Gerçeklerden Uzaklaşmak

Rabbimiz Araf suresi ayet.179.da mealen şöyle buyurmaktadır:***Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.
Rabbimiz Araf suresi ayet.179.da mealen şöyle buyurmaktadır:***

Gaflet mana şitibariyle, insanın Hakk’a körleşmesi, gerçeklerden uzaklaşmasıdır.İnsanın Aklının ve kalbinin karışması, Kişinin, ebediyeti unutması,bir bakıma gözü açık uyuması halidir.Gaflet;dünya ve ahiret hayatı için gerekli,lüzumlu olan amellerin önemini idrak edememek ve farkına varamamaktır.Gaflet;Nefsin heva ve hevesine uyarak,Allah azze ve cellenin lütfettigi maddi ve manevi imkanları degerlendirememektir.Gaflet hali degerli şeyleri bırakıp, degersiz şeylerle ugraşma halidir.

Gaflet;Allah tealaya ve onun dinine karşı ilgisiz kalmak,gerçekler, hakikatler karşısında boş bulunmak ve olunması gereken yerde olamama halidir.Gafletin sebepleri genelde cehalet,kibir,tamah,yaratılış gayesi ve ölümü unutmak gibi nefsi hastalıklardır.Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır:** Nice oruç tutanlar vardırkionların nasibi açlık ve susuzluk, nice gece ibadetine kalkanlar vardırki,onların nasibi de ancak uykusuzluktur…Ahmed bin hanbel…**

İnanıyoruzki gaflete dalarak ya da gaflet uykusuna gömülerek,bu duruma gelmenin, aldanışın en büyük sebebi dünya ve dünyalık nimetlerdir. Özellikle yaşadıgımız dönem içerisinde bu hal daha açık bir şekilde kendini göstermektedir.Alimlerimiz bu bakımdan insanları üç gruba ayırıyor:Sırf dünyaya çalışıp ahireti terk edenler, Ahirete yönelip dünyayı terk edenler, Dünyayı da ahireti de ihmal etmeyen denge insanları.

Akıllı, uyanık bir insan üçüncü gruptadır. Diğer iki hal ise gaflettir.Bir ip yumağının ardından koşup oynayan küçük bir kedi yavrusunun bu neşeli hali insanları eğlendirir ama düşündürücü bir yanı da vardır. Kediciğin o endişesiz ve masumane tavırları, yiyip içip oynamaktan başka bir derdinin olmayışı dikkat çeker. O an için tek hedefi yuvarlanan yumakla oynamaktır. Bütün dikkatini ona vermiştir. Hayatın kaygıları, hüznü ve düşündürücü yanları onun için anlamsızdır. Ekonomik sıkıntılar, doğal afetler, ölüm, ahiret, geçmiş-gelecek gibi şeyler de bu sevimli yaratığı hiç mi hiç alakadar etmez,ilgilendirmez.

İnsan ise akıl nigmetinin vermiş oldugu özellik sebebiyel çok daha uyanık ve farklı yaşantının sahibi olmalıdır inancındayız.Ömrünü gaflet içinde geçiren insanın hali biraz bu kedinin hali gibidir. Bütün dikkatini dünya ve içindekilere sarf eder. Dünyanın nimetlerinden ve hayatın zevklerinden istifade etmekten başka bir şey düşünmez. Onun ötesindeki düşünceler, mesela Allah’ın emir ve yasakları, ölüm, ahiret, hesap gibi ciddi konular ilgi alanına girmez.

Hatta bu gibi düşüncelerden sıkılır.Unutmak için elinden geleni yapar,kendisini oyun ve eğlenceye verir. İşte tam bu noktada, kedi yavrusunda son derece sevimli olan, izleyenlere yaşama sevinci veren oyun ve oyalanmanın insanda hiç de sevimli durmadığını fark ederiz. Hatta böyle bir hayat algısını taşıyan insanın ilkesizliği ve vurdumduymazlığı tedirginliğe sebep olur.Diğer taraftan böyle bir kaygısızlık hali insanı bir kedi yavrusundan bile aşağı düşürür. Çünkü o masum hayvancağız Rabbini zikretmekten geri durmaz.

