Hesap, Mizan

Rabbiiz Er Rahman suresi ayet.7-9.da mealen şöyle buyurmaktadır:*** Âllah, göğü yükseltti. Mizanda (tartıda) haksızlık yapmayın diye teraziyi koydu. Tartmayı doğru ve adaletle yapın, terazide (mizanda) haksızlık ve eksiklik yapmayın …***

Mizan mana itibariyle; Ölçü ve tartı işinde kullanılan terazi, ölçü aleti: ahirette günah ve sevapların iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılacağı manevi ölçü aleti. Mizan, sadece eşyanın ağırlık miktarını tartıp bilmeye mahsus ölçü aleti değildir. Sıcaklık, soğukluk ve hız gibi arazları ölçmeye yarayan ölçü aletleri de vardır. Mîzân (terazi), eşyayı ve bir takım arazları ölçmek için kullanıldığı gibi; hukuk, iyilik ve kötülüğü ölçmek için de mecazen kullanılır. Adalet terazisi, hak terazisi, iyilik terazisi, akıl terazisi gibi… (Şamil İslam Ansiklopedisi)
Kıyamet gününde iyi ve kötü amellerin tartılarak miktarının bilinmesine mahsus mîzan (terazi) haktır ve konulacaktır.Rabbimiz Enbiya suresi ayet 47.de kıyamet gününde konulacak bu terazi için yine mealen şöyle buyuruyor:*** Kıyamet günü adalet terazileri koyacağız. Hiç bir kimseye hiç bir haksızlık yapılmaz. Hardal tanesi kadar bile olsa yapılanı ortaya koyarız. Hesab görenler olarak bizler yeteriz…***

Furkan tefsirinde Hicazi diyorki: Şu müşriklerin azablandırılmalarında, azaplarının şiddetlendirilmesinde ve ibret verici cezaya çarptırılmalarında bir gariplik yoktur. Çünkü bu hük¬mü veren Allah’tır. O’nun hükmü adilânedir. O, çok doğru ölçen terazinin sahibidir. Zira O buyuruyor ki: Biz kıyamet gününde adaletli teraziler kura¬rız. Orada ameller cisimlendirildikten sonra, amelleri tartan gerçek teraziler mi olacak,.yoksa maddi şeyleri tartar gibi manevi şeyleri tartan teraziler mi olacaktır?

Dünyada barometre, termometre gibi Ölçü aletleri icad edildikten sonra ahİrette amel ve ihlas ölçen teraziyi yaratmasını güçlü ve muktedir Al¬lah için imkansız ve zor görmemek gerekir. Bazıları bunun her ne kadar çok veya az da olsa herkese hakkım eksiksiz veren Allah’ın mutlak adaletinden bir kinaye olduğunu söylemişlerdir. Kıyametteki hesapta hiç kimseye haksız¬lık edilmeyecek, iyilik yapmış olanın iyiliği eksiltilmeyecek, kötülük yapmış olanın kötülüğüne ekleme yapılmayacak, bir hardal tanesi ağırlığınca da ol¬sa herkesin işlediği ameli karşısına çıkarılacaktır. Bu amelinin hesabını kont¬rol eden ve hesap gören olarak Allah yeter.(Furkan Tefsiri.Hicazi)

Amellerin, kendilerinin veyahut yazılı olan defterlerin kıyamet günü özel bir terazi ile tartılması haktır. Çünkü Cenabı hak araf suresi ayet.8-9.da mealaen buyuruyorki:*** Kıyamet günü amellerin tartılması haktır. Kimin iyilikleri kötülüklerden agır gelirse, işte onlar kurtulanlardır. Kimin de tartıları hafif gelirse, işte bunlar da ayetlerimize zulmetmeleri sebebiyle kendilerine yazık edenlerdir. Araf suresi.ayet 8,9.***

Fi zilali Kuran da Şehid seyyid kutub diyorki: „O gün tam doğru tartı vardır.“O günkü tartıda mızıkçılık yapmak, verilecek hükmü gürültüye getirmek, hükümlerin ve tartıların güvenirliğini giderici tartışmalara girişmek mümkün değildir. Devam ediyoruz:“Kimlerin tartıları ağır çekerse onlar kurtuluşa ermişlerdir.“Yüce Allah’ın hakka şıkı sıkıya bağlı terazisinde bu kimselerin tartıları ağır çekmiştir.

