Haya, Edeb, Ar Damarı

Rabbimiz Nur suresi ayet.19.da mealen şöyle buyurmaktadır.*** Mü’minler arasında ahlâksızlığın ve edepsizliğin yayılmasını isteyenleri gerek dünyada ve gerekse ahirette acıklı bir azap beklemektedir. Allah bilir, oysa siz bilmezsiniz…***

İbn Mesud (ra) naklediyor: Peygamber Efendimiz (sav) , “Allah’tan hakkıyla hayâ edin!” buyurdular. Biz dedik ki, “Ey Allah’ın Rasulü, elhamdülillah biz Allah’tan hayâ ediyoruz.” Ancak O, şu açıklamayı yaptı: “Söylemek istediğim bu (sizin anladığınız hayâ) değil. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve onun taşıdıklarını, karnı ve onun ihtiva ettiklerini muhafaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır. Kim ahireti dilerse dünya hayatının süsünü terk eder. Kim bunları yerine getirirse Allah’ tan hakkıyla hayâ etmiş olur…**

Haya mana itibariyle: Ar, utanma duygusu. „Edeb, mahcubiyet, utanmak; ar ve namus; nefsin çirkin şeylerden sıkılması ve bunun için kötü şeylerdi terketmesi. Hoş ve güzel olmayan bir olayın ortaya çıkmasından kalbte meydana gelen bir incelik ve ızdırabtır. Haya herkese nasib olmayacak kadar değerlidir. Ahmet Rıfat da Tasvir-i Ahlâk adlı sözlüğünde şunları söyler: „Bu güzel duygu, biri fıtrî, diğeri dinî olmâk üzere iki türü kapsamaktadır. Ayıp ve kusur sayılan söz ve davranışlar-an dolayı başkalarının kınama ve eleştirilerinden çekinme, utanma duygusu için kullanılan bir ahlâk terimi olan haya kavramı,Türkçede utangaçlık, sıkılganlık, utanma, ar gibi kelimelerle de ifade edilmiştir.

„Utanmıyorsan dilediğini yap“ hadisi haya kavramını en güzel ifade eden anlatımdır mutlaka. Hazreti Ali Efendimiz buyuruyorki: „Bir kimse haya elbisesini giyinse, yani hayayı kendisine prensip edinse halk o kimsenin ayıbını göremez“ Gerçekten de haya öyle onur ve şeref verici bir elbisedir ki, onu giyinenler ayıp ve eksikliklerini örtmekle birlikte herkes tarafından saygı ve ikram görürler. Haya elbisesini giyinmeyen kimseler ise ne kadar haysiyetli ve itibarlı olursa olsunlar kendilerinden aşağı kimselerden bile hakaret görürler.

Haya özellikle kadınlar için çok gereklidir. Çünkü sahip oldukları yüz güzelliği bir kat daha artırır. Haya sırf hayır ve hayra vesiledir. Buna karşılık hayasızlık ve çirkin söz de şer ve şerre götürücüdür. Allah Rasulü -salat ve selam ona ve âline olsun- „Haya ile sükut iman ağacının iki dalı, çirkin söz ile beyan da münafıklığın iki budağıdır“ buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir. İmam Maverdî hayayı üç kısma ayırır: „1- Allah’tan utanmak, 2- İnsanlardan utanmak, 3- Kendi nefsinden utanmak.“ Maverdî, Allah’tan utanmayı şöyle tanımlar: „O’nun emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmaktır.“(Şamil.İ.A.)

Rabbimiz Kasas suresi ayet.25.te mealen şöyle buyurmaktadır:*** O sırada iki kızdan biri utana utana Musa’nın yanına geldi; «Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor» dedi. Musa kızların babalarının yanına gelerek başından geçen olayları anlatınca O; «Korkma, o zalim kavimden kurtuldun» dedi…***

Yine ibni Macede geçen bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav) haya duygusunun İslâm dinin¬deki çok özel yerini mealen şöyle ifade ediyor:** Her dinin kendine özgü bir erdemi vardır; İslâm dininin bu erdemi hayadır…** Büyük İslam alimi İmâm Gazzâli, ahlâka aykırı davranışlara karşı toplumun tepki göstermesini bir tür yaptırım sayar ve bu tepkinin en önemli ve etkili şeklinin de kınama olduğunu belirtir.