Tatlı mırmırlarıyla minderin üzerinde uyurken bile hal diliyle Allah’ı zikreder. Diğer varlıklar da böyledir. Rabbimiz İsra suresi ayet.44.te mealen şöyle buyurmaktadır:*** Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini anla¬mazsınız…*** İşte böyle ayetlere, kâinat kitabından gürül gürül okunan delillere rağmen Cenab-ı Hakk’ı kâle almayıp değersiz şeylerle uğraşmaya, nefsin heva ve arzularına uyup Allah’ı ve emirlerini unutmaya “gaflet” denir.

Diğer bir ifadeyle kalbin Allah’tan kopuk oluşu ve bunun davranışlar üzerindeki olumsuz tesirleridir gaflet hali. Bir ülkenin idarecisinin emrinde çalışan memura kendi şahsi işleriyle ilgili önemli bir vazife verse, o memur bir büyüğe hizmet etmenin onuruyla verilen görevi severek yapar. Kendisine bir faydası olmadığı halde görevi aksatmamak için tam bir dikkatle çalışır.
Peki, ya insan niçin Rabbi’nin emirlerini aynı hassasiyetle yerine getirmez? Allah Tealâ’nın büyüklüğü ve yüceliği -hâşâ- o zattan daha mı aşağıdır ki, İslâm dininin emirlerine uymaz. Bu noktada iki ihtimal düşünülür: Kişi Allah’ın zatına, emir ve yasaklarına inanmadığı için böyle davranmaktadır.İnandığı halde Allah’ın emir ve yasaklarına yeterince önem vermediği için yerine getirmemektedir. Bu durum, bir bakıma O’nu ve emirlerinin büyüklüğünü makam mevki sahiplerinden aşağı görmektir. Her iki sebeple de Allah’a kulluk yapmamak çirkindir.

İmam Rabbanî Hazretleri k.s. bu hakikati bir misal vererek, anlatarak şöyle demektedir “Çokça yalan söyleyen biri; ‘Bu gece düşman baskın yapacak’ dese, akıl sahibi idareciler ihtiyat için haberi ciddiye almazlar mı? O kimsenin yalancı olduğunu bildikleri halde yine de tedbiri elden bırakmayıp muhtemel tehlikeye karşı vaziyet almazlar mı? Elbette ki alırlar.
Hal böyleyken nasıl olur da doğru haber veren, doğruluğu dillere destan Hz. Rasulullah s.a.v.’in tekrar tekrar haber verdiği ahiretteki azaba inanmazlar?

İnansalar da tedbir alıp kurtulma yollarını düşünmezler? Halbuki O kurtuluş yollarını da göstermiştir. Peygamber efendimizin (sav) sözlerine bir yalancının sözleri kadar önem vermemek nasıl bir imandır?”Bu soru tehlikenin boyutlarına dikkat çeken gayet ciddi bir sorudur. Zira gaflet bir perdedir, kalbin nurunu örter, söndürür. Her gafletin içinden küfre kadar giden yol vardır.Hayalinizi söyleyin, size kim olduğunuzu söyleyeyim, diyor psikologlar. Bir gafilin hayalleri tamamen dünya ve dünyanın geçici zevklerine yöneliktir.

Mal-mülk, makam-mevki ve şöhret sahibi olmayı; yiyip, içip, gülüp oynamak suretiyle dilediği gibi yaşayıp mutlu olmayı arzu ederler. Elde ettikleri imkânlarla başkalarına tahakküm etmekten zevk duyarlar. Böylece kendilerini başkalarından üstün görerek önemli adam olduklarını düşünürler. Gafiller bu sayılan şeyleri elde etmek için hırsla çalışır didinirler. Hep daha çok kazanmak ve daha iyi yaşamak için gayret eder, kazandıklarını biriktirirler.