O halde bu mutlu sonucun ödülü kurtuluştur. Bunca uzun yolculuğun sonunda, bu uzun sürecin son aşamasında cehennemden kurtularak cennete girmeyi hakketmekten daha büyük kurtuluş mu olur? Devam ediyoruz: „Kimlerin tartıları hafif kalırsa, onlar ayetlerimiz karşısında takındıkları zalimce tutumları yüzünden kendilerini mahvetmiş olurlar.“Yüce Allah’ın haksızlık etmesi, yanlış tartması sözkonusu olmayan terazisinde, bu kimselerin tartıları hafif kalmıştır.

Bu durum karşısında onlar kendilerini mahvetmişler, öz benliklerini kaybetmişlerdir. Artık ne kazanabilirler ki? Çünkü kişi çalışır, çabalar, kendisi için, öz benliği için bir şeyler biriktirir. Ama kendini mahvedince, bizzat öz benliğini kaybedince artık geriye ne kalır ki?Ayetteki „Onlar ayetlerimiz karşısında takındıkları zalimce tutumları yüzünden“ ifadesi bize açıkça anlatıyor ki, bu kimseler yüce Allah’ın ayetlerini inkâr ettikleri için kendilerini mahvetmişler, öz benliklerini kaybetmişlerdir. Daha önce söylediğimiz gibi Kur’an dilinde „zulüm“ terimi müşriklik ya da kâfirlik anlamına gelir. Çünkü „Allah’a ortak koşmak, büyük zulümdür.“ (Lokman Suresi: 13)

Biz burada islâm düşüncesi tarihi boyunca islâm dışı bir mantıkla tartışmaya girişenlerin hatasına düşerek „bu tartı nasıl bir tartıdır, bu terazi ne biçim bir terazidir?“ tartışmasına girecek değiliz. Çünkü madem ki, yüce „Allah gibi olan bir şey yoktur“, madem ki, her anlamda benzersizdir, O’nun eylemlerinin ve tasarruflarının tümü de benzersiz ve eşsiz niteliktedir. Burada bize düşen görev, bu ayetlerin amaçladıkları gerçeği vurgulamaktır. O da şudur: O gün hesaplaşma gerçektir, bu hesaplaşmada hiç kimse zerre kadar haksızlığa uğramaz; hiçbir davranış, hiçbir eylem değerinden düşük bir karşılık görmez, unutulmaz, ihmale uğramaz.(Fi zilali kuran Seyyid Kutub)

Terazi ve tartının her ikisi de, Allahın muhkem olan kitabında, tevile hiç bir imkan bırakmayacak şekilde, sarih ve açık ibarelerle haber verdigi gerçeklerdendir. Onlara, haber verildigi şekilde , iman etmek zorunludur. Ehli sünnet alimlerinin dedigi gibi, terazinin çeşidini, özünü, keyfiyet ve mahiyetini ve o terazinin bütün herkes için tek mi oldugunu, yoksa pek çok teraziler mi bulundugunu araştırmamız yersiz olur. Tüm bu konular da kesin bir şey söylemek imkanı yoktur.

Biz, ancak Allahu tealanın vermiş oldugu habere iman eder, Allahu tealanın haber verdigi şekilde kabul eder ve söyleriz. Onları te’vile kalkışmaz, aklımız ve hayalimiz ile onları mecaz(yani hakiki manası ile degilde ona benzer başka bir mana ile), istiare( yani yani herhangi bir şeye benzeterek) ve benzeri şeylere hamletmeyiz. Son devir Ulemasından Ramazan el buti diyorki: Allahu teala, bütün işlerin kemmiyetlerini (yani miktarını,sayısını,nice oluşunu,az ya da çokmu olacagını) ve ehemmiyetlerini, en ince teferruatlarına kadar bildigi halde; tartının neden gerekli oldugu ve lüzumunun ne oldugu meselesine gelince- herkesin bildigi gibi AllahuTealanın böyle bir şeye ihtiyacı yoktur.

Cenabı Allah dünya hayatının düzenini kurarken, insanların kendi aralarındaki idare işlerini de, sebeb sonuç nizamına göre düzenlerken bazı kevni (yani kainat ilmine dair) sünnetler koymuştur. Aynı şekilde aklı ve insanın hayalini, her eserin müessiri ile (eserin sahibi), her varlıgın illeti ile baglılıgı gibi bir baglılıkla koymayı uygun görmüştür. Hikmeti ilahi, aynı düzenin ikinci yaratılış ve başka hayat vakaları içinde geçerli olmasını iktiza etmiştir.(gerekli bulmuştur) İnsanın, ondan, akılının alıştıgı, hayalinin hoş karşılayacagı bir yolla haber almasını uygun görmüştür. Bu bir.
İkincisi. Terazinin ve tartının hazırlanışı olayında, insana sunulan bir mesaj varki, o da şöyledir: Ahiret hayatı ancak ve ancak dünya hayatının içerigine uygun, dakik bir yansımasıdır. Nasıl ki ekin, tohum zamanı, mevsim olarak hasat ve ürün alma mevsimini aksettirirse, tamamen onun gibi. Bu anlam, insana tam olarak şu sözlerle ifade edilemez.

