Hayatımızın Gizli Tarafları

Rabbimiz Yunus Suresi ayet.15.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ayetlerimiz onlara açık açık okununca; Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir, dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem olmaz. Ben, ancak bana vahyolunana uyarım. Ben, Rabbıma karşı gelirsem; büyük bir günün azabından korkarım…

Yine Rabbimiz Yunus suresi ayet.108.de mealen şöyle buyurmaktadır:*** De ki: «Ey insanlar, size Rabbinizden hak gelmiştir. Artık kim hidayeti kabul ederse o, ancak kendi faydası için hidayete ermiş, kim de saparsa, kendi zararına sapmış olur. Ben sizin başınızda bir bekçi de değilim…***

İbadet kelimesinin türkçemizdeki tam karşılıgı kulluktur.Ancak bu kavram dilimizde tapınma anlamındaki belirli bir zamana veya mekana baglı, nasıl yapılacagı kesinleşmiş ibadetlere belirlenmiş usüllere bakarak kullanılmaya başlanmıştır.Kuranı kerimde kullanılan ibadet kavramı bunları kapsamak ve içermekle beraber anlam alanı daha geniştir.Örnek verecek olursak; llaha imandan başlayıp,Allahın iradesine uygun her türlü ahlaki ve dogru davranışa-biz buna salih amel de diyoruz-kadar bütün cuzi irademizle yapmış oldugumuz herşey ibadet kavramı içerisinde dahildir…
Bu dogru,iyi ve güzel diye niteledigimiz davranışlarımız günlük yaşantımızın bütün alanlarında gerçekleşmektedir.Buna siyasi,ekonomik,hukuki ve askeri her türlüsü dahildir.Kuranı kerimdeki ifadeleriyle kulluk tabirine baktıgımızda, illaki belirli zamanlarda yapmış oldugumuz degilde hayatımızın tümü kulluk sınırlarını içine almaktadır diye düşünüyoruz.önemli olan bireyin tek tek davranışları degil,bir bütün olarak seçip baglandıgı hayat tarzının niteligidir…

Tabiidirki, insanın yaratılışından gelen çift kutupluluk,insanın iki zıt yönde iki farklı yaşantı sürmesine imkan vermektedir.Kişi yapacagı tercih sonucunda yani cuziiradesini kullanarak,ya yeryüzünde insan onur ve haysiyetine yakışır şekilde bir hayat sürdürme yolunda, ya da tam tersi olan bozuk,ifsad edilmiş bir hayat tarzını devam ettirecektir.Bunun neticesinde insan sürdürdügü hayat tarzına yönelik mükafat ve cezayı haketdecegini bilmek durumundadır…

Rabbimiz Müzzemil suresi ayet.20.de mealen şöyle buyurmaktadır:*** Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. O, sizin onu sayamayacağınızı bildi de sizi affetti. Bundan böyle Kur’ân’dan size ne kolay gelirse okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah’ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar olacağını bilmiştir. Onun için Kur’ân’dan kolayınıza geldiği kadar okuyun, namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a güzel bir borç verin (Hayırlı işlere mal sarfedin). Kendiniz için gönderdiğiniz her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah’tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir…***

BU ayetin izahında Seyyid kutub Rahmetli diyorki:“Aranızda hastalar olacağını, bir bölümünüzün Allah’ın lütfettiği geçim payı elde edebilmek için yeryüzünde oradan-oraya koştuğunu, bir bölümünüzün de O’nun yolunda savaştığını Allah biliyor.“Hastalar gece ibadeti yapmak için zor kalkarlar. Bir bölümünüz de gündüzleri geçim peşinde koşmak, bunun için çalışmak zorundadır. Bu da hayatın kaçınılmaz gereklerinden biridir. Yüce Allah sizin dünya işlerinden el-etek çekerek tıpkı hristiyan keşişleri,gibi manastırlara kapanıp kendinizi tümü ile ibadete vermenizi istemez.
Bunun yanısıra yüce Allah ilerde size savaşma izni verecek, zalimler karşısında zafer kazanmanızı nasip edecek, yeryüzüne azgınları titretecek islam sancağını dalgalandırmayı başarmanızı sağlayacaktır. O halde bu yükümlülüğünüzü hafifletin;“Öyleyse kolayınıza gelecek kadar Kur’an okuyunuz.“Kendinizi zora, sıkıntıya, meşakkate koşmayınız. Yalnız bu dinin farz olan görevlerini düzenli biçimde yerine getiriniz.“Namazı kılınız, zekatı veriniz.“