İmam Gazzâlİ’ye göre fıtratı bozulmamış ofan her insan, tabiatı gereği kınanmaktan çekinir; zira darbe bedene acı verdiği gibi kınama da ruha acı verir. İşte haya duygusu, kınanmaktan çekinen insanın birtakım kötülükleri en azından açıktan işlemesini önler. Bu açıdan haya duygusunu kaybetmiş olmak, insan için büyük bir kusurdur. Nitekim gıybet haram olmasına rağmen Hz. Peygamber, „haya perdesini yırtanlar“ın aleyhinde konuşmanın gıybet sayılmayacağını ifade etmiştir (ihya, III, 153)

Rabbimiz Araf suresi ayet.26-27.de mealen şöyle buyurmaktadır:*** Ey insanoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek ve süslenmenizi sağlayacak elbiseler gönderdik. Takva elbisesi bunlardan daha hayırlıdır. Bu Allah’ın ayetlerinden biridir. Ola ki, düşünüp ders alırlar. Ey insanoğulları, şeytan ana- babanızı elbiselerinden soyundurup ayıp yerlerini meydana çıkararak cennetten çıkardığı gibi sizleri de ayartıp tuzağa düşürmesin. Sizin şeytanı ve adamlarını göremeyeceğiniz yerlerden onlar sizi görürler. Biz şeytanları inanmayanlara dost yaptık…***

İnanıyoruzki; Peygamber Efendimizin (sav) “Allah’tan hakkıyla hayâ” ifadesiyle işaret buyurdukları tavır, hayânın en üst seviyesi, en ideal tarzıdır. Müttakilerin ve muhsinlerin hayâsıdır bu. Ayette geçen “takva elbisesi”dir. Bu seviyedeki bir hayâ, tıpkı peygamberlere verilen “ismet” sıfatı gibi, takvası sebebiyle kula bahşedilen bir ikramdır. Müminin, Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın şeytana aldanmazdan önceki “masumiyet”ini yaşamasıdır. Fakat peygamberlere mahsus ismet nimetinin garantisi bu masumiyette yoktur.

Şeytana kulak verilmesi halinde, sonunda pişman olunsa bile zedelenebilmektedir. Nitekim insanlığın ebeveyni, şeytana aldanıp gafletle haram lokmaya uzanınca, daha önce avret yerlerinin görünmesine mani olan ve mahiyetini bilemediğimiz, ilâhi ikram eseri böyle bir örtüyü kaybedivermişlerdir.İslâmî Ölçüye göre haya müminin, yalnız insanlardan değil, aynı zamanda Allah’tan da utanmasını sağlayan, dolayısıyla hem açıktan hem de gizli olarak günah işleme¬sini önleyen bir erdemdir, güzelliktir, fazilettir.

Buharide bizlere ulaştırılan bir hadis mealen şöyledir:** İnsanlara göre Allah, kendisin¬den utanılmaya daha layıktır…**Burada şu hususu hemen belirtelimki; Fıkıh ve ahlâk kitaplarında, cinsel mese¬leler ve benzeri konularla ilgili olarak eğitim ve iğretim amacıyla, edep ve terbiye sınırını aşmadan soru sormanın ve bilgi vermenin hayasızlık sayılmayacağı ve günah olmaya¬cağı belirtilmiştir. Nitekim bu konuyla ilgili bir hadiste „utangaç kişi İle kibirli kişi ilim Öğrenemez“ buyurulmuştur (Buhârî, ilim, 50). Ayrıca gerek Hz. Peygamber gerekse diğer Önde gelen sahabiler, özellikle kadınlara Özgü meselelerde öğretim ve fetva maksa¬dıyla Hz. Ayşe ile bu tür konulan görüşmüş, konuşmuşlardır.

Hayâ, kulluk şuurunun kuvveti nispetinde derece derecedir de hayâsızlık tektir. Hayâ ancak ar duygusunun üzerine bina edilebildiği içindir ki hayâsızlık bu defa arsızlıkla yahut ar perdesinin yırtılmış olmasıyla aynı şeydir. Hayat kelimesiyle aynı kökten türeyen hayâ, gerçek anlamda diri olmanın göstergelerindendir. Utanan, hayâ eden insanın yüzü kan hücum ettiği için kızarır. Yüzü kızarmıyorsa ya kanı çekilmiştir ya kalbi vazife yapmamaktadır. Her iki hal de ölüm belirtisidir.

