HAK DİN İSLAM’DIR…

 

Rabbimiz  Ali  imran  suresi  ayet.19.da mealen  şöyle buyurmaktadır:  *** Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur…***

Peygamber  efendimiz (sav)  bir  hadisinde  mealen  çöyle  buyurmaktadır: **Allah, rızıklarınızı bölüştürdüğü gibi, aranızda ahlâklarınızı da bölüştürmüştür. Allah, dünyayı sevdiğine de, sevmediğine de verir. Ama dini ancak sevdiklerine verir. Kime dini vermişse, onu kesinkes sevmiştir.Nefsim elinde olana yemin ederim ki, kalbi ve dili müslüman olmadıkça, bir kul müslüman olamaz. Komşusu kötülüklerinden emin olmadıkça, kişi tam mümin olamaz!“ „Ey Allahın Resûlü, kişinin kötülükleri nedir?“Şöyle buyurdu: „Eziyet ve zulüm etmesidir. Haramdan kazandığı parayı nafaka verse, asla bereketi olmaz. Ondan sadaka olarak verirse, kesinlikle kabul olunmaz. Geride bırakırsa, onu ateşe daha da yaklaştırır. Çünkü Allah, kötüyü kötü ile silmez, kötüyü iyilik ile siler. Çünkü, pis olan pisi silmez…**İbn Mesûd (ra). Ahmed..

Kardeşlerim  mutlaka  her  İslam  aliminin İslam, İman, Din  ve  Mukaddesatımız  izerine kendinden  sonrakiler  tanıttıgı  güzel  ifadelerle  beyan  ettigi  tarifleri  vardır. Şmer  Nasuhi  bilmen Merhum mevzularda  diyorki: İslâm: Lügatte ihlâs teslim olmak, baş eğmek mânâlarına gelir. Şeriat lisanında Yüce Peygamberlerin tebligatını her şekliyle kabul edip beğenerek Cenâb-ı Hakka itaat ve inkiyat etmektir, İmân ile İslâm, lügat manaları İtîbariyle birbirinden ayrılırsa da şeriatına itibariyle birdirler. Her mümin, müslimdir, ve her müslim, mü’mindir. Maamafih İslâm lâfzı din mânasına da gelir. Nitekim şeriat, millet lâfızlar da din mânasında kullanılmıştır.

İslâm lâfzı, imânın alâmeti, meyvesi olan namaz oruç, hac gibi salih amellere de itlak olunur. İslâm lâfzı, bir de kalben tasdik etmeyip zahiren kabul etmek manasında da kullanılır. Kalben inkar ettiği halde lisânen „ben müslümânım“ diyen bir şahsın İslâmiyeti gibi ki, bu münafıkça bir hareket olacağından Allah katına makbul olmadığı gibi şer’an da İslâm’dan sayılmaz.

İmân: Lügatta bir şeye inanmaktır, bir kimseyi veya bir haberi tasdik etmektir, onun doğru olduğunu itiraf ta bulunmaktır. Şeriat dilinde ise peygamberlerin Allah tarafından tebliğ buyurmuş oldukları şeyleri kesin olarak tasdik eylemektir. Bu gibi hakikatlara kalben, vicdanen kat’î surette inanmak bir imandır. Bunları lisânen söyleyip itiraf etmek de ikrardır. Bir kimsenin imânı, başkalarınca, ikrariyle anlaşılmış olur. İmân sahibine „Mü’min“ denir. İmân zıddı „küfür“ dür ki, bu da inkârdan ibarettir, İmân edilmesi lâzım gelen şeylerden herhangi birini inkâr etmek bir küfürdür.

Meselâ: Cenâb-ı Allah’ın varlığını inkâr, küfür olduğu gibi onun peygamberlerinden, kitaplarından herhangi birini inkâr etmek de bir küfürdür. Küfür lügatte örtmek, gizlemek demektir. Mukaddesattan herhangi birini inkâr eden  adam onu ört mü; va gizlemiş olacağından dolayı küfr ile vasıflanmış olur. Nitekim bir nîmetin kadrini bilmeyip örtbas etmeye de „küfranı nîmet“ denir. Küfür sahibine „kâfir“ denilir. Birisini küfre nisbet etmeye de „tekfir“ denir…

Din: Allah Teâlâ tarafından konulmuş bir kanuni mübindir ki, insanlara Cenab’ı Hakkın varlığını, birliğini, azamet ve ulühiyyetini bildirir, insanları yaradılışlarındaki gayeden haberdar eder. insanlara vazifelerini, hidâyet ve saadet yollarını gösterir. Akıl sahiplerine kendi güzel istekleriyle bizatihi hayır olan işlere sevk eyler. Bu ilâhî kanunu Yüce Peygamberler Allah tarafından vahiy yoluyla olarak ümmetlerine tebliğ buyurmuşlardır. İnsanlar tarafından din adına tertip ve tanzim edilmiş veya ilâhi bir dinin adına bir takım uydurma hükümleri kapsayan şeylere din denilmesi, kendi mensuplarına göredir.

Yoksa bunlar asla ilâhî dîni mahiyetine sahip, insanlar için birer kurtuluş rehberi olmak meziyetini içerir değildirler. Din tabiri lügat itîbariyle adet, siret, itaat, siyaset, rey, hüküm, ceza mânâlarında da kullanılmıştır. Cenab’ı Hakkın bizlere ihsan buyurmuş olduğu ilâhî, hakîkî dîne, tevhid dini, denildiği gibi, İslâm dini de denir ve yalnız din, yalnız İslâm da denilir. Bu dini mübin, insanlığın İlk ve son dinidir.

