Globalizm Üzerine Notlar

Cenabı Hak Nisa suresi ayet.32.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah’ın sizi, birbirinizden üstün kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayanı) hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah’tan lütfunu isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir…***

“Globalizm, kelime olarak iktisadi, siyasi, kültürel ve sosyal sahada bazı kavramların milli ve yerel sınırlarını aşarak dünya çapında kabul görmesi olarak ifade edilebilir.” (Sosyal DevletMilli Devlet 37)Beş bin yıllık geçmişi, bin yıllık İslam kültürü olan Türk Milleti, tarihe yön veren Türk Milleti hangi değerini aşabilir? Sahip olduğumuz değerler insanlığın gıpta ettiği değerler. İnsan olmanın kuralı olan bu değerleri neden aşalım? Devlet bazında, adalet ve hizmetin sembolü olmuş yönetimler göstermişiz dünya arenasında. Tarihimize neden sırtımızı dönelim ki. Ha şimdi bu gerçekleri yaşayamıyorsak bu tarihin değil, işbaşındaki yöneticilerin suçudur.

Globalizm: Kavram olarak “global” yani küresel sözcüğünün kökeni, 400 yıl öncesine gitse bile, “globalization” (küreselleşme), oldukça yenidir. İlk olarak 1960’larda ortaya çıkan globalleşme kavramı, 1980’lerde ise sıkça kullanılmaya başlanmıştır. 1990’lara gelindiğinde de, bilim adamlarının önemini kabul ettiği anahtar bir sözcük haline gelmiştir 1990’lı yılların başlarında ortaya atılan globalizm Yani küreselleşme kelimesi günümüzde de sık sık kullanılmaktadır.

Bu konu üzerine dünyada çeşitli şekillerde konferanslar, tartışmalar ve protestolar yapılarak çalışmalar sürdürülmektedir. Günümüzde globalleşme konusunda çok geniş bir literatür oluşmuştur; ancak sosyal bilimlerin toplum olaylarının incelendiği bir çok alanında görüldüğü şekilde, globalleşmeye ilişkin birbirinden tümüyle farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.

Globalizmin hedefine bakacak olursak; “Globalleşme, halkların elindeki elindeki zenginlikleri birkaç global sermaye sahibine aktarmak. Bu amaçlarına ulaşmalarının önündeki tek engel ise ulus devlet anlayışı ve bu anlayışı hayata geçiren devletler. Bu tür devletleri tavsiye etmek için gerek sosyal, gerek ekonomi ve gerekse siyasi sahada birçok karalar dayatılmış ve bu dayatmaların neticesinde ulus devletler tavsiye sürecine girdikleri gibi bu odaklara da bağımlı hale gelmişlerdir.”

Globalleşmenin felsefesi ;“Globalleşme, her ne kadar ekonomik kaygılara dayansa da, aynı zamanda ideolojik ve politik temelleri de olan bir projedir. Soğuk savaşın bitmesinden sonra yeryüzünde “tek kutuplu bir dünyaya” gidişin yol haritası olarak karşımızda durmaktadır. Batı kültürü, dünyanın sonuna doğru dünyada “tek dünya krallığına karşılık gelen devlet” olduğuna inanmaktadır…Tek egemen devlet, tek kültür ve tek inanç anlayışına giden bu sömürgeci teopolitik yaklaşım, kendi dışında olanları iki sınıfa ayırmaktadır; Ya kendisine bağımlı olunacak, ya da düşman ilan edilip, parçalanacak…

Devletler hukukuna söyle bir göz attigimizda görürüzki; Ulus Devlet varlığını ve devamını milli politikalardan alır. Globalizmin hakim olduğu mevcut düzen içinde millileşmenin önüne geçmenin çeşitli yolları uygulanmaktadır. Bunlardan birisi, ulus devletin sahip olduğu yetkileri beynelmilel örgütlere devrettirmektir.
BM eski Genel Sekreteri Butros Gali bir beyanatında bu durumu şöyle izah etmiştir:

“Globalleşme sürecinde ulus – devlet, yetkilerinin bir çoğunu bir taraftan uluslararası kuruluşlara, diğer taraftan da yerel otoritelerle paylaşmaya mahkum edilmiştir. Bir zamanlar ulus devletin sorumluluğu içinde yer alan savunma, ekonomi yönetimi gibi pek çok alan artık büyük ölçüde IMF, Dünya Bankası, NATO ve BM gibi uluslararası kuruluşlar veya bölgesel düzeydeki siyasi ve ekonomik birliklerle, Avrupa Konseyi, Avrupa Merkez Bankası gibi kuruluşlarla koordine edilmektedir.”

