Maide Suresi Ayet.8.de Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey İnananlar Allah için adaleti ayakta tutan gözcüler olun. Bir topluluga olan kızgınlıgınız size adaletsizlik suçu işletmesin. Adaletli olun; bu Allahtan sakınmaya daha yakındır. Allahtan sakının. Allah yaptıklarınızdan haberdardır…*** Mâna itibariyle Hakimiyet: Güç, en büyük otorite, hakim oluş, Amirlik, Üstünlük ve üstün olma hali, müdahale ve rakibi kabul etmemek hali gibi manaları taşır.
Mevdudi (Rh.a) hakimiyet kavramını tanıtırken şu degerli bilgileri sunuyor: * Siyaset biliminde bu terim; En yüksek iktidar ve mutlak iktidar anlamında kullanılır. Her hangi bir kimse ya da toplulugun HAKİMİYETİ elinde tutmasından maksat şudur: Onun her hükmü kanun mahiyetini taşır ve kanun olur. Böyle bir kimse ülkesinde yaşayan fertlerin üzerinde hükümlerini yürütür. Ve sınırsız tercih ve yetkilerin sahibi olur.
İdare edilenlerde böyle bir kimseye kayıtsız şartsız itaat etmeye mecburdurlar. Onun yetki ve tercihlerini kendi iradesi altında hiç bir şey sınırlandırmaz ve kısamaz. Fertlere verilmiş her hangi bir hak var ise, bu hak ta ancak onun tarafından verilmiş olur. Diger taraftan HAKİMİYETİ elinde bulundurması sebebiyle her hangi bir kanun baglamadıgı için böyle birisi tam manasıyla kadiri mutlaktır. Bundan daha az KUDRET ve imkana HAKİMİYET denemez…(Mevdudi. İslamda hükümet.)*
Kardeşlerim, Allah (cc) Bütün varlıkları yaratan, yaratmakta zorluk çekmeyen, herşeyi belli bir düzene göre yapan, her şeyi bilen ve gören, kayıtsız ve şartsız HAKİM ve yegane kanun ve nizam koyucusudur. Allah (cc) Sonsuz ve baki olan bir Hakimiyete sahiptir. Allah her şeye hakimdir. Çünkü her şeyi Allah yarattı. Allahtan başka hayatımıza hüküm edecek bir hakimiyet sahibi yoktur.
Konumuzla alakalı olarak İbni Kesir (Rh.a) şu izahı getirmektedir: * Cenabı Allah, her türlü hayrı kapsayan ve her türlü şerden uzak tutan Allahın sapasaglam hükmünü bırakıp onun dışında kalan ve şahıslar tarafından Allahın ŞERİATINA dayanmaksızın konulmuş görüş, heva ve ıstılahlara yönelen kimselerin bu davranışını reddetmektedir. Nitekim cahiliye dönemi insanları da böyle yapıyor, kendi görüş ve hevalarından hareketle ortaya attıkları dalalet – sapıklık ve cehaletlerle hüküm veriyorlardı.
Mogolların da yaptıkları bu idi. Onlar kendilerine yasak yasa koyan kralları Cengiz Hanın hükümlerine göre yönetiyorlardı. Bu Yasagı ise Cengiz, Yahudi ve Hristiyan şeriatlarından, İslam dininden ve başka dinlerden yararlanarak meydana getirmişti. Orada sırf kendi görüşü olan ve hevasından kaynaklanan hükümlerde vardı. İşte onun bu yasagı soyundan gelenler arasında uyulan bir şeriat olmuştu. Onlar Allahın kitabı ve Rasulünün Sünneti ile hükmetmeyi bir kenara bırakıp ‘’ Cengiz Yasaları ‘’ ile hükmediyorlardı. Her kim böyle yaparsa o Kafirdir. ;
Allahın ve Rasulünün hükmüne geri dönüp, az ya da çok hiç bir konuda onların dışında hiç bir şeyle hükmetmemek çizgisine gelinceye kadar onunla savaşmak farzdır…(İbni kesir Tefsiri)* Kardeşlerim, Şurası bir gerçektirki; Allahın HAKİMİYET gücü dışındaki hakim oldugunu sanan güçlere boyun egenler hüsrandadırlar. Allahı (cc) emir vermek ve yasak koymak hakkına sahip tek HAKİM kabul etmedikçe İSLAM DİNİNDE TEVHİD ESASI anlaşılmış olmaz kanaatındayız.Tevhid düzenine ulaşanlar, hayatlarına Allahın kanunlarından başka KANUN ve YASA’LARIN hükmetmedigi kişilerdir diyebiliriz.
