Harici Mantığı Üzerine

Cenabı hak,Hud suresi ayet.118.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı. (Fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler…***

Müslim, Resulullah (a.s)’ın azatlısı Ubeydullah bin Rafı (r.a)’den riva¬yet etmiştir:** Hariciler, Hz. Ali (r.a)’ye karşı çıktıklarında „Allah’tan başkasının hükmü¬ne başvurulamaz“ diye haykırdılar. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a):“Bu söz doğru bir sözdür, ama bununla batıl bir anlam kastedilmiştir. Resulullah (a.s) bize bir topluluğu tanıttı. Ben Resulullah (a.s)’ın tanıtmış olduğu o topluluğun özelliklerini şunlarda görüyorum. Bunlar dilleri ile hakkı – doğruyu- söylüyorlar, ama bu hak şuradan öteye geçmiyor. -Bu esnada boğazına işaret etti- Bunlar Allah’ın, yarattıkları içinde kendilerinden en çok nefret ettiği kimse¬lerdir. Onların içinde siyah bir adam vardır, onun ellerinden birinde koyun me¬mesi gibi bir şişlik bulunmaktadır.**

Hz. Ali döneminde ortaya çıkan siyasî ve itikadî mezhep. Mezhebe Hâricı“lik adının verilmesi konusunda çok çeşitli yorumlar yapılır. Mezhepler tarihçilerince en çok kabul gören yoruma göre, mezhep üyeleri, ümmetin başındaki hak imam olan Hz. Ali’ye karşı çıkarak itâattan ayrıldıkları için Havâric (Hâriciler) olarak anılmış, mezheblerine de Hâricilik adı verilmiştir. Kendi ifadelerine göre ise, Allah yolunda huruc etmelerinden dolayı hâricîler adını almışlardır. Hâricîler başka adlar ve lâkablarla da anılmış, tanınmışlardır.

Sözgelimi Hz. Ali’nin ordusundan ayrıldıklarında ilk toplandıkları yer olan Harûranın adına izafetle Harûrîler (Harûrîye); Allah’tan başka kimsenin hüküm verme yetkisine sahip olmadığı gerekçesiyle hakem olayına karşı çıktıkları için el-Muhakkime adıyla anılmışlardır. Kendilerinin ençok hoşlanarak kullandıkları isim ise Şürât’tır. Satın alıcı anlamındaki Şârî’nin çoğulu olan Şürâtı kendini Allaha verenler, satanlar anlamında kullanıyorlardı. Hâricîler iman sorununa yanlış bir usulle yaklaşarak bu konuda kimlerin kâfir olduğunu tartıştılar. Hakem olayında hakemlik yapanları ve taraflarını kafir ilan ettiler.

Cemel Vakası’na karışanları ve taraftarlarını lânetlediler. Adâletsiz hükümdara karşı isyanı bütün mü’minlere farı kabul ettiler. Büyük günâhlar işleyen (mürtekîbü’l-kebâir) herkesi kâfir ilân ettiler (el-Bağdâdî, el-Fark beyne’l-Firâk, s. 55). Hâricîler, Hz. Ali ile Şam valisi Muâviye arasında yapılan Sıffin savaşında, sorunun çözümü için tarafların birer hakem atamaları üzerine ortaya çıktılar. Onlara göre Allah’tan başka kimsenin herhangi bir konuda hüküm verme yetkisi yoktur. (lâ hukme illâ lillâh).