Şöyle ki: insanlığın babası olan Hz. Âdem aleyhisselâm nail olduğu ilâhî vahyi sayesinde kendi evlât ve torunlarına bu tevhid dînini tebliğ etmişti. Ancak bir müddet sonra insanlar arasında cehalet alâmetleri yüz göstermiş, gitgide bir takım batıl inançlar türemişti. Fakat vakit vakit peygamberler gönderilmiş, onlara semavî kitaplar verilmiş, onlar da ümmetlerini tevhid dinine, İslâm dinine davet etmiş,

o peygamberlere bir takım zevat tabii olarak hidâyete ermiş, bir takım kimseler de şeytanlara uyarak din fikrinden mahrum kalmış, dalâlet içinde yaşayıp gitmişlerdir. Nihayet din ve İslâmiyet yıldızı sönmüş iken Cenab’ı Hak insanlığa en muazzam bir lütuf, en nuranî bir rehber olmak üzere Muhammed, aleyhisselâtı vesselam efendimizi son Peygamber olmak üzere bütün insanlık âlemine peygamber tayin buyurmuştur. O eşsiz Peygamber ise Allah’ın yardımına mazhar olarak tevhid dînini fevkalâde bir azim ve gayretle neşre başlamış, evvelâ kendi muhitini aydınlatmaya çalışmış, muhitinin etrafında bulunan ve kendilerine ehli kitap deniler Yahudiler ile Hiristiyanları da bu dinî mübine davet ederek bu hususta nice harikalar, mucizeler göstermiştir.

İşte bu. Yüce Peygamberimizin bütün beşeriyete tebliğ ettiği; bir ilâhî dîndir, bir tevhit dînidir, bir İslâm dînidir. Allah katında makbul olan dinde bu İslâm dininden başkası değildir. Ali  İmran  suresindeki 19.ayeti kerime de bunu anlatmaktadır. Bu, apaçık İslâm dinidir ki: Bütün insanlığı hitap edip onlara hidayet, saadet yollarını göstermektedir. Bütün insanlar âlemi bu dinî mübine muhtaçtırlar, insanların hakikatlardan haberdar olabilmesi için, Cenâb-ı Hakkın rızâsına muvafık fiil ve hareketlerde bulunabilmesi için bu dîni mübinden daha mukaddes bir rehber bulunamaz.

Bu mukaddes din, haddizatında bütün insanlık için en mühim bir ihtiyacı ruhi ve manevî ki, bu ihtiyaç tatmin edilmedikçe insan için kalp temizliğine, vicdan rahatlığına ruh yüceliğine nailiyet imkânı bulunamaz. Güzel ahlâkın esası, dayanışma ve muhabbet üzerine kurulma bir medeniyetin en birinci dayanağı bu dîni mübindir. Dinsiz bir milletin maddî varlığı geçicidir. Hakikat nazarında hiç bir kıymeti yoktur, sönmeğe mahkumdur.

Binaenaleyh insanlar yalnız dünya varlığını, dünya zevkini bir gaye bilmemelidirler. Yanlış, uydurma düşüncelere tabi olmamalıdırlar. Kutsallığı güneşlerden daha parlak olan dîni İslâm’ın yüce gölgesine iltica etmelidirler ki o sayede birer temiz ruha, güzel içtimaî birer terbiyeye, umum insanlık hakkında pek hayırlıca bir vicdana nail olabilsinler…( Ömer Nasuhi Bilmen)

Kardeşlerim,  Mutlak  surette Allah  indinde tek  din  vardır  o  da  İslamdır bu  sözümüzü Ali  İmran  suresi  ayet.19.dan  alıyoruz. Müfessirlerimiz  bu  ayetin  önü  ve  sonunuda  esas  alarak bu  hakikati  nasıl  izah  etmişler  ona  bakalım. Örnegin, Et  Tefsirul Hadis  adlı  eserinde  İzzet Derveze  diyorki: Kendilerine Kitab verilenlere ve ümmilere de ki: „Siz de İslam oldunuz mu?“ Eğer İslam olurlarsa doğru yolu bulmuşlardır. Yok eğer dönerlerse sana düşen, sadece duyurmaktır. Allah, kulları görmektedir.Ayetlerdeki ifadeler açıktır.

Müfessir Taberi „Eğer seninle çekişirlerse ifadesini tefsir ederken, çekişenlerin Peygamber (s)’e gelen Necran heyeti olduğunu söyler. Bize göre bu ayetler, Nebi (s) ile heyet arasındaki tartışmanın ilk sahnesi ya da burada takınılması gereken tavır hakkındadır. Ayetler Necran heyetinden, Allah’ın mutlak vahda­niyeti ve sadece O’na itaat edilmesi ile O’nu bütün noksan sıfatlardan tenzih etmek hu­suslarındaki temel ilkeyi kabul etmelerini hedeflemektedir. Böylece, bu ilkenin kabulü ikinci plandaki ihtilafın çözümü için bir zemin hazırlayacak ve teferruata dair mesele­lerde uzlaşma platformu oluşturacaktır. Açıkça görüldüğü üzere bu üslup kuvvetli, sağ­lam bir üsluptur.

