetullahi aleyh şu izahları zamanımıza taşıyor: Ey Haman, bana yüksek bir bina yap. Belki onunla göklerin yollarına ulaşırım! Orada Musa’nın ilahını arar bulurum! „Ben onu yalancı sanıyorum“. İşte zalim ve zorba olan Firavun gerçekle açık bir şekilde yüzyüze gelmemek, tahtını sarsmakta ve mülkünün üzerinde kurulduğu efsanevi hikayeleri tehdit etmekte olan tevhid davasını kabul etmemek için olayı bu şekilde saptırıyor, demogoji yapıyor, manevralar sergiliyor…
Firavun’un anlayışının ve kavrayışının bu olması ihtimali çok uzaktır. Hz. Musa’nın ilahını böyle basit ve somut bir şekilde gerçekten aramaya kalkmış olması da uzak bir ihtimaldir. Mısır Firavunları bilgi ve kültür seviyeleri açısından bu düşüncenin ve anlayışın çok ilerisinde bulunuyorlardı. Aslında onun bu tutumu bir taraftan olayı alaya aldığının ve ona karşı büyüklük taslayarak basit gördüğünün ifadesi, öbür taraftan göstermelik bir insaflılık, hakşinaslık ve inceleme-temkinli davranmadır…
Firavun’un bu tutumu, inanmış olan adamın konuşmasında balyoz gibi kafasına inen imanlı yaklaşım karşısında adımını geri alma planı da olabilir! Bütün bu ihtimaller Firavun’un sapıklığında direttiğini inkarında şımardığını göstermektedir. „İşte bu şekilde Firavun’a eyleminin çirkinliği güzel gösterilmiş ve yoldan saptırılmıştı.“ Zaten Firavun, sağlıklı istikametten yüz çeviren ve yoldan sapan bu çarpık anlayışı yüzünden yoldan saptırılmayı çoktan hak etmişti…
Ayet-i kerime bu düzenbazlık ve hilekârlıktan sonra onun mutlaka hüsrana ve yıkıma uğrayacağını belirtiyor:“Firavun’un tuzağı boşa çıkmaktan başka işe yarayamazdı.“Bu demogoji, bu büyüklük taslayıp hafife alma ve bunca ısrar üzerine inanmış olan adam son sözünü apaçık ve yankılanacak biçimde haykırıyor. Allah’a giden yolda, ki bu yol doğruluğa giden yolun kendisidir, kendisine uymaları çağrısında bulunduktan, bu geçici hayatın değerini onlara açıkladıktan, sonsuz hayatın nimetlerine onları teşvik ettikten, ahiretin azabından onları sakındırdıktan, Allah’a ortak koşma inancındaki sakatlıkları ve tutarsızlıkları açıkladıktan sonra tabi. (Fi zilal.Seyyidkutup.)
Yine tarihi olaylara baktıgımızda Firavun ve Firavun düşüncesinde olanların sonları berbat olmuştur. Detaylara kısaca bakacak olursak: Firavun’un, çevresinin ve halkının ilâhı mesajı kabul etmeyecekleri, zulüm ve işkencelerinin sona ermeyeceği kesinlik kazanınca Hz. Musa’ya İsrailoğullarını bir gece Mısır’dan çıkarması emri verildi. Durumu öğrenen Firavun hemen harekete geçerek büyük bir ordu topladı. Firavunun Amacı, İsrailoğullarını bütünüyle yok etmekti. Ama Allah’ın da bir hesabı vardı.
Firavun ve ordusu, Hz. Musa ve İsrailoğullarına yol vermek için yarılan Kızıldeniz’in yeniden birleşen suları içinde yok olup gitti . Böylece Allah, Firavun ve halkını tapınırcasına sevdikleri şeylerden; çeşmelerden, bahçelerden, hazinelerden, o güzel yerlerden çıkardı ve bunları İsrailoğullarına miras yaptı. Zorba Firavun, Kızıldeniz’in suları arasında artık her şeyin bittiğini, boğulacağını anlayınca, „Gerçekten İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım; ben de müslümanlardanım“ dedi ama iş işten geçmişti.