Böyle bir yetkiyi kabul edenler kâfir olurlar. Sorunu hakemler aracılığı ile çözmeyi kabul ettiği için Hz. Ali de kâfir olmuştur. Kâfir olduğuna inandıkları Hz. Ali’den ayrılmanın farz olduğu düşüncesiyle Hâricîler, gizlice ordudan ayrılarak Harûra’da toplandılar. Bu huruc yani çıkış hareketi ile İslâm tarihindeki ilk siyasî parçalanma gerçekleşti. Harûra’dan sonra Nehrevân’da üslenen bu grup, İslâm tarihinin en katı, en savaşçıl partisini oluşturdu (Ş.İ.Ansk.) Muhammed Ebu Zehra Haricileri tanıtım babında şöyle yazıyor: * Hariciye mezhebine mensup olanlar, bir takım yaldızlı kelime¬lerin, akıl ve düşüncelerine hakim olması bakımından, Fransız devriminde en feci zulümleri işleyen Yakubîlere benziyorlardı. Yakubilerin de aklını «Hürriyet, kardeşlik ve eşitlik» kelimeleri çekmiş¬ti. Bu kelimeler adına nice mazluk insanları öldürüp, nice kanlar akıttılar. Haricileri de «İman» «Hüküm ancak Allah’ındır» ve «Zalim¬lerden beri olma» kelimeleri şartlandırmıştı. Bu kelimeler namına müslümanlarm kanını helâl saydılar, toprağı müslümanların kan¬larıyla sulayıp her tarafa saldırdılar. Hariciye mezhebine mensup olanların en belirgin sıfatları, sa¬dece heyecanlı olmak ve sözlerin zahirine sarılmak değil, kendini fe¬da etme arzusunda olmak, ölmeyi istemek, kuvvetli bir sebep olmadı¬ğı halde tehlikelere göğüs germekte bunları başkalarından ayırdeden bariz sıfatlardandı. Belki de bu davranışların başlıca sebebi, ba¬zılarının taşkınca hareketi ve sinir sistemlerinin bozukluğu idi. Yok¬sa sadece mert ve kahraman oluşları değildi.

Haricîler, bu tutum¬larıyla Arap medeniyeti ile gelişmiş olan Endülüs’ün, Arap yöneti¬minde iken orada yaşayan Hristiyanlara benziyorlardı. Orada yaşa¬yan Hristiyanlardan bir grup çılgınca davranıyor, aşırı taassuba kapı¬larak kendilerini ölüme atıyorlardı. Bunlardan herbiri hakimler ku¬ruluna gidiyor, öldürülmeleri için Hz. Muhammed (S.A.V.)’e sövü¬yordu. Öyle ki bu davranış içinde bulunanlar, seller gibi mahkeme¬lerin kapılarına akıyorlar, kapıcılar bunları geri çevirmekten asnıyor, hakimler idam kararı vermemek için kulaklarını tıkıyorlardı. Müslümanlar, bu zavallıların haline acıyorlar ve bunları, akıllarını kaybetmiş deliler sanıyorlardı.

Haricilerden bir kısmı, Hz. Ali konuşurken onu protesto ederek kalkıp gidiyor hatta: namaz kılarken cemaatı terkediyorlardı. Di¬ğer bir kısmı ise Hz. Ali ve Hz. Osman sebebiyle müslümanlara sal¬dırıyor, bu iki sahabîye tâbi olanları müşriklikle suçluyorlardı. Hariciye mezhebine mensup olanların çoğu, bedevi Araplardan, pek azı şehir¬li Araplardandı. Bedeviler îslâmdan önce çok fakirdiler. îslâmm ilk dönemlerinde bunların durumları arzu edilen bir şekilde düzelemedi. Zira bedeviler, çöllerde sıcak ve zor hayat şartları altında yaşama¬ya devam ettiler.

İslâm, bunların kalblerini fethetti amma, düşünceleri yüzeyseldi, ufukları dar idi ve ilimden uzak idiler. Böylece bu insanlardan mü¬min fakat düşünce sahaları dar olduğu için mutaassıp, çölde yaşa¬dığı için taşkın ve atılgan, daha önce bol nimetler bulamadıkları için zahid bir cemaat ortaya çıktı. Çünkü fakirlikten gelen bir kişinin nefsini iman terbiye ederr vicdanım.sağlam bir itikad kaplarsa bu kişi maddi şehvetlerden, hayat lezzetlerinden yüz çevirir, bütünüyle âhi-refcin nimetlerine yönelir.