Zaten bu kimseler LA İLAHE İLLALLAH demekle beraber Allahın nizamı dışında kalan tüm kanunları, gelenek ve görenekleri tepelemiş olmaktadırlar. Bu konuda Yusuf kerimoglu hocaefendi şu izahları bizlere sunuyor: İslâm fıkhında iktidarın meşrûiyetini belirleyen unsur adalettir. Hz. Ömer (ra)’in dediği gibi “Adalet mülkün (devletin-iktidarın) temelidir” Bazı fıkıh kitaplarında “Dâru’l İslâm” kavramı, “Dâru’l Adl” (adalet ülkesi) olarak da isimlendirilmiştir. Ma’rufun gerektirdiği şey ve hakikate uygunluk gibi keyfiyetleri ifade eden hak kelimesi de arapçadır. Hukuk, hakkın çoğuludur.
Batılın zıddını ifade eden bir keyfiyete haizdir. Kur’an-ı Kerim’de “Hak” kelimesi ve türevleri 285 ayette yer almıştır. Bazı usûl alimleri: ”Her bakımdan sabit ve şüphesiz bir mahiyette mevcut olana hak denir” tarifini esas almışlardır. Dolayısıyle hakkın “kesin delille sabit olma” (sübût) ve “gereklilik” (vûcup) unsurlarını taşıması şarttır. Fıkıh ilminin konusu; insanın lehindeki ve aleyhindeki haklarını, muhkem delillerle ortaya koymaktır. Mükellefin lehinde ve aleyhinde olan haklarına sahip olabilmesine ehliyet denilmiştir. İlâhi tekliflerin vücûbu ve edâsı için, mükellefin ehliyet sahibi olması şarttır. Muhkem veya mücmel nassa dayanmayan herhangi bir mesû’liyetten bahsetmek doğru değildir.
Hukuk genel olarak; Allah’ın (cc) hakları (hukûkullah), insanların hakları (Hukûku’l-ibad) ve müşterek haklar olmak üzere, üçlü tasnife tabi tutulmuştur. Devlet adamlarının; muhkem nasslara dayanan hakları, şahsi kanaatlerine göre değiştirmeleri (zulme sapmaları) mümkündür. Ancak caiz değildir. İnsan haklarını, umumi ve hususi olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. İslâm toplumunun ortaklaşa vücuda getirdiği imkânlar, umumi hakkın konusudur. Sağlık, eğitim-öğretim, adalet vs. Bunlara “Umumi Haklar” denilir. Bir kimsenin ailesi, işi ve özel mülkü üzerinde hakları gibi, kendine mahsus olan hakları da vardır. İnsan haklarını, dört unsuru dikkate alarak tahlil etmek mümkündür.
Birincisi: Hak sahibidir. Hakkın aktif süjesi olan ve muâmelât hukuku alanında hak sahibi insandır. İkincisi: Hakkın konusudur. Genelde maddi bir menfaat veya bir şahıs üzerindeki yetki şeklinde ortaya çıkar. Üçüncüsü: Hakkın borçlusudur. Hakkın pasif süjesi olup genelde mükellef vasfıyla anılan kişi veya kişilerdir. Dördüncüsü: Hakkın meşrûiyetidir.İslâm fıkhında devletin meşrûiyeti; kavmi, rengi, dili ve dini ne olursa olsun, teb’asının (vatandaşlarının) haklarını muhafaza etmekle, yani adaletle sınırlıdır. Değişmeyen kaide şudur: “Müslümanların lehine olan şeyler, gayr-i müslimlerin de lehine, müslümanların aleyhlerine olan şeyler, onların da aleyhlerinedir.”
Rasûl-i Ekrem (sav)’in” Müslümanın, diğer müslümana kanı, malı ve ırzı haramdır. Müslümanlar İslâm dininin himayesi altındadırlar. Bu noktada gayr-i müslim (zimmet ehli) olanlar da müslüman gibidirler”(12) buyurduğu malûmdur. Gayr-i müslimlerin muamelatla ilgili ihtilâflarını, kendi içlerinden birisini hakem tayin ederek (tahkim usûlüyle) kendi inançlarına göre çözmeleri mümkündür. Bu onların en tabii haklarıdır. Dolayısıyle herhangi bir dini esas alan devletin, değişik inançlara sahip olan insanların haklarına tecavüz edeceği iddiası, İslâm için geçerli değildir. İslâm fıkhında hâkimiyet, kayıtsız ve şartsız Allah’a (cc) mahsustur.