Allah’ın, meleklerin ve samimi ilim sahiplerinin Allah’ın birliğine şahitlik etmeleri ile başlayan ayetlerde, ifade edilen mânâyı kuvvetlendirmek, bu mânânın tartışmasız hak ve doğru olduğunu ortaya koymak için „ta’birî“ bir üslup kullanılmıştır. Bu, şüphe­siz güçlü ve sağlam bir üsluptur. İslam davasının özünü ve temel prensibini Kur’an’ın diliyle anlatan Peygamber (s) bu üslubu kullanmıştır. İslam davasının bu iki temel unsu­ru Allah’ın mutlak vahdaniyeti ve O’nun birliğine teslim olmanın gerekliliğidir. İşte hak din budur ve üzerinde ne tartışmaya ne de çekişmeye yer yoktur. Oysa kitap ehli olanlar arasında bu durum bir hayli yaygın idi ve aralarında meydana gelen tartışmalar kendi nevaları ve azgınlıklarından kaynaklanıyordu. Yoksa Allah’ın kendilerine indirdiği ilahi kitaplardan ve peygamberlerden değildi.

Bu ayetlerin son kısmı ise tartışmaya asla yer olmayan hususlarda tartışmak isteyenlere karşı Peygamber (s) uyarılmış, kendini ve kendine uyanları Allah’a teslim ettiğini ilan ederek konumunu belirlemesi ve müslüman olarak yaşadığı sürece Allah’ın vereceği yüceliklere talip olması ile emrolunmuştur. Ayrıca, onlar da eğer müslüman olurlarsa Allah’ın kendilerine göstereceği hidayet yolunun kendilerini bir araya toparlayacağını, eğer yüz çevirirlerse bunun kendi aleyhlerine olduğunu, kendine düşen görevin yalnızca tebliğ olduğunu ve Allah’ın insanları hakkıy­la gözetip işlerine vakıf olduğunu ilan etmesi emredilmiştir…(İ.Derveze….)

Muhammed  Ali  Sabuni diyorki: **Allah katında din İslam dinidir. Yani katında makbul olan şeriat, İslam şeriatıdır. İslamdan başka, Allah’ın razı olacağı bir din yoktur. Yahudi ve Hıristiyanlar, İslam dini ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliği hususunda, kendilerine apaçık deliller ve engin mucizeler gelip de işin haki­katini Öğrendikten sonra ihtilafa düştüler. Onların küfrü şüphe ve ka­palılıktan değil, sadece kibir ve inattan kaynaklanıyordu. Bile bile sapıtanlardan oldular. Bunu, aralarındaki kıskançlıklarından yapar­lardı. Liderlik sevgisi onları buna itiyordu, Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki o, yakında Allah’a dönecek, Allah onu süratle hesaba çekecek ve küfrüne karşı cezasını vere­cektir. Bu âyette tehdit vardır… (Saffetut  Tefasir…M.Ali Sabuni.)

Merhum  Ömer  Nasuhi  Bilmen diyorki: *Bu âyeti kerime de Cenab’ı Allah’ın birliğini söylemekle hakkaniyet üzere kurulmuş olan dinin, yalnız İslâm dininden ibaret olduğu şöylece bildirilmektedir. (Şüphe yok ki. Allah katında) makbul, rızayı ilâhîsine uygun olan (dîn, İslâm’dan ibarettir.) Peygamberler vâsıtasiyle bütün insanlığa tebliğ buyurulmuş olan din yolundan ve yüce şeriattan başka değildir. (O kendilerine kitap verilmiş olanların) Yahudilerin, Hıristiyanların ve kendilerine kitap verilmiş olan daha evvelki kavimlerin (ihtilafta bulunmaları) bunlardan bâzıları,

İslâm dininin hak olduğunu kabul ettikleri halde bâzılarının bunu tamamen inkâr etmeleri, ve bazılarının Allah’ın birliği hususunda ihtilâfa düşüp teslis görüşünü benimsemeleri veya Hz. İsa’ya, Hz. Uzeyre Allah’ın oğlu demeleri, bâzıları risaleti Muhammediyyeyi kabul ettikleri halde bir kısmının da onu inkâra cüret göstermeleri (ise kendilerine İlim geldikten sonra) Allah Teâlâ’nın birliğine, yaratıcılığına dâir âyetler, mucizeler zuhura geldiği halde,

ve son peygamberin peygamberlik ve risaleti isbatına muvaffak olduğu harikalar vasıtasıyla görüldüğü halde o ihtilâf o kavimlerin (aralarındaki sırf hasetten) kıskançlıktan, riyaset hırsından (dolayıdır.) Bu ne kadar cahilce, ihtiraslıca bir hareket! (İmdi her kim Allah’ın âyetlerine küfrederse) onun birliğini, peygamberlerinin peygamberlik ve risâletini isbat eden âyetleri mucizeleri inkâr eylerse mutlaka lâyık olduğu cezalara yakında kavuşacaktır. Evet. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ hesabı suratlı olanlar) Onların muhasebelerini pek çabuk görerek kendilerine lâyık oldukları cezalara kavuşturacaktır. Artık kendileri düşünsünler..* ( Kuranı  kerimin  türkçe  meali  alisi  ve  tefsiri.( Ömer  Nasuhi  Bilmen.)