Haricilerin, çölde yaşadıkları bu hayat tarzı onları, sertliğe, şid¬dete ve kabalığa sürüklemiştir. Çünkü nefisler, alıştıkları şeyin bi¬rer suretidir. Şayet bunlar müreffeh bir hayat içerisinde yaşasalar, nimetlere boğulsalardı, elbetteki onların sertliği hafifleyecekti, katı¬lıkları yumuşamayacaktı, şiddetleri hafifleyecekti. Haricîlerin çoğu Araptır. Bunların içinde Arap olmayanların sa¬yısı çok azdır. Halbuki Haricilerin görüşlerine göre şartları kendi¬sinde bulunması şartıyla Arap olmayanların da Halife olabileceği kabul edilmektedir. Çünkü Hariciler, halifeliği Arap ailelerinden bir aileye ve Arap kabilelerinden bir kabileye tahsis etmezler. Hatta in¬san ırklarından bir ırka veya guruplarından bir guruba ait saymaz¬lar. Buna rağmen Arap olmayanların, Harici mezhebinden nefret etmeleri, Haricîye mezhebine mensup olanların, Arap olmayanları sevmemeleri ve aleyhlerinde bulunmalarıdır.

Haricîye mezhebine mensup olanların bir çok sıfatları vardır. Bunlar, bu sıfatlarıyla, tartışmacı, mezhepleri hakkında münakaşa¬ya girişen, hasımlarının delillerini kullanabilen, görüşlerine aşırı bir şekilde bağlı olan bir topluluk haline gelmişlerdir. Böylece Haricîle¬rin görüşleri tarafgir ve tek yönlü bir şekilde oluşmuştur. Bunların görüşleri iyiyi kötüden ayırdedecek, çeşitli görüşleri ölçüp tartacak, hakkı batıldan ayıracak kriteri tayin edecek bir vasıfta olmamıştır. Haricîler, güzel konuşmalarıyla, ikna usullerini bümeleriyle tanınmışlardır. Bunlar soğuk kanlı idiler. Düşmanları karşısında şaşırmazlar, heyecana kapılmazlar ve düşüncelerini unutacak Ölçü¬de kendilerim kaybetmezlerdi.

Rivayete göre: Abdülmelik .b. Mervan, Haricîlerden bir kişiyi huzuruna getirtti. O adamın, anlayışlı, âlim ve zeki bir kişi olduğunu gördü ve mezhebinden dönmesini is¬tedi. Fakat adamın şuurlu ve ince düşünen bir kişi olduğunu gördü. Bunun üzerine Abdülmelik, adamın, mezhebinden dönmesini tekrar istedi. ‚Adam ise şu cevabı verdi. «Bir kere söylemeniz kâfidir. Siz konuştunuz ben dinledim. Şimdi ben konuşayım siz dinleyin.» Ab¬dülmelik ona «konuş» dedi. O kişi konuşmaya başladı. Açık ve sade bir dille mezhebini ona anlatmaya ve güzel göstermeye başladı.-Ab¬dülmelik şöyle dedi: «Nerdeyse kalbime, cennetin onlar için yaratıl¬dığı ve onlarla beraber cihad etmenin daha efdal olduğu fikri yer¬leşiyordu.

Sonra, Allah Tealanın bana ilham ettiği, sarsılmaz delil¬lere baş vurdum ve kalbimde yerleşen Hakk’a dönerek o adama de¬dim ki: «Dünya da, âhiret de Allah’ındır. Allah beni dünyada nüfuz sahibi kıldı ve bize orada imkânlar verdi.» îkisi arasındaki konuşmalar devam ederken, Abdülmelik’in oğ¬lu ağlayarak yanma geldi. Abdülmelik buna dayanamadı. Bunun üzerine Harici mezhebine mensup olan adam Abdülmelik’e şu söz¬leri söyledi: «Bırak onu ağlasın. Çünkü ağlama, avurtlarını geniş¬letir, dimağını sağlamlaştırır. Sesinin gür olmasını sağlar, Rabbine itaat mevkiinde bulunduğu zaman da kolayca ağlar ve yaşları bol¬ca dökülür.» Abdülmelik buna şu cevabı verdi. «İçinde bulunduğun durum, senin böyle konuşmana engel olmuyor mu?» Harici şu ceva¬bı verdi: «Mümini, hakkı söylemekten alıkoyan herhangi bir engel bulunamaz.»