İktidar ise, yeryüzünün halifesi olan insanoğluna, imtihan için verilmiştir. İslâm fıkhını esas alan bir devletin; hem Allah’ın (cc) hukukunu koruması, hem de insanlığa hizmet etmesi farzdır. Dolayısıyle hâkimiyet ve teşri (hüküm koyma) hakkı, itikadi bir meseledir. Bütün peygamberler insanlara “Allah’a (cc) iman etmelerini, O’nun emirlerine ve hükümlerine teslim olmalarını, tağuta itaatten/ibadetten kaçınmalarını” tebliğ etmişlerdir. Nebevi davetin temeli budur.
Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın (cc) indinde imanın sahih ve kabule şayan olabilmesi için, önce Tağut’un inkâr edilmesinin şart olduğu haber verilmiştir: “Kim Tağut’u reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır” (El Bakara Sûresi: 256). Tağut terimi, Haddi aşan anlamına gelir. Bir başka ifade ile Allah’tan başka tapılan ve câhiliyyet ehlininin üzerinde bulunduğu her türlü kötülüğü ve isyan şekillerini içine alır. Tağut, insanları Allah’a (cc) ibadetten alıkoyan herşeyin ortak ismidir. Hevâsını ilâh edinen insanlar tağut olabilecekleri gibi; cin, şeytan, heykel, ağaç, taş veya diğer varlıkların da tuğyana (tağutlaşmaya) vesile kılınmaları mümkündür.
Kardeşlerim, Allah’ın (cc) sınırlarını çizdiği ‘sırat-ı müstakiym’in dışındaki bütün yollar, tağuti keyfiyete haizdirler. Tarih boyunca bütün peygamberler; Allah (cc) ile insan arasında, adalete ve sevgiye dayalı münasebeti kurmaya gayret etmişlerdir. Siyaset ilmi, peygamberlerin insanlara öğrettikleri ilimlerin başında gelir. Kur’an-ı Kerim’de, El hacc suresi ayet .41. yeryüzünde iktidarla imtihan edilen mü’minlerin, bariz vasıfları haber verilmiştir mealen şöyle: “Onlar (o müminler) ki; eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler. İyilikleri emrederler ve kötülüklerden nehyederler”
Siyaset, yönetim tekniğiyle ilgili olan ve insanlığa hizmeti ifade eden bir kavramdır. Bir devletin kurulması ve sürekliliğinin sağlanması siyasetle mümkündür. Kısaca siyaset, ülke, devlet ve insan yönetimidir. Zalim politikacıların, dini değerleri istismar etmeleri yeni bir hadise değildir. Bu hakikat muhkem nassla haber verilmiştir: Bakara suresi ayet.204-205.mealen: “İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, onun dünya hayatına ait sözü hoşunuza gider. Ve o kimse, kalbinde olana Allah’ı şahid tutar. Hâlbuki o düşmanların en amansızıdır.
O iktidara geldiğinde, yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesilleri helâk etmeye koşar. Allah ise fesadı sevmez” hükmü beyan buyurulmuştur. Zalim siyaset; şüphelere, adaleti inkâra, nesil emniyetini tahribe ve iktisadi hayatı zaafa uğratmak için işlenen çirkin fiillere dayanır. Türkiye’de zalim politikanın gündemde olduğunu; vatandaşların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerinin tahrip edildiğini görmezlikten gelmek mümkün müdür? Genel seçim dönemlerinde müslümanların; ya fuzuli tartışmalarla, ya zalim politikacıların demogojileriyle meşgul oldukları görülmektedir.
Rasûl-i Ekrem (sav) fuzuli tartışmalarla meşgul olan müslümanları ikaz etmişve şöyle buyurmuştur: “Bir insan, mânâsını düşünmeden bir söz söyleyiverir. Bu sözü sebebiyle, cehennemin şark ile garb arasındaki mesafeden daha uzak bir yerine düşebilir.” Hesap gününe hazırlanan müslümanların, bu ikazı dikkate almaları ve tağuti iktidarların Kuracakları tuzaklardan korunmaları zaruridir.(Misak dergisi.sayı.256.)
Kardeşlerim, Bilhassa siyaset mevzuu müslümanlar için geri plana atılamayacak kadar önemli bir husustur çünkü insanı idare etme sanatıdır diye inanıyoruz. Bizler islami siyasetten ve islami hareketten adalet ve hak hukuktan ne anladıgımızı ifade etmek istersek kısaca diyebilirizki: Allahın indirdigi hükümlere ihlasla teslim olan, insanlara iyilikleri emreden ve onları kötülüklerden alıkoymaya gayret eden müslümanların, hakikate uygun olan fiileridir. İslami siyaset.