Kardeşlerim, Bu âyet-i kerime’ye Allah’ın katında geçerli olan tek din (itikadi ve ameli nizam) İslâm’dır. İslâm’ın dışında Allah’ın katında geçerli olan her hangi bir din yoktur. Âyet-i Kerime’de geçen din; itaat ve millettir. İslâm ise iman ve itaatlar demektir. İslâm, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’den, Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’e kadar bütün Nebi ve Rasuller’in Dini’dir. Hz. Muhammed (sav), Rabbimiz’in ifadesiyle Peygamberlerin Sonuncusu (Hatem’ül Enbiya) ve Efendisi’dir. Peygamberler atadan kardeştirler ve (şeriatlarında bazı farklılıklar olsa da) dinleri bir’dir.

O da İslam’dır. Rasûlüllah (sav) buyuruyor: “Ben Meryem oğlu İsa’ya, dünya ve ahirette insanların en evlâsı (yakını ve lâyıkı)yım. Zaten bütün nebiler, anneleri üvey kardeşlerdir; anneleri farklıdır, ama dinleri birdir.”  buyurmuştur. Alimlerimizden Münavi (Rh.a.) ise, aynı konuda şu sahih hadisi nakleder: “Ben İsa b.  Meryem’e dünya ve ahirette insanların en evlası (en yakını ve lâyıkı)yım; onunla benim aramda bir başka nebi olmadı. Peygamberler, anneleri birbiri ardınca aynı yuvaya gelen, babaları bir olan oğullar gibidirler. Nasıl baba birliği, -anneler ayrı da olsa- çocukları “kardeş” yapıyorsa; zamanları farklı da olsa aynı tevhid inancı da, onları birbirlerine kardeş kılmaktadır.

Sanki onlar farklı çağların doğurduğu, aynı tevhid din ve inancının oğullarıdırlar. Tevhit ve aslı aynı olan semavi dinleri onları kardeş ettiği gibi; İslam’ın oğulları sayılan farklı insanlar ve ırklar da aynı imandan olmakla birbirlerinin kardeşidirler. Dilleri ve tenleri farklı olsa da, iman onları birleştirmiştir. “Bütün müminler ancak kardeştirler.”(5)  Peygamberler de, bir olan aynı Allah’a inanırlar, ondan vahiy alırlar, onun emirlerini tebliğe ve yaymaya çalışırlar.

Bu yüzden, nübüvvetleri, inançları, görevleri, işleri, yaşama tarzları, idealleri ve aynı mesajı yaymak istemeleri; onları bu hususta müşterek kılmış, yani kardeş etmiştir. Çünkü bir inanç ve gaye için çalışanlar, birbirinin aynı hükmünde kardeşlerdir. Bu yüzden Hz. Muhammed (sav) ’in bir nebi olduğuna inanan Müslümanlar; onun inanç ve din kardeşi bildiği diğer peygamberlere de şüphesiz inanır ve saygı duyarlar. Bütün Peygamberlerin dini İslâm idi. Çünkü Allah’ın razı olduğu din İslâm’dır. Allahû Teâla buyuruyor:  “İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.”

Allah’ın beğendiği ve razı olduğu dinin adı İslâm’dır. “İslâm kelimesi ve türevleri, genel olarak Hz. Muhammed’den önceki Peygamberlerin dinleri için de kullanılmıştır. Çünkü vahy’in kaynağı bir olup, o da Yüce Allah’tır. O’na ve peygamberlerine tabi ve teslim olma niteliği önceki dinlerde de vardır. Kuluk Kitabımız Kur’an-ı Kerim bunu kesinlikle teyid etmektedir. Yüce Allah celle celâluhu, Kur’an’da (Hz. Nuh’un diliyle) şöyle buyuruyor: “Ben Müslüman/teslim olanlardan olmakla emrolundum.”(Maide.3)

Yine Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in diliyle Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey Rabbimiz, bizi yalnız sana teslim olanlardan kıl.” (Neml.91) Hz. İsa’nın Havarilerinin dilinden de şöyle buyuruluyor: “Biz Allah’a iman ettik ve sen şahit ol ki, biz gerçekten teslim olanlardanız.”bakara.128) Hz. Muhammed (sav) döneminde kim olursa olsun, dini ne olursa olsun, İslâm dinini kabul etmediği sürece Müslüman sayılmaz. Müslüman sayılmayan birisi için kurtuluş da bulunmaz. “Bugün yeryüzünde üç tane hak din vardır” demek, hakka ve hakikate ihanette bulunmaktır…

Çünkü hak din bir tanedir. O da İslâm’dır. Diğer dinlerle amel edilip Allah’ın rızasına ulaşılması mümkün değildir. O dinlere uymayı gerektiren hiçbir delil, sebep ve hikmet yoktur. Tevrat ve İncil’in artık aslı olmadığı gibi, onlarda mevcut olan ilâhi hükümler de insanlar tarafından bozulmuştur. Hiç bozulmasaydı bile onlarla amel edilmeyecekti. Çünkü bunu ne Yüce Allah, ne de o kitapları getiren peygamberler istemektedir.

