HÜKÜM VERMEK ALLAHA AİTTİR…

Maide Suresi Ayet.8.de Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey İnananlar Allah için adaleti ayakta tutan gözcüler olun. Bir topluluga olan kızgınlıgınız size adaletsizlik suçu işletmesin. Adaletli olun; bu Allahtan sakınmaya daha yakındır. Allahtan sakının. Allah yaptıklarınızdan haberdardır…***
Son  günlerde  Türkiye’de  yeni  Anayasa  yapma son  sürat devam  ediyor. Zaten  şu  andaki  yürürlükte  olan  yasa 1980.Darbe  anayasası  ve  darbecilerin  görevlendirdiği  Orhan  aldıkaçtı  tarafından yazıldıgı  ifade  edilir. 37.sene  sonra yeni  bir  anayasa  hazırlama çalışmaları  son aşamasına  gelmiş  bulunmaktadır  ve  en  kısa  zamanda halka  yani  güven  oylamasına  sunulup yürürlüğe  girecektir. Bundan  önceki  yasa halktan  yüzde doksan  sekiz oranında  destek  görmüştü.
Bilindiği gibi Türkiye’de sistemin yabancılaşmayı, yani Batılılaşmayı devlet baskısıyla yürürlüğe koyduğu, cebir ve şiddetle uygulamaya başladığı günden beri, başta genel idare, hükümet, siyaset, eğitim, yargı, basın yayın ve fikir dünyasında tartışmadan düşmeyen sorular oluştu: “Dinin bireysel ve toplumsal hayatta bir değeri var mıdır? Din fert ve cemiyet için vazgeçilmez bir kurum mudur? Dinin kaynağı ve amacı nedir ve buna ulaştığı olmuş mudur? Batıda dinin aleyhine olarak üç asırdır devlet ve ilmî kurumlar büyük mücadele verdiler fakat neden başarısız oldular?
Bu kadar verilen mücadeleye rağmen halkın giderek dindarlaşmasının altında yatan sebepler nelerdir? Din ile savaşanlar neden hala mağlup oldukları bu kavgayı bırakmıyorlar? Dinler kendileri için insanları savaştırır mı? Bütün bu açılardan bakıldığında İslam dininin konumu nedir? ” Bunlar elbette can alıcı sorulardır. Artık devlet ve bütün kurumları, eğitim ocakları, siyasetçiler, hukukçular, iktisatçılar, yazarlar, çizerler, düşünürler bunu konuşmak ve bu sorunu çözmek zorundadırlar. Demokrasilerin derde deva olabilmesi de halk ile barışmaktan, halkın destek ve katılımını sağlamaktan geçiyorsa, bu aynı zamanda din ile barışmaktan da geçiyor demek değil midir? Biz altını çizerek şunu söylüyoruz;
İslam dinine karşı yapılan bu kadar hücum onun dışında hangi kuruma yapılsaydı, yaşaması mümkün değildi. Çoktan yok olmuş gitmişti. Ama İslam hala dipdiri ve olanca etkisi ile toplumu sarmış kucaklamıştır. Bunu artık dost da görüyor, düşman da. Öyleyse ona saldıran Batılı barbarlar bu saldırganlıklarını bir daha sorgulamalı değil midir? Hak din İslam, insanın hem Yüce Yaratıcı ile, hem de diğer insan ve varlıklar ile münasebetlerini düzenleyen ve hayatına yön veren, onlarla ilgili davranışlarına esas olacak kanunlar ve kurallar bütününe verilen isimdir.
İnsanla beraber var olan, tarihin bütün devirlerinde ve bütün topluluklarında karşılaşılan din olgusu, çeşitli şekillerde kendini göstermektedir. Üstelik din, iman ve ibadet olduğu kadar, aile, toplum ve devlet hayatını da düzenleyen, dünyaya bir düzen ve nizam veren bir kurumdur. Özellikle de İslam böyle bir dindir. İslam, yeryüzünde kendi kanunlarının hakimiyetini ister. Bu yüzden onu aile, toplum ve devletten kaldırıp atan, yerine insan düşüncesinin ürettiği kanunları koyan Batı düşüncesini ve onun laiklik adıyla devleti yapılandırmasın asla kabul etmez.
