إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تُؤَدُّوا الْأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ أَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ
GÜVEN VE GÜVENSİZLİK HÂLİ ÜZERİNE…Rabbimiz Nisa suresi ayet.58.de.mealen şöyle buyurmaktadır:*** Muhakkak Allah size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder …*** Muhterem Müslümanlar…İnanıyoruzki; Allah’ın yegane sahih dinine bağlanmadan, o dinin tahkîkî, yakînî, kâmil imanını elde etmeden hiçbir devirde tam bir güven ve huzur toplumu oluşmamıştır. Böyle bir saadet toplumunu yeniden inşa etmek katiyen imkansız değildir. Tarihin şeref levhaları bunun örnekleriyle doludur. Saadet Asrı önümüzdeki en canlı misaldir. Yakın geçmişimizde Osmanlı toplumundaki emniyet ve güven atmosferine bakmak da yeterlidir…Örneğin, Osmanlı ordusu sefere giderken düşman topraklarından bağ ve bahçelerden geçiyorlardı. Bahçelerin sahipleri korkularından dağlara kaçmış, dizlerini döverek manzarayı seyrediyorlardı. Ordu ayrılınca bahçelerine döndükleri zaman hayretten donakalmışlardı. Çünkü Osmanlı askerleri yedikleri meyvelerin parasını dallara asmış öyle gitmişlerdi. Dünyaya kafa tutan bu insanların içlerinde Allah korkusu, emanet duygusu olmasaydı onlara kim mani olabilirdi? Yine Osmanlı toplumunda büyük camilerin müştemilatında zekât taşları bulunurdu. Hali vakti iyi olanlar gece kimsenin görmediği bir vakitte gelir, taşın kapağını açar ve bir miktar para bırakırdı. Fakir de gece karanlığında gelir, kapağı kaldırır, ihtiyacı kadar para alır, gerisini bırakır giderdi. Böylece zenginle ihtiyaç sahibi birbirini tanımaz ve fakir minnet altında kalmazdı. İşte İslâmı gönüllere hakim kılan bu ruhtu. İnsanların birbirlerine güven ve itimat duygusuydu. Eğer hakimiyet sadece kılıçla sağlanmış olsaydı, o devrin şartlarında devlet bir insanın ömrü kadar bile ayakta durmaya güç yetiremezdi. İslâm’ın yeniden tüm dünyaya neşredilmesi de, inşallah istikbalde böyle bir toplumun yeniden inşa edilmesiyle mümkün olacaktır…
Peygamber efendimiz (sav) bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Emaneti güvendiğin kimseye ver.Sana hainlik yapana sen hıyanet etme…**(Tirmizî.)Muhterem Mü’minler…Zamanımızda insanlara olan GÜVEN duygumuz zayıfladıysa eğer Müslümanlar olarak birbirimize güvenemiyorsak ortada iki büyük mesele var demektir. Bizler Ya mensubu oldugumuz dini bilmiyoruz, ya da günahlardan korkumuz azaldı. Allah korusun her iki halde de zarardayız…İnsanlık onur ve haysiyetini kemirdiği bugünün dünyasında, gelmiş geçmiş “En Emin İnsan”ı hatırlamak, O’nun yâdıyla tazelenmek, O’na muhabbetimiz vesilesiyle O’nun ahlâkından bir nebze olsun hayatımıza devşirmek, umulur ki yaramıza merhem olur. Peygamber efendimiz (sav) Düşmanının emanetini bile korurdu. Alemlerin Efendisi (sav) Peygamber olmadan önce cahiliye devrinde bile “ Muhammedü’l-Emîn” adıyla tanınırdı. O’ndan daha güvenilir kimse yoktu. Can düşmanları bile O’nun asla ihanet etmeyeceğinden ve katiyyen yalan söylemeyeceğinden emindiler. Bizlerde inşaallah Örnek ve önderimizin yolunda, onun emir, tavsiye ve öğütleriyle hayatımızı şekillendirmeliyiz inancını taşıyoruz…İstiyoruzki Emanet kaybolbasın,dürüst insanlar parmakla gösterilecek kadar azalmasın. Ahlaksızlık gibi sorunlar Müslümanın problemi olmaktan çıksın. Müslümanı degerli sayan, emin kılan, güvenilir yapan hasletlerle donanalım inşaallah…
Muhterem kardeşlerim…Emanet kavramı, güven duygusu itimada şayan olma hali İman ile alakalı hususlardır. “Güven”in imanla alakasına dikkat çeken Peygamber Efendimiz (sav), gayet açık ve çarpıcı bir ifadeyle: **Emaneti olmayanın imanı yoktur..** buyurmaktadır. Yani Allah Tealâ ve kullarına karşı vazifesini yapmayan, emanete hıyanet eden, yalancı, sahtekâr ve kaypak kimsenin, imanı da tam değildir. Bunlar, verdikleri sözde durmayan, imkanları varken borçlarını ödemeyen, ücretini aldığı halde çalıştığı işi doğru dürüst yapmayan, söz verdiği zaman sözünü yerine getirmeyen kimselerdir. Böylesi insanlar; Allah Tealâ’nın emirlerine de tam olarak riayet etmezler. Ailesine ve diğer insanlara karşı hayırsızdırlar. Eşya ve hayvanlara merhamet etmezler. Bu vasıfların tamamını veya bir kısmını taşıyan kimseler kâmil mümin olamayacakları gibi, kâmil müminlerin dışında da sağlam bir emniyet ve güven duygusuna rastlamak zordur. Halbuki, “mümin” kelimesi “emanet, emniyet ve iman” kelimeleriyle aynı kökten gelmektedir. Yani “mümin” yeryüzünde inancın, emniyet ve güvenin temsilcisi demektir. Örneğin birbirine selam veren iki müslüman, birbirlerine “huzur, barış, esenlik ve güvenlik seninle olsun” diye dua etmiş olmaktadırlar. Peygamber Efendimiz (sav): “Müslüman, dilinden ve elinden diğer müslümanların salim olduğu kimsedir. Mümin ise kanları ve mallarına karşı (diğer müminleri) güvence içinde kılan kişidir.” buyurmak suretiyle, “ müslüman ” ve “mümin”in ortak özelliğine dikkat çekmiştir. Yani bir kimsenin elinden ve dilinden emin olunamıyorsa, o kimse ya müslüman ya da kâmil bir mümin değildir… Netice itibariyle bizler güvenilen,inanılan,itibar edilen,Emanete riayet eden,dogruluktan, dürüstlükten,faziletten,iyi olandan şaşmayan, güzel huylu, güzel ahlaklı, güzel sözlü insanlar olmak zorundayız…Rabbim yar ve yardımcımız olsu…Ala.
Sermedkadir…LU…DAR’UL ERKÂM…21. 07.2017…