Kuranı Kerim, tarihî olayları bir tarih kitabı gibi belli bir olayı aktarma amacıyla değil; insanları uyarma, düşündürme, evrensel gerçekleri kavratma gibi amaçlarla konu edinir. Musa Aleyhiselam ve Firavun hikayesi, bütün bu amaçların gerçekleştirildiği en kapsamlı kıssalardan birisidir. Kur’an bu kıssa ile müslümanların imanını güçlendirme, İslâmî tebliğe karşı çıkan müşrikleri uyarma gibi amaçlarının yanısıra, İslâm dışı toplumsal yapılanmaların, yönetim biçimlerinin, Firavunî toplumların değişmeyen özelliklerini de ortaya koymayı amaçlayarak günümüze aktarır…
İslâm dışı toplum ve yönetim biçimleri, tarihin hangi döneminde bulunursa bulunsun, hangi adla adlandırılırsa adlandırılsın, Firavun’a ve onun- temsil ettiği siyasal sisteme, bu sistemle şekillendirilen topluma özgü inanç ve düşünceleri, özellikleri yansıtır. Bu nedenle özü bakımından Hz. Muhammedin (sav) karşısında yeralan kişilerle kökten değiştirmeyi amaçladığı toplumsal yapı, Musa Aleyhiselam döneminin Mısır’ından pek farklı olmadığı gibi, günümüzde dünyanın herhangi bir yerinde varlığını sürdüren İslâm dışı bir toplumsal ve siyasal sistem de Mekkedekinden çok farklı değildir.
Kuranı Kerim, bize Firavun kıssası ile Firavunî toplumların temel özelliklerini belirleme imkânı veriyor. Buna göre bu tür toplumların en temel özelliği Allah’ın yeryüzündeki hakimiyetini reddetmeleridir. Firavun’un ilâhlık ve rablık iddiası, gerçekte Allah’ı ya da o toplumda varlığı kabul edilen ilahları yok saydığını değil; yeryüzünde kendisinden başka itaat edilecek, kanun koyacak, yönetecek güç tanımadığını ifade eder…
Allahın yeryüzündeki hakimiyetini ve ilahî kanunları reddeden toplum, bu yetkiyi ister Firavun örneğindeki gibi tek kişiye, isterse belli bir topluluğa, bir sınıfa, bir partiye tanısın, sonuç değişmez. Firavun’un, içinden akan ırmaklara varıncaya kadar bütün Mısır mülkünün kendisine ait olduğu yolundaki sözleri Firavunî toplumların başka bir özelliğini gösterir. Bu tür toplumlarda mülk Allahın değil o anda idareyi yürüten hakim gücün sayılır…
Hakim güç, mülk üzerinde dilediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Bu mülkiyet ve tasarruf anlayışının doğal sonucu olarak belli bir azınlık servet içinde yüzerken büyük halk çoğunluğu açlık ve sefalet içinde kıvranır. Firavun’un, böylesine mutlak bir hâkimiyet ve mâlikiyeti yalnız başına sürdürmesi mümkün değildir…
Firavunlar tarihin hiç bir döneminde yalnız ve tek başına degillerdir. Nasıl ki Firavun zamanında yardımcısı ve elebaşısı veziri Haman idiyse bugünde Firavun zihniyetlilerin elebaşıları, yardımcıları eksik degildier. Adına ne dersek diyelim bazı mele olurlar, bazı mütref olurlar akıl verenler ve yoldan çıkaranlar yani şeytanın askerleri her zaman iş başındadırlar…
Bu Firavun zihniyetlilerin sadece görev ve mesleki konumları farklılaşmıştır yoksa düşünce ve zihniyetleri aynı sahip oldugu kafa yapısının tıpkısıdır. Bugünkü karşılıkları ile söylenirse bu zümre, büyük sermaye sahipleri, meclis üyeleri, yüksek rütbeli subaylar. üst düzey yönetici ve bürokratlar halkı etkileme ve yönlendirme imkânına sahip aydın, sanatçı, din adamı ve benzeri kişilerden oluşan topluluktur…