Laiklik bahanesiyle “İslam dinine” iman ettiği halde “İslam şeriatına” iman etmeme, onu beğenmeme ve çirkin göreme, bu asırda dinin hakkıyla bilinmemesinden kaynaklanan bir cahiliyyettir, bir saçmalıktır, açık bir sapıklık ve küfürdür. Bu ülkenin sorunu ve bizim de mücadele sorumluluğumuz buradadır. Çünkü devlet yönetiminde İslam Şeriatından başka bir hukuka bağlı olmak, İslam’dan başka bir dine bağlı olmak demektir. Zira her hukuk, bir şeriattır. Bunu hukukçular çok iyi bilirler. İslam da bir hukuku, hiç şüphesiz bünyesinde bir şeriatı barındırmaktadır. Bu yüzden biz diyoruz ki: “İslam’sız Olmaz”. (Cemal Nar.)
Anayasa  yapmak, kanunlaştırmak ve  bu  kanunlara  göre  cezalar  vermek  için  hukukçular  dört  gözle  yeni  yasanın  çıkmasını  bekliyorlar. İslam  dini  Hüküm  verme,  hükmü  karara  baglama  ve  hakimiyet  mevzuunda  bizlere  neleri  emrediyor,  nelerden  kaçındırmaya  çalışıyor  bu  incelememizde  bu  hususları  göz  önüne  sermeye  çalışalım  inşaallah…
 Mâna itibariyle Hakimiyet: Güç, en büyük otorite, hakim oluş, Amirlik, Üstünlük ve üstün olma hali, müdahale ve rakibi kabul etmemek hali gibi manaları taşır. Mevdudi (Rh.a) hakimiyet kavramını tanıtırken şu degerli bilgileri sunuyor: * Siyaset biliminde bu terim; En yüksek iktidar ve mutlak iktidar anlamında kullanılır. Her hangi bir kimse ya da toplulugun HAKİMİYETİ elinde tutmasından maksat şudur:  Onun her hükmü kanun mahiyetini taşır ve kanun olur. Böyle bir kimse ülkesinde yaşayan fertlerin üzerinde hükümlerini yürütür. Ve sınırsız tercih ve yetkilerin  sahibi olur.
İdare edilenlerde böyle bir kimseye kayıtsız şartsız itaat etmeye mecburdurlar. Onun yetki ve tercihlerini kendi iradesi altında hiç bir şey sınırlandırmaz ve kısamaz. Fertlere verilmiş her hangi bir hak var ise, bu hak ta ancak onun tarafından  verilmiş olur. Diger taraftan HAKİMİYETİ elinde bulundurması  sebebiyle her hangi bir kanun  baglamadıgı için böyle birisi tam manasıyla kadiri mutlaktır. Bundan daha az KUDRET ve imkana HAKİMİYET denemez…(Mevdudi. İslamda hükümet.)*
Kardeşlerim, Allah (cc) Bütün varlıkları yaratan, yaratmakta zorluk çekmeyen, herşeyi belli bir düzene göre yapan, her şeyi bilen ve gören, kayıtsız ve şartsız HAKİM  ve yegane kanun ve nizam koyucusudur. Allah (cc) Sonsuz ve baki olan bir Hakimiyete sahiptir. Allah her şeye hakimdir. Çünkü her şeyi Allah yarattı.  Allahtan başka hayatımıza hüküm edecek bir hakimiyet sahibi yoktur.
Konumuzla alakalı olarak İbni Kesir (Rh.a) şu izahı getirmektedir: *  Cenabı Allah, her türlü hayrı kapsayan ve her türlü şerden uzak tutan Allahın sapasaglam hükmünü bırakıp onun dışında kalan ve şahıslar tarafından Allahın ŞERİATINA dayanmaksızın konulmuş görüş, heva ve ıstılahlara yönelen kimselerin bu davranışını reddetmektedir.  Nitekim cahiliye dönemi insanları da böyle yapıyor,  kendi görüş ve hevalarından hareketle  ortaya attıkları dalalet – sapıklık  ve cehaletlerle hüküm veriyorlardı.