Oyalanıp durdukları şeyleri ellerinden alabilecek her türlü ihtimali şiddetle bertaraf etmek için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Kendilerini çok beğendikleri için ona buna üstünlük taslamaktan, gizli açık, yüze karşı veya ardından başkalarını taşlayıp incitmekten, onlarla eğlenmek¬ten geri durmazlar. Hümeze Suresi ayet.1-2de Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır:*** Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip kaş göz işaretleriyle alay eden kimsenin vay haline…*** Şayet istedikleri şeyleri elde edemezlerse yıkılır giderler, bunalıma, depresyona girerler. İsyanları katmerleşir, hayata ve insanlara küser, hatta varlıklı insanlara büyük bir kin ve nefretle bakarlar.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem mealen şöyle buyurmaktadır:**Dünya yeşil ve tatlıdır. Allah sizi onun üzerinde halife kılmıştır. Bakalım nasıl davranacaksınız, diye bakmaktadır. Dikkat edin! Dünyadan ve kadın imtihanından sakının! Kişiyi, bildiği doğruyu söylemekten, insanlardan korkusu alıkoymasın.“Ebû Saîd radıyallahu anh. Tirmizî…**

Her geçen gün ölüm kendilerine yaklaşırken onlar, dünyanın süs ve eğlencelerine biraz daha fazla gömülürler. Yaklaşmakta olan Allah’ın azabını ise hiç hesaba katmazlar. Oysa Allah’ın azabı pek şiddetlidir. Cehennemi tasvir eden bir ayette Mülk suresi ayet.7-8.de, Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır:*** Oraya atıldıkları zaman, onun kaynarken çıkardığı korkunç homurtusunu işitirler. Nerede ise öfkesinden patlayıp çatlayacak! Her bir topluluk içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: Size bir uyarıcı gelmedi mi?***

Oysa insan akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Geçmiş, gelecek ve şimdiki zamanla alakasını bilir. Geçmişte vefat eden yakınlarını, gelecekte kendini bekleyen kabri, şimdiki zamanda üzerine düşen vazifeleri görmekle hayvanlardan ayrılır. Buna rağmen gafletinin esiri olup başını kuma sokar. Avcıyı görüp de başını kuma sokan devekuşu misali, ortada olan koca gövdeyi unutur. Daha doğrusu unutmaya çalışır.

Muhammed Ali Es Sabuni bu ayetlerin tefsirinde dşiyorki: * Odunun büyük ateşe atıldığı gibi, o kâfirler cehenneme atıldığında, cehennemin, şiddetli yanması ve fokurdamasından dolayı, eşek sesi gibi, çirkin v.e korkunç sesini işitirler.İbn Abbas şöyle der: Şehîk, kâfirler cehenneme atıldığında cehennemin çıkardığı sestir. Eşeğin arpayı görünce anırması gibi, cehennem onları gördüğünde öyle ses çıkarır. Sonra öyle bir ses çıkarır ki, korkmayan hiç kimse kalmaz. Cehennem kızgınlık ve şiddetli alev sebebiyle, tencerenin kaynadığı gibi onları kaynatır. Mücâhid şöyle der: Cehennem onları, az tanenin çok su içinde kaynadığı gibi kaynatır.

Cehennem, Allah düşmanlarına karşı şiddetli kin ve Öfkesinden dolayı, nerdeyse ayrılıp parça parça olacak. Oraya her kâfir topluluğu atıldıkça, cehennem melekleri yani Zebaniler onlara, azarlama ve kınama üslubuyla, „Bu korkunç günden sizi korkutup uyaracak bir peygamber size gelmedi mi?“ diye sorarlar. Tefsirciler öyle der: Bu soru, hasret üstüne hasret ve azap üstüne azap çekmeleri için, elemlerini artırmak gayesiyle sorulmuştur.Saffetüt tefasir.M.Ali Sabuni…*

Bu misilli insanlar,Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı ya da inandığı halde yakîne ulaşmadığı için, gayet sisli bir perdenin ardından bakarlar. Kendisi için birinci derecede önemli olan dünyanın peşin zevklerini bırakıp da, uzak bir ihtimal olarak gördüğü ölüm ve ahiret gerçeğine aldırış etmezler. Zira nefsin bunun için de her zaman bir mazereti vardır: “Dünyaya bir daha gelecek değilim ya! Hayatımı yaşayayım. Nasılsa ileride tövbe eder ahiret işlerine de bakarım.” der.

