Hucurat Sûresi Üzerine

Rabbimiz Hucurat suresi ayet 1-5.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey iman edenler. Allah’ın ve Resulünün huzurunda öne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.Ey iman edenler!Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider. Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır. Resülüm Sana odaların arkasından bağıranların çokları, aklı ermez kimselerdir.Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Bununla beraber Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.***

Hucurat suresi, Medine’de hicretin 8. senesinde nazil olmuştur. 18 ayettir,Medine’de nazil olan ayetler daha ziyade ahkam’a dairdir. Yani kı­yamete kadar gelecek bütün müslümanların sosyal, siyasal, ticari, ailevi, hayatlarını, uluslararası ilişkilerini insanın tabiatla ilişkilerini, in­sanın, Rabbisiyle ilişkilerini, insanın insanla ilişkilerini düzenleyen ayetlerdir. Mahmut Toptaş hocaefendi diyorki: Kur’an-ı Kerim bize; kapı çalma âda­bından, devlet yönetimine kadar herşeyi bize öğretmektedir.Hucurat suresinde de, devlet başkanına karşı müslümanların takına­cakları tavırları, ona gösterecekleri saygıyı ortaya koyuyor. Bu ayetlerde Sevgili peygamberimizle ilgili sahabenin davranışları düzenlenmiş, Efendimiz vefat elikten sonra O’nun yerine geçen müslümanlara karşı da aynı saygının gösterilmesi istenmiştir…

Onun yanında nasıl konuşulacak, nasıl izin alınacak, onun görüşleri ile kendi görüşleri çatıştığı takdirde neler yapacağı konusunda bilgiler verilmiştir. Haberleşme ile ilgili genel kural getirilmiş. Şu anda uluslar arası ajanslar dünyanın her tarafından haberler yağdırıyorlar. Bunların içeri­sinden doğru haberleri nasıl seçeceğimiz konusunda da genel kaide getirilmiş bu surede. Mü’minler arasındaki düzenlenmiş topyekün insanlığın, Hz. Adem le Hz. Havva validemizden türediğini ve insanların toprak veya renk veya kan nedeniyle birbirlerine üstünlük sağlayamayacakları bize ayeti ke­rimeyle bildirilmiştir.İnsanlık ailesi bu dünya sofrasında birlikde yaşarlarken hep suizanla değil, hüsnü zanla birbirlerine karşı iyi temennilerini bildirmeleri gerektiği, bu suredeki ayetlerde bize beyan edilmiştir.

Kimsenin kimseyle alay edip, dalga geçmemesi ve şahsiyetinin ren­cide edilmemesi istenmiştir diyor Mahmut toptaş, şifa tefsirinde… Mü’minler Rabb’lerine ve Peygamberlerine karşı terbiyelerini takınmışlar ve artık yüce Allah’a ve O’nun Peygamberine karşı içlerinden hiçbir kimse öneri getiremez, içlerinden hiçbir kimse Resulullah görüşünü belirtmesini istememiş ise görüş ileri süremez olmuştur. Artık mü’minlerden hiçbir kimse bir konuda veya bir hüküm hakkında kendi görüşü ile hüküm veremez olmuş, ancak daha önce o konuda yüce Allah’ın ve Peygamberinin sözüne başvurmak gereğini hissetmiştir.

Mü’minlerin önderi Hattab oğlu Ömer’den nakledilir ki, Peygamber, mescidinde yüksek sesle konuşan iki kişinin sesini duyar. Derhal gelerek onlara: „Siz nerede olduğunuzu biliyor musunuz?“ Sonra: „Nerelisiniz?“ der. Onlar da, „Taifliyiz“ deyince, Hz. Ömer „Eğer siz Medineli olsaydınız, sizleri dövüp canınızı yakardım“ der. Bu ümmetin alimleri bunu bildiklerinden demişler ki, sağlığında Resulullah’ın huzurunda yüksek sesle konuşmak nasıl mekruh ise, her durumda ona hürmet etmek için kabrinin yanında da yüksek sesle konuşmak mekruh olur. Bu ayetler ayrıca bişzlere edebi, terbiyeyi, âhlakı ögretiyor.