Mogolların da yaptıkları bu idi. Onlar kendilerine yasak yasa,  kanun koyan kralları Cengiz Hanın hükümlerine göre yönetiyorlardı. Bu Yasagı ise Cengiz, Yahudi ve Hristiyan şeriatlarından, İslam dininden ve başka dinlerden yararlanarak meydana getirmişti. Orada sırf kendi görüşü olan ve hevasından kaynaklanan  hükümlerde vardı. İşte onun bu yasagı soyundan gelenler arasında uyulan bir şeriat olmuştu. Onlar Allahın kitabı ve Rasulünün Sünneti ile hükmetmeyi bir kenara bırakıp ‘’ Cengiz Yasaları ‘’ ile hükmediyorlardı.  Her kim böyle yaparsa o Kafirdir.
Allahın ve Rasulünün hükmüne geri dönüp, az ya da çok hiç bir konuda onların dışında hiç bir şeyle hükmetmemek çizgisine gelinceye kadar onunla savaşmak farzdır…(İbni kesir Tefsiri)*  Kardeşlerim, Şurası bir gerçektirki; Allahın HAKİMİYET gücü dışındaki hakim oldugunu sanan güçlere boyun egenler hüsrandadırlar. Allahı (cc) emir vermek ve yasak koymak hakkına sahip tek HAKİM  kabul etmedikçe İSLAM DİNİNDE TEVHİD ESASI anlaşılmış olmaz kanaatındayız.Tevhid düzenine ulaşanlar, hayatlarına Allahın kanunlarından başka KANUN ve YASA’LARIN hükmetmedigi kişilerdir diyebiliriz.
Zaten bu kimseler LA İLAHE İLLALLAH  demekle beraber  Allahın nizamı dışında kalan tüm kanunları, gelenek ve görenekleri tepelemiş olmaktadırlar. Bu konuda Asrın  fakihi  ünvanlı, Yusuf kerimoglu hocaefendi şu izahları bizlere sunuyor:  İslâm fıkhında iktidarın meşrûiyetini belirleyen unsur adalettir. Hz. Ömer (ra)’in dediği gibi “Adalet mülkün (devletin-iktidarın) temelidir” Bazı fıkıh kitaplarında “Dâru’l İslâm” kavramı, “Dâru’l Adl” (adalet ülkesi) olarak da isimlendirilmiştir. Ma’rufun gerektirdiği şey ve hakikate uygunluk gibi keyfiyetleri ifade eden hak kelimesi de arapçadır. Hukuk, hakkın çoğuludur.
Batılın zıddını ifade eden bir keyfiyete haizdir. Kur’an-ı Kerim’de “Hak” kelimesi ve türevleri 285 ayette yer almıştır. Bazı usûl alimleri: ”Her bakımdan sabit ve şüphesiz bir mahiyette mevcut olana hak denir” tarifini esas almışlardır. Dolayısıyle hakkın “kesin delille sabit olma” (sübût) ve “gereklilik” (vûcup) unsurlarını taşıması şarttır. Fıkıh ilminin konusu; insanın lehindeki ve aleyhindeki haklarını, muhkem delillerle ortaya koymaktır. Mükellefin lehinde ve aleyhinde olan haklarına sahip olabilmesine ehliyet denilmiştir. İlâhi tekliflerin vücûbu ve edâsı için, mükellefin ehliyet sahibi olması şarttır. Muhkem veya mücmel nassa dayanmayan herhangi bir mesû’liyetten bahsetmek doğru değildir.
Hukuk genel olarak; Allah’ın (cc) hakları (hukûkullah), insanların hakları (Hukûku’l-ibad) ve müşterek haklar olmak üzere, üçlü tasnife tabi tutulmuştur. Devlet adamlarının; muhkem nasslara dayanan hakları, şahsi kanaatlerine göre değiştirmeleri (zulme sapmaları) mümkündür. Ancak caiz değildir. İnsan haklarını, umumi ve hususi olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. İslâm toplumunun ortaklaşa vücuda getirdiği imkânlar, umumi hakkın konusudur. Sağlık, eğitim-öğretim, adalet vs. Bunlara “Umumi Haklar” denilir.

