Gıybet, Zararlı Sözler Yumağı

Rabbimiz Hucurat suresi ayet.12.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tövbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir…***

Mana itibariyle gıybet; Bir kimsenin arkasından, duyduğu tak¬dirde hoşlanmayacağı sözler söylemek, kusurlarından söz etmek anlamına gelen ahlâkla ilgili birterîm. Türkçede koğuculuk, gıyabında konuş¬ma, çekiştirme gibi kelime veya deyimlerle de ifade edilen gıybet, İslâm ahlakında „sözlü kötülükler“ denilen fenalıkların başında yer alır gıybet.

Ali arslan Rahmetli Hucurat suresinin on ikinci ayeti hakkındaki tefsirinde diyorki: * Sakın birbirinizi gıybet etmeyin» ayeti gıybeti yasaklayan bir ayettir. Gıybet, kişide bulunan sıfatlarla onu zikretmendir. Eğer bunlar onda bulunmazsa o zaman bu iftira olur. Gıybetin mânâsı, Sahihi Müslim’de Ebu Hureyre’den gelen şu hadisle sabit olmuş¬tur: Hz. Peygamber: «Gıybetin ne olduğunu bilir misiniz?» diye sorunca, Sahabe: «Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.» dediler. Bunun üzerine Basûl-ü Ekrem: «Senin din kardeşini onun hoşuna gitme-, yeceği bir şeyle zikretmendir» buyurur.

Sahabe: «Eğer benim söy¬lediklerim kardeşimde varsa yine de bu gıybet olur mu ya Rasûlallah?» dediler. Hz. Peygamber (s.a.v) de: «Eğef senin söylediğin şeyler kişide varsa sen onun gıybetini yapmış olursun. Eğer yok¬sa, ona iftira atmış olursun» buyurdular.Bazıları gıybet için kısa ve veciz bir tarif yapmıştır. kişinin olmadığı bir zamanda onun ayıplarını zikretmek gıybettir.Hasan Basri «Gıybette üç vecih vardır. Hepsi de Cenab-ı Hak‘ kın Kitabı’ndadır: Gıybet, iftira, bühtan» diyor.

Gıybet, müslüman kardeşinde bulunan kusurları söylemendir. İlk (İftira) müslüman kardeşin hakkında kulağına geleni söylemen, Bühtan ise onda ol¬mayan şeyleri söylemendir.Şube’den şöyle rivayet ediliyor: Bana Muaviye bin Urve şöyle dedi: «Eğer eli, ayağı kesik bir kişi senin yanından geçse sen de «Bunun eli ayağı kesiktir» desen bu gıybet olur».Şu’be diyor ki «Ben bu hadiseyi Ebu îshak’a söyledim. O da Muaviye bin Urve için doğru söylemiştir dedi».

Alimler eskiden beri «Eğer sözlerden kişinin ayıbı kastedilirse bu gıybet olur» şeklinde ittifak etmişlerdir.Hasan Basri’den şöyle rivayet ediliyor: «Üç kişi vardır ki onların hürmeti yoktur 1- Hevai nefsine tabi olan kişi, 2- Alenen fasık olan, 3- Zalim bîr idareci».Hasan Basri , Haccac-ı Zalim öldüğü zaman şöyle demiştir: «Ya Rabbi! O’nu öldürdün. Onun sünnetini veya çirkinliklerini de bizden kaldır. Çünkü o bize kör ve tepegöz olarak geldi.

Elini uzatıyordu, parmakları kısaydı. Allah yolundan hiçbir toz ve tere ka¬tılmadı. Saçını tarıyor, yolda gururla yürüyordu. Minbere çıkıyor, namazı kaçıracak kadar fuzuli konuşmalar yapıyordu. Ne Allah’¬tan korkar, ne de insanlardan haya ederdi. Onun üstünde Allah, al¬tında da yüzbin veya daha fazla yardımcıları vardı. Hiç kimse ona ‚Ey kişi! namaz geçiyor‘ şeklinde cesaretle seslenemezdi».Hakim’e hakkını ispat etmek için «falan adam bana zulmetti, malımı aldı. Beni öfkelendirdi, bana ihanet etti» gibi sözler gıybet olamaz.(Büyük kuran tefsiri.AliArslan.)