Bu konuyu işlerken cesaret sembolü Osman yüksel serdengeçti Rahmetliyi anmamak eksiklik olur diyorki bir yazısında: Bir alem özlüyorum ki; Orada kadınlar dıştan kızarmasın, boyanmasınlar. Yüzlerine bakınca kızlık ve gerçek kadınlıgın kendine has o güzel edepli utancıyla içten kızarsınlar. Kadın sokakta yırtık yırtık dolaşmasın, erkeklerle dalaşmasın.

Özledigim alemde kadın, sözde inkılapçıların, sokakta kafeslemek için kafes arkasından kurtardıkları kadın, hayvani ihtirasların dindirildigi bir zevk aleti haline getirilmesin. Dairelerde kadın, zani bakışların, şehevi akışların istilasına ugramasın. Kadın evinin dairesinden çıkmasın. Yuvasının ışıgı, evinin aşıgı olsun. *** CENNET ANALARIN AYAKLARI ALTINDADIR .*** Sözünün sırrına erişsin; ana olsun !…

Bizim inancımızda iman taşımayan bir kalp ölü bir kalptir. Böyle bir kalbin sahibi dünya hayatını cesediyle sürdürür sadece. Bakara suresinin 18. ayetinde tanımlandıkları gibi “sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler”; elbette hayâ etmezler.

Nefsin arzuları karşısında Allah’ın koyduğu ölçülere riayet, itidali muhafaza hassasiyeti ve kararlılığına “iffet” denir.

İnancımız odurki; Hayâ etmeyenin iffeti olmaz. Zira hayasızlık, ölçüsüzlüğe, sınırsızlığa ve ifrata kucak açmaktır. Ar perdesini yırtanların, hayâ çitini yıkanların nefslerinden kopup gelen hayvanî arzular bir tuğyan olur yeryüzünü fesada verir. Ar perdesini yırtmış insan ve topluluklar en hafifinden “fâcir” hükmündedirler; sürekli “fahşâ”ya, yani azgınlıklara meylederler. Peygamber Efendimizin (sav) ** Utanmazsan dilediğini yap…** tespiti, hayâ etmeyenden her türlü edepsizliğin ortaya çıkabileceği gerçeğini ifade eder.

Sünnetullahtır; tuğyanın ve fahşânın yaygınlaştığı toplumlar ilâhi gazaba uğrar, helâk edilirler. Hayâsızlığın yaygınlaştığı dönemlerde yaşlıların “Başımıza taş yağacak!” uyarısı laf olsun diye söylenen bir söz değildir. Hayâsızlığın en uç örneğini sergileyen Lût Kavmi, Kur’ân’ın “münzerîn yağmuru” dediği bir felâketle, başlarına taş yağdırılarak helâk edilmiştir çünkü.denilmiştirki; Mahremiyeti Olmayana saygı duyulmaz.Ar ve hayâda insanın kendi gözünde, diğer insanlar nezdinde ve en önemlisi de Allah indinde küçük düşüp zelil olmaması esastır. Bir çirkinlik yahut kötülüğün verdiği rahatsızlıktan ibaret olan “utanma” boyutu yanında bir de örtme, saklama, koruma boyutu vardır. İşte bu ikinci boyutu sebebiyledir ki hayâ mahremiyetle de ilişkilendirilir.

Mahremiyet, kişilere, ailelere, hatta ümmetlere mahsus “harem”lerin, yani yabancılara kapalı olan özel alanların dokunulmazlığıdır. Mesela Mekke ve Medine belirli sınırlar dahilinde müslümanların haremidir. Gayr-i müslimler oraya giremez. Yahut bir ev,o evde ikamet eden –oturan ailenin haremidir.Evin mahremi olmayanlar, yani nâmahremler o eve izinsiz, elini kolunu sallayarak giremez.

Mahremiyet alanlarındaki unsurların bir kısmı bu defa mukaddes, mübarek, muhterem, özel ve güzel kabul edildikleri için korunmaktadır. Bunların korunması her ne kadar insanlık izzetini ayakta tutmanın en önemli şartı ise de, yapılan şey bir gizleme veya setretme-örtme değil, bir savunmadır. İslâmî literatürde “ırz” diye adlandırılan bu tür mahremiyetler konusunda ya başkalarının mahremiyetine saldırmamak ya da kendi mahremiyetimizin korunmasında laubali davranmamak için hayâ etmeye çağrılırız.