Bunların yanısıra yüce Allah’a karşılık beklemeksizin, gönüllü olarak borç veriniz, ilerde karşılığını fazlası ile bulacak hayırlar yapınız. Yani;“Gönüllü olarak ve karşılık beklemeksizin Allah’a borç veriniz. Kendiniz için yaptığınız hayırları ilerde Allah katında daha yararlı ve daha büyük ödüllü olarak bulursunuz.“Ayrıca Allah’a yönelerek O’ndan kusurlarınızı affetmesini dileyiniz. Çünkü insan ne kadar dikkat ederse etsin, ne kadar doğruyu araştırırsa araştırsın, yine de yanılabilir, kusur işleyebilir.

„Allah’tan af dileyiniz. Çünkü kuşkusuz Allah bağışlayıcı ve merhametlidir.“ Bu ayet, gece ibadetine ilişkin buyruktan bir yıl sonra gelen bir kolaylaştırma direktifi; bir merhamet, sevgi ve güven aşılama dokunuşudur. Yüce Allah böylece müminlerin gece ibadeti ile ilgili yükümlülüklerini hafifletmiş, bu ibadeti farz olmaktan çıkarıp „nafile“ye dönüştürmüş oluyordu. Peygamberimize gelince o bu konudaki tutumunu değiştirmemişti. Yine gecenin üçte birinin altına düşmeyen bir bölümünü ibadetle geçirme uygulamasına bağlı kalmıştı.

Gecenin bu sessiz ve sakin saatlerinde Rabbine yalvarıyor, O’nun dergahına sığınarak hayat ve cihad azığı sağlıyordu. Üstelik gözleri uykuya dalsa bile kalbi hep uyanıktı. sürekli Allah’ı anıyor, her an O’na bağlılığını tazeliyordu. Sırtında taşıdığı yükümlülüğün ağırlığına ve sorumluluklarının yorgunluğuna rağmen geceleri yüce Rabbi ile başbaşa kalmayı hep devam ettirmiştir. Çünkü her şeyden yana boşalttığı kalbinde sadece yüce Allah vardı.

Zamanımızda bilhassa televizyon,radyo,gazeteler gibi iletişim araçlarında bazı dini kavramları ve kulluk bilincimizi kendi anlayışları,kavrayış ve duruş yönlerinen ele alarak müslümankları mahkum etmek için, inancımızın incelik taşıyan tabirlerini gelişigüzel kullanabiliyorlar. Müslümanların vazifelerini açıkça yerine getirmelerine duydukları rahatsızlığı yine böyle bir tabirle, “ibadet de gizli kabahat de” sözüyle haklı çıkarmaya çalışıyorlar.

Şurası bir gerçektirki; Kabahat ve masiyetleri meziyet, ibadetleri ise suç sayan bir düzenin baskısı yüzünden yahut nefsimize hoş gelen cazibesinden zaman zaman yalpalıyor,inancımızın öngördügü şekliyle degilde tabir caizse biraz törpüleyerek ibadetlerimizi yerine getiriyoruz yani dini baglamda zaaf gösterip bazı tavizler verme durumunda kalıyoruz ne yazıkki.Ne müslümanlığımızdan vazgeçebiliyoruz ne de üç günlük dünyanın aldatıcı konforundan. Böyle iki arada bir derede sıkışıp kalmayı meşrulaştırmak için şuradan buradan duyduğumuz dinî hükümleri, anlayıp dinlemeden hoyratça kullandığımız oluyor.