Konu gıybet olunca tabiidirki insanları hal,hareket ve duruşlarıyla beraber asıl söyledikleri,ya da söyleyecekleri sözler yönüyle birebir ilgilendirdiginden dolayı bilhassa ayet ve hadislere egilmek,tefsir uleması bu konuda ne gibi ögüt ve tavsiyelerde bulunmuş, hadis uleması neler söylemiş inşaallah yönümüzü nakillere çevirecegiz.Bu alimlerimizden birisi allah kendisinden razı olsun ve rahmetini eksik etmesin Mevdudi’dir.Bu ayetlerin izahında şu degerli bilgileri bizlere ulaştırıyor.

* Gıybet, şöyle tarif edilir: „Birinin, herhangi bir kimsenin arkasından, duyduğu zaman hoşuna gitmeyeceği sözler söylemesidir.“ Bu tarif bizzat Peygamberimiz tarafından yapılmıştır.Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve diğer muhaddislerin naklettiği, Hz. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadisi şerifte Peygamberimiz (s.a) gıybeti şöyle tarif buyurmuştur. „Gıybet, kardeşinin, hoşuna gitmeyecek şekilde anılmasıdır.“ „Söylediğim şeyin kardeşimde olduğunu görmüşsem ne olacak?“ denilince Hz. Peygamber (s.a.) buyurdu ki: „Eğer söylediğin şey kardeşinde varsa gıybet etmiş oluyorsun, dediğin onda yoksa iftira etmiş olursun.“

İmam Malik’in Hz. Muttalib bin Abdillah’dan naklettiği bir hadisin ifadesi de şöyledir: „Adamın biri Hz.Peygamber’e „gıybet nedir?“ diye sordu. Peygamberimiz de (s.a) „İşittiği zaman hoşuna gitmeyecek şekilde kişi hakkında konuşmandır“ buyurdu. Adam „Ya Rasulallah! Ya sözüm doğru ise“ deyince Peygamberimiz (s.a) : „Eğer sözün yanlışsa, o zaten iftiradır“ buyurdu.“ Bu buyruklardan, birinin arkasından yalan sözlerle suçlanmasının iftira olduğu ve var olan kusurlarının söylenmesininse gıybet olduğu anlaşılmaktadır.

Bu hareket ister açık ifadeli sözlerle yapılsın, ister kinaye ve işaretler ile yapılsın her şekli ile haramdır. Bunun gibi bu hareketin kişinin hayatında yapılması, yahut öldükten sonra yapılması, iki şekilde de haramlılığı aynıdır.Ebu Davud’un rivayetine göre, Maiz bin Malik El Eslemi’ye zina suçundan dolayı recm cezası verildiği sırada, Peygamberimiz (s.a) yolda yürürken bir sahabinin kendi arkadaşına şöyle söylediğini işitti: „Şu adama bak! Allah onun suçlarını perdelemişti, fakat nefsi köpek gibi öldürülmeye kadar peşini bırakmadı.“ Bir miktar yol aldıktan sonra „Kokuşmuş bu merkebin leşinden yiyin“ buyurdu.

Onlar da: „Ya Rasulallah! Onu kim yiyecek?“ deyince, Peygamber Efendimiz, „Biraz evvel sizin söylediğiniz, kardeşinizin haysiyetini rencide eden sözler, bu merkebin leşini yemekten daha çok çirkindir“ buyurdu.Bu haramın dışında kalan gıybetler ancak şu şekilde olanlardır: Birinin arkasından veya öldükten sonra onun kötülüğünü söylemek şeriat nazarında doğru bir mecburiyet halini almışsa ve bu mecburiyet gıybet olmadan yerine gelmiyorsa ve bu gıybet yapılmazsa gıybete nisbetle çok daha büyük bir kötülük ortaya çıkacaksa bu gıybetin haramlılığı ortadan kalkar.