Kelimeyi şehadeti kalben tasdik eden bir kimse; kayıtsız ve şartsız olarak, Allahın indirdigi hükümlere teslim oldugunu bildirmiş bulunmaktadır. Hakimiyet kayıtsız ve şartsız olarak sadece Allahu tealaya mahsustur. Bizler İslamın tamamının adalet,hikmet,rahmet ve maslahat,iyilik ve güzellik oldugu gerçegine inanıyoruz. Müslüman hiç bir sözünü öyle mesnetsiz delilsiz ortaya koymaz.İslam fıkhında yer alan siyasi, hukuki, ve iktisadi yani ekonomik modelin temel ilkeleri, Kuranı kerim ve mütevatir sünnetle sabit olan hakikatleri ortaya koymaktadır ve bu ilkeler, bir anlamda * dinde inanılması zaruri olan hükümlerin*de ifadesidir. İşte adil siyaset kavramını ortaya koyan gerçek budur inancındayız…
Kardeşlerim Devlet düzeninin İslama teslim olması, İslama göre tanzim ve tasdik edilmesi Tevhidi hareket için degişmez hedeflerden olması gerekir. Esasen TEVHİDİ hareketin yapısı da Müslüman devleti zorunlu kılar. Tevhidi hareketin yapısı; Müslüman fert, Müslüman aile ve Müslüman toplumun bekası için Müslüman devlet şarttır. Devlet, her bakımdan İslami bir hayat için kendisinden vaz geçilmez bir kurumdur. Bu elbette İslamın özünden gelen bir şeydir. Devleti İslamsız, İslamı devletsiz kabul etmek, islama teslimiyeti bozar.
Zaten İslam Şeriatının getirmiş oldugu güzelliklerde bu inanç ve idare sanatında açıkça kendisini belli etmektedir. İslam devleti; Din, can, mal, akıl ve nesil emniyetlerini tahrip eden sosyal ve siyasal bütün yapıların karşısındadır ve bu ifade edilen hususları korumak için vardır. İslama göre şekillenmeyen ve gücünü İSLAMDAN almayan bir devlet, Teröristlerin, İsyankarların, eşkıyaların bir sosyal ve siyasal örgütlenmesidir. Tevhidi Hareketin vazifelerinden biriside, İslama teslim olmuş, Müslüman devlete kavuşuncaya kadar cihad etmektir. İslam cografyasının her bölgesinde İslam devletinin kurulması farzdır…
Rabbimiz Yusuf Suresi ayet40.da mealeen şöyle buyurmaktadır:*** “Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir; kendisinden başkasına değil, O’na tapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler.”***
Rabbimiz,Sizin ve babalarınızın isimlendirdiği bir takım isimlere, kendinizin uydurduğu bir takım hayali tanrı taslaklarına tapınıyor, onları dinliyor, onları razı etmeye çalışıyorsunuz. Halbuki bu konuda Allah hiç bir delil de indirmemiştir. Yâni bunların da kendisi yanında tanrı oldukları, bunların da yetki sahibi oldukları, bunların da sözleri dinlenmesi, yasaları uygulanması gereken varlıklar olduğu konusunda Allah hiç bir delil indirmemiştir. Ya siz kendiniz, ya da atalarınız isimlendirmiş, yakıştırmış ve işte bunlar da sözü dinlenmesi gereken tanrılardır demişsiniz.
Bunlar da kutsaldır, bunlar da tanrıdır, bunlar da egemendir, bunlar da yetkilidir demişsiniz. Kendi kendinize uydurduğunuz, kendi hevâ ve heveslerinizle isimlendirdiğiniz, kendi ellerinizle diktiğiniz bu putlara, kendi ellerinizle yaptığınız bu yasalara, bu yönetmeliklere, bu törelere, bu âdetlere, bu modaya, bu hukuk sistemine kendi ellerinizle seçtiğiniz bu tanrı taslaklarına kendinizi ve insanları itaate zorlamışsınız. Şimdi bunlar nasıl tanrı olabilirler?