Rabbimiz Ali  İmran  suresi  ayet. 84-85.de  mealen  şöyle buyuruyor: *** De ki: Biz, Allah a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve Ya’kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O’na teslim oluruz. Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, o bulacağı şey Allah katında kesinlikle kabul edilmeyecektir ve o kimse ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.)…***

Furkan  Tefsirinde  Hicazi,  bu  ayetlerin  izahında diyorki: Ey Muhammedi Sen ve ümmetin deyin ki: Biz bir ve tek olan Allah’a ve Muhammed ümmetine indirilenlere iman ettik. Burada Allah’a iman, ki-tablara imandan önce zikredilmiştir. Çünkü kitabları gönderen, Allah’tır. Bize indirilen (Kur’an), bizden önceki Peygamberlere indirilen kitablardan önce zikredilmiştir. Çünkü aslolan, bize indirilendir. Bilginin kaynağı odur. Diğer kitablarsa tahrifata uğramış ve değiştirilmiş olduklarından, bilgi için esas olamazlar.

 

Bize indirilen, Kur’an-i Kerim’dir. İbrahim, İsmail. İshâk, Ya’kub ve torunlarına indirilenlere, Musa’ya indirilen Tevrat’a, İsa’ya indirilen İncil’e; Davud, Süleyman ve kendilerini ancak Allah’ın bildiği diğer peygamberlere indirilenlere iman ettik. Biz İki şeyle emrolunduk: 1– Allah’a iman etmek,2– Peygamberlere İman etmek. Onların hiç birisi arasında fark gözet­meyiz. Hepsinin de, şâm yüce Mevlâ tarafından, ümmetlerini doğru yola er­dirmek için gönderilen peygamberler olduklarına İnanırız.

 

Ehl-İ kitabın yap­tığı gibi kimine inanıp kimine inanmazlık etmeyiz. Biz onlara teslim olup itaat etmiş kimseleriz. İslâmiyet, bütün peygamberlerin getirmiş olduğu dindir. Allah’ın kulla­rı için seçip beğendiği dindir. Çünkü o, temiz fıtratın dinidir. Her peygamber ve nebiye inanmayı emreden dindir. Açık seçik ve kapalılıktan uzak dindir. Kur’an gibi ebedi bir mucizenin sahibidir. İşte kim bundan başka bir din is­terse, bu arzusu kesinlikle kabul edilmeyecek ve ahirette de zarar görenlerden olacaktır.

 

Kardeşlerim, İslâm genel anlamda, Allah’a ve O’ndan gelenlere iman edip kayıtsız ve şartsız teslim olmaktır. Müslüman ise yüce Allah’ın gönderdiğine ve Rasûlü Muhammed (sav)’in bildirdiğine içtenlikle inanıp teslim olandır. Bütün ilâhî dinler, tevhid ve Allah’a teslimiyet itibarıyla aslında İslâm ise de, hepsinin aslî özelliği değişikliğe uğramıştır ve gerçekliği kalmamıştır. Bundan dolayı Hz. Muhammed (sav)’in getirdiği İslâm, Allahu Teâlâ’nın gönderdiği en son Tevhid dinidir.

 

İslâm, yalnız Allah ile kul arasında bir olay olmayıp sosyal ve hukukî esaslarıyla hem dünya hem de âhiret saadetini temin eden ve kaynağını Alah’ın hükmünden ve hâkimiyetinden alan yegâne ilâhî bir dindir. İslâm, içine aldığı iman, ibadet, ahlâk, muâmelât ve ceza hükümleriyle bir bütündür. İslâm’ın esasları, tamamen Allah tarafından konulmuştur. Müslümanlar İslâm’dan başka bir din/sistem, ideoloji aramaya yönelemezler.

 

Aksi halde Allah’ın onaylamadığı, reddettiği bir şeyi onaylamış ve onu beğenmiş olurlar. Ancak bütün dinlerin üstünde olan İslâm’ı tebliğ için veya dünya işlerine ait meselelerde diğer dinlere mensup insanlar arasında diyalog yani konuşma, anlaşma ve tebliğ olabilir. “Nasılsa Hz. Adem’den son peygambere kadar gelen bütün dinler Tevhid’i öğretmişlerdir, onların da sıfatı İslâm’dır,

hepsi ile amel edilebilir” demek yanlıştır. Bu anlayış Kur’an’a terstir, Sünnet’e uymaz, hikmete aykırıdır. Bu mesele ancak Hz. Muhammed (sav)’in bütün insanlığa gönderilmiş ve kendisine uyulması emredilmiş son peygamber olduğunu kabul etmekle çözülür. Gerçek budur . Günümüzde, yahudilere Hz. Musa (as)’nın, Hıristiyanlara Hz. İsa (as)’nın ümmeti demek yanlıştır. Onların Tevrat veya İncil’e göre amel ettiklerini söylemek doğru değildir.

 

İslâm’dan sonra Yahudilik ve Hıristiyanlık diye bir “hak din”den bahsetmek hatalıdır. Çünkü ortada bu isimlerle Yüce Allah’a ait olduğunu söyleyebileceğimiz bir din yoktur. Yahudilik veya Hıristiyanlık diye anlatılan şeyler, Yüce Allah’ın dini değil, insanların bozuk fikri ve keyiflerine uygun derledikleri yanlış sözleridir. Onlar, hak ile batılı birbirine karıştırdıklarından, hepsi geçersiz duruma düşmüştür.