Hayli zaman önce televizyon kanallarından birinde, okul çatısında namaz kılarken görüntülenen lise öğrencilerinin haberi verildikten sonra, o sırada stüdyoda konuk olarak bulunan bir iş adamı, spikerin “Ne diyorsunuz?” sorusu üzerine yüzünü ekşiterek fetvayı yapıştırıvermişti: “Çok şükür hepimiz müslümanız. Ama ne demişler; ibadet de gizli, kabahat de.” Spiker, bu epeyce meşhur iş adamına, “İyi de sen İslâmî ölçülerde kabahat, hatta düpedüz günah sayılan sefahat âlemlerini bırak saklamayı, medya mensuplarını çağırarak niçin haber yaptırıyorsun öyleyse?” diye sormadı tabii.

Sorsaydı, muhtemelen “Allah’ın bildiğini kulundan niye saklayayım” gibi bir cevap alacaktı belkide.Sıradan insanlar tarafından servetlerine yahut mevkilerine gösterilen itibarın, akıl ve ilimlerine gösterildiği zannıyla kimsenin aklını beğenmeyen, doğruyu araştırıp öğrenme ihtiyacı duymayan böyle tuzu kuru modern müslümanlara meram anlatmak oldukça zor. Allah muhafaza, Ebu Cehil’i küfründe sabit tutan kibir ve inadın beslendiği bir zeminde durduklarının farkında bile değiller.

Fakat malum medyanın, İslâm’ı yaşanılan hayatın bir çeşnisi, ihmal edilebilir bir ayrıntısı gibi sunmakla yükümlü kadrolu ilahiyatçılarından beslenen kitlelerde de “Bana göre” diye başlayan fetva cüretkârlığı yaygınlaşıyor. Bazen ezberlerine ters gelen müslümanca bir duruşu mahkum etmek için, inancımızın incelik taşıyan tabirlerini gelişigüzel kullanabiliyorlar. Samimi müslümanların mükellefiyetlerini ifadaki aleniyetten duydukları rahatsızlığı yine “ibadet de gizli kabahat de” sözüyle haklı göstermeye çalışırken, reklam malzemesi yapılan en küçük yardımları dahi “gizlenecek bir ibadet “ saymıyorlar nedense.

Böyle tipler de, gençlerin namaz için çatılara çıkmak zorunda kalması da birer ibretlik vakadır muhakkak ama bizim bu vesile ile asıl üzerinde durmak istediğimiz, şu, “ibadet de gizli kabahat de” tabirinin hakikati. Öncelikle bu söz bir emir değil, tavsiyedir. İbadeti de kabahati de gizlemenin daha doğru, daha faydalı olduğunu öğütler. İkincisi, “ibadet” kelimesi burada sadece nafileleri kast etmek üzere özel yahut dar bir anlamda kullanılmıştır.

Eskiden medreselerde okutulan “beyan” ilminde bu tarz ifadeler için “umumu söyleyip hususu kast etmek” tarifi öğretilirdi. Yani genel bir ifade kullanılmış olsa da o genel kategorinin içinde yer alan küçük bir bölümün anlatılmak istendiğine dikkat çekilirdi.Nitekim en genel anlamıyla “ibadet”, kulun Allah’a bağlılığını, hürmetini, muhabbetini, şükrünü sunmak; O’nun karşısında aczini itiraf etmek üzere yaptığı bir takım iradî fiillerdir.