Siz seçmediniz mi bunları? Siz koymadınız mı bu yasaları? Siz dikmediniz mi bu putları? Siz isimlendirmediniz mi? Siz vermediniz mi onlara bu yetkiyi? Bir defa bunların hiç birisinin gerçeklikleri yoktur. Gerçeklikleri olsa bile tanrılık özellikleri yoktur. Allah bu konuda bir bilgi, bir belge indirmemiş. Benim yanımda bunlar da yetkilidir dememiş. Ama sizler işte kendi istek ve arzularınızla oluşturduğunuz, kendi isimlendirdiğiniz sistemleri, yasaları yol kabul etmişsiniz, program kabul etmişsiniz. Halbuki:Hüküm ancak Allah’a aittir. Hâkimiyet Allah’a aittir. Allah’tan başka hiç kimsenin hüküm koyma hakkı, hâkimiyet yetkisi yoktur. Bu dünyada kullarının hayat programlarını belirleme hakkı, kullarına yasa belirleme hakkı sadece Allah’a aittir. Yaşanan bu hayatın kanunlarını, değer yargılarını belirleme hakkı sadece Allah’a aittir. Tek olan, Kahhâr olan, kullarının tümüne egemen olan Odur. Hayata Hakîm olan Odur.
Ne yazıkki zamanımızda İnsanlar daha dogrusu Müslümanım diyenler farklı farklı sistemlerin kıskacında kıvrandıkları halde sadece akli teorilerle islam dışı sistemleri hayata hakim kılma çabasını sergiliyorlar. Onun için diyoruzk. Cenabı hak bizleri demokrasinin şerrinden muhafaza buyursun. Komunizmin, faşizmin, laik düzensizliğin, akla gelen gelmeyen bütün ideolojik saplantıların şerrinden Rabbimiz müslümanları muhafaza buyursun.
Bizler bugünkü Partiler sistemini İslam devletinin ve Şeriatın önünde çok büyük bir engel olarak görüyoruz. Müslüman fertlere, Müslüman ailelere ve müslüman toplumlara başka çıkar yol yokmuş gibi Demokratik laik devletin yolunu gösteren, demokratik laik devletin çizdiği çerçeve içerisinde erimeye çalışan bir oluşumla birlikte hareket etmek müslüman için zillettir.
Bir parti lideri diyorduki eğer bizler bu parlamenter sistem içerisinde olmazsak Yahudilerin idaresini peşinen kabul etmiş oluruz ifadeleriyle tek çıkar yolun şimdiki demokratik sistem oldugunu beyan ediyordu. Bizlerde diyoruzki 50.yıldır müslümanları bu sisteme yamamak yerine Müslümanlara Tevhidi hareket anlatılmış olsaydı, fertlere, ailelere ve Müslüman toplumlara Müslüman devletin içerigi beyan edilseydi. Gücünü İslamdan almayan ve İslama göre şekillenmeyen bir devlet yapısı adı ne olursa olsun merduddur düşüncesi verilerek reddedilseydi daha bugün Tağuti güçlerle ve idari şekilleriyle içli dışlı olmazdık diye düşünüyorum…
Kardeşlerim, Mutlak dogru olarak inandıgımız bir husus vardırki; Allahın (cc) Hakimiyeti kesinlikle HAK ve ADALET üzerinedir. Cenabı Allah Hak ve Adalet ile diledigini aziz eder yükseltir. Diledigini zelil eder yerlerde süründürür.Her halükarda onun yaptıgı şeylerin hepsi gerçek ve hepsi hayırlıdır. Onun hükmünün dışında kalanların cümlesi ise tek kelime ile YALAN ve sahtedir. Eninde sonunda helak olmaya mahkümdur…
İslam Dinine göre mutlak ve sınırlandırılamaz HAKİMİYET yalnızca Allahındır. Bu konuda bütün Müslümanlar arasında tam bir fikir birligi vardır. Hüküm koymak tabiidirki yalnızca Allaha has bir yetkidir. Başka düzenlerin, başka nizamların ve iktidar gücünü belli zamanlarda kendisinde sanan gafillerin Hakimiyet hususunda her hangi bir ortaklıgının bulunması söz konusu olamaz diye inanıyoruz. İslam Dininde Hakkın ve Adaletin ölçüsü ve yegane hak, allahın Kitabı ve Rasulünün Sünneti seniyesi oldugundan, Müslümanım diyen ve bu Dine inandım diye ikrar veren kişilerin bu hususu benimsemesi gerekir.
Allah ve Rasulü her hangi bir konuda hüküm vermiş ise, hiç bir Mü’minin o konuda istedigini söyleme yetkisine sahip degildir.Allahın Rasulü Hz. Muhammede (sav) indirdiginden başkası ile hüküm vermek caiz degildir. Çünkü HAK yalnız odur. Onun dışında kalan bütün hükümler ise zulüm ve haksızlıktır. Kısacası anlaşmazlık konuları Allahın ve Rasulünün hükümlerine havale edilmedikçe ve hükümleri çerçevesine havale edilmedikçe ve bu hükümlere razı olunup tam bir teslimiyetle uyulmadıkça, İmanın varlıgından söz edilemez.