Örnegin Mescide, dershaneye gelince yüksek sesle ve kendi aramızda da olsa boş şeyler konuşmayacagız. Özellikle Kuranı kerim okunurken, şu anda oldugu gibi ders başlayıpta bitene kadar kendi aramızda konuşmayacagız çünkü bu derslerde ayetler beyan ediliyor, hadisi şerifler okunuyor, tefsir dedigimiz bu ayetleri anlama gayretleri ifade ediliyor, Akaidden, fıkıhtan bahsediliyor, hani her sözümüzde Allah rızası için diyoruzya bu derslerimizde Allahın rızasını kazanma niyetiyle haftada bir 45.dakika ya da biraz eksik biraz fazla birbirlerimizden faydalanmaya çalışıyoruz…

Aynı ashabı kiramın yaptıgı gibi kadın erkek sesimizi çıkarmadan büyük bir dikkatle dinlemeye gayret edecegiz,eger ben cami cemaat tanımam istedigim yerde istedigim gibi konuşur Kuran, sünnet, ders, sohbet tanımam diyorsak Allah korusun kaybedenlerden oluruz. İmam Ahmet Malik oğlu Enes’ten naklederek der ki: „Ey inananlar! Seslerinizi Peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Birbirinize yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider“ ayeti inince, yüksek sesli olan Şemmas oğlu Kays oğlu Sabit der ki: Peygambere karşı sesini yükselten bendim. Ben cehennemliğim. Amelim boşa gitti. Ve Hz. Sabit üzüntü içinde evinde ailesinin arasında oturur, dışarı çıkmazdı. Bunun üzerine Resulullah onu arar ve birkaç kişi doğruca Hz. Sabit’e giderler. O’na: „Resulullah seni arıyor neyin var?“ diye sorarlar.

Hz. Sabit: „Resulullah’ın sesi üzerine sesini yükselten benim, ona karşı sesini yükseltip bağıran benim. Amelim boşa gitti. Ben cehennemliğim“ der. Sabit’in evine gidenler, dönüp, onun söylediklerini Peygambere bildirince, Resulullah „Hayır, aksine o cennetliklerdendir“ buyurur. Bu hadisi bizlere nakleden Hz. Enes der ki: „Bizler Hz. Sabit’i aramızda yürürken görür ve onun cennetliklerden olduğunu bilir ve öyle kabul ederdik…“ Nasılki Ashabı kiramın kalpleri bu sevimli seslenişin ve şu korkunç sakındırmanın etkisi altında işte böylece titremiş ve şiddetle sarsılmış ise bizlerde inşaallah gündelik dedikodularımızı, hal ve hatır sorma ya da boş boş veya dolu neyse muhabbetimizi ders sonuna bırakacagız.

O insanlar, farkına varmadan amelleri boşa gider korkusu ile Resulullah’ın huzurunda böylece edeplenmişler, edebi elde etmişlerdir. Zaten amellerinin boşa gittiğinin farkına varsalar, mutlaka durumlarını düzeltirlerdi. Ancak ne varki, kendilerine gizli kalan bu kaygan zemin onlara çok daha korkunç geliyordu, bunun için o zeminden korkmuşlar ve sakınmışlardır. Bizde aynı dine, aynı peygambere inandıgımızdan dolayı aynı ayetleri okudugumuzdan dolayı Ashabı kiram için neler geçerliyse bizim içinde aynı edeb ve terbiye dahilinde hürmet edecegiz inşaallah.Hucurat suresini daha yakından tanımaya ve anlamaya devam ediyoruz.

Hucurat Suresi ayet 6 da rabbimiz mealen şöyle buyuruyor: *** Ey İnananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun içyüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz…***“Ey mü’minler! Eğer yoldan çıkmış, itaatten çıkmış bir fâsık size bir konuda bir haber getirirse onu araştırın! Tahkik edin! O haberin aslını, esasını öğrenmeye çalışın. İnceden inceye o haberin aslına ermeye çalışın, tahkik edin. Aksi taktirde onun getirdiği habere hemen inanarak, güvenerek bir eylem gerçekleştirmeye, bir karar vermeye, bir davranışta bulunmaya kalkışırsanız, belki bilmeden bir kavme,topluma insanlara, cemiyete, cemaata zararınız dokunur da sonra yaptığınız işten pişmanlık duyarsınız. Onun için size gelen haberi etraflıca araştırmadan karar vermeyin. Yanlış olabilir, eksik olabilir, asılsız olabilir, doğru da olabilir. Ama eğer yanlışsa, karşınızdakine bir zarar vermiş olursunuz ve sonunda yaptığınızdan pişman olursunuz.”denilerek bu konuda nasıl hassas davranmamız gerektigi beyan ediliyor.

Rabbimiz bizim için en güzel bir hayat düsturunu bize tarif ediyordu. Günlük hayatımızda da, aile hayatımızda da, toplum hayatımızda da nasıl hareket etmemizi ögretiyor. Biz bilemeyiz, Aramızda günâhkârlar, fâsıklar, söz taşıyıcılar, ara bozucular olabilir. Müslümanların arasına fitne ve fesat tohumları ekmek, Müslümanları birbirlerine düşürmek isteyenler olabilir. Zamanımızda da ne idigi belirsiz yazılı ve görsel medya Müslümanları birbirlerine kırdırmak için çırpınıyor. Müslümanları birbirlerine düşman etmek, bu ülkede Müslümanların dirliğini bozmak için koşuşturan nice hainler, nice ajanlar meydanda cirit atmaktadır. Bunu bizler de çok iyi anlamak zorundayız.