Hz. Peygamber (s.a) bu istisna olan gıybeti şöyle ifade buyurmaktadır: „En kötü zulüm, bir müslümanın haysiyet ve şerefine haksız yere hücum etmektir.“ (Ebu Davud) Bu buyrukta „haksız yere“ şartı „haklı yere“ yapılabileceğini göstermektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a) hayatında gördüğümüz bazı örneklerden „haklı yere“den ne kastedildiğini ve hangi durumlarda gıybetin gerektiği kadar caiz olabileceğini öğrenmekteyiz.Bir gün bir bedevi gelip Peygamberimiz’in (s.a) arkasında namaz kıldı. Namaz bitince de „Ey Allah! Bana da, Muhammed’e de merhamet et, ikimizin dışında hiç kimseyi bu merhamete ortak kılma“ diyerek çekip gitti.

Peygamberimiz (s.a) ashabına şöyle dedi: „Ne diyorsunuz, bu adam mı daha çok şaşkın yoksa devesi mi? Ne dediğini duymadınız mı?“ (Ebu Davud) Peygamberimiz (s.a) bu sözü adamın arkasından söyledi. Çünkü o bedevi selam verir vermez çekip gitmişti. O, Peygamberimiz’in (s.a) önünde çok yanlış bir söz söylemişti, bu yanlış söz karşısında Peygamberimiz’in susması başkalarının böyle sözlerin bir dereceye kadar caiz olabileceği yanlış kanaatine gitmesine sebep olabilirdi. Bu yüzden Hz. Peygamber’in (s.a) o sözü reddetmesi gerekiyordu.

Yine bir keresinde Fatıma binti Kays adındaki kadına iki kişi evlenme teklifinde bulundu. Biri Hz. Muaviye, diğeri Hz. Ebu El-Cahm idi. Kadın gelerek Peygamberimiz’e (s.a) akıl danıştı. Peygamberimiz (s.a) „Muaviye müflistir, Ebu El-Cahm ise karılarını çok döver,“ buyurdu. (Buhari ve Müslim)

Burada bir kadının müstakbel hayatı sözkonusudur. Ve Hz. Peygamber’den akıl danışmıştır. Bu durumda Peygamberimiz (s.a) o iki sahabeye ait bildiği kusurları söylemeyi gerekli bulmuştur… Birgün Peygamberimiz (s.a) Hz. Aişe annemizin yanında iken biri gelerek görüşme izni istedi. Hz. Peygamber (s.a) „Bu adam kabilesinin çok kötü bir kişisidir“, buyurdu, sonra dışarı çıktı, o adam ile çok yumuşak bir eda ile görüştü. Tekrar içeri girince Hz. Aişe validemiz, „Onun hakkında dışarı çıkmadan önce bazı şeyler söylemenize rağmen, daha sonra çok iyi bir eda ile konuştunuz.“ deyince Peygamberimiz (s.a) şöyle cevap verdi:

„Kıyamet günü Allah katında en kötü mevki birinin çirkin sözlerinden korkup da onunla münasebeti terkedenlerin mevkii olacaktır.“ (Buhari, Müslim) Bu hadiseye dikkat ederseniz Peygamberimiz’in bu kişi hakkında kötü kanaatte olmasına rağmen onunla güzel bir şekilde konuşmasının, ahlakının icabı olduğunu göreceksiniz. Ama Hz. Peygamber (s.a.) bu adamla merhamet ve şefkatlice konuşurken, ailesi gördüğü takdirde yanlışlıkla onu samimi dostu zanneder de daha sonra bunu suistimal eder düşüncesi ile Hz. Aişe’yi bu adam kabilesinin çok kötü bir kişisidir diye ikaz etmiştir.