Bir kimsenin ailesi, işi ve özel mülkü üzerinde hakları gibi, kendine mahsus olan hakları da vardır. İnsan haklarını, dört unsuru dikkate alarak tahlil etmek mümkündür. Birincisi: Hak sahibidir. Hakkın aktif hali olan ve muâmelât hukuku alanında hak sahibi insandır. İkincisi: Hakkın konusudur. Genelde maddi bir menfaat veya bir şahıs üzerindeki yetki şeklinde ortaya çıkar. Üçüncüsü: Hakkın borçlusudur. Hakkın pasif hali olup genelde mükellef vasfıyla anılan kişi veya kişilerdir.
Dördüncüsü: Hakkın meşrûiyetidir. İslâm fıkhında devletin meşrûiyeti; kavmi, rengi, dili ve dini ne olursa olsun, teb’asının şimdiki  anlamda vatandaşlarının haklarını muhafaza etmekle, yani adaletle sınırlıdır. Değişmeyen kaide şudur: “Müslümanların lehine olan şeyler, gayr-i müslimlerin de lehine, müslümanların aleyhlerine olan şeyler, onların da aleyhlerinedir.” Rasûl-i Ekrem (sav)’in” Müslümanın, diğer müslümana kanı, malı ve ırzı haramdır. Müslümanlar İslâm dininin himayesi altındadırlar. Bu noktada gayr-i müslim (zimmet ehli) olanlar da müslüman gibidirler”(12) buyurduğu malûmdur.
Gayr-i müslimlerin muamelatla ilgili ihtilâflarını, kendi içlerinden birisini hakem tayin ederek (tahkim usûlüyle) kendi inançlarına göre çözmeleri mümkündür. Bu onların en tabii haklarıdır. Dolayısıyle herhangi bir dini esas alan devletin, değişik inançlara sahip olan insanların haklarına tecavüz edeceği iddiası, İslâm için geçerli değildir. İslâm fıkhında hâkimiyet, kayıtsız ve şartsız Allah’a (cc) mahsustur. İktidar ise, yeryüzünün halifesi olan insanoğluna, imtihan için verilmiştir. İslâm fıkhını esas alan bir devletin; hem Allah’ın (cc) hukukunu koruması, hem de insanlığa hizmet etmesi farzdır.
Dolayısıyle hâkimiyet ve teşri yani hüküm koyma hakkı, itikadi bir meseledir. Bütün peygamberler insanlara “Allah’a (cc) iman etmelerini, O’nun emirlerine ve hükümlerine teslim olmalarını, tağuta itaatten/ibadetten kaçınmalarını” tebliğ etmişlerdir. Nebevi davetin temeli budur. Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın (cc) indinde imanın sahih ve kabule şayan olabilmesi için, önce Tağut’un inkâr edilmesinin şart olduğu haber verilmiştir: “Kim Tağut’u reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır” (El Bakara Sûresi: 256). Tağut terimi, Haddi aşan anlamına gelir.