Maksat,böylece Allah’ın rızasını kazanmaktır. Dolayısıyla Allah rızası gözetilerek yapılan her fiil, her davranış “ibadet” kapsamına girer. Hayatın hemen her sahasını kapsayan bu kadar geniş çaplı davranışların gizlenmesini istemek, kişinin ferdî dairesinden dışarı çıkmamasını istemektir ki olacak iş değildir. Fıkıh terimi olarak ise ibadetin kapsamı biraz daralır, nasıl yapılacağı Allah ve Rasulü tarafından belirlenmiş namaz, oruç, hac, zekat, kurban, cihat.. gibi mükellefiyetleri karşılar. Bunlar içinde de mesela cuma namazını, haccı, kurbanı, gazayı, bu ibadetlerin şartları gereği, gizlemenin imkanı yoktur.

Kaldı ki “vecibe” olan ibadetler müslümanın şiarıdır. Çevresindeki insanlar, ibadetine bakarak kişinin müslümanlığına şahadet edebilirler. Öte yandan bu ibadetler, Cenab-ı Hakk’a karşı bir borcun edası olmak yanında, fertler kadar toplumların da İslâmî ölçülere göre inşasında rol oynar. Bu çerçevede aşikare yapılması çok zaman bir gereklilik olur. Rabbimiz İbrahim suresi ayet.31.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** (Ey Muhammed!) İman eden kullarıma söyle: „Namazı dosdoğru kılsınlar, alış-veriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerine verdiğimiz rızıktan açık ve gizli (Allah için) harcasınlar….***

Mahmut Toptaş hocaefendi bu ayetin tefsirinde diyorki: İman eden kullarıma deki; namazlarını dosdoğru kılsınlar. Kendilerine vermiş olduğumuz rızıktan Allah için gizli ve açık olarak infakta bulunsunlar. Ayette kazandıklarınızdan demiyor, „bizim size verdiğimiz rızıklardan“ şeklinde ifade edilmekte, insan nedir ki, kimin mülkünde ne kazanacak.? O Allah’ın mülkünde onun verdiği akıl, güç ve kuvvetle birşeyler yapar. Bir de gizli ve açık olarak verilmesi isten¬mekte, açıkta verilmesinin hikmet ve sebebi başkalarına örnek ve de onlara teşvik olsun diye, gizli verilmesi ise riya olmaması için. Biz ge¬nelde gizli vermeye çalışırız ama açıktanda verip diğer insanları da hayra teşvik etmeli.Bugün müslümanların „Karz-ı hasen“ yani Allah rızası için borç para verme müessesesi, bankalar yüzünden ortadan kalkmış durum¬dadır, Bu banka öyle bir pislik ki tam köşe başına oturup gelenin gi¬denin parasını alıp, yine diğer bir müslüman esnaf veya tüccara, iş adamına veriyor.

Böylece müslümanların sırtmdanda geçinip gitmekte. Bu Karz- hasen müessesesinin tekrar canlandırılıp hayata geçirilmesi gerekir.Müslümanlar zekatlarını , kendisinde ne alış verişin, ne de dostlu¬ğun olmadığı ^gün gelmeden Önce vermelidirler. O günün ne zaman geleceği belirlî\değildir, her an gelebilir. Sabah gelebilir, akşam ge¬lebilir gece gelebilir. Her an ibadet üzere bulunmalıyız. Öbür dünyada alış veriş yok, oradaki insanlara rüşvet verilmez, dostluk ta yoktur. Herkes kendi nefsini düşünüp kendi başının çaresine bakacak…(Şifa Tefsiri.Mahmut Toptaş…)

Ali Küçük hocaefeni ise şu bilgileri sunuyor:Bizim kendilerine verdiğimiz rızklardan da gizli ve açık infak etsinler. Mallarında, hayatlarında, bilgilerinde, zamanlarında ve sahip oldukları her şeyde Bizi söz sahibi bilerek onları kardeşleriyle paylaşma kavgası içine girsinler. Versinler, ulaştırsınlar, paylaşsınlar kar-deşleriyle. Çünkü veren Biziz ve Biz takdir ediyoruz ki o verdiklerimiz sadece sizin değil, onda başkalarının da hakkı vardır. Veren bilsin ki verdiklerine kendi malından, kendi imkânlarından vermiyor.