Bunun üzerine Abdülmelik onun hapsedilmesini em¬retti ve peşinden de özür dileyerek şunları söyledi. «Eğer sen, sözle¬rinle halkımın çoğunu ifsad edecek bir tehlike arzetmeseydin seni hapsetmezdim. Beni şüpheye düşüren ve Allah’ın koruması olmasay¬dı beni dahi yoldan çıkarabilecek olan bir kişinin, benden sonra ge¬lenlerin aklını çelmesi uzak bir ihtimal değildir.» Haricîler, düşmanlarının hiçbir delilini kabul etmezler, ne ka¬dar açık-seçik ve hakka yakın olursa olsun, onların görüşleriyle ik¬na olmazlardı. Bilakis, düşmanlarının delilleri güçlü olduğu nisbette, inançlarına daha fazla sarılırlar ve kendi inançlarını destekleyen delilleri daha fazla araştırırlardı.

Bunun sebebi; körü körüne düşün¬celerine bağlanmaları ve rnezheplerinin, kainlerine yerleşmesi, bü¬tün düşünce ve idrak yollarım tıkam asıydı. Diğer yandan Hariciler. bedeviliklerini yansıtan bir şekilde, münakaşalarında çok sert ve ka¬tı idiler. Bunların tek yönlü düşünmelerine ve başka yönleri dikka¬te almamalarına sebep te bu idi. Haricilerin, mezheplerini aşırı derecede savunmaları, bunların bazan hadisler uydurarak Resulullaha nisbet etmelerine sebep ol¬muştur. Şöyleki: Haricilerden bir kişi. yaptıklarından vazgeçip tevbe edince, Resulullahın hadîslerini incelemeleri için âlimleri davet etti. Çünkü Hariciler, delil bulamadıkları zaman, hadîs uydurur, Resulullaha nisbet ederlerdi.(Muhammed Ebu Zehra.Siyasi ve itikadi mezhepler tarihi.)

Hariciler İle İlgili Rivayetler oldukça geniştir. Biz bunlara bakmadan harici anlayış,kavrayış ve zihniyetini tam olarak anlıyamayız onun için bazı rivayetleri göz önünde bulundurmamız zaruridir.Örnegin,Müslim, Ebu Said el-Hudri (r.a)’den rivayet etmiştir: „Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:** Müslümanların guruplara ayrılması sırasında bir gurup, cemaata karşı harekete geçer. Bunları, iki guruptan hakka en yakın olanı öldürür.**

Yine bir hadisi, Buhari ve Müslim, Suveyd bin Gafle (r.a)’den rivayet etmişlerdir: * Hz. Ali (r.a) şöyle söyledi: „Size Resulullah (a.s)’dan bir hadis nakledersem, bilin ki, benim için gökten yere düşürülmek, Resulullah (a.s) hakkında yalan uydurmaktan daha iyidir.“Bir rivayette de Hz. Ali (r.a)’nin şöyle söylediği bildirilmiştir:“Söylemediği bir şeyi Resulullah (a.s)’a isnad etmektense, gökten yere düşü¬rülmek benim için daha iyidir. Size, sizinle benim aramda olan bir konuda söz söyleyeyim. Bilin ki, savaş hiledir.

Ben Resulullah (a.s)’ın şöyle söylediğini duy¬dum: ** Ahir zamanda (son zamanda, kıyamete yakın olan zamanda) genç yaşta in¬sanlardan oluşan bir topluluk ortaya çıkacaktır. Bunların akli yapıları, düşün¬celeri zayıftır. Yaratılmışların en hayırlısının sözünden bir şeyler konuşurlar, Kur’an okurlar. Bunların imanları, hançerelerini (boğazlarını) geçmez. Bunlar okun yaydan çıkması gibi dinden çıkarlar. Onlarla nerede karşılaşırsanız ken¬dilerini öldürünüz. Onları öldürmekten dolayı kıyamet günü Allahu Teala katında öldüren için sevap vardır…**

Şurası çok iyi bilinmelidirki; Haricilik islam toplumunun zaman içerisinde gerçekleştirecegi gelişmeler açısından oldukça tehlikeli bir konum arzetmektedir.Bu mezhebin ortaya atmış oldugu sözler ve başlattıgı uygulamalar, islam toplumu içerisinde sinsi sinsi etkisini göstermektedir. Çünkü islami meseleleri gündeme getirme ve savunma konusundaki katılıgı ve ameli konularda sertligi nedeniyle görünüş itibariyle bu mezhebin uygulamaları. İslamın en mükemmel şekilde uygulanışı gibi görünmektedir.Bundan dolayı haricilikle ilgili gerekli uyarıları yapmak, islam davetçilerinin en önemli görevleri arasında bulunmaktadır…