Ar perdesi yırtılanlar özel alanlarının genelleşmesinden rahatsızlık duymadıkları gibi, başkalarının mahremiyetine olan hastalık derecesindeki tecessüslerini de engelleyemezler bu yüzden,ve de insanların gizli saklı olan mahremlerini araştırırlar. Oysa ihtiram-saygı, mahremiyetten dolayıdır. Mahremiyeti olmayana ihtiram olmaz. İnsanı şerefli kılan bütün manevi değerleri ve kişilik haklarını ifade eden “ırz”a saldırı, doğrudan doğruya insanın şeref ve haysiyetine saldırı demektir.

Bu nedenle Veda Hutbesi’nde müslümanların kanları ve malları gibi ırzlarının da birbirlerine “haram”, yani dokunulmaz ve saygın olduğu ilan edilmiştir. Fakat bu hüküm başkalarının ırzına saygı göstermek kadar, belki ondan da önce kendi ırzımızı sorgulatacak hafifliklerden, kayıtsızlıklardan kaçınmamızı gerektirir. İnsanlık şerefiyle, Allah’a kulluk statüsüyle bağdaşmayan her tutum, ne kadar küçük ve sıradan görünürse görünsün, insanın ırz ve namusunu da koruyan hayâ duygusunu tahrip eder.

Haysiyet ve şerefinin sorgulanmasından, ırz ve namusuna yönelecek hakaret ve aşağılamalardan kaygı duymamak da ar perdesinin yırtıldığına işarettir.Ar duygusu insanın fıtratında olduğuna göre, ar perdesini yırtmak veya hayâsızlık, insanlıktan çıkmak demektir. Bundan daha vahim, kötü bir zillet olamaz. Böyle bir zilletten korunmak için hayâ duygusunu kaybetmemek gerekiyor. Bunun da tek yolu, nerede olursak olalım, ister başkalarıyla birlikte, ister yalnız, daima Allah’ın huzurunda bulunduğumuzu unutmamaktır diye düşünüyoruz…

Ar ve hayâ, temelde bir utanma duygusudur. Fakat her utanma ar yahut hayâ olmaz. Aşırı çekingenlikten, içe kapanık olmaktan, kendine güvensizlikten,başarısızlık korkusundan kaynaklanan utanmalara ar ya da hayâ denmez. Peygamberimiz s.a.v.’in “Hayânın hepsi hayırdır.” veya “Hayâ hayırdan başka bir şey getirmez.” mealindeki hadis-i şerifi, bu hususa da işaret eder. Yani bir utanma hali kişiyi çirkinliklerden alıkoyuyor, onu ahlâklı olmaya, güzel davranmaya sevk ediyorsa hayâdır.

Ar ve hayâ duygusu neticede örtünmeyi, korunmayı, bir görüntüyü engellemeyi gerektir diğinden, hep bir perde benzetmesiyle ifadesini bulmuştur.Ar veya hayâ perdesi deyimi buradan doğmuştur. Yine aynı sebeple “perde, örtü” anlamına gelen “hicap” kelimesi ar ve hayâ yerine de kullanılır, “utanmak” anlamına “hicap etmek” denildiği olur. Ne yazıkki haya perdeleri yırtılmış bir çağda yaşıyoruz. Edep perdesinin, hayâ perdesinin, mahremiyetin perdelerinin yırtıldığı bir çağda.

Görülmemesi, gösterilmemesi, perdenin ardında olması gereken her şeyi ifşa etmek medenilik ve çagdaşlık sayılıyor. Oysa buradan tatminsizlik ve kargaşadan öteye yol yok. Önceleri sadece sinema tiyatro oyuncularının giyim tarzı belliydi, birileri onlar gibi açık saçık giydiginde artist gibi derlerdi.Şimdi sokaklar,pazarlar hep artist doldu ne yazıkki. Böyle bir çağda müslümanın kendi edebine, hayâsına, yani kendi perdelerine sahip çıkması daha titizlikle ve hassasiyetle önem taşıyor.