Allah’ın malından, Allah’ın verdiklerinden veriyor. Veren bilsin ki, fakirin hakkı olanı veriyor. Evet söyle ey peygamberim o iman eden kullarıma ki namaz kılarak bedenlerinde Benim söz sahibi olduğumu ortaya koysunlar, infak ederek de mallarında Benim söz sahibi olduğumu ortaya koy-sunlar diyor Rabbimiz. İnfakta bulunsunlar bir gün gelmezden önce ki, o gün geldiği zaman ne alışveriş var ne de dostluk vardır. O gün ne fidye var ne de şefaat vardır. Alışverişin ve dostluğun, fidyenin ve şefaatin olmadığı bir gün gelmezden önce vereceğinizi verin, yapacağınızı yapın ve kendinizi kurtarın. O gün artık namaz kılayım desem geçmiştir.

O gün artık infak edip de Rabbimi razı edeyim desen faydası yoktur. Yapacaksan bugün yap. Unutmayalım ki bugün yarım hurmayla da olsa kendimizi ateşten koruma imkânımız vardır. Bu imkân şu anda elimizdedir. Ama yarın tüm dünya sizin olsa hiçbir işe yaramayacaktır. Tüm dünyayı fidye olarak verseniz de kabul edilmeyecektir. Kimin malını kime vereceksiniz de? Evet bugün yarım hurmanın yaptığını yarın dünya kadar altın yapmayacaktır. Öyleyse aklımızı başımıza alalım.

Gelin yarım hurmayla ken-dimizi ateşten korumanın hesabını iyi yapalım. Dünyalar kadar altın kazanma peşinde bir hayat yaşamadan yana olmayalım. Bize fay-dası olmayan şeyleri kazanmanın yolunda bir ömür tüketmeyelim. Unutmayalım ki yarım hurmayla da olsa Allah yolunda yaşayacağı-mız bir hayat ve infaklarımız bizi kurtaracaktır. Ama maalesef bu insanlar Allah’ın bu âyetlerini bilmiyorlar. Allah’ın kitabından uzak bir hayat yaşadıkları için yarın kendilerine hiçbir fayda sağlamayacak şeylerin peşine düşüyorlar. Neye yarar da bunlar? En güzel evlere sahip olmuşsun.

İnsanların alın terlerini sömürerek atlara, arabalara sahip olmuşsun. Yüzlerce insanın yiyebileceğini yalnız başına sen sofrana koymuşsun. Yüzlerce insanın oturabileceği eve yalnız başına sen oturmuşsun. Unutmayasın ki bunların vebali bir gün çok acı olacaktır. İnsanların ceplerindeki yarım ekmek parasına bile göz dikip onu da cebine aşırmanın planlarını yapmışsın. İnsanların ihtiyacı olmayan üretimlerini reklamlarla ihtiyaçmış gibi gösterip onları sömürmüşsün. Tüm dünyaya da sahip olsan unutma ki bunlar yarın seni ateşten koruyamayacaktır. Öyleyse gel aklını başına al. Allah şu anda sana ne vermişse ona kanaat edip, bunları sana lütfeden Rabbinin kitabı ve Resûlünün Sünnetiyle beraber olup o doğrultuda bir hayat yaşamaya yönel. Aksi takdirde bir gün gelecek ki para yok, pul yol, fidye yok, şefaat yok, kimsenin kimseye bir faydası yok. Allah’ın izni olmadan kimsenin kim-seye bir faydası yok. İşte o gün gelmezden önce gelin namazı ikâme edelim ve Allah’ın verdiklerinden Allah kullarına infak edelim…

Yukarda da belirttiğimiz gibi, gizlenmesi tavsiye edilen ibadetler, mükellefiyet alanının dışında kalan “nafileler”dir. “İbadet de gizli, kabahat de” sözündeki “ibadet”i nafile ibadetler olarak anlamak gerekir.Küçük şirkten emin olmak için; Nafileler; farz, vacip ve sünnet hükmüne dahil olmayan, daha fazla sevap kazanmak maksadıyla kişinin kendi isteğiyle yaptığı ilave yahut fazladan ibadetlerdir. Diğer ibadetler gibi malî de olabilir bedenî de. Ancak islâmî kaynaklarda nafilelerin gizliliği daha çok malî ibadetler, özellikle de sadaka üzerinden mesele edilmiştir.