Bir keresinde Hz. Ebu Süfyan’ın karısı Hint binti Utbe, Peygamberimiz’e gelerek „Ebu Süfyan cimri bir adamdır. Bana ve çocuklarına yetecek kadar gerekli masrafı yapmıyor“ dedi. (Buhari, Müslim) Kocanın bulunmadığı sırada, kadın tarafından yapılan bu şikayet her ne kadar gıybet ise de Hz. Peygamber (s.a) bunu caiz görmüştür. Çünkü haksızlık yapanı, bu haksızlığı giderecek güçte olan birine şikayet hakkı vardır. Hz. Peygamber’in (s.a) bu gibi örneklerinden faydalanılarak fakih ve muhaddisler şu kaideyi ortaya koymuşlardır. „Gıybet, ancak şer’an doğru bir maksat için gerektiği takdirde ve o gıybet olmadan o gereklilik ortadan kalkmadığı takdirde caizdir.“

Daha sonra bu kaideye dayanarak İslam alimleri gıybetin aşağıdaki şekillerini caiz kabul etmişlerdir:1) Zulme uğrayan kişinin bu zulmü ortadan kaldırabilecek güçte olduğuna inandığı kimseye zalim kimseyi şikayet etmesi.2) Düzeltilip ıslah edilmesi niyeti ile haksızlıkları ve kötülükleri giderebilecek yetkide olan kimselere bir kişi veya zümrenin kötülüklerinin anlatılması.3) Fetva almak gayesi ile bir müftüye veya bir İslam alimine, bir kişinin yanlış hareketlerini konu edinen bir olayın anlatılması.4) Bir kişinin veya kişilerin şerlerinden sakınsınlar diye diğer insanlara bilgi verilmesi.

Mesela, hadis ravilerinin, şahitlerin, kitap yazarlarının eksiklerini, hatalarını açıklamak bütün alimlerce caiz değil, hatta vacip kabul edilmiştir. Çünkü bu açıklama olmadan şeriatı yanlış rivayetlerin yayılmasından, mahkemeleri adaletsizlikten ve insanları özellikle ilim araştırıcılarını sapıklıklardan korumak mümkün olmaz. Yuva kurmak isteyenlerin karşıki şahıs hakkında yahut yanından ev alınmak istenen kimsenin komşuluğu hakkında yahut birisi ile iş ortaklığı kurulmak istendiği taktirde veya birine bir emanet verilmesi gerektiğinde kendisinden bilgi istenen kişinin bu kimselerin iyi ve kötü taraflarını bilmediğinden dolayı zarara uğramasın diye soran kişiye açık açık anlatması gerekir.

5) Fısk, fucur ve çeşitli ahlaksızlıklar yayan yahut dini düşüncelerde sapık fikirler ve bid’atler dağıtan veya Allah’ın kullarını dinsizlik, eziyet ve zulüm fitnelerine boğan kimselerin kötülüklerini herkese karşı ilan ederek tenkit etmek, bunları anlatmak da gıybet değildir.

6) Kötü bir lakapla meşhur olan kimseleri bu lakap dışında tanıtmak mümkün değilse küçültmek ve hafife almak niyeti ile değil de kişiyi tanıtma niyeti ile o kötü lakabın kullanılması da gıybet değildir. (Geniş bilgi için bkz. Fethu’l-Bari Cilt: 10, sahife: 36, Müslim, Şerhi Nevevi, Tahrimü’l-Gıybeh babı; Riyazü’s-Salihiyn, Gıybetin Mübah Olan Babı, Ahkamu’l-Kur’an, Cassas ve Ruhu’l-Meani)

Bu istisnai durumlar dışında birinin arkasından çirkin söz söylenmesi kesin olarak haramdır. Bu çirkin söz doğru ise gıybettir, yalan ise iftiradır, iki kişiyi birbirine düşürmek için ise düzenbazlıktır. Şeriat bu üçünü de yasaklamıştır.İslam toplumunda bir müslümanın, yanında başka birinin gıybetinin yapılmasını, yalan yere töhmet altında bırakılmasını sessizce dinlemesi doğru değildir, onu derhal reddetmesi gerekir. Hiçbir şer’i mecburiyet olmadığı halde birinin mevcut kusurlarının ortaya dökülmesinin günah olduğunu ve bu hareketi yapanların Allah’tan korkarak böyle günahlardan uzak kalmalarını da telkin etmesi gerekir.