Her taraf giyinik çıplaklarla doldu.Elbette sadece kadınlarla ve kıyafetle sınırlı bir mesele değil bu. Artık insanlar en mahrem “ev halleri”ni bile çıkıp televizyon ekranlarından ifşa edebiliyor. Zerre kadar sürçmeden yalanlar söyleniyor, iftiralar atılıyor.Belden aşağı espri bayağılıklarıyla dolu diziler, insan haysiyetini ayaklar altına alan yarışmalar izleyici rekoru kırıyor.

Eskiden de insanlar böyle seviyesizliklerle karşı karşıya gelirdi ama genellikle gizlerdi bunları. Arada aleni günah işleyenler ve bunu bir meziyetmiş gibi takdim edenler çıkarsa, böylelerine “ar perdesi yırtılmış” denirdi.Modern zamanlarda ar perdesindeki yırtık o kadar büyüdü ki çoğu insan giderek böyle bir perdenin varlığını dahi unuttu. Utanmanın “kusur” sayıldığı şu günlerde, “ar, hayâ, hicap, ırz, namus, iffet” kavramlarını biz Müslümanlar kesinlikle aklımızdan çıkaramayız.

Bu hayasızlıkları,iffetsizlikleri,ar ve namus kavramlarını aklımızdan ve hayatımızdan çıkarırsak ne olur? Allah korusun o zamanda allah tövbe haşa savaş açmış oluruz. Ahzab suresi ayet.59.a bir bakalım mealen şöyle buyuruluyor:*** Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle: Bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında örtülerini üstlerine alsınlar, vücutlarını örtsünler. Bu onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı inciltilmemelerini daha iyi sağlar. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir…***

Ar perdesinin yırtılması, hem bir azmışlığı hem de bu hale yönelik bir kınamayı ifade ediyor. Meselenin müminlerle ilgili çok önemli ayrıntıları var. Bunları çok iyi bilmemiz, üzerinde düşünmemiz gerekiyor.Bu ayetin tefsirinde Mahmut toptaş hocaefendi diyorki:” Tesettürün modası, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından tayin ve tarif edilmemiştir. Ancak, bileklerden itibaren el, topuklardan itibaren ayak ve çene ile alnımızdaki saç bitimi ve iki kulak arasındaki yüz hariç geri kalan tarafın kapatılması emredilmiştir.

Kapatma şeffaf bir elbise ile olmayacak. Dar olup vücut hatlarını belli etmeyecek, belirli bir kafir grubun özel kıyafeti olmayacak. Bunun dışında nereden, hangi tür elbise mümin hanımlara giydirilirse, o onun için meşrudur. Mesela kutuplarda yaşayan müslüman kadınlar ayı pos¬tundan başlarına bir kalpak geçirirler, sırtlarına ayı postundan bir kürk giyerler ve böylece tesettürlerini yerine getirmiş olurlar. Ekvatordakiler de; bölgesine göre kendilerini serin tutacak elbiseler giyerek, tesettüre riayet etmiş olurlar. Bölgelerin farklılıklarına göre, mü’min kadınların giyimleri de değişiklikler arzeder,yeterki tesettüre riayet etsinler.”(Mahmut Toptaş. Şifa Tefsiri.)

Vucudunu pervasızca teşhir edenler bilinmelidirki Şeytana hizmet ediyorlar,şeytanın parasız askerligini yapıyorlar ve allaha savaş ilan eden bahsızlardır diyoruz.Halbuki; Kuranı Kerim ademoğlunun en büyük düşmanının şeytan olduğunu haber veriyor bize. Şeytan, önce güzel ve faydalı gibi gösterdiği günahlara sevk ediyor insanı ve utanıp tevbe etmemesi halinde gitgide bayağılaştırarak tutsağı haline getiriyor onu. İnsanı bayağılaştırmanın en kestirme yolu ar duygusunu yok etmekten geçiyor tabiiki.

“Ar” kelimesi “avret” ile aynı kökten. İnsanın mahrem yerlerinin görünmesi halinde yaşadığı “utanma duygusu” demektir. Fıtrî bir duygudur ve aklın tezahürlerindendir. Nitekim çocuklarda utanma duygusu akıl nurunun parlamaya başladığı çağlarda kendini gösterir. Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın avret yerlerinin görünmesi üzerine utanmaları da bu duygunun fıtrî olduğuna işarettir.Ar duygusu Cenab-ı Hakk’ın bize bahşettiği bir alarm sistemi, bir erken uyarı nimetidir.