M.Beşir Eryarsoy Diyorki: * İlk Peygamberden itibaren insanların bir bakıma Allahın Hakimiyetini kabul etmek üzere davet edilegeldikleri, Kuranın bize bildirdigi gerçeklerdendir. Ancak insanların zaman zaman birtakım tagutların cahili egemenlikleri altında yaşadıkları, onların hükümlerine isteyerek ya da istemeyerek itaat ettikleri de bir gerçektir. Aynı vakıa ile insanlık, günümüz de de karşı karşıya bulunmaktadır. Hakimiyet Allahın olmayınca, hükümlerde Adalet ve deger yargılarında isabet olmayacagı yani SIRATI MÜSTAKİM üzere gitmeye imkan bulunmayacagı gibi; İnsanlıgın şeref ve haysiyetine yakışmayan, insanı alçaltan bir çok durum da söz konusu olacaktır.
Hakimiyet Allahın olmayınca, egemenler ilahlik ve Rablık konumunda, egemenlik altında bulunanlar ise kulluk konumunda olurlar. Allah adına hükmetmeyenler, egemenlikleri altındakileri çeşitli gruplara böler; onları zaafa düşürür; yeryüzünde fesat çıkartır, bozgunculuk yaparlar. Cahili hükümlerle hükmeden tagutlar; egenelikleri altında bulunan kimselerin olayları saglıklı bir şekilde degerlendirmelerine imkan bırakmayacak şartlar oluştururlar; gerçekleştirdikleri kültür yapısı ve egitim ortamı ile insanları saglam ve gerçekçi yargılarda bulunmak imkanından mahrum bırakırlar.
Allahın HAKİMİYETİNİ, dolayısıyla uluhuyet ve Rububiyetini reddedenler; egemenliklerini kaybetmek korkusuyla gerçeklerin anlaşılmaması, uluhuyetlerin sahteliginin ortaya çıkmaması için özellikle çaba harcarlar. İrade sahibi ve tercih yetkisine sahip olan İNSAN, kainatın Allahın hükmüne boyun egmekte oldugunu da görmektedir. Bu kainat içerisinde böyle bir yetki yalnızca insan için söz konusudur. İnsan, diger yaratıklardan ayrı olarak Allahın deger yargıları ile hukuki ve siyasal alandaki HAKİMİYETİNİ kabul etmekle de yükümlüdür.
Allahın bu alandaki Hakimiyeti karşısında Mü’minin tavrı, Kuranı Kerimde şu şekilde belirlenmiştir. *** Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdigi zaman iman etmiş her bir erkek ve kadına, o işte kendi isteklerini tercih etmek yetkisi yoktur. El ahzab suresi.Ayet.33-36.*** Mü’minler kendi aralarındaki anlaşmazlıkları Allahın ve Rasulünün hükmüne başvurarak çözüme ulaştırmak yükümlülügünde oldukları gibi; Onların hükmüne de tam bir teslimiyetle boyun egmek zorundadırlar.(Şamil is.ansk.c.2.s.298-301.) *
Şehid Seyyid KUTUB (Rh.a) diyorki: * Hakimiyet hakkına gerçekten sahip olan ve kendisinden korkulması lazım gelen yüce varlık; Şüphe yokki en büyük kudret sahibi Allahtır (cc) Allahın mülkünde yaşadıkları halde Allaha küfredenlere gelince, Onlar sapıktırlar, onlar dalalet içindedirler. Onların defterini dürmek Allah için çok kolaydır…
Rabbimiz El Kasas suresi. Ayet.71-72.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** De ki: Düşündünüzmü hiç; eger Allah üzerinize geceyi taa Kıyamet gününe kadar aralıksız sürdürse Allahtan başka size ışık getirecek bir başka İLAH var mıdır ? Hala işitmeyecekmisiniz ? De ki: Düşündünüzmü hiç, eger Allah gündüzü üzerinizde Kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, içinizde dinleneceginiz geceyi Allahtan başka getirecek bir başka İLAH varmıdır ?…***
Kardeşlerim yeri ve zamanı geldiğinde; En büyük zenginligimiz imanımızdır. Diyoruz. İslam Tarihine, Peygamberler tarihine bakacak olursak tabiiki en başta kitabımızı okuyacak olursak görürüzki bütün Peygamberler öncelikle kendi toplumu ve kavimleri içerisinde Allaha kulluk bilincini yerleştirmeye ğayret etmişler bu uğurda çalışmışlar bütün ömürlerini Allaha kulluk davasında mücadele ederek geçirmişlerdir. Asıl söylenecek söz bu bilgiler ışıgında odurki *ASIL OLAN KAYITSIZ ŞARTSIZ ALLAHA KULLUK BİLİNCİNİN; ŞUURUNUN YERLEŞMESİDİR…*
Tabir caizse Müslüman kulluk bilincini inandıgı dinin gösterdigi şekilde hayata aksettirirse işte o zaman görevini yapma hususunda çaba sarfediyor düşüncesine varabiliriz. Burada özellikle durmamız gereken husus Rabbimize kulluk bilincimizin gelişmesine özen göstermemizin bizim için mecburi hâl almasısıdır. Her zaman ne diyoruz: İYYA KE NABUDU VE İYYA KE NESTÂİN*Yâni Rabbimiz, yalnız sana kulluk yaparız ve ancak yardımı senden bekleriz diyoruz.