“Bugün biz Müslümanlar Yahudi ve Hıristiyanlara kâfir diyemeyiz” iddiasını ileri sürmek, dalâlettir ve kişiyi dinden  çıkarır, kâfir yapar. Çünkü Allah Azze ve Celle kendi kitabında Yahudi ve Hıristiyanları kâfir ilan etmiştir. Rabbimiz  Tevbe  suresi  ayet.30-31.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır:*** (30) Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar…(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır…***

Hz. Muhammed (sav)’e iman etmeyip onu tekzip eden Yahudi ve Hıristiyanların kâfirliklerini kabul etmeyenler, Allah Azze ve Celle’yi yalanlamış olurlar. Allah Azze ve Celle’yi yalanlamak ise, küfürdür. Yahudi ve Hıristiyanların kâfirliklerinden şüphe edenlerin kâfirliklerinden şüphe edilmez. (12) Hz. Muhammed (sav)’e, Hz. Muhammed (sav)’in sahih sünnet ve siretine yöneltilen her eleştiri bir şekilde İslâm’a racidir. İslâm’ın sahibi olan Allah’a itiraz ve isyandır…

Ehl-i Kitabın sapıklığını gündeme getiren bu âyet-i kerîme nâzil olduğu zaman âyetin nüzûlünden çok kısa bir süre önce Hıristiyanlıktan İslâm’a giren Adiy Bin Hatem Peygamber  efendimize (sav) gelerek şöyle diyordu: Ey Allah’ın Resulü, biz Hıristiyanken Allah’tan başkalarına asla kulluk etmiyorduk. Burada anlatılan kulluk da neyin nesi? der. Bunun üzerine Allah’ın Resulü ona şöyle sorar: Ey Adiy, söyler misin bana, sizin papazlarınız, keşişleriniz, din adamlarınız, siyasîleriniz size bir kısım şeyleri emrederlerdi de siz onların bu emirlerini yerine getirir miydiniz? Adiy, evet yerine getirirdik der.

 

Peki onlar sizin için bir kısım şeyleri yasaklardı da siz onların bu yasaklarına tâbi olur muydunuz? Onların yasakladıklarını Allah yasağı gibi bilmiyor muydunuz? Onlar Allah’ın yasak kıldıklarına yasak değil deyince siz de aynen bunu kabul etmiyor muydunuz? Adiy evet deyince, Allah’ın Resulü buyurdu ki: “Zalike hiye ibadetün” Ey Adiy işte bu onlara ibadetin ta kendisidir buyurdu. İşte onları Allah berisinde Rab ittihaz etmek ve onlara kulluk yapmak budur.

 

Evet öyleyse kişinin hayatında Allah makamında oluş şeklinde helâl ve haram koymak, emir ve yasaklarda bulunmak Rab’likitir bunu unutmayalım. Yâni bir karar merciini ve ondan çıkan kararları ilâhî kararlar seviyesine çıkarmak onları ilâh ittihaz etmek, rab ittihaz etmek demektir. Meselâ birileri çıkıp dese ki ben sizin et yemenizi yasaklıyorum. Veya ben sizin eğitiminizin, hukukunuzun, kılık kıyafetinizin şöyle olmasını istiyorum. Yaşayışınızın, mirasınızın, kazanmanızın, harcamanızın şöyle olmasını emrediyorum.

 

Şu işi, şu kıyafeti, şu alfabeyi, şu anlayışı sizin için yasaklıyorum diyen varlık raptır, Rablik iddiasında bulunmuştur. Onu öylece razı olarak kabullenen, itirazsız gönül rahatlığıyla onun bu emir ve arzularını uygulayan kişi de Allah’a müşrik olarak onun kuludur. Ama kalben razı olmadığı halde köleliği sebebiyle bunu kabullenen kişi büyük günâh işlemektedir. Evet, eğer birileri Allah’ın hüküm koymadığı bir konuda bir hüküm koyarsa veya Allah’ın hüküm koyup yasakladığını emreder, emrettiğini yasaklarsa, Allah’ın helâllerini yasaklar, yasaklarını helâllerse, onun bu hareketini yol olarak, yasa olarak benimseyip uygulayan kişi müşriktir, öbürü de onun rabbidir.

 

Halbuki insanlar tek bir Rabbe, tek bir İlâha kulluğun dışında başka hiç kimseye kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Çünkü O Allah kendisinden başka ilâh olmayandır. Kendisinden başka kullarının hayatına program yapma yetkisine sahip varlık olmayandır.

Muaz İbni Cebel radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “- Tamamıyla işin aslını (başını, temelini) haber vereyim mi sana?”- Ver, Ya Rasûlallah!“- İşin başı(aslı) İslâm’dır… (ibni Mace.Tirmizi) Hz. Peygamber’in hayır yollarını bildirdikten sonra “her işin başı İslâmdır” tesbitinde bulunması, hem kötülüklerden uzak kalmak hem de hayır ve iyiliklere kavuşabilmek için temelde İslâm’ın vaz geçilmez şart olduğunu iyice vurgulamak anlamına gelmektedir. İslâm temeli olmadan ne din binasını ne de toplum ve ümmet yapısını ayakta tutmak mümkün değildir.

Namaz bu temelin varlığının ispatı, cihad ise, o temel üzerinde yapılabilecek ihya eylemlerinin ortak adı ve son noktasıdır. Allah katında Allah’ın kabul edip razı olduğu bir tek din, bir tek yol var, o da teslimiyettir, İslâmiyettir. Allah katında tek bir hayat tarzı var, o da Müslümanlıktır. Dünyada pek çok yol, pek çok din, pek çok hayat programı, pek çok yaşam biçimi, pek çok sistem vardır. Allah bunlardan hiçbirisini kabul etmiyor. Bunlara uyanların hiç birisini hidâyete ulaştırmıyor, cennete götürmüyor. Bunların hiçbirisi bağlılarının aklını, kalbini, duyularını doyuramaz.