Hariciligin gidişatının odak noktası, insanları küfürle itham etme konusunda gayretlilik ve cesaretlilik göstermektir. Dini yaşantıya, çokça ibadet etmeye önem verirler. Ancak yaptıkları bunca ibadetin etkisi,kalplerine ulaşmaz. Bu mezhebin mensupları, yaşları ilerlemiş olsada çocuksu düşünceler ve akla yatkın olmayan yorumlarla kendilerini gösterirler. Hariciler, İslam’ın genel çizgisinden ayrılan ilk hizipti. Görünüş olarak tam sofu olan ve siyasi entrikalardan nefret eden Hariciler, Kelamullah’ın harfi anlamına uy¬gun bir hayat yaşamayı arzu ediyorlardı.

İdarenin temelinin sadece adalet ve dindarlık olduğuna inandık¬larından, bunlara göre, milliyeti ve sosyal durumuna bakılmaksızın her müslüman, dindarlık şartını yerine getirdiği sürece, idareci olabilirdi. “Allah’ın Devleti”ni kuvvetlendirmeye çalışıyorlar, fakat kendilerinden başka herkesin helak olacağına inanıyorlardı. Daha da ötesi, saldırgan idealistlikleri ile, sosyal ve dini hu¬zursuzlukların olduğu dönemlerde çok sayıda taraftar toplamışlar ve Abbasiler Dönemine (750-1258) kadar tarihin çeşitli zamanlarında devlet otoritesinin pekiş¬mesini tehlikeli biçimde tehdit etmişlerdi. Fanatik bir dini hareket olmasına rağmen, Haricilik, yavaş yavaş, hiç bir siyasi otoriteye baş eğmeyen başka asi gurup¬ları da kendine çekmişti. Bu da, iç çatışmalara ve dü¬zensizliğe sebep olarak, tamamen olmasa da, sonuç¬ta fiilen yok olmalarına sebep oldu. Hariciler dışlayıcı bir inanç yapısına sahip olduklarından dolayı tamamiyle dışlanan bir konuma düşmüşlerdir.

Şehristani tarihinde hariciler hakkında diyorki: Haricîler (Havâric), Mürcie ve Va’îdiyye. Müslüman toplumun, imamlığı üzerinde ittifak ettikleri hak imama başkaldıran kimseye Haricî denir. Bu başkaldırı, sahabe devrinde olduğu gibi, tâbiûn ya da sonraki imamlar devrinde de olabilir. Mürcie, farklı bir grup olup iman ve amel gibi meseleler üzerinde görüş belirtmiştir. Ancak imamete ilişkin bazı meselelerde Hâricilerle ittifak etmişlerdir.Va’îdiyye de Haricîlere dâhildir. Onlar da büyük günah sahibini küfrle itham etmiş ve cehennemde ebedî kalacağına hükmetmişlerdir. Bun¬ların görüşlerini Hâricileri anlatırken zikredeceğiz.Bilinmelidir ki Müminlerin Emiri Ali’ye (radıyallahu anh) İlk karşı çıkan¬lar, Sıffîn savaşında onun yanında yeralan bir cemaattir.

Ona muhalefet ve din dairesinden çıkışta en aşırıya kaçanlar ise şu kimselerdir: el-Eş’as b. Kays el-Kindî, Mis’ar b. Fedekî et-Temîmî, Zeyd b. Husayn et-Tâî. Bun¬lar Alî’ye şöyle demişlerdi: Halk bizi Kur’ân’a davet ederken sen kılıçları çekmemizi istiyorsun. Bunun üzerine İmam Ali (radıyallahu anh) şöyle cevap vermişti: „Allah’ın Kitâbı’nda olanı en iyi ben biliyorum! Haydi topluluk¬tan geri kalanlar üzerine atılın; Allah ve Resulü – yalan söyledi diyenlere saldırın! Oysa siz Allah ve Resûlü’nün doğru buyurduğunu söylüyorsu¬nuz. Bunun üzerine şöyle dediler: „Eşter’i müminlerle savaştan alıkoya¬caksın! Yoksa Osman’a (radıyallahu anh) yaptığımızı sana da yaparız!“ Toplu¬luk, dağılıp kaçmaya başlayıp geriye üç-beş kişi kalınca Müminlerin Emirİ Ali, Eşter’i geri çekmek zorunda kaldı. Ester de, Ali’nin emrine uydu.