İnanıyoruzki Kulluğu yalnız Rabbimize tahsis edersek özgürlügün tadına varırız.İnancımızı, iştikadımızı benligimizi ancak o şekilde ifade edebiliriz. Hürriyetimizi, özgürlügümüzü, istiklalimizi ancak Rabbimize kullugumuzu devam ettiririrsek yerine getirebiliriz inşaallah. Allah kendi yolunu, dosdoğru yolunu kitabında ortaya koymuştur. Öyleyse bütün mesele Allah’ın kitabına uymak ve kitaba göre yaşamaktır. Kitapla yol bulmaktır. Yolunu kitaba ve sünnete sorarak bulmaktır. Takva da budur işte. Takva, Kuran ve Sünneti seniyye esaslarına göre hayat yaşamaktır.
Rabbimizin, kitabında anlattığı bu emir ve yasaklara riâyettir takva. Rabbimiz bizim muttaki olmamız için, bizim böylece bir hayat yaşayarak cennete ulaşmamız için, yollarını göstermiştir. Kitabın ve sünnetin dışında takva yolu da yoktur inancını taşıyoruz. Kim ki kitap ve sünneti bırakır da başka şeylerin, başka yolların peşine takılırsa, o mutlaka sapmak zorunda kalacaktır. Tabiidirki İslam mukaddes bir sistemdir, bütün düzen ve nizamlardan apayrı kendine özgü ve özel bir sistemi
İçermektedir İslam şeriatı. Düşünce ve itikad yönünden farklı, hayatın çevreyle irtibatını sağlayan nizam yönünden ayrı. Ahlak, edeb, yaşantı, kural ve kaideleriyle kendine özel, siyasi, ekonomik, içtimai prensipleri bulunan bir güzel sistemin adıdır İslam şeriatı.
Bizler Rabbimizden öncelikle Sıratı müstakim üzere bir hayat yaşamayı arzu ediyoruz Evet, Rabbimizden sıratı müstakim istiyoruz. Çünkü sırat-ı müstakim, nîmetlerin en güzelidir. Sıratı müstakim büyük bir niğmettir. Nîmetlerin en büyüğüdür. En önde istenmesi gereken nîmettir. Çünkü unutmayalım ki, herhangi bir nîmetin yoluna, usulüne, kanununa nail olmak, o nîmete sadece bir kere değil, sürekli nail olmak demektir. Meselâ birisinden birşeyler istemek yerine o istenilen şeye ulaşmanın yollarını ve usulünü öğrenmeyi istemek daha da güzel bir kazanımdır.
Eğer bizler dosdoğru yolu ve o Sıratı müstakimi Rabbimizin buyurduğu , Peygamber efendimizin izah ve ifade ettiği şekilde anlar ve yaşantımızı o mutlak dogrular üzerine bina edersek hiç bir ideolji ve felsefi akım bizlere zarar veremeyecektir inşaallah.
Rabbimiz, kitabının başka yerlerinde buyurur ki: “İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Sizi dünyada huzura, âhirette de cennete götürecek yol budur. Ama bu, benim yolumun dışında da yollar vardır. Sakın o yollara uymayın. Yol tekdir. Yol Allah’ın yoludur. tâli yollarsa şeytanların yollarıdır. Eğer benim yolumu bırakır da onların yollarına uyarsanız, onlar sizi Rabbinizin yolundan ayırıp saptırırlar.” Bu ayetlerde Mucize kavramını bir daha ve açık bir şekilde ayetlerde müşahade ediyoruz…
Rabbimiz Zuhruf Suresi ayet.43.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın…*** Kardeşlerim, yeri ve zamanı geldiginde şifade etigimiz bir kelime var *SIRATI MÜSTAKİM* İşte bizler bu sözü bu ayeti kerimeden alıyoruz. Eğer bizler Sıratı müstakim üzerinde olursak Cenabı hakkın vahyettigi kitabına sımsıkı sarılırsak, vahiylerle bir ve beraber olursak hiç bir sapık ideoloji ve felsefi akım bizlere zarar veremiyecektir inşaallah.