Günümüzde globalleşmenin adı konmamış kurallarına biz de yabancı değiliz.
Merkez bankalarının hükümetlerden bağımsız hale getirilmesi, özelleştirme ile en çok kar getiren devlet kurumlarının bedava denilebilecek fiyatlarla satılması, faiz gelirlerinden kar alınmayarak devletlere para satan global firmaların karına kar katılması, tahkimin kabul edilmesi ile global firmalara ve paralarına bağlı bir yatırım modelinin benimsenmesi ekonomik sahada karşılaşılan kurallara örnektir.

Merkezi yönetimin yetkilerinin yerel yönetimlere devredilmesinin tavsiye edilmesi, AB örneğinde gördüğümüz başta egemenlik olmak üzere siyasal ve hukuki hakların uluslararası örgütlere devredilmesi siyasi sahadaki yaptırımlara örnektir.
Dinlerarası diyalog benzeri projeler ile milletlerin inancının değiştirilmesi ve milli dirençten yoksun hale getirilmesi, İngilizce eğitim ve öğretimin tavsiye dilmesi, yabancı kültürlerin propagandasını yapan her türlü yayının önünü açmak kültürel sahada karşılaşılan taleplerdendir.

Ulus devletlerin parçalanması için istismar edilen değerlerden biri de etnik farklılıklardır. İnsan hakları adı altında azınlık hakları kavramı gündem edilerek, etnik farklılıkların kavga unsuru olarak algılanmasına çalışılmaktadır. Etnik farklılıkların kavga sebebi olarak öne sürülmesi ile, devletlerin birlik ve beraberlikleri zayıflatılmakta, iç çatışmalara zemin hazırlanmaktadır. Gelinen noktada sömürüye ve işgale hazır halklar ve varlığını devam ettirecek kuvveti kalmamış devletler ortaya çıkmaktadır.

“Sosyal Devlet – Milli Devlet” tezinde bu sebeple “ulus devlet anlayışı” korunmaktadır. Amacımız devletleri ve milletleri globalizmin etkisinden ve işgalinden koruyabilmektir.
Milletlerin kaynaklarını ve kimliklerini muhafaza ile devletlerin uluslararası alanda varlığının devam ettirmesine engel olmak globalizmin gayelerindendir. Burada milli devlet tezinin dünya ile kurulacak ilişkilere karşı olmadığının da altını çizmek gerekir.
Ancak devletler arasında uluslararası hukuk kuralları ve mütekabiliyet esasları çerçevesinde, kendi değerlerini muhafaza ederek teknolojik, siyasi, ekonomik ilişkiler kurulması desteklenmektedir.

Aslında “uluslar üstü kuruluşlar”ın veya diğer ülkelerin, devletlerin yapılanmalarına müdahil olmaları, içeride özerk kurumların varlığı ve sivil toplum örgütlerinin dış desteklerle yönlendirilmeleri, çağımız demokrasilerinin tam olarak hayata geçmesine de engeldir. Bu manada “Sosyal Devlet – Milli Devlet” tezi, sömürüden uzak bir bağımsızlığın, ulus devletin ve milletin bir ve beraber yaşayabilmesinin, tüm dünyaya açık olmasına rağmen hiçbir dış güce ihtiyaç duymadan kalkınabilmesinin engellenmesi globalizmin hedefleri arasindadir.

Özellikle son çeyrek asırda gerek medya ve gerekse siyasilerin oldukça sıklıkla kullandıkları bir kelime globalizm. Ama bu kelimenin ne anlamını, ne mahiyetini ve ne de felsefesini kimse millete açıklamadı, anlatmadı. Belki globalizmin ne olduğunu bu global hayranları bile bilmiyordu. Dillerine doladıkları birkaç süslü kelimeyle milleti çıkmazlara soktular. Sloganlar oluşturdular; Globalleşen dünyaya ayak uydurmak vb.
İyi de böyle bir ihtiyaç, milletlerin ve devletlerin isteğinden dolayı mı ortaya çıktı?
Devletler ve milletler kendi değer anlayışlarından sıkıldılar mı ki, ortak değer ve değerler arayışına içine girdiler?