Burada yapılacak en doğru, en güzel iş bize bir haber geldiği zaman hemen anında o haberle ilgili kişiye, kişilere gidip, “bak senin hakkında şöyle şöyle duyduk, bu doğru mudur?” diyerek bizzat kendisinden işin aslını öğrenip ondan sonra karar vermek olacaktır. İşin aslını öğrenmeden ani bir karar verilmeyecektir. İşte Rabbimiz herhangi bir zarara uğramaktan sakındırıyor bizi. Gerçekten Asrı saadet döneminde Müslümanların arasında Rasûlullah Efendimizin bulunması, onun rehberliğinde bir hayat yaşamış olmaları şereflerin, nîmetlerin en büyüğüdür. Allah’ın Resûlü her an onlara yol gösteriyor, her an onları hatalara düşmekten engelliyordu. Bizlerde inşaallah Sünneti seniyenin hem söz fiil ve onayları dogrultusunda sanki Peygamber efendimiz her an yanımızda, yanı başımızdaymış gibi sanki bizimle konuşuyormuş gibi, bizleri ihtar ediyormuş gibi anlıyacagız inşaallah. Yeterki sünneti seniyyeye sımsıkı sarılalım. Yeter ki bir işe başlamadan, bir konuda kararımızı vermeden önce onun fikrini sorma alışkanlığını kazanalım. Yeter ki Buhârî, Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbni Mace,muvatta hep yanımızda, yakınımızda olsun. İşte bu, biz Müslümanlar için de en büyük bir nîmettir. İşte Rabbimiz biz Müslümanlara imanı sevdiriyor, kalplerimizi imana yatıştırıyor, bize fıskı, fücuru, isyanı, küfrü, Allah ve Resûlü’ne itaatsizliği iğrenç gösteriyor, bizi onlardan nefret ettiriyor ve böylece bizler onlardan uzaklaşıyoruz elhamdülillah.

Yine Hucurat suresinin dokuzuncu ayetinde Rabbimiz “Ey Müslümanlar, o iki Müslüman grubun arasını ıslah ediniz. Onların arasını düzeltip barıştırınız. Savaşlarına engel olunuz. Onları seyretmeye kalkışmayınız. Hemen aralarına girip elinizden gelen tüm gayreti göstererek onların aralarını bulun. Aralarında adâleti gerçekleştirin. İki tarafa da nasihat edin, aralarındaki ihtilâfı halledin, iki tarafı da Allah’ın hükmüne çağırın.” İki müslüman fert, iki müslüman aile, iki müslüman devlet savaşa tutuştuğu zaman Müslümanlara düşen işte budur. Onları seyretmeyecekler, alkışlamayacaklar, biz bunların savaşından nasıl menfaat elde ederiz demeyecekler. Evet demek ki müslümanları barıştıracağız. Unutmayalım ki iki kişinin arasını bulmak sadakadır.

Yine kitabımızın başka âyetlerinde eşler arasını düzeltip anlaşmalarını sağlamak karı kocanın birbirlerinden ayrılmalarından daha hayırlı olduğu anlatılır. Çünkü toplumun temel yapısı olan ailenin bozulması toplumun bozulması anlamına gelmektedir. Ama tabii ki müslümanca bir hayat yaşayan karı kocanın arasını düzeltmek zorundayız. Değilse zina halinde gayri meşru devam eden bir hayatın hakemliğini yaparak onların bu harama devamını sağlamak adına onların birleşmesin ön ayak olmak ancak çöpçatanlık olurki Allah korusun bu husus konumuzun dışındadır. Buhâriden gelen bir rivâyette Allah’ın Resûlü bir gün ashabına hutbe irad buyurmak üzere çıktığı minberin üzerinde yanında torunu Hz. Hasan (r.a) olduğu halde şöyle diyordu: “Benim şu oğlum seyyittir. Umulur ki Allah onun vasıtasıyla müslümanlar-dan iki büyük kesim arasında sulh yani barışı gerçekleştirecektir.”(Buhâri, sulh 9) Evet durum aynen Peygamber efendimizin buyurduğu gibi çıkmış Rabbimiz Hazreti Hasan vasıtasıyla çok uzun süren Iraklılardan oluşan bir orduyla, Suriyelilerden bir gurubun arasında barışı gerçekleştirmiştir.