Eğer bizim hareket noktamız vahiy olursa sağcılık, solculuk, komunizm, faşizm, liberalizm, laik sistem, artık adları her ne ise bizim ilgi alanımızın dışında olur bakış açımız ayet ve sünneti seniyye istikametinde olursa inşaallah sıratı müstakim yani dosdogru yolun üzerinde olacagız inşaallah. Selim akıl sahibi olan, müslümanca düşünen ve İslamca hayatına çeki düzen veren birisi Allahın emir ve yasakları dogrultusunda yaşantısını sürdürüyor ve Allahın Rasulününün söz fiil ve onayı olan sünneti seniyyesine sımsıkı sarılıyorsa inşaallah sıratı müstakim üzerindedir diye inanıyoruz.
İnanıyoruzki; yeryüzünde Allah celle şanuhunun hakimiyetine hizmet edebilmek ve Tağuti hakimiyetlere karşı da mücadele etmek için kulluk şuur ve bilincini şart, gerekli ve zaruri oldugu bir gerçektir. Daha önce oldugu gibi günümüzdede müstevli kafirler başta ingiltere olmak üzere, amerika, Rusya, Fransa ve kuyruğuna takılan diğer ülkeler Suriyede, ırakta, afganistanda, yemende, filistinde, Halkı Müslüman olan diger beldelerde yiyecek giyecek ve silah yağdırıyorlar…
Maksat müslüman ölsün de nasıl ölürse ölsün. Zaten senelerdir birbirlerini acımasızca kırıyorlar ve adına da cihad diyorlar. Tağuti güçler için bu durumdan daha güzel ne olabilirki, örneğin İsrail gibi bir çıban başının tehlike arz eden bir konuma geldiginde anında birleşmiş milletleri toplayıp müdahale ediyorlar…
Müslümanlar başsız, müslümanlar sahipsiz, müslümanlar mazlum, Müslümanlar çoğu yerde çaresiz Cenabı hak Müslümanlara TEVHİD bayrağı altında toplanma şuuru ihsan eylesin. Eğemenliğin, Hakimiyetin insanda olmadıgı, yalnız ve yalnız Allah celle şanuhuda oldugu gerçegini anlama izan ve şuurunu Rabbimiz cümlemize nasib eylesin. Beş vakit NAMAZINI kılan Müslümanlar ibadet şuuruyla DUA ve Niyaz eylesinler. Helal yolana, meşru olana, haram ve mekruh yollardan gidilemiyecegi gün gibi aşikârdır. Allah celle celaluhu yar ve yardımcımız olsun.
Kardeşlerim, Sonuç olarak diyoruzki; Mutlak HAKİMİYET Allahındır. Allahın Hakimiyeti insanlıga kâfidir. Başka sahte Hakimiyet türlerine, çeşitlerine ve Hakimiyeti yanlış yerlerde arayanlara ihtiyaç yoktur. Kainatın kanunlarına, varlık alemindeki bu düzenin işleyişine Allahtan başka hiç bir güç, hiç bir otorite ve hiç bir iktidar müdahalede bulunamaz. Hiç bir zaman Allahın iradesine aykırı hareket gerçekleştirilemez.
Cenabı hak bizleri adaletten, hak ve hukuktan, sıratı müstakimden ayırmasın. Zalim siyaset ehlinin, laik demokratların, her türlü ideolojık felsefi akımların, ateistlerin, ataistlerin, İsyankar ideoloji sapıklarının ve layt islamcıların – her ne demekse- şerlerinden muhafaza eylesin. Görsel ve yazılı medyada akademisyen ünvnıyla bilgi kirliliği yayan, Müslümanların itikadını bozma yarışı içine giren ifsad ehlinin şerrlerinden Rabbim bizleri muhafaza eylesin. İkbal peşinde koşan bel’am bin bahura torunlarının şerrinden sana sıgınıyoruz Allahım…Bizleri Sıratı müstakimden ayırma…Amin…
Amin… Sermedkadir…15.04.2012.