Haricîler, başta İmam Ali’yi (radıyaUahu anh) talikimi (hakem tayini) kabul etmeye zorlamışlardı. O, Abdullah b. Abbâs’ı (ra) göndermek istiyordu. Ama Haricîler onu kabul etmeyip „O zaten sendendir“ diyerek Ebu Musa el-Eş’arî’yi Allah’ın Kitabını hakem kılması şartıyla göndermesini istediler. Sonuç Hazreti Ali efendimizin arzusu hilâfına çıkanca tahkim sonucunu kabul etmemek istedi. Haricîler bu nok¬tada kendisine karşı çıkarak şöyle dediler: „İnsanları niçin hakem tuttun ? Allah’tan başka hüküm verecek yoktur!“ İşte bunlar, bilâhare Nehrevân’da toplanan zındıklardır.

Ana fırkaları şunlardır: Muhakkime, Ezârika, Necedât, Beyhesiyye, Acâride, Seâlibe, İbâdiyye, Saferiyye. Bunlar dışındaki fırkalar, ana fırka¬ların dalları konumundadır. Yukarıda zikrettiğimiz fırkaların ortak noktalan Osman’dan (ra) teberrî etmeleri, bunu her tür tâat ve İbâdetin önüne geçirmeleri ve nikahın sıhhat şartı görmeleri, büyük günah işleyenleri tekfir etmeleri, Sünnete muhalefet eden imâma başkaldırmayı farz bir hak olarak görme¬leridir.(Dinler ve mezhepler tarihi.Şehristani.)

İlk Hâricîlerden sonra Hâricîlik çok sayıda kola ayrıldı. Bunlar içinde en önemlileri, kendilerinden de birçok kollara aynlan Ezârika, Necâdât, Sufriyye, Acâride, İbâdiyye ve Sebibiye’dir. Ezârika, Ebû Râsid Nâfi b. el-Ezrâk’i İmam tanıyan Hâricîlerin oluşturdugu koldur. el-Ezrâk, taraftarlarıyla birlikte 64/683 yılında Basra’da isyan etti, Ehvâz’da Basra valisinin kuvvetleriyle savaşırken öldürüldü (ö. 65/684). Ezârika’nin görûsleri söyle özetlenebilir:

Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Âise, Hz. Talha, Hz. Zübeyir, Hz. Abdullah b. Abbâs ve bunlarla birlikte hareket edenlerin tümü kâfirdir ve cehenemde ebedî kalacaklardır. Savaslarda kendilerine katılmayarak bir kenarda oturmayi seçenler de kâfirdir. Hem bunlar, hem de kadin ve çocuklarinin öldürülmesi mübahtir. Zinâ suçunun cezasi kirbaçtir, recm uygulamak yanlistir. Müsriklerin çocuklari da babalari ile birlikte cehennemde ebedî olarak kalacaklardir. Takiyye hiçbir sekilde câiz degildir. Büyük günâh isleyen kimse İslâm’dan çikmistir. İmamın emrine itâat, emri ister haklı, ister haksız olsun, farzdır. İmamın emrine karsı gelen kâfir olur ve öldürülmesi gerekir.

Necedât, Necde b. Âmir el-Hanefiyye’yi İmam tanıyan Hâricîlik koludur. Necde, Yemâme’de isyan etti. Yemen, Hadramût ve Taif’i istilâ etti. Kendisi ve taraftarları Haccac tarafından öldürüldü (ö. 69/688). Necedât’a göre din iki bölümdür. Birincisi, Allahı, Peygamber’i, müslümanların (yani kendilerinin) kanlarının haram oldugunu ve Allah katından gelen seylerin tümünü bilmektir. Bunları bilmek farzdır, bilmemek özür sayılmaz. İkincisi ise bu sayılanların dışında kalan hususlardır.