Allahu teala herkese sevap ve ceza verirken, geçmiş ve gelecek bütün amellerini ve kazançlarını, bildigi ilmine göre degerlendirir. Ona amellerinin ne oldugunu göstermez. Yaptıklarını hatırlatmaz. Onlarla uygun olan sonuçlarını kıyaslamak için yaptıklarını, o gün kişinin gözü önüne sermez. Onun için Allahu teala, hikmeti geregi, amellere hissi bir terazinin kurulmasını, amellerinde bizzat şekillenmesini ya da içinde yazılı bulundukları sahifelerle somutlaşmasını,bütünleşmesini iktiza etmiştir.(gerekli bulmuştur.)

Hatta onun azalarını ve onun organlarını bizzat konuşturarak, işledikleri günahları itiraf ettirmeyi uygun görmüştür. Ta ki bu ameller bizzat kendileri adalet ve ceza hakikatini ortaya koysun, dünya hayatının imkanlarıyla , kıyamet gününün sonuçları arasında bir bag kurabilsinler.( Ramazan el buti.İslam akaidi.) Amel defterleri, ölünceye kadar dünya hayatında işlediklerini meleklerin yazmış oldukları defterlerdir.

Nitekim Allahu teala, zuhruf suresi, ayet, 80.de mealen şöyle buyurulmaktadır: *** yoksa biz, ( Peygambere tuzak kurmak isteyen) o kafirlerin kalplerinde gizledikleri ve fısıltılarını işitmezmiyiz sanıyorlar ? Hayır, işitiyoruz ve onların yanlarında (fısıltı ve niyyetlerini tesbit eden) elçilerimiz vardır; yazıyorlar.*** Yani bütün fiillerini yazıp , durumlarını tesbit ederler. Bu ayet ile, meleklerin mahlukatın-yaratılmışların iç alemlerine muttali yani haberdar, olaylara vakıf olamadıkları iddiasında bulunanlara cevap verilmiş oluyor.(Fıkhı ekber şerhi.aliyül Kari.)

Tarikatı Muhammediye şerhinde konu ile alakalı olarak deniliyorki: * O kitap ki, onu hafaza melekleri mükellefin (kulun) üzerine yazarlar. Bunlar taatlar-ibadetler,ve isyanlar olup mü’minler için sag yanlarından, kafirler için sol yanlarından ve sırtları arkasından verilir. Çünkü Allahu tealanın şu kavilleri buna delildir: ***Onun için kıyamet gününde bir kitap çıkartırız ki, ona nesr olunmuş-yazılmış olarak karşılar. İsra suresi ayet:13.*** Amma kitabı sag yanıyla verilen kimseye gelince…El hakka suresi.ayet. 19.***

Ali küçük hocaefendi besairul kuran adlı degerli tefsirinde konumuz hakkında şu bilgileri aktarıyor: Kitabını sağından alanlar, kitabı sağından verilenler, yani kitabına sağından erişenler, kitabını sağdan elde edenler diyecekler ki: “Hey! Bakın! Okuyun kitabımı! Alın bakın benim kitabıma!” Gerçekten müthiş bir sevinç, müthiş bir coşma. Sınıftan geçme değil bu. Okulu bitirme, mahkemeden berat, hapishaneden kurtulma, polisi atlatma, maliyeciyi diskalifiye, ölümden, müebbet hapisten kurtulma değildir bu. Cehennemden kurtuluş ve cenneti kaybetmekten kurtuluş sevincidir bu. Adam bağıracak sevinçle, coşkuyla: “Hey! Bakın! Bakın benim kitabıma! Okuyun! İşte benim kitabım!”