Bunlar, Firavun’un, firavunî düzenlerin kendilerine sağladıkları çıkarlar karşılığında onun hâkimiyetinin sürmesine yardım ederler. Bu da firavunî toplumların başka bir özelliğidir. Firavunî düzenleri yapıları gereği varlıklarını ancak zulüm ve zorbalıkla sürdürebilirler. Adâlet, eşitlik, insan hak ve özgürlükleri bu tür düzenler için hiçbir anlam taşımaz. Toplumda her şey düzenin korunması ve sürdürülmesi amacına uygun biçimde düzenlenir…
Tıpkı Firavun’un Mısır’ındaki gibi toplum çeşitli sınıflara bölünür; özellikle düzen için tehlikeli görülen unsurlar baskı ve zulümlerle zayıf düşürülür; gerektiğinde erkek çocuklarının öldürülmesi gibi yöntemlerle nüfus planlamasına gidilir. Peygamberler ya da onların takipçisi müminler tarafından adâlet, özgürlük, insanca yaşama adına yapılan her çağrı Firavun ve yardımcıları, akıl vericileri, yardakçıları çin mülk, saltanat ve hakimiyetlerine yönelik bir saldırı anlamına geleceğinden hemen susturulması gerekir…
Firavun Allaha baş kaldıran, Mukaddes bilinen her şeye muhalefet eden, İlahi bilinen her fiil ve düşünceyi yok etmeye yönelik bir tutumun kendisidir aslında. Firavunun, Musa Aleyhiselamın daveti karşısındaki tutumu, firavunî düzenlerin bu yolda uygulayacakları bütün yöntemlerin bir özetini verir: Psikolojik baskı, daveti etkisiz kılacak karşı propaganda, suçlama, hapis ve öldürme tehditleri ve uygulamaları, çeşitli baskı, işkenceler ve nihayet soykırımı. Yani bir bakıma kökten çözüm hareketi…
İnanıyorum ki; İman – küfür mücadelesi, hak ve batıl mücadelesi dün nasıl var gücüyle kıyasıya oluyor idiyse günümüzde de aynı şiddetiyle devam etmektedir. Burada önemli olan safların tayini meselesidir. Dogru duruşumuzu, bulundugumuz yeri tayin etme hadisesini gerçege uygun belirler ve inandıgımız gibi yaşantımızı fiiliyata geçirebilirsek ve bunun sonunda Allahın tarafında yani Hizbullah olursak, Hizbuşşeytan yani Şeytanın uşakları hırsından, kininden, hasedinden dolayı gayya kuyusundan çıkamayacaklardır inşaallah. Allah bizleri bu sahih imandan ayırmasın…
Allahım Firavun imanı zihniyetinde olanların şerrinden, yalan, dolan, sahtekarlık, fitne ve fesadından, kötülügünden sana sıgınıyoruz o fikirlilere fırsat verme yarabbi. Firavun, Haman, Nemrut, Karun, Ebu Cehil ve onların günümüzdeki torunlarıyla beraber her türlü Şeytan zihniyetliler gidecegi yere arkalarında kötülügün her çeşidini bırakarak gittiler. Onların torunları mesabesinde olanlara fırsat verme yarabbi. Bizleri hakkı hak bilip hakka baglanan, batılı batıl bilip batıldan ictinap eden kötülükler yaklaşmayan, kaçınan kulların zümresine dahil eyle ya Rabbi. Bizleri Ehlisünnet vel cemaattan ve Sıratı müstakimden ayırma. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…
Sermed Kadir… 06.11.2008