Hiçbirisi kullarının, evini, ailesini, ülkesini mutluluğa ulaştıramaz. İşte görüyoruz, Allah (cc)’ın dininin dışındaki dinler, sistemler ve programların hiç birisi insanları huzura kavuşturamıyor. Çünkü Allah katında, Allah’ın razı olup kabul buyurduğu tek din İslâm’dır.. Kâfirûn sûresindeki şu ayetler bunu anlatır mealen: *** (Resûlüm!) De ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam.  Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz. Ben de sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Evet, siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır…***

Kardeşlerim, Dikkat ederseniz önce, ‘ey kâfirler’ dedi Rabbimiz, sonra da sizin dininiz sizin olsun dedi. Demek ki kâfirin de bir dini, kâfirin de bir hayat programı vardır. Elbette yeryüzünde dinsiz, yâni kanunsuz, kuralsız, yolsuz, sistemsiz bir toplum düşünmek mümkün değildir. Yine Yusuf sûresinde: “Melikin/Kralın dinine göre kardeşini alıkoyması Yusuf’a yakışmazdı”(Yusuf.76) Âyet-i Kerime’sinde anlatılan kralın dininden maksat da kralın sistemi ve o toplumda yürürlükte bulunan kralın ceza kanunlarıdır.

Öyleyse Allah (cc)’ın kanunlarını uygulayan toplum Allah’ın dinindedir, başkalarının kanunlarını, uygulayan toplum da kanunlarını uyguladığı kimselerin dininde ve onların kulu olmuştur. Şunu bilelim ki; kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuş, iş bitirilmiş, cidal sona ermiştir. Araştırmaya, münakaşaya, dinler arası diyalog veya buna benzer bir şeye gerek yoktur. Allahû Teâla konuşmuş, noktayı koymuştur. Göklerle yerin ve ikisi arasındakilerin yaratıcı olan Allah konuşmuşsa, bütün mahlûkata sükût etmek ve boyun eğerek teslim olmak düşer.

Nitekim Allahû Teâla katında İslâm’dan başka din olmadığını, hiç kimseden İslâm dışında bir din kabul etmeyeceğini haber vermiştir. O din ki; peygamberlerin ve rasullerin sonuncusu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile gönderilene dinidir. Allah Subhanehu ve Teala, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem dışında kendisine ulaşan bütün yolları kapamıştır. Kim Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderilmesinden sonra, onun şeriatından başka bir dine tabi olursa, ondan kabul edilmeyecek ve o hüsrana uğrayanlardan olacaktır.

  1. Hamdi Yazır (rh.a.) der ki: “Kisai kırâetinde feth ile öbür kırâetlerin hepsinde kesr ile okunur. “Enne” okunduğu takdirde bu cümle bir önceki cümleden bedel olmuş olur. Yani Allah Teâlâ, kendi birliğine şahitlik ettiği gibi, hak dinin İslâm dini olduğuna da şehadet eylemiştir, asıl şehadet edilen şey de budur. Kesre olarak “inneddine” okunduğu takdirde ise hükmü şahitliğin sonuca, onun arkasından gelen cümlesi de bu şehadetin gereği olan bir başka cümle olmuş olur. Çünkü İslâm dininin üssü’l esası/en temel ilkesi “La İlahe İllâllah” diye Allah’ın birliğine inanmak ve Allah katından gelen vahiy dinlerinin hepsini ikrar ve itiraf eylemektir. İslâmın diğer temelleri ve ayrıntı sayılan öbür kuralları da hep bu inanca bağlıdır.

Allah katında değişmez ve sabit olan ve kendi adaletinin, gerçekliğinin ve birliğinin her türlü yanlıştan arınmış olarak ancak İslâm’da, buna bütün yönleriyle ve gerekleriyle şehadet ile Allah’dan gelenin cümlesini ikrar olduğundan hak dinin İslâm’dan başka birşey olmadığı da, ilmelyakîn, aynelyakîn ve hakkalyakîn olarak sabittir. Allah Teâlâ’nın kendisi için ilke edindiği, peygamber gönderdiği, evliyasını yönlendirdiği din ve sırat-ı müstakim budur. Nimet ve mükafatını ancak bununla verir, akıbette selamete ancak bununla çıkarır.

Din irade ve akıl sahipleri arasında anlaşmazlıkları ve didişmeleri bir yana bırakıp toplumsal barışı sağlayan bir kanundur. Bununla yalnızca insanlar arasında uyumluluk değil, insanlarla Allah arasında da bir uyum sözleşmesi vardır. Din sayesinde yaratıcının iradesi ile yaratılanın iradesi arasında bir uyum sağlanmış olur. Kul, Allah’ın dilediği gibi ister, Allah da kulun dilediği gibi yapar; böylece arada didişme ve anlaşmazlık kalmaz. Allah’a ebedî vuslat hasıl olur. Bu sayede insanların birbirleriyle çatışan istek ve iradeleri, bir hedefe yönelerek aralarında bir sâlim medeniyet ve sürekli bir barış meydana gelir.