Sevinç gösterileri arasında iftiharla herkese gösterecek kitabını. “Kitabımı alın okuyun” mealindeki söz, onun son derece se-vinçli olduğunu gösterir. Çünkü amel defteri sağından verilince, ken-disinin kurtuluşa erenlerden ve nimete nail olanlardan olduğunu anlar da bunu başkalarına göstermek ister ki onun elde ettiği bu nimete başkaları da sevinsinler.Diyecek ki, “ben zaten hesaba çekileceğimi zannediyordum. Dünyadayken ben bunun zannı içindeydim.” Şüphe anlamına bir zan değildir bu. Bu tür zan, Kur’an’da var. Meselâ bakın Rabbimiz Bakara sûresinde gerçek mü’minleri anlatırken onların vasıflarından birisini şöyle ortaya koyuyor:“Onlar öyle kimselerdir ki, her an Rabblerine kavuşacaklarını ve ona döneceklerini bilirler.”(Bakara 46) Onlar her an Allah’la karşı karşıya gelivereceğine inanan mü’-minlerdir. Hani bir şehre gidersiniz de orada çok sevdiğiniz bir arkadaşınız olur. Günün birinde o şehre gittiğiniz zaman her köşeyi dönüşünüzde onunla karşılaşıverecek gibi olursunuz değil mi? Ha şu köşeyi dönerken, ha bu sokaktan geçerken karşınıza ha çıktı, ha çıkacak gibi beklersiniz değil mi onu ? İşte burada anlatılan mü’minler de Allah’la ha karşılaştılar, ha karşılaşıverecekler. Allah’la her an karşı karşıya gelivereceklerine inanan insanlardır bunlar.

Demek ki buradaki zan, iman manasına gelen bir zandır. Halbuki Türkçe’deki zan bundan biraz farklıdır. Hani zannederim şöyle, zannederim böyle şeklindeki ihtimal zannı değildir bu. Yani kişinin kesin olduğuna inandığı bir şey. Meselâ kapıdan çıkarken zannederim babamla karşılaşacağım! gibi bir zan düşünün. İşte Allah’la karşı karşıya gelivereceği zannı taşıyan insan. Allah’la ha karşılaştım! Ha karşılaşacağım! Zannı içinde, ümidi içinde bulunan insan. Nasıl yani? Adam kapıdan çıkarken Allah’la karşı karşıya gelivereceği zannında.

Müşteriyle beraber olunca, ya da yemek yerken, ya da yatarken, ya da kalkarken, yerken, içerken, yani hayatının her bir biriminde, zaman ve mekan diliminin her kesiştiği noktada, her hâ-lükârda Allah’la karşı karşıya gelivereceği zannında, imanında ve şu-urunda yaşayan insanlar. İşte Bakara’nın anlattığına göre bunlara, böyle yaşayan insanlara namaz kolay gelirmiş. Peki ne anlıyoruz bundan? Yani ne demektir bu? Anlayabildiğimiz kadarıyla bu ölüm demektir. Yani bu insanlar şöyle yaşarlarmış: “Ha şimdi ölüyorum! Ha biraz sonra ölüyorum! Ha şu köşeyi dönerken! Ha bu lokmayı yutarken! Ha bu sözü bitirmeden öleceğim!” zannıyla yaşamaktır bu.

Kesin bilgi değildir bu. Hem kesin, hem de öyle değil, bir zandır yani. Yani gerçek mü’minler Allah’la karşı karşıya gelivereceklerini zannedenler. Ne zaman öleceğini bilmez ki adam! Ha şimdi! Ha biraz sonra! Ha şu köşeyi dönerken! Ha öbüründe! Ne zaman öleceğini bilmediği, bilemediği için bunu hep canlı ve hatırda tutma anlatılıyor. Yani mü’minler cennete bir karış yakın yaşarlarken kâfirler de cehenneme bir karış uzakta yaşarlar. Yani ölüm geliverdi mi, işte cennet ve işte cehennem.Bakın buradaki zan da işte bu manada bir zandır.

Buradaki zan da, iman manasına kullanılmış. Kıyâmet günü hesap kitap dönemi kitabını eline alan mü’min aynen böyle diyecektir: “Ben zaten böyle bir hesap ve kitapla karşı karşıya geleceğimi zannediyordum!” diyecek. “Yani kesinlikle böyle bir günle karşı karşıya geleceğimi biliyordum! Ben bugünün bilinci içinde yaşıyordum! Bugün ha geldi, ha gelecek bunun bekleyişi ve şuuru içindeydim! Bunun zannı içindeydim! Ben hesaba çekileceğimin şuurundayım! Ben bunu bek-liyordum!