Hz. Peygamber (s.a) buyuruyor ki: „Bir kimse bir müslümanın aşağılandığı ve onun şeref ve haysiyetine saldırıldığı sırada onu korumuyorsa, Allah Teala da onun kendinden yardım istediği durumlarda himaye etmez.Ve eğer bir kişi müslümanın şeref ve haysiyetine saldırıldığı ve ona hakaretler yapılıp, aşağılandığı sırada onu korursa Allah da kendisinden yardım istediği durumlarda ona yardım eder.“ (Ebu Davud) Gıybet yapana gelince: Bu günahı işlediğini veya işliyor olduğunu anladığı an ilk görevi, Allah’a tevbe etmesi ve bu haram işten derhal vazgeçmesidir. Bundan sonra ona düşen ikinci görev, yaptığı bu günahı gidermektir.

Ölmüş bir kimsenin gıybetini yapmışsa onun hakkında çokça Allah’tan af dilemesi, eğer yaşayan bir kimsenin gıybetini yapmışsa, bu gıybet gerçek dışı ise bile daha önce yanlarında bühtan ettiği kişilere gidip yaptığı hareketin yanlış ve asılsız olduğunu belirtmesi gerekir. Yaptığı gıybet kişide var olan kusurları ihtiva ediyorsa, bundan sonra asla onu kötülememeli, daha önce yaptığı gıybetten dolayı af dileme sadece gıybeti yapılan kişinin durumdan haberi olması halinde yapılmalıdır, aksi takdirde sadece tevbe ile yetinilmelidir. Çünkü o kişinin durumdan haberi yoksa gıybet yapanın özür dilemek için „Ben senin gıybetini yapmıştım“ demesi o adamı üzer, onun da içinde bir takım nahoş duygular doğabilir, denmektedir.

Allah Teala gıybeti „Ölmüş kardeşinin etini yemeğe“ benzetmekle bu hareketin son derece çirkin olduğunu tasvir etmiştir. Leş etinin yenmesi bizatihi nefret ettiricidir. Kaldı ki bu et de bir hayvan eti değil de insan eti olursa… Hatta herhangi bir insanın değil de bizzat kendi kardeşinin eti olursa işin çirkinliği düşünülmelidir. Dahası, bu benzetmeyi soru biçiminde ortaya koyarak Allah Teala insan üzerinde daha fazla tesir yaratmıştır. Böylece her şahsın kendi vicdanından sorarak ölmüş kardeşinin etini yemeğe razı olup olmayacağına kendisinin karar vermesini dilemiştir.

Nasıl onun tabiatı bu ölmüş kardeş etinden tiksiniyorsa, bir mü’min kardeşinin bulunmadığı ve kendini savunacak bir durumda olmadığı sırada, onun şeref ve haysiyetiyle oynanmasını hoş karşılayamaz.Bu ilahi buyruktan, gıybetin haram oluşunun asıl sebebi, gıybet edilen kişinin kalbinin kırılması, incinmesi değil, bilakis herhangi bir kişinin yokluğunda çekiştirilmesinin, arkasından kötülenmesinin bizatihi haram olduğu anlaşılmaktadır. Artık o kişinin bu gıybetten haberi olsun olmasın ve bundan üzüntü duysun duymasın önemli değil. Ölmüş insanın etinin yenmesi, ölüye eziyet verdiği için haram kılınmadığı meydandadır. Biçare kişi öldükten sonra birinin kendi leşini parçaladığını bilmez, hissetmez. Ama son derece çirkin olan, bu hareketin bizzat kendisidir. Aynen bunun gibi gıybeti yapılan kişi hakkında söylenenlerden haberi olmazsa ve hayatı boyunca da kim, nerede, ne zaman kendi haysiyetiyle uğraşıp başkalarının onu zedelediğinden dolayı da kendisine en ufak bir eziyet ve ızdırap ulaşmayacaktır. Fakat onun şeref ve haysiyetine ne olursa olsun bir leke sürülmüş olacağından gıybet, kendi türü içinde ölmüş kardeşinin etini yemekten farklı değildir.(Mevdudi.Tefhimul kuran)*