Amerika da yayınlanan NPQ Dergisi; “Bundan sonraki dünya düzeninin en önemli yapı taşları, silahlı uluslar yerine, global ölçekli şirketlere ev sahipliği yapan, teknolojik olarak gelişmiş şehir devletleri olacaktır” tespitinde bulunmaktadır…Yeni dünya düzeni, savaşla ele geçirilemeyen toprakları, globalizmin kuralları ile masa başında kazanmaktadır. Bu bağlamda dinler arası diyalog ile kimliğini ve değerini yitiren milletlerin, her türlü psikolojik etkiye ve işgale karşı dirençsizleşmesi de etkilidir.

Proje (yeni dünya düzeni) yukarıda ifade ettiğimiz felsefi ve ideolojik temellerle desteklenen globalizm ile hedef devletlerin sahip olduğu zenginliklerin ve gelirlerin, gelişmiş ülkelerde konumlanmış olan global sermaye sahipleri tarafından ele gecirilmesidir. Bu zenginlikler, yeraltı zenginlikleri, enerji kaynakları, yer üstü kaynakları, vergi gelirleri ve halkın topyekûn emeği olarak ifade edebiliriz. Bütün bunların ele geçirilmesinde global sermaye sahiplerinin karşısında duran tek engel, güçlü ve bağımsız devletlerdir.

Bu nedenle, globalleşme kaideleri, gelişmekte olan ülkelere mutlak doğruymuşçasına dayatılmaktadır. Bütün bunların hayata geçirilmesi ile varılacak nokta, sahip olduğu bütün kaynakları ve gelirleri global tefecilere kaptırmış ve dilenci konumuna itilmiş, kendisine devlet bile denemeyecek güçsüz ve zayıf topluluklar olacaktır.

Bugün Globalizm (Küreselleşme), dünya dengelerine yönveren günümüzün en önemli akımdır. Globalizmin siyasi, ekonomik, hukuki vs. sahaları etkileyen özellikleri olduğu gibi; misyonerlik faaliyetleri ile kültürleri ve sosyal hayatı da kuşatan boyutu vardır.
1980’li yılların başından sonra, özellikle Doğu bloğunun dağılması ile, artık hayatımıza çok daha fazla müdahale etmeye başlayan Globalizm; kelime olarak iktisadi, siyasi kültürel ve sosyal sahada bazı kavramların milli ve yerel sınırları aşarak dünya çapında kabul görmesi olarak ifade edilebilir. Her sahada gidilen bu “tek değer” anlayışı, globalleşmeyi savunanlara göre, hem dünya ticaretinin geliş mesini sağlayacak, hem de dünya ekonomisinin büyüme sine ve daha adilane gelir dağılımının oluşmasına imkan tanıyacaktı. Diğer yandan demokrasinin dünyada daha da yaygınlaşması sağlanacaktı.
Özellikle son 25 yıllık zaman dilimi göstermiştir ki; bırakınız kulağa hoş gelen bu hedefleri yakalamayı, globalleşme süre ci, dünyayı her geçen gün içinden daha da çıkılmaz bir pozisyona itmektedir. Meseleye sadece ekonomik alanda baksak bile gelir dagiliminda cok büyük dengesizlikler oldugunu anlariz istatistik rakamlara baktigimizda,
Gelir dağılımındaki dengesizlikler artık kabul edilebilir sınırların çok üzerindedir: 1.2 milyar insan günde 2 $’ın altında gelirle yaşamak zorundadır (5). Bu insanların çoğu Güney Asya ve Güney Afrika’dadır. Yıllık geliri 745 $’ın altında olan insan sayısı 2.5 milyardır; 61 ülkenin kişi başına düşen milli geliri de bu değerin altındadır. Oysa yüksek gelir grubuna dünyada sadece 29 ülke ulaşabilmiştir. Bu ülkelerin kendi içlerinde ise gelir dağılımlarında büyük adaletsizlikler vardır (6).
Dünyadaki üretimin % 20’sini, insanların % 80’i paylaşırken; % 80 geliri, %20’lik grup paylaşmaktadır (7).Öte yandan sanıldığının aksine dünya ekonomisi globalleşme ile daha hızlı büyümemekte; aksine her geçen gün büyüme daha da azalmaktadır. 1960’larda dünya ekonomisi, yılda ortalama % 5 büyümüş iken; 1970’lerde % 4.1, 1980’lerde % 3.2, 1990’larda ise % 2.3’e düşmüştür (8).Düşüş, 1980’li yıllarda da devam ederek 10 yıllık dönemde ortalama % 2.8 olmuştur. Bu, 1990’larda % 2 civarındadır. Bu oranlar gösteriyor ki, 50 yıllık dönmede kapitalist sistemin ivmesinde % 60’lık bir düşüş söz konusudur.