Evet insanların arasını düzeltmek üzere hakemlik yapacak, böylece sadaka verecek, sadaka ecri kazanacak ve bunu yaparken de asla adâletten, haktan ayrılmayarak Rabbimize şükretme imkânını bulmuş olacağız inşallah. Rabbimiz Hucurat suresi aye10.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Şüphesiz mü’minler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allah-tan sakının ki size acısın…*** Evet inanıyoruzki; Kardeşlik müessesesi sadece mü’minler için geçerlidir. Kâfirlerin, Yahudilerin, Hristiyanların, dinsizlerin, ateistlerin arasında kardeşlik yoktur. Bu müessese sadece mü’minlerin arasında geçerlidir. Mü’minler birbirleriyle savaşsalar da kardeştirler. Aslında böyle bir şey asla düşünülemez. Bir mü’minin bir mü’min kardeşine düşman kesilmesi, bir mü’minin bir mümin kardeşine silah çekmesi, onu öldürmek üzere karşısına dikilmesi çok büyük bir günâhtır.

Bu konuda hem kitabımızda, hem de Peygamber Efendimizin hadisleri arasında çok büyük tehditler vardır. Çok büyük bir günâhtır bu. Hemen vazgeçmek lâzımdır. Aksi takdirde Müslümanlar birbirleriyle savaşa devam ettikleri zaman çok büyük tehlikelere düşeceklerdir. Buhârî’nin rivâyetine göre Peygamber Efendimiz Sahâbeden üç konuda biat almıştır. Birincisi namaz kılmak, ikincisi zekât vermek, üçüncüsü de Müslüman kardeşleri hakkında hayır düşünmek, hayır dilemektir. Bir başka hadislerinde: “Müslüman Müslümanın kardeşidir, Müslüman asla kardeşine zulmetmez, onu kendi başına terk etmez, onu zelil etmez.

Bir Müslümanın bir Müslüman kardeşini hakir görmesi kadar büyük bir kötülük yoktur.”Evet Müslümanlar kardeştirler. Tasada, sevinçte, varlıkta, yoklukta, her zaman ve her ortamda bir Müslüman diğer Müslüman kardeşleriyle beraber olacaktır. Onlara asla zulmetmeyecek, düşmanlık düşünmeyecek. Müslüman kardeşlerinin malını, canını, ırzını, namusunu kendi malı, canı, kendi namusu gibi korumasını bilecektir. Müslüman kardeşlerine fedâkar davranacak. Yardıma muhtaç olduğunda yardım edecek. Tıpkı bir vücudun âzâları gibi birbirleriyle bir dayanışma içinde olacaklar. Nasıl ki vücudun âzâlarından birine bir diken battığında tüm vücut o acıyı hissediyorsa, yeryüzünün neresinde olursa olsun herhangi bir Müslümanın ayağına batan dikenin acısını tüm Müslümanlar hissetmeli ve kardeşlerinin dertleriyle dertlenmelidirler inancındayız.

Ebu Hureyre efendimizin rivâyet ettiği bu hadis İslâm kardeşliğinin esaslarını anlatması bakımından çok önemli bir hadistir. Hucurât sûresinin bu âyeti ve Peygamber efendimizin bu hadisleri çerçevesinde İslâm kardeşliği konusunda gözden geçirelim inşallah. Hadiste İslâm kardeşliği ve onu yok eden haset, kıskançlık, birbirine sırt çevirme, birbirlerini hakir görme gibi çeşitli afetlerden mü’minlerin sakındırıldıklarına şahit oluyoruz. Bunları şöyle maddeleştirelim inşallah: Müslüman kardeşler arasında yasaklanan birinci konu hasettir. Müslümanlar kardeş olduklarına göre, bu kardeşlikleri gereği asla birbirlerine haset etmemelidirler. Haset,bizim dışımızdakinin taşıdığı sıfatların tümünün veya bir kısmının onda olmamasını, ondan alınmasını istemektir.

İslâm adına, teslimiyet adına, din adına, kulluk adına, müslümanlık adına takva ve teslimiyet adına onda olan şeylerin onda olmamasını istemek, yahut da günâh adına, isyan adına, onda olanların onda olmasını, onda devam etmesini istemektir. Yani Allah’ın sevdiği ne kadar güzel haslet varsa onların tümünün o kimseden alınmasını, Allah’ın sevmediği ne kadar kötü sıfat varsa onların da onda devamını istemektir haset. Evet karşımızdakinin sahip olduğu nimetlerin zail olmasını, telef olmasını istemektir haset. Meselâ eğer karşımızdaki zenginse, Allah kendisine bolca mal mülk vermişse bunun ondan alınmasını istemek, veya eğer fakirse bu durumdan kurtulmamasını, sürekli onun fakirlik, yoksulluk içinde yaşamasını istemek. Tabi kardeşinde gördüğü bir nimetin ondan alınıp mahrum bırakılmasını istemekle birlikte o nimetin sadece kendisinin olmasını istemek de vardır. Hemen ifade edelim müslüman müslümanı kıskanmaz, Müslüman müslümana bugz etmez, müslüman müslümana ancak gıpta eder. Haset, kıskançlık gerçekten çok büyük bir hastalıktır bu hastalıga düşmemeye gayret edelim inşaallah.