Müzelerde yahut galerilerde sergilenen bazı nesnelerin etrafındaki ışın kalkanı gibidir. Bu sistemin bozulması, devreden çıkarılması, kalbimizin talan edilmesine, yol geçen hanına çevrilmesine, şeytanın ve onun askerlerinin kalbimizde cirit atmasına fırsat verir. Çıplaklıkta, edep yerlerinin teşhirinde ısrar ve bundan dolayı utanmamak, ar perdesinin bir daha tamir edilemeyecek biçimde yırtıldığına; insanın, en büyük düşmanı şeytan karşısında uyarı imkanından yoksun kaldığına delalettir.

Başını aç oku diyenlerin sözüne kanıp okuyanlar bir daha ömrü billah tesettüre girmeyecek ve tabiiki başlarını örtmeyeceklerdir.Kimse kimseyi kandırmasın her şey bir defa yapmakla başlıyor.Sonra o işlenen suçun elemanı oluyorsunuz. Ar duygusu, utanmanın “avret”le ilgili kısmıdır.Bu fıtrî duygunun insanın cüz’i iradesi ile geliştirilmiş, kişiyi küçük düşürücü her türlü günahtan koruyacak şekilde tahkim edilmiş haline “hayâ” derler.

Genellikle birbirinin yerine kullanılsa da, ar ve hayâ aynı şey değildir. Hayâ, bir uyarı görevi yapan ar duygusunun icap ettirdiği korunma tedbirleridir daha çok. Örnek verecek olursak; Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın utanmaları ar; buldukları yapraklarla olsun örtünmeye çalışmaları, pişman olup tevbe etmeleri hayâdır. Elbette ar duygusu olmazsa, ancak onun üzerine bina edilebilen hayâ da olmaz.

Ar duygusu fıtrîdir ama hadis-i şeriflerde buyurulduğu gibi “Hayâ imandandır” yahut “Hayâ, imandan bir şubedir”. Bu sebeple başta peygamberler olmak üzere kâmil iman sahibi bütün salih insanlar aynı zamanda birer hayâ timsalidirler.İslâm âlimleri hayâyı “nefsin, çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk etmesi” şeklinde tarif ederler. Sadece tesettüre riayetsizlikten değil, insanın şerefini zedeleyen her türlü kötülüklerden, münkerden hayâ edilmesi gerektiğini söylerler. Çünkü insan yaratılmışların en şereflisidir. Yaratılanlar içinde ondan daha değerli olanı yoktur.

Eğer insan Rabbine kul olmak yerine kendisinden daha değersiz dünya malına, makama, şöhrete kul olursa izzetini kaybeder, zillete düşer. İşte hayâ, böyle bir zilleti kendine yakıştıramadığı için insanı utandırır, onu tevbeye ve istikamete,dogru yola sevk eder. Hayâ sahibi, yaptığı kötü bir işten veya terk ettiği iyi bir işten dolayı sadece kendinden ve diğer insanlardan değil, Allah Tealâ’dan da utanır.

Tirmizinin rivayetini ulaştırdıgı bir hadis mealen şöyle: ** içinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde mevki bakımından bana en yakın olanlarınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır.En nefret ettiklerim ve kıyamet gününde benden en uzak olanlarınız ise, gevezeler,lafazanlar ve yüksekten atanlardır.Onlar büyüklük taslayankimselerdir.** (Câbir(ra).Tirmizî.)

Konumuzu bir ayet meali ile bitirelim inşaallah: Rabbimiz araf suresi ayet.20-22.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi. Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti. Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti…***

Allahım bizleri edebine,hayasına,ırz ve namusuna sahip çıkanlardan eyle.Bizleri sana isyan edenlerden degil itaat ve teslimiyet gösterenlerden eyle.Bizleri kadın ve erkek müslümanlar olarak birbirlerine hayırda yardımlaşanlardan eyle.Bizleri ahlakına sahip çıkanlar zümresiyle haşret.Bizleri senin dosdogru yolun olan sıratı müstakimden ayrılmayanlar zümresine dahil eyle.Bizleri Ehli sünnet vel cemaattan ayrılmayanlardan eyle.Sen her şeye kadirsin allahım…Amin…

Sermedkadir…Lu…19.11.2010

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.