Dünya genelindeki bu “tüketim yönlü daralma” yüzünden “pazar problemi”nin oluşması kaçınılmazdır. Elbette yeter büyüklükte bir pazarın olmadığı yerde, üretim artışından ve büyümeden bahsetmek de mümkün değildir.Dar ve orta gelir grubu ülkeler için ise tablo daha vahim dir: 1965 –1990 yılları arasında % 2.5 büyüyen bu grup,
1980 –1990 arasında % 1.2 büyüyebilmiştir. 1997– 1998 yılları arasında ise % 3.9 küçülme söz konusudur.Günümüz rakamları da pek farklı değildir: 2002 – 2003 büyüme rakamları % 1.4 düzeyindedir. 1990 – 2003 büyüme ortalaması ise % 2.6’dır (9).

En değerli doğal kaynaklara sahip ülkeler bu kaynaklarını birkaç global firmaya devrettikleri için en fakir ülkeler olarak karşımızda durmaktadırlar.Dünya ticareti, her geçen gün daha da zor bir hal almak tadır. Özellikle gelişmekte olan orta gelir grubu ve altındaki ülkeler, kapılarını, spekülatif para hareketlerine tamamen açmalarından dolayı, her iki–üç yılda bir finanssal iflaslara sürüklenmişlerdir. Nitekim dünya üzerinde çok sayıda finanssal kriz yaşanmıştır. O kadar ki, küçüklü büyüklü krizler göz önüne alındığında; Paul Krugman’ın da altını çizdiği üzere “her 19 ayda bir krizin olduğu” anlaşılmaktadır.

Gelişmekte olan orta gelir grubu ve altındaki ülkeler, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını global şirketlere devretmelerine rağmen; kendi ürettikleri malları gelişmiş ülkelere satmaya kalktıklarında ise başta kota, gümrük, telafi edici vergiler ve vergi dışı engellemeler olmak üzere birçok engellemelerle karşılaşmaktadırlar.

Yeri gelmişken somut bir tecrübeyi ifade etmek kabilinden belirtmek gerekir ki; günümüzde ekonomi kuralı olarak, gerek IMF, gerekse Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar vasıtası ile kalkınmaya çalışan veya geri kalmış olan “ülkelere dayatılan uygulamaların hiçbirinin o ülkelere zarardan başka fayda”sı yoktur. Gelişmiş kabul edilen ülkelerin bu uygulamaların tam tersini yapıyor olmaları bile; bugün kabul gören ekonomi kurallarının teorik izahlardan çok, politik sömürü hesaplarına dayandığını göstermektedir.

“Küresel egemenlik peşindeki büyük devletler, denetim altına aldıkları az gelişmiş ülkelere, dışsatıma dayalı kalkınma modelleri, serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme programları, korumacı yasaların kaldırılmasını ve devletin küçültülmesi ni önerdiler; ama kendi ülkelerinde bunları yapmıyorlar.Ulusal pazarlarını, tarife dışı engeller ve kotalarla koruyorlar. Nitekim ABD, Latin Amerika ülkelerinin ihraç ettiği 1051 tür mamul maldan 400’üne; AB ise, 479 tür mamul maldan 100’üne tarife dışı engeller koymaktadır. 1980–1983 arasın da ABD’nin korumacılık uygulamaları yüzde 100; AB’nin uygulamaları ise yüzde 387 oranında artmıştır.