Bu düşüncede olan insanlar,Kulluk vazifesini sürekli erteler. Vicdanını rahatlatmak maksadıyla senede bir mevlit okutmayı, kimi zaman bayram ve hatta Cuma namazına gitmeyi de ihmal etmez. Ancak Allah’ın dinini kendi kafasına göre yorumlayıp, bazı meseleleri inkâr etmekten ya da hafife almaktan da geri durmaz. Nihayet bir gün hiç beklemediği bir anda ve hiç beklemediği yerde ölüm gelir çatar:

Rabbimiz enbiya suresi ayet.40.da mealen şöyle buyuruyor:*** Belki aniden gelecek de onları şaşırtacaktır. Artık onu geri çeviremezler, kendilerine mühlet de verilmez…*** Şayet inkâr ile gittiyse vaziyeti ölüm anında bile korkunçtur: “Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nice olur?” (Muhammed, 27)Ölümü sonsuz mahrumiyet görür..

Bunlar için ölüm bir “ayıran”dır. Dünyevî zevklerinden, malından, makamından, şöhretinden, sevdiklerinden ayıran bir bitiş ve tükeniştir. O bakımdan ölümü hatırladıkları zaman tüyleri diken diken olur. Bir taziyeye gittikleri ya da bir yakınları vefat ettiği zaman “Eh ne yapalım ölenle ölünmez ki, Allah sabırlar versin…” türünden sözlerle ölüm düşüncesinin şokunu atlatmaya ve mümkün olduğunca en kısa süre içinde kendilerini bekleyen gaflete tekrar başlarını gömmeye gayret ederler.

Sanki sırf neşe ve eğlence için yaratılmışlardır. Üst üste eğlence partileri düzenler, her türlü eğlence etkinliklerini günü gününe takip ederler. Bunlara entelektüel bir boyut ekledikleri, birkaç batılı müzisyen ve artist hakkında malumat sahibi oldukları zaman, kendilerini sanatsever kültürlü insanlar olarak takdim ederler. Böyle şeylerle uğraşmayan, bu işlerle ilgilenmeyen kimselere “cahil halk yığını” nazarıyla baktıkları için bunları insan yerine bile koymazlar. Lüks ve konfor içinde yaşamak, kendileri gibilerine gösteriş yapmak onların en büyük tutkularındandır.

Kur’an-ı Kerim’de “mütrefîn” adı verilen bir grup daha vardır ki; bunlar hiçbir insanî değer, dinî, vicdanî hüküm ve kayıt tanımazlar. Ne edep ne de hesap endişesi taşırlar. Bütün görüşlerini hayvanî içgüdülerine göre tanzim eder, ahlâk gibi kavramların göreli, şahıstan şahısa değişkenlik arz eden şeyler olduğunu iddia ederler. Böylece yerine göre zinaya “cinsel özgürlük, aşk, arkadaşlık, flört, filanla çıkmak” gibi isimler takarlar. Nefs adına didinip durdukları meşguliyet ve boş oyalanışlarına bir de kutsallık izafe ederek, “çalışmak da ibadettir” sözüyle vicdanlarını teskin etmeye çalışırlar.

Bu suretle ibadetleri terk etmekle kalmayıp, bir de inkâra sapmakla şeytana bile şapkasını ters giydirirler. Halbuki çalışmanın ibadet olabilmesi, niyetin Allah için tutulmasına ve yapılan işin meşru olmasına bağlıdır. Bunlar kelimelerin ve kavramların içini boşaltarak değiştirirler. Kendileri gibi düşünmeyen¬leri de bağnazlık ve yobazlıkla itham ederler. Zevklerini tatmin etme, yaşama ve rahat etme tutkusuyla hareket etmekten başka bir şey bilmezler. Tıpkı helak olan Sodom-Gomore halkını ve benzerlerini hatırlatırlar.