Ve hepsi ilâhî nimetten istifade eder, felah bulur, kurtuluşa  erer. Allah’ın birliğine bağlanıp uymayınca da bu maksat hasıl olmaz. Bu sûretle dinin özü, bu tevhid inancı çerçevesinde, her yönüyle ve gerçek anlamıyla İslâm’dır. “Kendisinden başka ilah olmayan” Allah’ın emrettiği gerçek dindarlığın gereği de bu tevhide şehadet ve bu tevhid çerçevesinde bir olan Allah’a teslimiyet ve itaattir. Hakkiyle kurtuluş, felah ve selamet ve hayır ve mutluluk ancak bu ihlasta, bu bağlılıktadır.

Allah katında din, halis din olan “Allah’a teslimiyettir”. Allah’dan başka ilâh ve ilâhlar tanıyan veya gerçeği bildiği halde, dine bağlanmayı gerçekten başka bir şey sanan, din ile ilim, Hak Teâlâ ile en yüce hayır arasında didişme var zanneyleyen veyahut hayırla şer çatışmasının çözümüne Allah Teâlâ’nın hakim olmadığını, O’nun hükmünün dışında herhangi bir şey kalabileceğini farzeden velhasıl Hakk’tan gelmeyen ve Hakk’ın âyetlerinden çıkarılmayan dinlerin, bağlılıkların ve dindarlıkların hiçbiri insanlara selamet ve seadet bahşedecek hak din değildir.

Allah Teâlâ’ya ortak tasavvuru, muhal ve batıl olan birşey olduğu gibi, İslâm’dan başka bir hak din tasavvur etmek de batıldır. Hulâsa, din ve dindarlığın bütün mânâsı, itaat ve bağlılık anlamıyla selametin sağlanmasında toplanır. İslâm’ın mânâsı da faydalı bir selamet, katıksız bir teslimiyet ve bağlılıkta toplanır. Şu halde din kavramı, mutlak anlamıyla ele alındığı zaman bile mutlak olarak İslâm kelimesiyle eşit ve eş anlamlıdır. Hangi din ele alınacak olsa, onun özünün teslimiyet ve boyun eğmekten ibaret olduğu görülür.

Zahir din, İslâm’ın dış görünüşü; batın din İslâm’ın içyüzü; tam din, dışyüzü ve içyüzü ile hakiki İslâm; batıl din yalan ve yanlış bir İslâm; hak din, hak bir İslâm’dır. Hakikaten selamet bahşeden hak bir İslâm ise ancak hakiki tevhid inancına dayanan bir İslâm’dır. Hakiki tevhid ise, şeriki ve ortağı bulunmak ihtimali bile olmayan, ezel ve ebed bakımından hayy ve kayyum bir ilâh tanımak ve ancak O’na şehadet etmektir. Böyle bir ilâh ise ancak Allah Teâlâ’dır. Hakiki din kurucusu olan Allah Teâlâ’nın İslâmını, melekler ve ilim sahipleri gibi, kendi birliğine iman ve ihlâs ile bağlananları rahmeti ile selamete çıkarmak, kulların İslâm’ı da Allah’a kendilerini teslim ederek bu selamet yoluna girmek demektir.

İşte İslâm dini, Allah ile kullar arasındaki bu birlik ilişkisidir. Meleklerin ve ilim sahiplerinin dini de budur. İlim alanında bundan başka bir din yoktur. Bu dinin başı hakkı bilmek, hak ilmin başı da bu dindir. Bu dinden başka bir din aramak ya haşa Allah’ın üstüne çıkmaya çalışmak, ya Allah’dan aşağısına nefsini teslim eylemektir ki, ikisi de dinsizlik ve küfürdür. İsyan ve tefrikadır, felakettir.

Yahudiler ve Hıristiyanlar, ilimlerine rağmen sırf hasedlerinden dolayı elleri altındaki mukaddes kitaplarını tahrif ettiler. Yahudi ve Hıristiyanların insanlık âlemine armağan ettikleri tefrikadır, kindir, haseddir, tahsilli cehalettir, ilme ihanet eden ihtilaftır, İslâm’dan, imandan uzaklaştıran ideolojileri, şek ve şüphelerdir. Şayet bugün “Biz de Müslümanız” diyen bazı kimseler bu çağda, bu zamanda İslâm ile idare olunmanın mümkün olmadığını savunuyorlarsa, bu Yahudi ve Hıristiyanlardan akıp gelen ideolojilerin, mitolojilerin, şek ve şüphelerin bir neticesidir. (Misak dergisi.299.M.zusufoglu.)

Sonuç  olarak  bütün  kalbimizle  diyoruzki; İslâm’ın tatbikinin mümkün olmadığı, gerekmediği hiçbir zaman ve mekân yoktur. Allahım bizleri  senin  hak  dinin  İslama  hakkıyla  teslim  olanlardan  eyle. Emir  ve  yasaklarına harfiyyen  uyanlşardan  eyle. Bizi  seni  dininden  razı  olanlardan  eyle. Bizleri  senin  rızan  dogrultuusunda  amel  edenlerden  eyle. Bizleri hakkı  hak  bilip  hakka  baglanan, batılı  batıl  bilip  batıldan  ictinab  eden,  kaçınan  kulların zümresine  dahil  eyle. Bizleri  sıratı  müstakimden  ayırma. Bizleri ehli  sünnet  vel  cemaatta  sabit  duranlardan eyle. Sen  her  şeylere  kadirsin  Allahım…

Sermedkadir…LU…11.10.2015…

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.