ABD Temsilciler Meclisi’ne, yalnızca 1985 yılında, 400 adet korumacı yasa teklifi verilmiştir. OECD ülkelerinde ortalama üretici sübvansiyonları (devlet destekleri), 1979–1981 döneminde yüzde 32 iken; 1986–1987 yıllarında yüzde 50’ye çıktı…”(10).

Nitekim AB Komisyonu Başkanı Jacques Santer, 9 Şubat 1999 günü Strassbourg’ta yaptığı basın toplantısında, tarım destekleme uygulamalarının daha da artırılması gerektiğini açıklayarak şunları söyledi: “Tarım ürünlerimizin küresel pazarda rekabet edebilmesi için fiyatların düşürülmesi, buna karşılık çiftçilerimizin kazançlarının arttırılması için telafi edici yardımlar yapılması gerekiyor” (11).Gelişmiş kabul edilen ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin başta tarım ürünleri olmak üzere ihraç ürünlerine birçok engellemeler çıkartırken; kendi üreticilerini sübvanse ederek de haksız rekabete sebep olmaktadırlar.

Gelişmekte olan ülkelerin gümrüklerini “sözde liberalleşme” adı altında tasfiye ederek kendi ürünlerine bu ülkeleri “pazar” yapmaktadırlar.Bugün, bırakınız, dünya ticaretinin verimli bir şekilde gelişmesini, dünyada gümrük duvarları arkasına saklanmış “ticaret bölgeleri” oluşmaktadır. Her geçen gün, özellikle gelişmiş ülkeler, kendi iç pazarlarını korumada ve yabancı ülkelerin pazarlarını ele geçirmede daha acımasız ve agresif bir tutum takınmaktadırlar. Bunun en temel sebebi, kapitalist modelin yanlış kabulleri ve sonuç larıdır.
Liberal–kapitalist temeller üzerine oturan globallizm, her geçen gün tüketimde daralmaya neden olduğu için; ülkeler, daralan iç pazarlarını korumada daha ısrarlı olurken, yeterli olmayan iç pazarlarının açığını kapatmak üzere de dışpazar ları ele geçirmeye uğraşmaktadırlar.

Öte yandan globalleşmenin demokrasiye ne şekilde katkı sağladığı ise Irak örneğinde görüldüğü gibi şüphesiz ortadadır. Globalleşme ile, özellikle dar ve orta gelir grubu ülkelere demokrasi geleceğini iddia edenler, sözde demokrasi projesi adı altında ABD’nin, kendi çıkarları doğrultusunda istediği ülkeleri işgal ettiği gerçeğini gizlemeye çalışmaktadırlar. Globalleşme sürecinde, bırakınız ülkelere demokrasi gelmesini; ulus devletlerin ellerindeki yetkiler, hem içeride, hem de dışarıda global sermaye odaklarına devredilmektedir. İçeride, sözde piyasaların dengeye kavuşması için “millet iradesi”ni temsil eden hükümetlerin ellerinden bu irade ve yetkiler alınarak üst kurullara teslim edilmektedir.