İnsanlar, haram ve helâl olan hususlarda kendilerine delil gösterilene kadar bilgisizliklerinden dolayı mazurdurlar. Kendileriyle anlasma yapılan kişilerin kan ve malları helâldir. Küçük, zararsız bir yalan söyleyip bu yalanında ısrar eden kisi müşriktir. Buna karşılık zinâ eden, içki içen, hırsızlık yapan fakat bu hareketinde ısrar etmeyen kimse müşrik degildir. Can korkusu varsa takiyye câizdir. İnsanların başında bir imamın bulunmasi şart degildir.

Sufriyye Ziyâd b. el-Asfar’a uyanların olusturdukları koldur. Buna Ziya’diyye de denir. Sufriyye’ye göre kendileriyle birlikte isyan ettikleri halde savaşa katılmayanlar, inançları kendilerininkine uyuyorsa, tekfir edilmez. Zinâ eden recmedilir. Müsriklerin çocukları cehennemlik degildir. Takiyye, amelde degil, ancak sözde câizdir. Zinâ, içki ve iftira gibi dünyada cezayı gerektiren fiilleri işleyenlere kâfir ya da müşrik denilemez. Fakat bu dünyada cezası olmayan namazı terk gibi büyük günâhları işleyenler kâfirdir. Birisi şeytana uymak, digeri putlara tapınmak olmak üzere iki çesit şirk vardır. Küfür de, birisi nimeti inkâr, digeri Allahı inkâr olmak üzere iki çesittir. Berâet de ikiye ayrılır; birisi, sünnet olan, haddi gerektiren fiilleri isleyenlerden uzaklaşmak; digeri de farz olan ve Allahı inkâr edenlerden uzaklaşmak.

Acâride, Abdulkerim b. Acred’e uyanların olusturdugu Hâricîlik koludur. Kurucusu hakkında hemen hiçbir sey bilinmeyen bu kolun baslıca görüşleri şunlardır: Yûsuf sûresi Kur’ân’dan degil, yalnızca bir kıssadır. Böyle bir aşk kıssasının Kur’ân’da yer almasi câiz degildir. Büyük günâh işleyenler dinden çıkmışlardır. Savaşa katılmayanlar, aynı inancı paylaşıyorlarsa düsman sayılmazlar. Acâride kolu, kendi içinde Hazimiyye, Su’aybiyye, Halfiyye, Ma’lûmiyye, Mechuliyye, Saltiyye, Hamziyye ve Sa’lebiyye olmak üzere sekiz kola ayrıldı. Sa’lebiyye’den de Ma’bediyye, Ahnesiyye, Seybaniyye, Rûseydiyye, Mukremiyye adlarıyla anilan kollar sürdü.

İbâdiye, Abdullah b. İbâd tarafından kurulan Haricilik koludur. Günümüze kadar varlıgını sürdüren tek Hâricîlik kolu budur. Haliç ülkelerinden Umman sultanlıgı ve Zengibar’da resmî mezheb durumundadır. Bu kola göre kendi görüşlerini paylaşmayanlar kâfirdir. Ama bunlarla evlilik ilişkisi kurulabilir, mirasları helâldir. Bu kimselerle savaşıldıgı zaman ele geçirilen ganimetler helâl, kalanları haramdr. Muhâliflerin şâhitligi câizdir. Büyük günâh işleyenler mü’min degildirler. Müşriklerin çocuklarını ne olacagını yalnız Allah bilir. intikam amacıyla işkence câizdir. Nifak çıkaran kimse müşrik degildir. İbâdiyye’nin Hafsiyye, Harisiyye ve Beyhesiyye adlarıyla anılan üç kolu vardır (E. Ruhi Figlali, İbadiyenin Dogusu ve Görüsleri, s. 53).