Aşağı yukarı bütün değerlendirmeler, Hz. Peygamber s.a.v.’e sorulan “Sadakanın gizlisi mi efdal (daha faziletli), açığı mı?” suali üzerine nazil olan, Bakara suresinin “Sadakaları açıkça verirseniz, o ne güzeldir; yok eğer onları gizler, fakirlere bu suretle verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” mealindeki 271. ayeti ekseninde yapılmıştır. Ulemanın ekseriyeti, zekât gibi farz sadakaların aleni, nafile sadakaların ise gizli verilmesinin daha faziletli olacağına hükmetmişlerdir.

Bu konudaki, Buharinin bizlere ulaştırdıgı hadisi şerif mealen şöyle: *** Yedi sınıf insan vardır ki, Allah, Kıyamet gününde, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı zamanda, onları kendi gölgesinde gölgelendirecektir:Adaletli davranan yönetici.Allaha ibadet ederek büyüyüp yetişen genç.Çıkıp dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kişi.Buluştuklarında da, ayrıldıklarında da Allah sevgisinde birleşip, birbirini seven iki kişi.Alımlı bir kadın kendisini sevişmeye davet edince, „Ben âlemlerin Rabbi olan Allahtan korkarım,“ diyen namuslu kişi.Sağ elinin verdiğini sol eli bilemiyecek derecede yardımını gizli yapan insan.Issız yerde Allahı anıp da gözleri dolu dolu olan kişi…Ebu Hureyre radıyallahu anh. Buhârî…***

Bununla beraber bu bir ihtilaf mevzuu değildir. İmam-ı Gazali rh.a.’in ifade ettiği gibi, “Buradaki ihtilaf meselede değil, insanların hal ve vaziyetlerindedir. Efdaliyyet niyetlerin ihtilafıyla ihtilaf eder. Niyetler de hal ve şahıslar itibariyle değişir.” Bu, şu demektir: Nafile ibadetlerin illa gizli olması veya illa âşikare yapılması daha faziletlidir gibi peşinen verilmiş kesin bir hüküm yoktur. Şartlar ve niyet neyi gerektiriyorsa öyle yapılır.

Ne var ki terk edilmesinde bir masiyet olmayan ibadetler yalnızken yapılmıyor da halk arasında yapılıyorsa, güçlü bir riya ihtimali var demektir. Aleni verilen sadakada bir de muhatabı rencide etme tehlikesi söz konusudur. Nafilelerin açıkça edasını daha faziletli kılan “örnek teşkil ederek diğer insanları hayra teşvik” ve “ihlâs” şartlarına sahip olabilmek ise öyle her babayiğidin harcı değildir. Bütün bu sebeplerle nafilelerin gizlenmesi, aşikare yapılmasından evladır. Hz. Peygamber s.a.v.’in “küçük şirk” dediği riya tehlikesinden ancak böyle emin olunabilir.

Riya vesvesesi ile huzursuz olanlara insanların görmediği yer ve zamanlarda bol bol nafile ibadet yapmaları tavsiye edilir. Şu halde nafile ibadetlerdeki gizlilik, bu ibadetlerin değil, riya vesvesesinden korunmanın geçici bir şartıdır. Arapça “görmek” fiilinden türeyen “riya”, elbette her türlü görüntüyü veya göstermeyi kapsamaz. Bir davranışın tabii olarak görünmesi başka; gösteriş niyetiyle sergilenmesi yahut farkına vardırılması için özel bir çaba sarf edilmesi başkadır.