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (Rh.a) diyorki “Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz” cümlesindeki mübalağaya dikkat çekiyor ve diyor ki: “Bu cümle gıybetin tab’an, aklen ve şer’an kötü ve çirkin bir şey olduğunu tasvir etmektedir. Gıybeti edilen kimsenin orada bulunmayıp hakkında söylenen sözü bilmemesi ve o sırada kendini savunacak durumda bulunmaması dolayısıyla bir ölü, hem de bir kardeş hükmünde olan ölü, onun kötülüğünü söyleyerek şerefine dil uzatmak bir ölünün etlerini yemek ve hem de kurtlu bir leş halinde bulunan bu etleri hırs ve iştiha ile seve seve yemek şeklinde bir canavarlık olarak tasvir edilmektedir.”

Gıybetin çirkinliği hakkında asr-ı saadetten şöyle bir rivayet aktarılıyor: “Maiz (r.a.) işlediği zina suçunu Peygamberimiz’e gelip itiraf ederek kendisini affettirmek için cezalandırılması konusunda ısrarcı olmuştu. Bunun üzerine iki kişi onun hakkında şöyle dediler: “Görüyor musun şu adamı? Allah kendisinin günahını gizlediği halde, o bunu gizlemek istemiyor ve gelip köpekler gibi recm olunmayı talep ediyor.”

Aradan bir müddet geçtikten sonra Peygamberimiz bir merkep laşesine rastladılar, “Falan ve falan kimseler nerede? Gelip şu laşeyi yesinler” buyurdular. Maiz’in dedikodusunu yapan o iki kişi huzura gelip “Yâ Rasulallah! Allah seni bağışlasın, bu hiç yenir mi?” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Biraz önce o kardeşiniz hakkında söyledikleriniz, bunu yemekten daha kötüdür” buyurdular. (Ebu Davud, Hudûd, 23.)
İslam kaynaklarında insan haklarının en önemlilerinden olan ve genellikle ırz kavramıyla ifade edilen kişiliğin dokunulmazlığı ilkesine büyük önem verilmiştir. Buna göre bir kimsenin gıyabında gerek onun şahsı ile ilgili maddî, bedenî, dünyevî veya manevî, ruhî, ahlakî ve dînî kusurlardan söz edilmesi gıybettir. Bunların yazı, ima ve işaretle anlatılması da aynı cümledendir. Çünkü gıybet, fertler ve aileler arasındaki bağları koparıp onları birbirine düşman hale getirir.

Gıybetin yapılması gibi, dinlenmesi de haramdır. İslam âlimleri gıybet edene mani olunması, bu mümkün olmazsa o meclisin terk edilmesi, bu da mümkün değilse gıybet edene karşı hoşnutsuzluğun belirtilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Gıybetin sebepleri kin ve öfke, başkasını kötüleyerek kendi itibarını yükseltme, kıskançlık ve benzeri olarak sıralanmış ve gıybetten uzak durmak için, öncelikle bu davranışların kontrol altına alınması gerektiği belirtilmiştir.

Bununla birlikte yine de gıybet insanlar arasında sıklıkla nükseden bir rahatsızlıktır. Bu itibarla kişi gıybet edip de, “ben olanı söylüyorum” gibi savunmalarla yaptığını meşru görmemelidir. Çünkü bu, kesin haram olan bir şeyi inkâr etmek olup Allah korusun sahibini küfre götürür. Ancak zalim ve fâsıkların yaptıklarını dillendirmek gıybet sayılmaz. Onların yaptığı kötülükler başkalarının, sakınması ve fenalıklarının bilinmesi bakımından anlatılabilir. Bundan başka, şahitlerin ahvalini araştırmak tecessüs ve gıybet sayılmaz. Kişi ortaklık kuracağı insanın ahvalini, itimat ettiği bir büyüğüne sorup araştırabilir. Fetva sormak için bir kişide olanları anlatmak da gıybet addedilmez.