Kur’an-ı Kerim’de bunlar hakkında İsra suresi ayet.6.da mealen şöyle buyurulmaktadır:***Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına (mütrefîne) yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz…***Gaflet içinde yüzen kimseler, vicdanlarını tırmalayacak sözlerden, Allah’ı ve ahireti hatırlatacak sohbetlerden, ölüm düşüncesinden özellikle de Kur’an’dan çok sıkılırlar.

Televizyonun başında saatlerce lüzumsuz şeyleri izlemekten büyük keyif aldıkları halde, Kur’an dinlemeye tahammül edemezler. “Yalnız Allah anıldığı zaman ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.” (Zümer, 45)
“Onlar ki, gözleri, beni hatırlatan ayetlerin karşısında bir örtü içindeydi, (Kur’an’ı) dinlemeye de tahammül edemiyorlardı.” (Kehf, 101)

Gafillerin bir özelliği de kendilerini doğru yolda olduklarına inandırmaya çalışmalarıdır. Bunlara göre asıl olan kalp temizliğidir. Ve her nedense bunların kalbi devamlı temizdir. Kendileri gibi olmayanların kalpleri ise, temiz olmak şöyle dursun, sürekli fitne ve fesatla doludur. Her ne kadar namazla niyazla uğraşsalar, örtülü gezseler de bu görünüşün arkasından her türlü melaneti işlerler. Bu savunma mekanizmalarıyla muhataplarına gerekli cevabı verdikten sonra kendileri de inanarak bir nevi huzur bulurlar.

Oysa Zuhruf sıresi ayet.37.de onlar hakkında mealen şöyle buyurulur:*** Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da, onlar kendi¬lerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.***İnanıyoruzki; Manevi bir terbiye görmeden insanın kendi hata ve kusurlarını, gafletini idrak edebilmesi son derece güçtür. Böyleleri gırtlağına kadar gaflete daldığı halde kendini salihlerden zannederler. Hatta bu satırları okurken bile hiç üzerlerine kondurmazlar. O yüzden nefsinin hata ve kusurlarını görebilmek, yer ve gökleri keşfen müşahede etmekten daha güzeldir…

Zamanımızda akıl hastanelerinde tedavi gören zavallı insanları “deli, akılsız” saymak adet olmuştur. Acaba gerçekten böyle midir? Onlar akılsız da, heva ve arzularının peşinden koşan, dünyayı ahirete tercih eden, Allah’tan kopuk, fakat buna rağmen çok iyi iş bitiren, zengin olan, itibar sahibi kimseler hep akıllı mıdır? Kimin deli kimin akıllı olduğu bütün çıplaklığıyla ahirette anlaşılacaktır. Bugün akıllı geçinenler o gün delilerin yerinde olmak için can atacaklar fakat bir fayda vermeyecektir.Rabbimiz Enam suresi ayet.32.de mealen şöyle buyurmaktadır:*** Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise muhakkak Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?***)

Ruh ile bedenin, madde ile mananın, dünya ile ahiretin dengesini kuramamak da gafletin başka bir türüdür. Başta tembellik, miskinlik ve zillet olmak üzere gafletten öteye gitmeyen yığınla zararın kaynağıdır. Şöhret kazanıp insanların elindekine göz dikme tehlikesini içinde barındırır. Her türlü olumsuzluklara açık bir kapıdır.Bilinmelidirki; ahiret sadece bir köşeye çekilip insanlardan uzak kalmakla değil, onlarla birlikte sıkıntılara katlanarak, salih bir niyetle dünya işlerine çalışıp terlemekle kazanılır.