Ben bunu kabulleniyordum! Ben buna inanıyordum! Ya da ben dünyada o hesap üzere yaşıyordum! Onunla hayatımı programlı-yordum! Ben hesaba çekileceğim, diye yaşıyordum! Hangi konuda ? Her konuda.” Yâni mü’min Rabbi hakkında güzel zanda bulunmuş ve güzel amel işlemiştir. Münâfık ise Rabbi hakkında kötü zanda bulunmuş ve kötü amel işlemiştir. Ve mü’minin Kur’an’da geçen zannı kesin bilgi, kâfirin zannı ise şüphe manasındadır. İşte bakın diyor ki mü’-minler; „Biz dünyada iken ahiretten gafil olarak değil, aksine bir gün Allah’ın huzurunda hesap vereceğiz bilinci ile yaşadık.”
(Ali küçük. besairul kuran)

Ehli sünnet alimleri dediki: Her bir kimse için, gece iki melek vardır. Gündüzün melegi iner ve gecenin melegi gider. Eger denilirse ki, fasık mü’minin kitabı nasıl verilir. Denilmiştirki: sol yanıyla verilir. Bir kavle göre de bir sebebe baglıdır ve faasık hesap defteri sol tarafıyla verilir. Kafire ise sırtı arkasından verilir.

Rabbimiz Zümer suresi ayet:69.70 te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır. Kitap açılır Peygamberler ve şahitler getirilir. Ve onlara haksızlık yapılmadan aralarında adaletle hüküm verilir. Her kişiye işledigi ödenir Esasen Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.***

Konumuz hakkında Muhammed hamdi yazır (Rh.a) şu güzel ifadelere yer veriyor. Ve siz içinizde bulunanı açıklasanız da, gizli tutsanız da, her iki durumda da sizi onunla Allah hesaba çeker. Bundan dolayı ne açık, ne de gizli olarak hiçbir fenalık yapmayınız. „içinizde ne varsa“ ifadesi mutlak olduğuna göre, nefsin her türlü hallerini ve hareketlerini kapsamı içine almaktadır. İrade, yöneliş ve duyuş, düşünüş ve hayal ediş ve her çeşit hatıra ile vesveseler, şüpheler, inançlar, huylar ve meleler ve bunlarla ruhsal tepkiler, ister ihtiyarî ve isterse gayri ihtiyarî, sürekli veya gelip geçici, iyi ve kötü nefiste (iç dünyada) bulu n an her şey buna dahildir.

Fakat her şeyden önce âyetteki siyak, yani sözün gelişi, şahitliği gizlemek ve bildiğini söylememek gibi fena şeylere ait olduğundan, iyi olanlar dış görünüşüyle sanki hesaba çekilmenin dışında gibi görünüyor. gizli tutmak ve açığa vurmak ihtiyarî fiillerden oldukları için insanların iradeleriyle ilgili olan işlere ve davranışlara, yine kendi içinde bulundurduğu niyet ve tasavvurlara ait olup, gayri iradî olanlar bunun dışında kalır. Zira hesaba çekilmek mutlaka açığa çıkmaya ve gizli kalmaya ait değildir, çünkü niyetlerinin açığa çıkması da, gizli kalması da kendi takdirlerine kalmış bir şeydir. Bu ise kesinlikle kasıt ve niyetle olur. Yani iradeli olarak yapılan bütün işler ve ruhî haller hesaba çekil m eyi gerektirir.

Böyle olmayanların gizli kalması da açığa çıkması da Allah Teâlâ’nın isteğine bağlıdır. Lakin kötülük kötülük olduğundan, haddi zatında azap ve acı sebebidir. Bunun için her ne şekilde olursa olsun onun açığa çıkması insanlara başka türlü b ir azaptır. Hele zarurisi zaruri bir azaptır. Bunda hesaba çekilmek de felahı, yani ruhsal kurtuluşu sağlamaz. O zaman bunu sağlayacak olan ancak Allah’ın gizli tutması ve bağışlamasıdır. Bunun için insanlar Allah’ın mağfiret ve affına muhtaç olmaktan kurtulamazlar.

Hasılı insanların hiçbir şeyi Allah’dan gizli kalmaz. Bundan dolayı insanların açığa vurmaları ve gizli tutmaları bir önem taşımaz, kendi hür iradeleriyle ve isteyerek yaptıkları tercihler ve seçimlerle yaptıkları işlerin hepsi hesab kapsamının içine girer ve hepsinin hesabını Allah sorar ve sorumlu tutar. Tutar da sorumluluk kesinleştikten sonra dilediğini bağışlar, mağfiret eder, dilediğine de azap eder. İşte bundan dolayıdır ki, O’nun azabı bile katıksız adalettir; mağfireti de katıksız ihs an ve inayettir. (Hak dini kuran dili.Muhammed Hamdi Yazır…)