Bir başka ifade ile Allah’tan başka tapılan ve câhiliyyet ehlininin üzerinde bulunduğu her türlü kötülüğü ve isyan şekillerini içine alır. Tağut, insanları Allah’a (cc) ibadetten alıkoyan herşeyin ortak ismidir. Hevâsını ilâh edinen insanlar tağut olabilecekleri gibi; cin, şeytan, heykel, ağaç, taş veya diğer varlıkların da tuğyana yani tağutlaşmaya vesile kılınmaları mümkündür. Allah’ın (cc) sınırlarını çizdiği ‘sırat-ı müstakiym’in dışındaki bütün yollar, tağuti keyfiyete haizdirler. Tarih boyunca bütün peygamberler; Allah (cc) ile insan arasında, adalete ve sevgiye dayalı münasebeti kurmaya gayret etmişlerdir. Siyaset ilmi, peygamberlerin insanlara öğrettikleri ilimlerin başında gelir.
Kur’an-ı Kerim’de, El hacc suresi ayet .41. yeryüzünde iktidarla imtihan edilen mü’minlerin, bariz vasıfları haber verilmiştir mealen şöyle: “Onlar (o müminler) ki; eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler. İyilikleri emrederler ve kötülüklerden nehyederler” Siyaset, yönetim tekniğiyle ilgili olan ve insanlığa hizmeti ifade eden bir kavramdır. Bir devletin kurulması ve sürekliliğinin sağlanması siyasetle mümkündür.
Kısaca siyaset, ülke, devlet ve insan yönetimidir. Zalim politikacıların, dini değerleri istismar etmeleri yeni bir hadise değildir. Bu hakikat Ayetlerle  bildirilmiştir. Bakara suresi ayet.204-205.mealen: “İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, onun dünya hayatına ait sözü hoşunuza gider. Ve o kimse, kalbinde olana Allah’ı şahid tutar. Hâlbuki o düşmanların en amansızıdır. O iktidara geldiğinde, yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesilleri helâk etmeye koşar. Allah ise fesadı sevmez” buyurulmaktadır. Zalim siyaset; şüphelere, adaleti inkâra, nesil emniyetini tahribe ve iktisadi hayatı zaafa uğratmak için işlenen çirkin fiillere dayanır.
Türkiye’de zalim politikanın gündemde olduğunu; vatandaşların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerinin tahrip edildiğini görmezlikten gelmek mümkün müdür? Genel seçim dönemlerinde müslümanların; ya fuzuli tartışmalarla, ya zalim politikacıların demogojileriyle meşgul oldukları görülmektedir. Rasûl-i Ekrem (sav) fuzuli tartışmalarla meşgul olan müslümanları ikaz etmişve şöyle buyurmuştur: “Bir insan, mânâsını düşünmeden bir söz söyleyiverir. Bu sözü sebebiyle, cehennemin şark ile garb arasındaki mesafeden daha uzak bir yerine düşebilir.” Hesap gününe hazırlanan müslümanların, bu ikazı dikkate almaları ve tağuti iktidarların Kuracakları tuzaklardan korunmaları zaruridir.(Misak dergisi.sayı.256.)
Kardeşlerim, Bilhassa siyaset mevzuu müslümanlar için geri plana atılamayacak kadar önemli bir husustur çünkü siyaset insanı idare etme sanatıdır diye inanıyoruz. Bizler islami siyasetten ve islami hareketten adalet ve hak hukuktan ne anladıgımızı ifade etmek istersek kısaca diyebilirizki: Allahın indirdigi hükümlere ihlasla teslim olan, insanlara iyilikleri emreden ve onları kötülüklerden alıkoymaya gayret eden müslümanların, hakikate uygun olan fiileridir. İslami siyaset. Kelimeyi şehadeti kalben tasdik eden bir kimse; kayıtsız ve şartsız olarak, Allahın indirdigi hükümlere teslim oldugunu bildirmiş bulunmaktadır. Hakimiyet  kayıtsız ve şartsız olarak sadece Allahu tealaya mahsustur.
Bizler İslamın tamamının adalet, hikmet, rahmet, maslahat, iyilik ve güzellik oldugu gerçegine inanıyoruz. Müslüman hiç bir sözünü öyle mesnetsiz delilsiz ortaya koymaz. İslam fıkhında yer alan siyasi, hukuki, ve iktisadi yani ekonomik  modelin temel ilkeleri, Kuranı kerim ve mütevatir sünnetle sabit olan hakikatleri ortaya koymaktadır ve bu ilkeler, bir anlamda * dinde inanılması zaruri olan hükümlerin*de  ifadesidir. İşte adil siyaset kavramını ortaya koyan gerçek budur inancındayız…