Peygamber efendimizin başka hadislerinden de öğreniyoruz ki üç günden fazla bir müslümanın bir müslüman kardeşlerine küs durması caiz değildir. Buhâri’deki hadis mealen şöyledir: “Müslüman bir kimsenin müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durarak birbirleriyle karşılaştıkları vakit bunun yüzünü bu tarafa, ötekininiz de yününü beri tarafa çevirmesi ve bu dargınlıklarını sürdürmeleri helâl değildir. Bu ikisinden en hayırlı olanı da selamı önce başlatandır.” Yine bu kardeşlik icabı müslümanlar birbirlerinin bitmiş ya da bitmek üzere olan pazarlıklarını bozmamalıdırlar. Birbirlerinin pazarlıklarının üzerine pazarlık yapmamalıdırlar. Bu tür davranışlar asla müslümanlara yakışmaz.

Bu tür kardeşliği zedeleyici şeylere tevessül etmeyin buyurduktan sonra Rasûlullah efendimiz şöyle buyuruyor: Ey Allah’ın Kulları! Kardeş olunuz, müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, sıkıntı anında onu kendi haline tek etmez. Ona yalan söyleyip aldatmaz. Onu küçük görmez. (Üç defa göksüne vurarak) Takva işte buradadır. Bir kimse müslüman kardeşine hor baktı mı işte şerrin bu kadarı ona yeter artar bile. Müslümanın her şeyi; canı, malı, ırzı müslümana haramdır… İslâm kardeşliğinin gereği olarak mü’min, mü’min kardeşine asla zulmetmemelidir. Müslüman, müslüman kardeşine asla zulmetmez. Genel manada müslüman zulmetmez. Genel anlamda mü’minin zulümle uzaktan ve yakından asla bir ilgisi olmaz olamaz. Yani büyük zulüm dediğimiz şirk mü’minde asla bulunmaz. Mü’minin şirkle bir bağlantısı olmaz. Çevresindeki insanlara karşı yapılmaması gereken şeyleri yapmak, yapılması gerekenleri de yapmamak zulümdür.

Müslüman çevresindeki müslüman kardeşlerine zulmetmekten şiddetle kaçınmalıdır. Meselâ müslüman müslümanın komşusu olabilir. Komşu olarak müslüman, müslüman kardeşine karşı Allah’ın üzerindeki hakkını icra etmediği zaman ona zulmediyor demektir. Düşünün ki komşusu namaz kılmıyor, İslâm’ı tanımıyor Allah’a Allah’ın istediği biçimde kulluk yapmıyor. Eğer beriki müslüman komşusu onun bu durumunu değiştirme adına, onu kulluğa teşvik adına ciddi bir çabanın içine girmiyor ve onun cehenneme gidişine göz yumuyorsa, ona zulmediyor demektir. Müslüman müslümanın arkadaşı olabilir. Arkadaşının İslâm dışı hayatına göz yumarak onu uyarmayan ona karşı ciddi bir tavır koymayan arkadaşı ona zulmediyor demektir.

Örnekleri artırabiliriz. Mü’min mü’minin talebesi hocası olabilir. Mü’min mü’minin müşterisi, satıcısı olabilir, temizlikçisi, işçisi olabilir, karısı kocası olabilir, ya da başka bir sosyal yakını olabilir. Kim olursa olsun ona Allah’ın istediği biçimde davranmayan kişi ona zulmediyor demektir. İlahi emirlerden yola çıkarak diyoruzki, Müslüman kardeşlerine zulmedemeyecegi gibi bir Müslüman müslüman kardeşini de asla kendi haline tek etmez. Hele hele kardeşi yardıma muhtaç haldeyken, sıkıntılı bir haldeyken onun yardımına koşar ve onu asla kendi başına bırakmaz. Çünkü mü’minler, birbirleri için bir yapının taşları veya bir vücudun azaları gibidirler.

Ayrıca Müslüman, müslüman kardeşine yalan da söylemez, söyleyemez. Kardeşine yalan söyleyerek onu aldatamaz bir müslüman. O halde insanın bizzat kendisi demek olan mü’min kardeşini aldatmaya çalışması eşyanı tabiatına aykırıdır.Müslümanın kardeşini bir dünya menfaati adına yalan söyleyip aldatması hiç düşünülemez. Bir Âhiret menfaati adına yalan söyleyip aldatması da mümkün değildir. Zira bir âhiret menfaati adına ona söyleyeceği yalan o menfaati siler süpürür Allah korusun. Ayrıca mü’min mü’mine hakaret etmez, mü’min mü’mine hor bakmaz‘ mü’min mü’mini küçük görmez. Bunun ilk ve en büyük sebebi onun iman taşımasıdır. Mü’min taşıdığı iman sebebiyle güzelliklere lâyıktır. Taşıdığı iman sebebiyle mü’min yeryüzünün en değerli, en şerefli ve en üstün varlığıdır.