Said havva (Rh.a) Mizan konusu üzerinde çok etraflı, detaylı şekilde durmuş ve şu bilgileri aktarmıştır: Sonra hesap ve mizan (yani amellerin tartılması) işi olacak.Burada her insan ne ile yükümlü tutulmuş ise , onun hakkında sorguya çekilecek. Kulagı, gözü ve kalbi hakkında sorguya çekilecek. İnsan orada, yüce Allahın kendisine ihsan ettigi şeylerden, ömründen, ilminden, malından, bedeninden, gençliginden ve kendisine verilen nimetlerden hesaba çekilecektir. İnsan o gün kendisine dünyada verilmiş olan tüm nimetlerden ve kendisine yapılan ihsanlardan hesaba çekilecektir. Bunun yanısıra işlemiş oldugu amelleri ile neyi amaçladıgından, niyetlerinden ve amellerinde ne derece ihlas üzere oldugundan da sorguya çekilecektir. Bakara suresi ayet.284.te mealen şöyle buyurulmaktadır.*** Göklerde ve yerde olanlar Allahındır. İçinizdekini açıklasanızda, gizlesenizde Allah sizi onunla hesaba çeker ve diledigini bagışlar. Diledigine azab eder. Allah her şeye kadirdir.***

Rabbimiz Nahl suresi ayet.89.da mealen şöyle buyurmaktadır:*** O gün her ümmetten bir kişiyi onlara şahit tutarız. Seni de ey Muhammed, bunlara şahit getiririz. Sana her şeyi açıklayan ve müslüğmanlara dogruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak kuran’ı indirdik.*** İnanıyoruzki; Kulun, yüca Allahın kendi üzerindeki haklarından ilk sorguya çekilecegi şey namaz dır. Üzerindeki kul haklarından en önce sorguya çekilecegi şey ise, haksız yere kan dökmektir. Kul için sorgusu en zor olan şey ise, zekattır. Zekatla ilgili ceza, zaten ölüm sırasında başlayacaktır ve kabirde devam edecektir.

Aynı şekilde O hesap alanı duragı olan mevkif te ve mahşerde de bundan dolayı ceza görecek ve ayrıca zekat konusunda inceden inceye hesaba çekilecektir. Kıyamet gününün şahitlikleri çoktur. O günün şahitleri de çok olacaktır. Peygamberler şahitlikte bulunacaklar, melekler şahitlik edecekler. Bunların yanısıra kişinin kendi organları kendisi hakkında şahitlikte bulunacaktır. Ayrıca kullar da birbirleri hakkında şahitlikte bulunacaktır. Bütün bunların dışında yer de üstünde barındırdıgı kişiler hakkında şahitlik edecektir. Bunların her biri, kıyamet ginünde uygun bir vakitte şahitlik görevini yerine getireceklerdir. (Said Havva.el esas fis Sünne.)

Mizan konusunu işleyen ayetler hiçte az degildir konunun önemi çok açıkır biz müslümanlar açısından. Onun için konuyu genelde ayetler ve tefsir ulemasının görüşlerini vermekle yetinmeyi arzu ettik. Bunlardan biriside herhün okumaya gayret ettigimiz yasin suresindeki ayeti kerimedir. Cenabı Rabbul alemiyn Yasin suresi.ayet.65.te mealen şöyle buyurmaktadır:*** İşte o gün agızlarını mühürleriz, bizimle elleri konuşur; ayakalrı da yaptıklarına şahitlik eder.***

İbni Kesir, Allah ondan razı olsun. Tefsirinde hadislere dayanarak şu ifadeleri zamanımıza taşıyor: * Bugün onların ağızlarını mühürleriz. Bizimle elleri konuşur ve yapmakta oldukları şeye ayakları şehâdet eder.* Kıyamet günü dünyada iken işledikleri suçu inkâr ederek, and içerek yapmadıklarını tekrarla¬yan kâfirlerin ve münafıkların durumu işte böyledir. Allah onların ağız¬larını mühürler ve uzuvları yapmış oldukları hareketleri söyler durur.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ebu Şeybe İbrahim İbn Abdullah’ın… Enes İbn Mâlik’ten naklettiğine göre; o, şöyle demiş: Biz peygamberin huzurunda bulunuyorduk ki Rasûlullah ön dişleri belirinceye kadar gülüverdi. Sonra da neye gülüyorum biliyor musunuz? dedi. Biz; Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedik. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Kulun kıya¬met günü Rabbıyla tartışmasına gülüyorum. Kul der ki: Rabbım, sen beni zulümden dolayı cezalandırmıyor musun? Allah Teâlâ; evet, buyu¬rur. O, kendim için kendimden başka bir şâhid bilmiyorum, der.