Dolayısıyla “ibadetlerinizi gizleyin” tavsiyesi, mademki riya tehlikesine karşı bir tedbir sadedindedir, nafile bile olsa “ibadetlerinizi mutlaka gizli gizli yapın, kesinlikle göstermeyin” demek değildir. “Mükellefiyet dairesine girmeyen ibadetlerinizi insanların gözüne gözüne sokmayın, bu hususta dikkat çekecek abartılı tavırlardan kaçının, gösteriş yapmayın, kalbinizde olmayanı varmış gibi göstermeyin” telkinidir bu.

Meselenin “kabahat” tarafına bakınca, gizlemenin aslında “var olan bir şeyi açığa vurmamak” anlamına geldiği daha net görülebilir. “Kabahat gizli olsun” denmekle, “gizli gizli kabahat işleyin” tavsiyesinde bulunulmadığı açıktır. Her nasılsa işlenmiş bir günahın, bir çirkin davranışın ifşa edilmemesi istenmektedir. Böyle bir gizleme çabası, insanları aldatmak gibi süflî,mide bulandırıcı duyguların değil; pişmanlık gibi, hayâ gibi, yapılan kabahatin başkaları için kötü örnek oluşturmasından endişe etmek gibi soylu duyguların eseridir.

Bu şekilde gizlenmesi halinde bazı günahların bağışlanacağına veya bunların kıyamet gününde müminlerin yüzüne vurulmayacağına dair haberler, bu soylu duyguların mükafatı olmalıdır.
Kısaca “ibadet de gizli, kabahat de” sözü, nafile ibadetlerinizin de günah ve kabahatlerinizin de “reklamını yapmayın” manasında anlarsak daha tutarlı bir davranış sergilemiş oluruz. Hal böyleyken, gizlenmesi gereken hayır veya masiyetlerin reklamını yapmayı meziyet sayanların, farzların alenen ifasından rahatsız olması hayli düşündürücü bir durum.

Rabbimiz Bakara suresi ayet.2-5.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** İşte bu Kitap, kendisinde şüphe (edilecek hiçbir şey) yoktur; Allah’tan sakınanlar için bir rehberdir. (Bu sakınanlar) gayba inanırlar; namazlarını dosdoğru kılarlar ve bizim Kendilerine verdiğimiz rızıktan (başkalarına da) infak ederler.Hem sana indirilen (Kitab)’a, hem de senden önceki (peygamber) e indirilen (kitap) lere inanırlar; hiç şüphe etmeden âhirete de inanırlar.işte bunlar, Rab’larından gelen hidayet üzerindedirler; kurtuluşa erenler de bunlardır…***
Allah Resûlü (sav) mealen şöyle buyuruyor:**Yedi sınıf insan vardır ki,Allah,Kıyamet gününde, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı zamanda, onları kendi gölgesinde gölgelendirecektir:Adaletli davranan yönetici.Allaha ibadet ederek büyüyüp yetişen genç.

Çıkıp dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kişi.Buluştuklarında da, ayrıldıklarında da Allah sevgisinde birleşip, birbirini seven iki kişi.Alımlı bir kadın kendisini sevişmeye davet edince, „Ben âlemlerin Rabbi olan Allahtan korkarım,“ diyen namuslu kişi.Sağ elinin verdiğini sol eli bilemiyecek derecede yardımını gizli yapan insan.Issız yerde Allahı anıp da gözleri dolu dolu olan kişi…** (Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.)

Allahım bizlerin gizli ve açık yapmış oldugumuz ibadetlerimizi kabul buyur.Gizli ve açık işledigimiz günahlarımızı,hata ve kusurlarımızı affet.Bizleri Kuranı kerim ve sünneti seniyye ahlakındanedebinden ayırma, bizleri senin razı oldugun kulların zümresine dahil eyle,bizleri cesaretli bilgisizlerden degil,senin ilminle amil olanlardan eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir…Lu.16.03.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.