Said Havva (Rh.a) diyorki: Hariciligin inanç sisteminin belli ilkeleri bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını örnek olarak ele alalım. Hazreti Osman ve Hazreti Alinin küfürle itham edilmeleri, tekfir edilmeleri. Kendi görüşlerine uymayan görüşleri benimsemiş olan yöneticilere karşı fiili mücadele verilmesinin farz olduguna inanmaları. Bu konuda birtakım denge unsurlarını göz önünde bulundurmazlar. Küçük olsun, büyük olsun bir günah işleyenleri küfürle itham ederler.Kendilerine muhalefet edenlerin kanlarını, mallarını ve ırzlarını helal sayarlar…

Nifakın çok degişik görünümleri oldugunu daha önce belirtmiştik. İtikadi yani inançla ilgili olan bir nifak şekli de bunlardan birisidir. Bu nifak yaşantıve gidişata da etki eder. Nifakın bir de ameli olan türü vardır. Haricilik için de aynı şeyi söyliyebiliriz.Yani itikadi açıdan haricilik vardır, bir de yaşantı ve gidişat açısından haricilik vardır.Müslüman ilim adamlarının ve egitimcilerin, bütün müslümanları, hariciligin bu iki türünden de kurtarmaları gerekmektedir. Bu gün harici inancı çok dar olan belli bölgelerde varlıgını sürdürmektedir. Ancak haricilerin ortaya koymuş oldukları anlayış ve gidişat, bir çoklarında etkisini göstermektedir.(El esas fis sünne.said Havva.)

Hariciler konusunda rivayetlerin ve İslam alimlerinin yazdıklarının dışına çıkmamaya gayret gösterdik. Bunun sebebi Haricilik bir bakıma dinde nifak hareketlerinin başlangıç noktasını teşkil ediyordu. O zamana kadar itaat içerisinde olan müslümanlardan bir grup isyan etmeyi, isyan bayragını dalgalandırmayı denedi ve ne yazıkki sonuçları çok acı bir şekilde görüldü. Hariciler yeri geliyor bir isyanda suçsuz binlerce insanı öldürüyorlarken kılları kıpırdamazken, yeri geliyor büyük ve küçük günahları işleyenleri dinden çıkarma telaşına düşüyorlar, öyleki sabahlara kadar gözyaşları içerisinde ibadet ediyorlardı.

Hariciler dilleri hakkı söylüyorken çogunlukla batılla meşgul oluyorlar,itaati, teslimiyeti,dine baglılıgı farklı anlamlar yükleyerek kavramaya çalışıyorlar ve bu yüzdende ümmetin parçalanmasına zemin hazırlıyorlardı,belki bilerek belki bilmiyerek. İslam tarihinde siyasi fırkaların ilki ve belkide en tehlikelisi olan hariciler belki bugün de bilinen mantıklarını devam ettiriyorlar,islam toplumunda ayırımcılıgı, nifak hareketlerini körüklüyorlar.

Biz Ehli sünnet vel cemaat bagımlısı müslümanlar olarak her türlü dini baltalama hareketlerine, nifak tohumu eken sahtekarlara, ayırımcılıgı takva gibi gösteren her türlü yobazlıga karşı durmamız ve firasetle,şuurla bilinen bozgunculugu önlememiz gerekmektedir. Müslümanın firasetine güveniyoruz. Cenabı Allahdan duamız odurki; Müslümanlar ayrılmasın, parçalanmasın, bölünmesin gayrı müslimlerin oyuncagı olmasınlar.

Konumuzu bir hadis meali ile kapatalım inşaallah. Muslim,Ebu Zeri Gıfariden (ra) rivayet etmiştir.Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: ** Benden sonra ümmetim içinden, kuran okuyan ama okudukları Kuran hançerelerini geçmeyen bir topluluk ortaya çıkacaktır. Bunlar okun yaydan çıkması gibi dinden çıkarlar. Sonrada bir daha oraya dönmezler. Bunlar insanların ve diger yaratıkların en fenalarıdırlar…**

Allahım bizleri harici düşüncesinden,harici uygulamasından, harici mantıgından muhafaza eyle. Bizleri itikadda parça parça olanlardan eyleme. Bizleri imanda ayrı baş çekenlerden eyleme. Bizleri bölük bölük bölünenlerden degil Ümmeti muhammed sancagı altında toplananlardan eyle.Bizleri senin dosdogru dinin olan sıratı müstakim çizgisinden ayırma. Bizleri Ehli sünnet vel cemaat itikadından kopanlardan eyleme.Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir…Lu…03.11.2010

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.