Allah Teâlâ; bugün kendin için muhâsib olarak nefsin yeter, şâhidler olarak kirâmeyn kâtibeyn yeter der ve onun ağzını mühürler. Sonra uzuvları¬na konuş emrini verir de onlar yaptıklarını söylerler. Sonra kişiyi, uzuvlarıyla ve uzuvlarının söyledikleriyle başbaşa bırakır. Kişi uzuvla¬rına; yazıklar olsun size. Ben de sizin için mücâdele ediyordum, der. Müslim ve Neseî, bu hadîsi Ebu Bekr İbn Ebu Nadr kanalıyla Süfyân es-Sevrî’den naklederler. Abdürrezzâk der ki: Bize Ma’mer… Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyur¬duğunu nakletti: Siz, ağızlarınıza bir bez geçirilmiş olarak davet edilir¬siniz. Sizden ilk sorguya çekilecek olan uzvunuz, bacaklarınız ve sırtınızdır. Bu hadîsi Neseî, Muhammed İbn Râfi‘ kanalıyla Abdürrezzâk‘-dan rivayet eder. O da Ma’mer kanalıyla Behz îbn Hâkim’den, o da babasından, o da dedesinden, o da Hz. Peygamberden nakleder.

Süfyân İbn Uyeyne, Süheyl kanalıyla… Ebu Hüreyre’den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) kıyamete dâir metni uzun bir hadîste şöyle bu¬yurmuştur: Sonra üçüncüsü ortaya atılır. Allah Teâlâ ona; sen neci¬sin? der. O; ben Senin kulunum, Sana inandım, peygamberine ve kitâblarına îmân ettim, oruç tuttum, namaz kıldım, sadaka verdim, der. Ve gücü yettiğince kendisinin iyiliklerini yâd eder. Ona denir ki: Sana şahidimizi gönderelim mi? O; kimin kendisinin hakkında şehâdet ede¬bileceğini düşünür.

Sonra ağzına mühür vurulur ve karnına; konuş, denilir. Karnı; eti ve kemikleriyle yaptığı şeyleri söyler. İşte o, müna¬fık olan kişidir ve işte o, kendisini ma’zûr göstermek ister. Ve işte Al¬lah’ın gazab ettiği kul, odur. Müslim ve Ebu Dâvûd bu hadîsi uzun uza-dıya Süfyân İbn Uyeyne kanalıyla… Ebu Hüreyre’den rivayet ederler.

İbn Ebu Hatim merhum dedi ki: Bize babam… Ukbe İbn Âmir‘-den nakletti ki; o, Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğunu işitmiş: Ağız¬lara mühür vurulduğu gün, insanoğlunun konuşacak ilk kemiği sol ayak baldırıdır: Bu rivayeti İbn Cerîr merhum Muhammed İbn Avf ka¬nalıyla… Ukbe İbn Ebu Âmir’den nakleder. İmâm Ahmed İbn Hanbel merhum da rivayetin isnadını sağlam sayarak der ki: Bize Hakem İbn Nân1’… Ukbe îbn Âmir’den nakletti ki; o, Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğunu işitmiş: Ağızlara mühür vurulduğu gün, insanoğlunun ilk konuşacak olan kemiği, ayağının arka baldırıdır.

İbn Cerîr Taberî merhum der ki: Bize Ya’kûb İbn İbrâhîm… Ebu Bürde’den nakletti ki; Ebu Mûsâ el-Eş’arî şöyle demiş: Kıyamet günü mü’min kişi hesâb vermeye çağrılır. Rabbı mü’mine, yaptığı amelleri ve kendisiyle Rabbı arasında olanları bir bir söyler de kul, itirâf edip; evet, Rabbım şöyle yaptım, şöyle yaptım ve şöyle yaptım, der. Allah Teâlâ onun günâhlarını saklayıp bağışlar. Ve yeryüzünde hiç bir yaratık o günâhlardan bir şey görmez. Allah Teâlâ kulun iyiliklerini de açı¬ğa çıkararak bütün insanların onu görmesini ister. Kâfir ve münafık da hesâb vermeye çağırılır.

Rabbı onlara yaptıklarını bir bir gösterince o, inkâr ederek; Rabbım, izzetin hakkı için o melek bana yapmadığım şeyleri yazmış, der. Bunun üzerine melek ona; falanca gün ve falanca yerde, falanca işi yapmadın mı? der. Kâfir ve münafık; hayır Rabbım, izzetin hakkı için ben onları yapmadım, der. O böyle davranınca ağzı mühürlenir. Ebu Mûsâ el-Eş’arî dedi ki: Ben öyle sanıyorum ki, onun ilk konuşacak uzvu sağ baldırıdır. Sonra da «Bugün onların ağızlarını mühürleriz. Bizimle elleri konuşur ve yapmakta oldukları şeye ayak¬ları şehâdet eder.» âyetini okudu.(Hadislerle kuran tefsiri.İbni Kesir…)