Her ne kadar geçmişte ihtiyaç miktarından fazla dünyaya rağbet etmeyen veliler olmuşsa da, bunların durumu kendilerine özeldir. Dünyayı tamamen terk etmemişler ve kimsenin sırtına da yük olmamışlardır. Her durumda veren el olma özelliklerini muhafaza etmişlerdir. İslâmiyet, hıristiyanların ruhbanlığını andıran bir hayat tarzı ve telakkisini,anlayışını kesinlikle reddeder. Çünkü İslâm, sadece ahirete ait ibadetleri düzenleyen bir din değildir. Dünyada alış-verişten insanlar arasındaki diğer muamelelere kadar her şeye ölçü getiren, kişinin yirmi dört saatlik hayatını baştan aşağı düzene sokan, bozulmamış bir dindir.

Dünyaya ait hükümler koyan bir din dünyadan el etek çekmeyi hoş görmez. O yüzden mümine fani de olsa dünyada sefil bir hayatı öngörmez. Çalışıp çabalamaya, kimseye avuç açmamaya, alan el değil veren el olmaya teşvik eder. Peygamberler dahi bazı sanat ve mesleklerle anılmışlardır. Zekeriyya Aleyhisselam marangozlukla, Davud Aleyhisselam demircilikle, İdris Aleyhisselam terzilikle meşgul olmuşlardır. Peygamber efendimiz (sav) devlet başkanlığı yapmıştır. Allah dostları da peygamberlerin yolundan giderek bir sanat ve ticaretle meşgul olmuşlardır.

Bu devrin büyükleri de bir taraftan irşadla meşgul olurken, diğer taraftan ziraatla, ticaretle ve benzeri işlerle uğraşmaktadır. Bu güzel örnek devrimizde de Allah’a kulluğun nasıl yapılacağını anlatmaya kâfi gelmez mi? İbadet ve taatle meşgul olup dünyayı terk edenler, malla yapılacak her türlü hayır hizmetinden de mahrum kalırlar. Hatta zekât gibi gayet kıymetli bir ibadetten dahi nasiplerini alamazlar. Rabbimiz Nisa suresi ayet.95.te mealen şöyle buyurmaktadır:*** Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı…***

Gafletten uzak olanlar dünyası için ahireti, ahireti için de dünyasını terk etmeyen insanlarıdır. Dengeyi, itidali bulmuşlardır. Her işlerinde Allah’ın emirlerine uymayı gözetirler. Bu denge insanları Esaret tasmasını boyunlarına geçirmektense, dünya nimetlerinden mahrum kalmayı tercih ederler. Mal-mülk, makam-mevki, her şeyin Allah’tan geldiğine yakînen iman ederler. Rızıklarına Allah’ın kefil olduğuna iman ettikleri için zerre kadar endişe etmezler. Sadece emre uyup takdir edilen rızıklarını ararlar.

Alırken, satarken, çalışırken harama el uzatmazlar. Bazı yüzlerin ağardığı, bazı yüzlerin karardığı o büyük güne alınları ak, vicdanları pak olarak çıkabilmenin özlemiyle yaşarlar. Yedikleri her lokmanın hesabının sorulacağından zerre kadar şüphe etmezler. Kazandıkları her şeyi birer zikir ve şükür vesilesi olarak görürler. O’ndan geleni yine O’nun yolunda sarf etmekten çekinmezler.Müslüman bireyin,Biricik amaçları Rabbin hoşnutluğu ve Allahın rızasını kazanma gayretidir.Gafletsiz müminler; çalışırken, kazanırken, meşru dairede eglenirken Allah’ın rızasından başka bir şey düşünmezler. Hiçbir şey onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz. Rabbimiz Nur suresi ayet.37.de mealen şöyle buyurmaktadır:*** Nice erler ki, ne ticaret, ne de alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermek¬ten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı günden korkarlar.***

Sürekli Rabbiyle irtibatlı, Allah korkusunu aklından çıkarmayan müminin hali işte böyledir. Onlar dünya nimetlerine sahip olmak, boş sohbetlerle oyalanmakla değil, ancak Allah’ı zikretmekle, Kur’an okumakla ve bulundukları ortamda Hak sohbetiyle tatmin olurlar. Gafiller güruhu dünyada geniş evler, bağlar, bahçeler bulsalar da gerçek huzur ve saadeti bulamazlar. Müminler ise, darlıkta ve genişlikte cennet için yarışırlar.