Kardeşlerim Devlet düzeninin İslama teslim olması, İslama göre tanzim ve tasdik edilmesi Tevhidi hareket için degişmez hedeflerden olması  gerekir. Esasen TEVHİDİ hareketin yapısı da Müslüman devleti zorunlu kılar. Tevhidi hareketin yapısı; Müslüman fert, Müslüman aile ve Müslüman toplumun bekası için Müslüman devlet şarttır. Devlet, her bakımdan İslami bir hayat için kendisinden vaz geçilmez bir kurumdur. Bu elbette İslamın özünden gelen bir  uygulamadır.

Devleti İslamsız, İslamı devletsiz kabul etmek, islama teslimiyeti bozar. Zaten  İslam  Şeriatının  getirmiş  oldugu  güzelliklerde  bu  inanç  ve  idare  sanatında  açıkça  kendisini  belli  etmektedir. İslam devleti; Din, can, mal, akıl ve nesil emniyetlerini tahrip eden sosyal ve siyasal bütün  yapıların  karşısındadır  ve  bu ifade  edilen  hususları  korumak  için  vardır. İslama göre şekillenmeyen ve gücünü İSLAMDAN almayan bir devlet, Teröristlerin,  İsyankarların, eşkıyaların bir sosyal ve siyasal bütün  müessese  ve  kurumlarıyla  birlikte  örgütlenmesidir.

Tevhidi Hareketin vazifelerinden biriside, İslama teslim olmuş, Müslüman devlete kavuşuncaya kadar cihad etmektir. İslam cografyasının her bölgesinde İslam devletinin kurulması farzdır. Rabbimiz  Yusuf  Suresi  ayet40.da mealeen  şöyle  buyurmaktadır:*** Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir; kendisinden başkasına değil, O’na tapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler…***

Kardeşlerim  defalarca  tekrarını  ifade  etsekte  önemli  bir  hakikattirki; Hüküm ancak Allah’a aittir. Hâkimiyet  sadece  ve  yalnız  Allah’a aittir. Allah’tan başka hiç kimsenin hüküm koyma hakkı, hâkimiyet yetkisi yoktur. Bu dünyada kullarının hayat programlarını belirleme hakkı, kullarına yasa belirleme hakkı sadece Allah’a aittir. Yaşanan bu hayatın kanunlarını, değer yargılarını belirleme hakkı sadece Allah’a aittir. Tek olan, Kahhâr olan, kullarının tümüne egemen olan Odur.

 

Hayata Hakîm olan Odur. Ne  yazıkki  zamanımızda  İnsanlar  daha  dogrusu  Müslümanım  diyenler farklı  farklı  sistemlerin  kıskacında  kıvrandıkları  halde sadece  akli teorilerle islam  dışı  sistemleri hayata  hakim  kılma  çabasını  sergiliyorlar. Onun  için  diyoruzk. Cenabı  hak  bizleri  demokrasinin şerrinden muhafaza  buyursun. Komunizmin, faşizmin, laik  düzensizliğin, akla  gelen  gelmeyen bütün  ideolojik  saplantıların  şerrinden  Rabbimiz  müslümanları  muhafaza  buyursun.

 

Açık  ve  net  olarak  ifade  edelimki; Kuranı  kerim  ve  Sünneti  seniyyeden  beslenen bizler  bugünkü  Partiler  sistemini  İslam  devletinin  ve  Şeriatın  önünde  çok  büyük  bir  engel  olarak  görüyoruz. Müslüman  fertlere, Müslüman  ailelere  ve  müslüman  toplumlara başka  çıkar  yol  yokmuş  gibi  Demokratik  laik devletin  yolunu  gösteren, demokratik  laik devletin  çizdiği çerçeve  içerisinde  erimeye çalışan  bir oluşumla  birlikte  hareket  etmek  müslüman  için  zillettir.

 

Bilindiği  gibi  TEVHİD  akidesi,  çağlara,  zaman  ve  mekanlara göre  değişiklik  arzetmez. Tevhid  akidesi her  yerde  ve  her  zaman hem  saadetin  ve  hemde  insan  olma  erdeminin  ve  tabiidirki  şehadetin  kaynağıdır. Sahte ilahların,  tağutların, isyankarların iktidar  olma  şehvetlerinin  bulaşmadığı  İslami  hayatın  hem  başlangıcı  ve hem  de  sonudur.Biz müslümanlar La ilahe  illallah  Muhammedün  Rasulullah  diyerek  bu  hakikati  hayatın  başından sonuna  kadar zikredeceğiz  inşaallah.