Hani türkçemizde bir söz vardır:”kişi dilinin belasını çeker” derler.Hakikaten dilimizi güzelliklere alıştırabilsek,güzel şeyler söylesek, güzellikleri ifade etsek, insanların yarım taraflarını araştırıp onu sagda solda ifşa etme yerine önce öz eleştiriyi kendimiz yapsak,öncelikle kendi kendimizi hizaya çekebilsek çok daha hayırlı işler yaparız inancındayız. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem mealen şöyle buyurmuştur:** Kişinin, insanlar bozuldu, dediğini duyarsanız, anlayın ki, o şahıs en fazla bozulanların içindedir…**(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim.)
Bazı öyle sözler söylüyoruzki; adeta kendi kendimizi sımsıkı baglıyoruz.halbuki ne lüzumu var,ne geregi var kendi kendimize kötülük etmemiz bize ancak güler yüzlü degil çatık kaşlı insanlar kazandırır.Allah Resûlü (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: buyurdu:** Kişinin, kanıtsız ve dayanaksız söz söylemesi ne kötüdür.(Ebû Kilâbe radıyallahu anh. Ebû Dâvud.)**

Bizler yarınını bilemeyen,gaybi hususlardan habersiz insanlarız.Yarın başımıza ne gelir bilemeyiz.salih ameller işlemek varken boş, faydasız,lüzumsuz ve sırtımıza ebedi taşıyacagımız yükleri sırtlamamız bizlere ne kazandıracaktır bu konuyu tefekkürle ve şuurla düşünmemiz hepimizin yararınadır inancındayız.Peygamber efendimiz (sav) bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Her kim, müslüman kardeşini bir günah yüzünden ayıplarsa, onu kendisi de işleyinceye kadar ölmez.“(Muaz radıyallahu anh. Tirmizî.)**

Bizler mutlak surette en güzelini, en mükemmelini, en iyi olanını ve işimize en çok yarayanını aramak durumundayız.Lakin şu hususu hiç bir zaman aklımızdan çıkarmayalımki bizler dört başı mamur ve mükemmel insanlar degiliz,yaratılmışların en şereflisikonumundayız ama mutlaka bir yarım ve eksik tarafımız vardır. Dolayısıyla her tavrımız,her hareketimiz ölçülü,itidallı ve adalete uygun olmalıdır. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem mealen şöyle buyurmaktadır: **Mümin, kusur bulucu, lânet edici, azgın ve hayasız olamaz…(İbn Mesûd radıyallahu anh. Tirmizî.)**

Rabbimize şükürler olsunki; her adım atmamızda bizlere yol gösteren,örnek ve önderimizin söz,fiil ve onayını zamanımıza kadar taşıyanlar var.Günah,Hata ve kusurlar biz yaşayanlar için lakin bu olumsuzlukları en aza indirmekte cüzi irademiz dahilinde bizlere bırakılmıştır.Sevgili Peygamberimiz (sav) gıybet hususnda en meşhur olan hadisi mealen şöyle:**Rasulullah (sav) sordu:“Gıybet nedir bilir misiniz?““Allah ve Resûlü bilir“ dediler.“Birinizin, kardeşini hoşlanmadığı şey ile anmasıdır.“Bunun üzerine bir adam dedi ki:“Ey Allahın Resûlü! Anlattıklarım ya o kardeşimde bulunursa?““Anlattıkların o kardeşinde bulunursa, onun gıybetini yapmış olursun. Anlattıkların onda yoksa, o zaman ona iftira etmiş olursun!“ buyurdu.
(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî.)

Yine bir hadis mealiyle konumuzu baglayalım inşaallah:** Haksız yere müslümanın namus ve şahsiyetine sataşmak, günahların en büyüğüdür…(Saîd radıyallahu anh. Ebû Dâvud.)

Allahım bizleri günah,kusur ve hatalarından arınmaya gayret edenlerden eyle.Bizleri İslam ahlakıyla ahlaklanan,islam edebiyle terbiye olanlardan ve islamın nuruyla bakanlardan eyle.Bizlere kaldıramayacagımız yükleri yükletmeyecegine inanıyoruz.bizleri senin dosdogru yolun olan sıratı müstakimden ayırma.Bizleri Ehli sünnet vel cemaat itikadının tam bagımlıları olmamızı nasib eyle.sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir…Lu…23.01.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.