Nitekim Türkiye örneğine baktığımızda görülmektedir ki; Merkez Bankası’nın özerk hale getirilmesi, Bankacılık Denetleme Üst Kurulu’nun varlığı, Telekomünikasyon Üst Kurulu’nun varlığı, Enerji Piyasaları Üst Kurulu, Tütün Kurulu, Şeker Kurulu, RTÜK… vb kurullar, milletin iradesi ile seçilmişlerin değil, IMF tarafından kontrol edilen kurulların idareye hakim olmasına imkan tanımaktadır. Özellikle ülkemizde bu üst kurulların yargı yetkisini de elinde bulundurması, millet adına yargı yetkisini elinde bulunduran Türk Cumhuriyeti bağımsız mahkemelerini de devre dışı bırakmaktadır.
Bu üst kurulların konsolide bütçe dışında bütçelerinin olması, yani gelir kaynaklarının bulunması, atandıktan sonra görevden alınamamaları ve Dünya Bankası (DB) ile IMF’ye bağımlı olarak hareket etmeleri, milletin iradesinin idareye yansımasına engel olmaktadır. Milletin seçtiği hükümetlere ise, vatandaşlarından toplayabildiği kadar “çok vergi”yi toplayıp elde edilen gelirleri “faiz dışı fazla” adıyla global sermaye sahiplerine aktarmanın dışında bir vazife kalmamaktadır.
IMF ve Dünya bankasi talimatları doğrultusunda çıkarılan bir çok siyasi ve iktisadi kanunlar, idareye, milletin iradesinden ziyade global sermaye sahiplerinin ve gelişmiş kabul edilen ülkelerin iradesinin hakim olmasına sebep olmaktadır.
Dışarıda ise uluslararası örgütlere yetkilerini devreden ulus devletler, tamamen tasfiye edilmektedirler. AB süreci ve Tahkim Yayası örneğinde olduğu gibi… AB süreci ile, Türk devletinin Yasama, Yürütme ve bağımsız Yargı erkleri bağlamında kendi üstünde bir üst iradeyi kabul ederek yetkilerini, bu iradeye teslim etmesi, elbette ulus devletlerin kendi kendilerini tasfiye etmeleri veya tamamiyle yetkilerini hakim güc olan egemen devletlere teslim olmalarini beraberinde getirmektedir.Zaten globalizmin gayeside budur,her seyi tek elden yürütme cabasi.

Yerel yönetimler adı altında yetkiler, içeride bu yönetimleri kontrol eden global odakların kontrolüne devredilmekte; böylece yetkileri azaltılan ulus devletler tasfiye edilmek isten mektedir. İşin ilginç tarafı, globalleşme, dışarıda ülkeleri “birleşme” adı altında yetkilerinden koparırken, içeride “ayrışma” uygulayarak bu yetkileri elinden almaktadır. Yine uluslar arası kuruluşlarda “her ülkenin aynı oranda rey hakkına sahip olmaması”, BM örneğinde olduğu gibi bazı ülkelerin “daimi üye” sıfatıyla çıkabilecek her kararı engelleme hakkına sahip olmaları, globalleşmenin nasıl bir demokrasi anlayışına sahip olduğunu bize göstermektedir. Nitekim bütün dünya, 2006’nın son aylarında İsrail’in Filistin ve Lübnan’a yaptığı taaruzlar sebebiyle cezalandırılmasını istemesine rağmen; BM, sadece daimi üye ABD’nin vetosu sebebiyle, bir “kınama kararı” dahi çıkartamamış, karar engellenmiştir.Bu bağlamda “bazı ülkeler her zaman haklıdır, özellikle haksız olduklarında daha da haklıdırlar” anlayışı, maalesef globalizmin demokrasi anlayışı olarak karşımızda durmaktadır.

Daha dün yasanilan hadiseleri herhalde görmeyenimiz kalmadi. İsrail akil almaz bicimde gazzeye her türlü araclariyla bombalar yagdirirken ve filistin yurdu yerle bir edilirken suclu HAMAS ilan edildi, mazlum millet ise israil devkleti… iste global dünyada güc odaklari her türlü iletisim agini kendiler kurmuslarsa,medya ellerindeyse, egemen güc kendilerindeyse siz ne durumda olursaniz olun yine suclu ilan edilirsiniz.

Birlesmis milletler teskilati hem asil üye ve hem de daimi üye olarak bilinen bu egemen güclerin elinde oldugu müddetce, askeri,siyasi,kültürel,ekonomik,dini akla insan unsurunu ifade edecek ne gibi bilinen hususlar varsa hepsinin idaresinin basinda bu güc odaklarinin yerlestigini ve yönetimin ise tek elden yürütülmeye calisildigini görmemiz globalizmin temel felsefesidir diyebiliriiz.

Globalleşme sürecinin, ülkelerin ellerindeki kaynakları ve gelirlerini gelişmiş kabul edilen ülkeler üzerinden “birkaç global odağa nasıl aktardığını anlamak” için, öncelikle iki süreci daha yakından incelemek gerekir; birincisi ABD dolarının serüveni, diğeri de GATT görüşmeleridir. Yani güc odagi olarak bilinen sekiz gelismis ülkenin her yil belli dünya düzenine verecekleri bicim ve tarz diyebiliriz.