 

Partiler  sistemine  iman  eden  laik, demokratların ve  aynı  zamanda  Müslüman  oldugunu  söyleyenlerin  biricik savunması: bizler  bu  parlamenter  sistem  içerisinde  olmazsak  Yahudilerin  idaresini  peşinen  kabul  etmiş  oluruz şeklinde  tek  çıkar  yolun şimdiki  demokratik  sistem  oldugunu  beyanı  ve  uygulamasıdır. Bu  düşünce  şekli  İslami  degil,  tağuti  bir  görüş ve  düşünce  şeklidir  şöyleki: Hilafetin  ilgasının  üzerinden 93 yıl  geçmiş o  günden  bu  günümüze  kadar  Müslümanları  hala  batıya  ve  batıla  kul  ve  köle  yapma  ğayretleri  siyasi  sistemle  yürütülmektedir..

 

Müslümanlara bu  süre  içerisinde Tevhidi  hareket  anlatılmamıştır. Din  ve  devlet sözde  ayrı  ayrı gösterilmiş  uygulamada devlete  bağlı  dini  hayat  sistemi  hayata  hakim  kılınmıştır.

Dini  değerleri  ara  sıra  gündeme  getiren  Müslümanlar,  kitaplarıyla  beraber hapislerde  çürütülmeye  azmedilmiş, İslam  dininin  hüküm veren her  emri dışlanmış  ve  görmezden  gelinmiştir. İnanıyoruzki; Gücünü  İslamdan  almayan ve  İslama  göre  şekillenmeyen bir  devlet  yapısı adı  ne  olursa  olsun her  Müslüman  tarafından  reddedilmelidir. Kardeşlerim, Mutlak dogru olarak inandıgımız bir husus vardırki; Allahın (cc) Hakimiyeti kesinlikle HAK ve ADALET üzerinedir. Cenabı Allah Hak ve Adalet ile diledigini aziz eder yükseltir. Diledigini zelil eder yerlerde süründürür.

 

Her halükarda onun yaptıgı şeylerin hepsi gerçek ve hepsi hayırlıdır. Onun hükmünün dışında kalanların cümlesi ise tek kelime ile YALAN ve sahtedir. Eninde sonunda helak olmaya mahkümdur. İslam Dinine göre mutlak ve sınırlandırılamaz HAKİMİYET yalnızca Allahındır. Bu konuda bütün Müslümanlar arasında  tam bir fikir birligi vardır. Hüküm koymak tabiidirki yalnızca Allaha has bir yetkidir. Başka düzenlerin, başka nizamların ve iktidar gücünü belli zamanlarda kendisinde sanan gafillerin  Hakimiyet hususunda her hangi bir ortaklıgının bulunması Şirk  kavramıyla  izah  edilir.

 

İslam Dininde Hakkın ve Adaletin ölçüsü ve yegane hak, Allahın Kitabı ve Rasulünün Sünneti seniyesi oldugundan, Müslümanım diyen ve bu Dine inandım diye ikrar veren kişilerin bu hususu benimsemesi zaruridir,  gereklidir  ve  şarttır. Allah ve Rasulü her hangi bir konuda hüküm vermiş ise, hiç bir Mü’minin o konuda istedigini söyleme yetkisinin  olmadığı  bilinen  bir  hakikattir. Allahın Rasulüne (sav) indirdiginden başkası ile hüküm vermek caiz degildir. Çünkü HAK yalnız odur. Onun dışında kalan bütün hükümler ise zulüm ve haksızlık  olarak  ifade  edilmiştir.

 

Kısacası anlaşmazlık konuları Allahın ve Rasulünün hükümlerine havale edilmedikçe ve hükümleri çerçevesine havale edilmedikçe  ve bu hükümlere razı olunup tam bir teslimiyetle uyulmadıkça, İmanın varlıgından söz edilmeyeceğiğ  İslam  alimlerinin zamanımıza  kadar  ifade  ettikleri  gerçeklerdir. M.Beşir Eryarsoy Diyorki: * İlk Peygamberden itibaren insanların bir bakıma Allahın Hakimiyetini kabul etmek üzere davet edilegeldikleri, Kuranın bize bildirdigi gerçeklerdendir.