Dünyada mesut oldukları gibi ahirette de mesut olurlar. Gafletten kurtulmanın en güzel yolu inanıyoruzki; ilim, zikir,tefekkür,tevbe,istigfar,dua ve niyaz ile meşgul olup,yaratılış gayesi ve ölümü hiç unutmamaktır.Müslüman her an ve zamanda uyanık bulunmalı,gaflet bataklıgına gömülmemek için elinden gelen gayreti sarfetmelidir.Cenabı Hak Ali imran suresi ayet.133.te mealen şöyle buyurmaktadır:***Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete yarışın; o müttakiler için hazırlanmıştır.***

Allah’ın cemalini görmeyi arzu ve ümit etmeyenler dünyanın hasis, bayağı zevkleriyle yetinir, hatta mest olup kendilerinden geçerler. Bu yüzden ibretle dolu varlık âlemine bakıp da ders almazlar. İnanıyoruzki; Her varlık Cenab-ı Hakk’ın tasarrufu altındadır. Her şeyi evirip çeviren O’dur. Her şey cenabı hakkın kudret ellerindedir.O’ndan başka zarar ve fayda veren bir varlık yoktur. O dilemeden kimse kimseye ne bir zarar ne de fayda verebilir. Bütün dünya imdadına koşsa O dilemeden bir fayda veremezler.

İşte bu şuurla yaşayan gafletsiz mümin, elindeki mal gittiği zaman üzülüp yıkılmaz. Her şeyin, Rabbinin takdiriyle olduğuna inanır ve O’na tevekkül eder. Sıkıntılar karşısında ahirette kazanacağı mükâfatı düşünüp sabır, teslimiyet, tevekkül ve rıza gösterir. Kendisine verilen nimetlerin bir sınama ve imtihan için verildiğini bilir. Hakiki mümin, sevindirici olaylar gibi musibetlerden de razı olur. Hatta rıza makamında bunlardan derin bir zevk alır. Çünkü alırken de verirken de tecelli eden hep Rabbidir vesselam.

Peygamber efendimiz mealen şöyle buyuruyor:** Dünya dönmüş gidiyor. Ahiret yönelmiş geliyor. Her birinin kendine has çocukları vardır. Siz âhiret çocuklarından olun, dünya çocuklarından olmayın! Bugün çalışma günüdür, hesap günü değil. Yarın hesap günüdür, çalışma günü değil.Ali radıyallahu anh. Buhârî.**

Bir başka hadis mealen şöyle:**Dünya, müminin zindanı, kâfirin cennetidir.“Ebû Hureyre. Müslim.** Başka bir hadis mealen şöyle:** Ben dünyayı neyleyeyim! Benim dünya ile alâkam, bir ağacın altında oturup dinlendikten sonra kalkıp orayı terkeden bir atlının bu durumu gibidir.“İbn Mesûd. Tirmizî.** Allahım bizleri gafletten,körlükten,her türlü gerçeklerden uzaklaştıran hallerden muhafaza eyle.Bizlere sana yaklaştıran amelleri yapmamızı nasip eyle. Bizleri günah,kusur ve hatalar denizinde yüzdürme. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…

En belalı uyku gaflettir derler.
Bilemeden haram yer,haram içerler.
Habersizce gayya kuyusuna düşerler.
Gaflet uykusuna asla dalma kardeşim…

Akıl nigmetiyle sapma dogru yolundan,
Nakillere sıkı tutun çıkarma hiç aklından.
Boş bulunup sakın günahlara dalmadan,
Sahih dini yaşamayı unutma dostum…

Sermedkadir…Lu…11.03.20011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.