Hidayet ve Mahiyeti

Rabbimiz enam suresi ayet.71.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** De ki: Allah’ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım ? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: „Bize gel! “ diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkârcılığa) mı döndürüleceğiz ? De ki: Allah’ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir…*** Kardeşlerim, Hidayet, doğru yolu bulma, açıklama, ilham etme, muvaffak kılma anlamlarına gelmektedir. Terim olarak hidayet; küfür, şirk ve sapıklıklardan kurtularak, İslâm’ın aydınlık yoluna girmektir. Hidayet, lutf ile olan rehberlik demektir. Allah Teâlâ’nın, lütuf ve keremiyle, kuluna sonu hayır ve mutluluk olacak isteklerinin yollarını göstermesi veya yola götürüp muradına erdirmesidir. Sadece yolunu ve sebeplerini göstermeğe irşâd; neticeye erişinceye kadar yola götürmeye de tevfîk denir. Hidayette istenen, hayra ulaştırmaktır. Mesela, hırsıza yol göstermeye hidayet denmez. Hidayeti buldurmaya „ihtidâ“ veya „hüdâ“ denmektedir. Allah’ın güzel isimlerinden biri de “el-Hâdî”, yani hidayet veren, hidayete erdirendir. Cenabı hak bizleri sıratı müstakimden, dogru yoldan şaşırmasın…Amin…

2. Rabbimiz Nahl suresi ayet.9.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Yolun doğrusu Allah’ındır. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi…*** Kardeşlerim, Allah celle şanuhu, hâdîdir; yani kendisini tanıma yollarını kullarına gösterip tanıtan, onları Rububiyetini ikrar edici kılan, necat yani kurtuluş yolunu gösterip açıklayan, her yaratığın bekası ve varlığını sürdürmesi için gerekli olan cihetlere yönelten zattır. Bundan fazla olarak, kullarından dilediğini tevhid nuruyla müşerref kılar, istediğini dosdoğru yola hidayet eder. Ayrıca bütün diğer yaratıkları faydalarına olan yöne sevkeder, rızık arama yollarını, zararlardan sakınmalarını ilham eder. Hidayetin zıddı dalalettir. Dalalet; sapmak, şaşmak, karanlıkta kalmak, bocalamak ve kaosa yenik düşmek anlamlarına gelir. Dalalet, doğru yoldan bile bile veya iğfale kapılarak sapmaktır. „İhdina“ kelimesinin Türkçeye çevrildiğinde en uygun tabir: „bize hidayet et“ ifadesidir. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem mealen şöyle buyurmuşlardır:** Allaha yemin ederim ki, sizi gecesi gündüzü eşit olan apaydınlık bir yol üzerinde bıraktım…(Ebû Derda.İbn Mâce) Cenabı Hak bizleri razı oldugu, dogru yoldan ayırmasın…

3. Rabbimiz Enbiya suresi ayet.73.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi…*** Kardeşlerim, İnsan hayatının en önemli meselesi yön bulmaktır. İman, yönü bulduran kuvvettir. Ancak bulunan yönde yürüyebilmek, bizi yol problemiyle karşı karşıya getirir. Yönün işe yaraması, bu yönde yürümemizi sağlayacak yolu gerekli kılar. Bu bakımdan Kur’an, yol konusu üzerinde çok durmaktadır. Kur’an’da geçen sırat, sebil, tarik ve şeriat kelimelerinin hepsi -aralarında çok küçük ayrıntılar olmasına rağmen- yol anlamındadır. Hidayetin neticesi iman; dalâletin neticesi imansızlıktır. İnsanın kalbi, hem imana, hem de küfre doğru eğilmeğe elverişlidir. Kalbin imanla küfürden birini tercih etmesi için mutlaka çekici bir sebep icabeder. Hidayeti de dalaleti de ancak Allah yaratır. Yani gönüllere imanı sevdiren sebepleri Allah yarattığı gibi, küfür tarafını tutturan sebepleri yaratan da O’dur. Kullarından istediğine hidayet; istediğine dalalet verir. Allah’tan başka insanları hidayet ve bahtiyarlığa eriştirecek, yahut dalalet ve hüsrana düşürecek hakiki bir fâil yoktur. Cenabı hak bizleri her zaman hidayette olanlardan eylesin…

4. Rabbimiz Yunus suresi ayet.9-10.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** İman edip güzel işler yapanlara gelince, imanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, alt tarafından ırmaklar akan (saraylara) erdirir. Onların oradaki duası: „Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!“ (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise „selâm“ dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur…*** Kardeşlerim, Allah’ın hidayet ettiğini kimse saptıramaz. Allah’ın sapıttığını kimse doğru yola getiremez. Yalnız, burada şu noktayı iyi bilmek lazımdır ki, Allahu Teala’nın bir kulunda dalalet yaratması, o kulun, kendi arzusu ile sapıklık yolunu tutmuş olmasındandır. Yoksa, kul iradesini, yeteneklerini dalalete yöneltmedikçe Allah onu cebren dalâlete sevk etmez. Yani, halk tabiriyle „bela isteyen belasını; Mevla isteyen Mevla’sını bulur.“ Nitekim, insanlarda hidayet ve iman asıldır. Dalalet ve küfür sonradan ârız olmuştur. Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmuşlardır:** Yaptığın iyilik sebebiyle seviniyor ve yaptığın kötülük sebebiyle üzülüyorsan, sen müminsin…(Ebû Ümâme ra. Taberânî.)** Cenabı hak bizleri hidayete tabii olan ve dalaletten,sapıklıktan, bidatlardan, sapıklıklardan korunan kullarından eylesin…

Sermedkadir

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.