Hucurat Suresi ayet11.de Rabbimiz mealen şöyle buyuruyor: *** Ey İnananlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir…***Müslüman kardeşlerinizi küçük görüp alaya almayın. Bilir misiniz Allah yanında kimin daha hayırlı, kimin daha hayırsız olduğunu? Malımıza, mülkümüze, ilmimize, kavmimize, kabilemize, ırkımıza, sosyal, siyasal statümüze güvenip de diğer Müslüman kardeşlerimize alaylı bir tavırla konuşmamalıyız. Müslüman kardeşlerimize tepeden bakmayalım. Kendimizi onlardan üstün bir konumda görmeyelim. Ne biliyoruz? Belki de o alaya alıp küçük gördüklerimiz, kendilerine tepeden baktıklarımız Allah katında bizden daha hayırlı, daha üstün mü’minlerdir.

Müslümanlar durumları, konumları, statüleri ne olursa olsun kesinlikle küçük görülmemeli, aşağılanmamalıdır. Ekonomik durumu şöyle olabilir, tahsil durumu böyle olabilir, elbisesi, işi, kariyeri, mesleği böyle olabilir. İki cümleyi bir araya getiremeyecek kadar eğitimsiz olabilir. Değil mi ki o bir müslümandır. Değil mi ki onun kalbinde zerre kadar imanı vardır. Bilelim ki onun Allah katındaki değeri, şu üstünde gezip dolaştığımız dünyanın on mislidir. O Müslüman Allah katında şu dünyanın on katı daha değerlidir. Çünkü Peygamber Efendimizin bir hadisinin beyanıyla, “yarın cennete en son girecek, imanı en zayıf Müslümanın cennetteki mükafatı, şu dünyanın on misli daha büyük bir makamdır.” Öyleyse onu küçük görmeye, onu aşağılamaya ve onunla alay etmeye hiçbir müslümanın hakkı yoktur. Hesaba çekilmeden kendi nefislerimizi hesaba çekelim inşaallah…

Hucurat suresini anlamaya devam ediyoruz. Rabbimiz ayet.12.de mealen şöyle buyuruyor: ***“Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günâhtır. Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah’tan sakının, şüphesiz Allah tevbeleri daima kabul edendir, acıyandır.”Zan beslemekten ve de zanla amel etmekten uzak durmalıyız. Zanla konuşmamalıyız, zanla hareket etmemeliyiz, Zanla karar vermemeliyiz. Zan, ihtimale dayanan bir şeydir. kesinlik ifade etmeyen ihtimalli bir şeydir. Öyleyse kesinkes bilmediğimiz bir şey hakkında konuşmayacagız,hüküm vermeyecegiz. Hattâ gözümüzle gördüğümüz, kulaklarımızla işittiğimiz bir şey hakkında bile o anda gözümüz, kulağımız sağlıklıysa, kalbimiz sağlıklıysa, iyice anlamış ve değerlendirebilmişsek ancak ondan sonra konuşmaya karar verebiliriz. İyice bilip anlamadan, olur olmaz kimselerden duyduğunuz şeylerle, aldığınız haberlerle, yorumlarla bir insanı, bir toplumu,bir hadiseyi değerlendirmeye kalkışamayız.Yanlış değerlendirme den, yanlış karar vermeden sakınmamız icap eder.

Zannın bir kısmı toplumsal barışı, ailevî huzuru, Müslümanlar arasındaki kardeşliği öldürür. Ayrıca tecessüs de etmeyecegiz. Tecessüs‘, bir şeyin içyüzünü araştırmak, gizli tarafını ve kusurunu aramak şeklinde olumsuz bir anlama sahiptir. İnsanların birbirlerinin gizli durumlarını, ayıplarını ve kusurlarını araştırıp ortaya dökmeleri ‚tecessüs‘ kavramı ile ifâde edilmiştir. İnsanlar hata edebilirler, kusurları olabilir, hattâ günah bile işleyebilirler. Ancak, müslümana, toplum arasında hataların veya günâhların gizlenmesi, saklanması tavsiye edilmiştir. Açıktan açığa işlenilen bir günâh, nehyi ani’lmünker faâliyeti ile ortadan kaldırılmaya çalışılır. Müslümanın gizli gizli işlediği, ancak kimseye zarar vermeyen bir suçu kusuru günâhı araştırılmaz.