Bir başka açıdan bakıldıgında globalizm, bütün insanlığı kucaklayabilmektir. Sevgiyle, merhametle, insanlık vasfına saygıyla. Bunların neticesiyle de fedakârlıkla. Afrika’da açlıktan ölen insanlar, saygı dolu merhamete lâyıktır. Onlar için neler yapılabilir ? Kadın erkek, çocuk milyarlarca insan maddi ve manevi sefalet içinde. Sadece maddi sefaleti sefalet listesine koyduk, sonra bunu yanında manevi sefaletin ifadesi daha düzenli işlenebilir. Ya da bazı olumsuzlukların globalizm sayesinde önüne geçilebilir mesela silaha akıtılan para, bugün insanlığın silah endüstrisine sarfettiği para maddi sefaleti bir yılda telâfi etmeye kâfi gelecek miktardadır diyebiliriz.

Daha yakın zamana kadar Türkiye cumhuriyetinin bütçesinin yüzde yirmi ikisi askeri alana gidiyordu. Ya da Kadın hakları meselesi, Bilindigi gibi istismarı en çok yapılan konu kadın konusudur. Kadının hâlâ bir cinsel obje olduğu, ilaçtan otomobile her reklamda tek imdat kolu haline geldiği bilinen bir gerçektir. Böyle bir düşünce dünyasında kadına saygıdan bahsedilebilir mi? Dünyanın bütün kadınlarının önce ana olması gereğini unutan feminizm hareketi bir manevi sefaletinde aynı zamanda özünü teşkil etmektedir.

Kadınlara cinsel özgürlük derken, aslında kendi nefislerine pay çıkaran erkekler manevi bir sefalet içinde bulunduklarının da izahını ortaya koymaktadırlar. Globalizm hangi mana ve anlatım tarzında ele alınırsa alınsın iyiye güzele ve dogruya kullandıgımızda faydasını, aksine kullanıldıgındada zararlarını görecegimiz aşikardır. İnanç kavramından tutun, ticaret, siyaset, sanat, kültür ve akla gelen gelmeyen bütün hususlarda globalizmden faydalanmak ve ya zararını görmek insanların yaptıkları faaliyetlere baglıdır. Çünkü, Hani devamlı söylüyoruzya; dünyamız artık küçük bir köy konumundadır. Dünyamızda kadın erkek, büyük küçük her insanın derdiyle dertlenmeden tutalım, dünyanın her bölgesine ait eğlence ve oyunla zevk ve safa çeşitleriyle zenginleşmek, Arjantin den japon kültürüne, Norveçten güney amerika kültürüne, Yeni zelandadan Kanada itikadına, Güney koreden Zambiya gelenegine, İzlandadan filipinler ticari hacmine, Çin den Siyasi düşüncesine gelenek, görenek, ananesine çok daha kısa sürede ulaşma ve müdahil olmayı da beraberinde getiren bir olgudur globalizm. Bence Globalizmi anlatan en önemli kullanım alanımız internettir diye düşünüyorum.

Yazarlarımızdan, Ergun göze globalizm üzerine yazmış oldugu bir yazıda diyorki:Ecdadımızı unutmadık .Ama ecdadımızın ahlâkını henüz unutmadık. Ne Brunei Sultanı’nın altın klozetli uçağı, ne Körfez Emirlikleri’nin görgüsüzce israflarının, ne papaların ve patriklerin ihtişamlı hayatının, ne de dolar milyarderlerinin safahatinin insanlık indinde artı bir değeri bulunmaktadır. Bu bakımdan Katar Şeyhi’nin binbir gece düğünlerine benzetilen düğününe, dünyada onbir milyon insan açlıktan ölmek üzere iken, İslam Âlemi sömürge halinde bulunur, sefaletin pençesinde kıvranırken ve Türkiye’nin nesi var, nesi yoksa pazarlanırken, Bazı yöneticilerimizin tek başına olsa bile yanlış yere koşması, ülkemize itibar sağlamaz. Üstelik globalizmin hoş olmayan bir tezahürü olarak kalır. Globalizm insanlığı kucaklamaktır. Ama Hak yolda.