Yine Rabbimiz Nur suresi ayet.24.te: *** O günkü dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına şahitlik edecektir.*** buyurmaktadır. Ömer Nasuhi Bilmen (Rh.a) diyorki: Evet.. Bu azap, o iftiracılara yonelçektir, (o günde ki) o kıyamet zamanındaki, o vakit (onların aleyhine dilleri ve elleri ve ayakları neler yapmış olduklarına dair şahitlikte bulunacaktır.) onlar, ahirette müthiş felâketleri, azap merkezlerini görünce titreyeceklerdir, dünyadaki yapmış olduklarını inkâr etmek isteyecekler, ne yazık ki, buna imkân mı var? Zaten dünyada yapmış oldukları amel defterlerine yazılmış bulunacaktır. Bundan başka da ilâhi kudret ile onların bedeni azaları dile gelecek, her aza, kendisinden nelerin meydana gelmiş olduğunu haber verecektir. Bunu inkâra mahal yok. Allah’ın kudreti ile neler vücude gelemez. Dünyada bile görüyoruz ki, bir demir parçası bile hayata sahip olmadığı halde söylenilen sözleri tamamen aynı ahenk ile zaptediyor, o sizleri tekrar tekrar aksettirip duruyor.

Bu ne hârika!. Bir demire bu hassayı vermiş olan bir yüce yaratıcı, kullarının esasen hareketli, hayat sahibi olan azalarında böyle bir şahitlik özelliği yaratamaz mı?. Buna inanmışızdır!. Bunun daha nice üstünde hârikaları da yaratabilir. Allah’ın varlığını, kudretini tasdik eden bir kimse, bunda asla şüphe etmez.(Ömer Nasuhi Bilmen.Kuran tefsiri.)

Miladi. 2010 Yılından 2011. Yılına girmiş bulunmaktayız. Yılbaşı etkinlikleri, şenlikleri, çılgınlıklar ne dersek diyelim dün gece bütün dünyada yapılanlar televizyon kanallarında gözler önüne serildi bakan ve görenler neyin dogru, neyin yanlış oldugunu kendi bakış açılarına göre mutlaka degerlendirmişlerdir. Beni bu hazırlık ve yılbaşı şenliklerinde en çok rahatsız eden husus,müslümanım diyen insanların diger din ve kültürlerle arasındaki mesafeyi kapatmış olmalarıdır ne yazıkki.

Çılgınlıga varan eglenceler, kadın erkek karışıklıgının getirdigi ahlaka uymayan davranış şekilleri, sınırsız eglenceler adı altında yapılan seviyesizlik, ededi bakımdan düşüklük, giyim kuşam ve yılbaşı sembollerinin kullanışı bakımından hristiyanları aratmayacak kadar ileri çıkan mezhepsizlikler, tabii ve suni süslemeli çam agaçların artık evlerin baş köşelerine konulmasından rahatsızlık duyulmayan nemelazımcılık, mazeret beyan ederken çocukları öne sürücü sahtekarlıklar, içki, kumar ve haram bilinen her türlü faaliyetlerin yapılmasına toleranslı yaklaşımlar evet bu ve bunun gibi yüzlercesini sayacagımız davranışlardan Müslüman uzak bulunmak zorundadır.

Allah korusun benzemeye çalıştıgımız toplumdan sayılmak hesap gününde, mizan anında defterlerimizin elimize uzatıldıgı anda mazeret üretmek çok geç olacaktır. Biz müslümanız, hristiyan, yahudi ve diger dinlerin mensuplarından tabiiki farklıyız. Eger bu farkı yaşayarken hayatımıza aktaramazsak Allah korusun ebediyyen kaybedenlerden olmamız kaçınılmazdır. Neticeye yaklaşırken olarak diyoruzki: İslam dininin bize verdigi şuur ve biliçle Müslümanca yaşamaya gayret edelim inşaallah…

Mîzanda ve hesap gününde lütfedici olan, cömert olan ve kerem sahibi olan Allah bize yeter diyoruz. Cennet ve Cehennem ile ilgili her talebimiz için hikmet Sahibi olan Allah bize yeter. Sırat köprüsünde kudret sahibi olan Allah bize yeter. Kendisinden başka ilah olmayan Allah bize her işimiz ve her ihtiyacımız için yeter ki, O’na tevekkül ettik, O’na güvendik. O’na inandık. Ya Rabbi bizleri hesap günü şuurundan gafil bırakma. Bizleri hesap gününü düşünerek hayatını ona göre şekillendiren kullarından eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım. Amin…

Sermed Kadir RENDA… 01.01.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.