Kimileri kendi noksanını, günahını veya hatasını ayıp sayar. Bu kendine âit ayıbın ortaya konulmasından hoşlanmaz. İslâm da gizli suçların, ayıpların, kişiye âit eksik hallerin, gizli sırların araştırılmasını, ortaya dökülmesini helâl görmez. Ebu davudda bizlere ulaştırılan hadis mealen şöyle: ** Kim bir ayıp görür ve onu örterse, diri diri gömülmüş bir kız çocuğunu diriltmiş gibi olur.“ (Ebû Dâvud, Edep.)** Mücâhit de, Birbirinizin kusurunu araştırmayın“ âyetinden maksat „açığa çıkanı alın, gizli kalanı bırakın, demektir“ diye bu hususta açıklamada bulunmuştur. Bu ifadelerdende anlaşıldığı gibi insanın hiç bir şekilde çiğnenemeyecek ve dokunulamayacak olan şerefi, haysiyeti, onuru hak ve hürriyetleri vardır.Bunlardan biri de, gizli hususların araştırılmamasıdır. İslâm dini, bu şekilde fevkalâde mükemmel bir tarzda fertlerin haklarına riâyet etmeyi emretmiştir.

İslâm’da insana, insan olma onuruna yakışır bir şekilde davranma emredilirken, onun hiç bir şekilde taciz edilmesine izin verilmemiştir. Örnegin Gıybet gerçekten bizim toplumun en büyük belâlarından birisidir. İş yapmayan, cihad etmeyen, durağan, kokuşkan toplumların işidir gıybet. Kitap-sünnet tanımayan, konuşacak hayrı, hayır bilgisi olmayan insanların sermayesidir gıybet. Atarlar birini ortaya ve onun etini yerler. Böylece Müslümanların birbirlerine karşı zerre kadar güvenleri, sevgileri, dayanışmaları kalmaz. Birbirlerini yiyip bitirirler. Allah’ın Resûlü, gıybet hakkında “toplumu tıraş eden bir özelliktir,” buyurur. Bir kardeşimiz hakkında söyleyeceklerimizi onun yüzüne söyleyelim. Arkasından asla konuşmayalım,haramlara dalmayalım,günah,kusur ve hatalarımızı artırmıyalım.

Rabbimiz Hucurat suresi ayet.13.te meale şöyle buyuruyor. *** Ey İnsanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdardır…*** Rabbimiz Ey insanlar, muhakkak ki Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Adem ve Havva’dan yarattık buyuruyor. İşte hitap bunun için böyle olmuştur. Yeryüzünde dinlisiyle, dinsiziyle, Yahudisiyle, Hristiyanıyla herkese sesleniyor. Hepiniz bir ailenin üyelerisiniz. Hepinizin babası ve anası birdir. Hepiniz babanız ve ananızın birliğinde birleşiyorsunuz. Hepiniz akrabasınız. Hepiniz kan bağıyla birbirinize bağlısınız. Sizin hepinizi bir tek babadan ve bir tek anadan yarattık. Sizi birbirinizle daha kolay tanışasınız, birbirinizle daha güzel bir hayat yaşayasınız diye kabilelere, halklara, şubelere ayırdık, bu şekilde yarattık.

Ama böyle kabileler, kavimler, toplumlar halinde olmanız, kiminizin beyaz, kiminizin siyah olması, kiminizin kırmızı yüzlü, kiminizin sarı tenli olması, kiminizin filân aileden, kiminizin falan milletten olması, kiminizin şu dili, kiminizin bu dili konuşmanız birbirinize üstünlük kurmanız için değildir. Birbirinize hava atmanız, övünmeniz, üstünlük taslamanız için değildir. Bilin ki üstünlüğünüz takvanızladır. Allah katında en üstününüz, en muttakî olanınızdır. Allah katında üstünlüğün kriteri takvadır. Allah için en güzel hayat yaşayanınız, Allah’ın emirlerine en çok teslim olanınız, Allah’la yol bulanınız, yolunu Allah’a soranınız, Kitap ve Sünnet istikâmetinde bir hayat yaşayanınızdır.

Değilse ne beyazların siyahlara, ne sarıların beyazlara bir üstünlüğü vardır. Allah yanında üstünlük takvayladır, imanladır, teslimiyetledir, Müslümanlıkladır. Takvaca en üstün olan, Allaha Allah’ın istediği kulluk konusunda en önde olan, Allah’ın kitabını ve Resûlünün sünnetini en iyi tanıyıp ittiba edenler, teslim olanlar, itaat edenler üstündür. Unutmamalıyızki: her şeyi bilen de, her şeyden haberdar olan da Allah’tır. Kimin muttakî olmadıgını, kimin üstün kimin üstün olmadıgını en iyi bilen Allah’tır. Anlamaya çalıştıgımız Hucurat suresi ayet.14.mealen şöyle: ***Ey Muhammed! Bedeviler: “İnandık” dediler, de ki: “İnanmadınız ama İslâm olduk deyin; inanç henüz gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah’a ve peygamberine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez; doğrusu Allah bağışlar, merhamet eder…