Bugün hakka ve adalete susamış insanlığa onu daha çok susatacak ve köle yapacak teknolojik oyuncaklar değil, hak yolunu işaret edecek trafik levhaları gerektir. Mehmed akif bunu ne güzel anlatmış: Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım. Çiğnerim çiğnenirim Hakkı tutar kaldırırım. Bunu dünyanın her noktasında söyleyip yapabilmek, işte Globalizm. Buraya kadar globalizm yan küreselleşme olayında ya da ideolojinde gördüklerimizi toparlarsak diyebilirizki globalizm: Uluslar arası kapitalizmin daha da büyümesini ortaya çıkarır.Çok uluslu ekonomik dalgalanmaları bütün dünyayı kısa bir zamanda herkesi etki alanına çeker.

Uluslar arası politikaların piyasaları bagımlı hale getirir. Ani artış ve düşüş hareketleri dünyadaki ticari dengeleri alt üst edebilir. Araştırma, Geliştirme teknolojileri ve yenilikleri bütün dünyaya malolur.Enerji ve kaynak hakimiyeti savaşları artabilir.Emeğin etkisi azalabilir. Evet bütün bunlar varsayım olarak düşünülebilir lakin olayı bir de Bizim gözümüzle, İman ve inanç açısından düşünelim. Müslümanlar artık birbirlerini daha çabuk ve daha iyi anlıyabiliyor,her hususta daha çabuk haberleşip ilgi kurabiliyor, inşaallah globalizmin bu tür etkilerinden yani iletişim agından dolayı vahdet ve birligi daha kısa sürede saglayıp hilafet devleti yönünde daha duyarlı hale gelebilirler. Mesela İkinci Abdulhamid hanın çok kısa bir zamanda gerçekleştirdigi İstanbul – Medine demiryolu projesi bütün müslümanların katkılarıyla gerçekleşmiştir.

İslam birligi davası siyonistlerin etkin çabalarından dolayı akamete ugramış ve 1909. yılında ittihat ve terakki ileri gelenleri tarafından Abdulhamid hanın Hilafet-saltanattan uzaklaştırılmasıyla sonuçlanmıştır. Aynı zamanda bu hadise Osmanlı imparatorlugununda sonunu getirmiştir. Üç beyinsiz paşa yani Cemal,Enver ve Talat paşalarda bu hatalarını hayatlarıyla ödemişlerdir. Lakin aradan bir asır geçmiş, geçen yüz yıllık zaman zarfında Müslümanların konumu yanlış siyaset, farklı kültürel faaliyetlere geçiş, hatalı ticari ilişkiler, sanat ve maneviyatın batı da aranması müslümanların parçalanmasını hızlandırmıştır.

İnşaallah Küreselleşme, globalizmin iyi yönlerinden faydalanarak dünyanın neredeyse dörtte birinden fazla olan nüfusu ve ticaret hacmiyle ve Siyaseten de birleşmeleri kaçınılmaz olan Müslümanlar artık başka ekonomileri degil “Müslümanlar kardeştir” gerçegine hizmet ederler ve Allahın izniyle büyük birlik saglanmış olur. Şer ve kötülük olarak bildigimiz ideolojilerde tersine işler kimbilir ? Bir ayet mealiyle konumuzu bitirelim inşaallah.

Cenabı Hak Maide suresi ayet.8.de mealen şöyle buyuruyor: *** Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir…***

Allahım sen her şeye kadirsin,her şey senişn kudret elindedir. İrade yalnız sendedir. Yaratan ve yaşatan sadece sensin. Bizler insan beyninin ürettigi inkar ve isyan politikalarini ve ideolojik yaklasimlari degil senin Seriatina ve senin hükümlerine,emir ve yasaklarina bagli kalmaya söz verdik bizleri bu ahdimizde sabit kalanlardan eyle yarabbi.Bizleri senin razı oldugun dogru yoldan Sıratı müstakimden ayırma. Bizleri Ehli sünnet vel cemaat itikadına sımsıkı sahip çıkanlardan eyle…Amin…

Sermedkadir

5– World Bank, ILO World Employment Report
6– World Bank, World Development Report
7– World Bank, World Development Report
8– Annual Cahange Of World GDP, IMF And Maddison Measures 1970–2001
9– World Bank, World Development Report
10– Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar,
11– M. Aydoğan, age.
12– C. Aktan– H. Şen, Globalleşme, Ekonomik Kriz ve Türkiye, TOSYÖV Yayınları 1999

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.