Bu ayet hakkında Ali Küçük hocaefendi diyorki; Demek ki bizler öncelikle teslim oluyoruz. Asrı saadet döneminde bazı topluluklar geliyor İslâm toplumuna teslimiyetini bildiriyor. Ben Müslüman oldum diyerek kendi hallerini bildiriyorlardı. Böyle teslimiyet ifade edilince, artık onlara Müslümanca bir muamele yapılıyorr, onlarda da Müslümanların kardeşi kabul ediliyordu. Ondan sonra insanlar yavaş yavaş İslâm’ı tanıyacak, yavaş yavaş kalbine iman yerleşecek. Allah’ın âyetlerini tanıyacak, kalbine âyetler yerleşecek. Rasûlullah’ın örnek hayatını tanıyacak, kalbine Rasûlullah’ın sevgisi, ona teslimiyet yerleşecek ve bu iman yücelecek, yücelecek, olgunlaşacaktır. İslam dini ile şereflendigini ve bu şerefini her zaman muhafaza etmeini bilecektir,teslimiyetine zarar getirecek muamelelerden uzaklaşmasını bilip İslamın boyasıyla boyadıgının şuurunu aklından çıkarmayacaktır.

Rabbimiz ayet 15.te mealen şöyle buyuruyor: *** İnananlar, ancak Allah’a ve peygamberine inanmış, sonra şüpheye düşmemiş; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihad etmiş olanlardır. İşte onlar doğru olanlardır…*** O mü’minler ki artık teslim olmuşlar, imana, takvaya doğru yücelmişlerdir. İşte onlar Allah ve Resûlü’ne iman etmişlerdir. İmanlarında asla bir şüpheye düşmediler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda savaştılar. İşte gerçek sadıklar bunlardır. İşte iman ve teslimiyet iddialarında sadakat sahipleri bunlardır. Teslimiyet iddialarını söz planında bırakmayıp bu uğurda mallarını ve canlarını ortaya koyarak sadık olduklarını, samimi olduklarını ortaya koyanlar bunlardır. Sanki bu âyetler o teslimiyet, Müslümanlık iddiasında bulunan kimselere diyor ki, “size bakacağız.

Bakacağız ve ne yapacağınızı göreceğiz. Bu iddianızdaki sadakatinize, gerçekten iman edip etmediğinize bakacağız. Bu iddianızı mallarınız ve canlarınızla doğrulayacak mısınız? Gerçekten inandığınız, teslim olduğunuz Allah yolunda cihad ederek, Allah ve Resûlü’ne imanlarınızda bir şüpheye düşmeden sabit mi kalacaksınız, yoksa döneklik mi yapacaksınız? Eğer bu imanlarınızda, bu iddialarınızda sadık kalır, Allah ve Resûlü’ne itaat ederek İmani degerlere uygun bir hayat yaşarsanız o zaman sizler sadıklarsınız, imanlarınızda doğrularsınız, gerçek Müslümanlarsınız. Artık biz de iman ettik diyebilecegiz,teslim olduk diyebilecegiz inşaallah. Yani bu dine itaat gerekli, inkıyad şart, teslimiyet zaruridir ve sonunda yaşadıgımız hayatın imtihanın hesabı mutlaka verilecektir.

Anlamaya gayret ettigimiz Hucurat suresinin son üç ayet olan 16,17 ve 18.Ayetler mealen şöyle :***Ey Muhammed! De ki: “Dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da yerde olanları da bilir, Allah her şeyi bilendir.” “Ey Muhammed! Müslüman oldular diye seni minnet altında bırakmak isterler; de ki: “Müslüman olmanızla beni minnet altında tutmayın, hayır; eğer doğru kimselerseniz, sizi imana eriştirmekle Allah sizi minnet altında bırakır.” “Doğrusu Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah yaptıklarınızı görendir.” Bu ayetlerden anlıyoruzki ; Teslimiyetimizi baş kakıncı yapmayacagız. Bilâkis tüm bu nimetleri, İslâm olma nîmetini, Müslüman olma şerefini bizlere veren Cenabı Allah’tır.

Bize hidâyeti nasip eden lütfeden Rabbinizdir. Allah bize hidâyetini nasip etmeseydi, Allah bizim kalplerimizi hidâyete açmasaydı, bize İslâmı din olarak sevdirmeseydi bizler aciz bir kul olarak hiç bir şey yapamazdık. İmanı İslamı anlıyamazdık. Sana binlerce defa şükürler olsun Allahım bizlere dogruyu, güzeli, iyiyi sevdirdin. Bizleri sıratı müstakimden ayırma, bizleri Kuranı kerimin ve sünneti seniyyenin nurundan ayırma. Bizlere seni sevenleri sevdir. Bizleri ehli sünnet vel cemaatta baglananlardan eyle. Bizleri ögrendiklerimizle amel edenlerden eyle…Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir 31.05.2013

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.