 

Ancak insanların zaman zaman birtakım tagutların cahili egemenlikleri altında yaşadıkları, onların hükümlerine isteyerek ya da istemeyerek itaat ettikleri  de bir gerçektir. Aynı vakıa ile insanlık, günümüz de de karşı karşıya  bulunmaktadır. Hakimiyet Allahın olmayınca, hükümlerde Adalet ve deger yargılarında isabet olmayacagı yani SIRATI MÜSTAKİM üzere gitmeye imkan bulunmayacagı gibi; İnsanlıgın şeref ve haysiyetine yakışmayan, insanı alçaltan bir çok durum da söz konusu olacaktır.

Hakimiyet Allahın olmayınca, egemenler ilahlik ve Rablık konumunda, egemenlik altında bulunanlar ise kulluk konumunda olurlar. Allah adına hükmetmeyenler, egemenlikleri altındakileri çeşitli gruplara böler; onları zaafa düşürür; yeryüzünde fesat çıkartır, bozgunculuk yaparlar. Cahili hükümlerle hükmeden tagutlar; egenelikleri altında bulunan kimselerin olayları saglıklı bir şekilde degerlendirmelerine imkan bırakmayacak şartlar oluştururlar; gerçekleştirdikleri kültür yapısı  ve egitim ortamı ile insanları saglam ve gerçekçi yargılarda bulunmak imkanından mahrum bırakırlar.

Allahın HAKİMİYETİNİ, dolayısıyla uluhuyet ve Rububiyetini reddedenler; egemenliklerini kaybetmek korkusuyla gerçeklerin anlaşılmaması, uluhuyetlerin sahteliginin ortaya çıkmaması için özellikle çaba harcarlar. İrade sahibi ve tercih yetkisine sahip olan İNSAN, kainatın Allahın  hükmüne boyun egmekte oldugunu  da görmektedir.  Bu kainat içerisinde böyle bir yetki yalnızca  insan için söz konusudur. İnsan, diger yaratıklardan ayrı olarak Allahın deger yargıları ile hukuki ve siyasal alandaki  HAKİMİYETİNİ kabul etmekle de yükümlüdür.

Allahın bu alandaki Hakimiyeti karşısında Mü’minin tavrı, Kuranı Kerimde  şu şekilde belirlenmiştir.  *** Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdigi zaman iman etmiş her bir erkek ve kadına, o işte kendi isteklerini tercih etmek yetkisi yoktur. El ahzab suresi.Ayet.33-36.*** Mü’minler kendi aralarındaki  anlaşmazlıkları Allahın ve Rasulünün hükmüne  başvurarak çözüme ulaştırmak yükümlülügünde oldukları gibi; Onların hükmüne de tam bir teslimiyetle  boyun egmek zorundadırlar.(Şamil is.ansk.c.2.s.298-301.) *

Şehid Seyyid KUTUB diyorki: *  Hakimiyet hakkına gerçekten sahip olan  ve kendisinden korkulması lazım gelen yüce varlık; Şüphe yokki en büyük kudret sahibi Allahtır (cc)  Allahın mülkünde yaşadıkları halde  Allaha küfredenlere gelince, Onlar sapıktırlar, onlar dalalet içindedirler. Onların defterini dürmek Allah için çok kolaydır…

Rabbimiz El Kasas suresi. Ayet.71-72.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** De ki: Düşündünüzmü hiç; eger Allah üzerinize geceyi taa Kıyamet gününe kadar aralıksız sürdürse Allahtan başka size ışık getirecek bir başka İLAH  var mıdır ?  Hala işitmeyecekmisiniz ? De ki: Düşündünüzmü hiç, eger Allah gündüzü üzerinizde Kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, içinizde dinleneceginiz geceyi Allahtan başka getirecek bir başka İLAH  varmıdır ?…***

Kardeşlerim  yeri  ve  zamanı  geldiğinde; En  büyük  zenginligimiz  imanımızdır diyoruz. İslam  Tarihine,  Peygamberler  tarihine  bakacak  olursak  tabiiki  en  başta  kitabımızı  okuyacak  olursak  görürüzki bütün  Peygamberler öncelikle  kendi  toplumu ve  kavimleri  içerisinde  Allaha  kulluk  bilincini  yerleştirmeye  ğayret  etmişler  bu  uğurda  çalışmışlar  bütün  ömürlerini  Allaha  kulluk  davasında mücadele  ederek  geçirmişlerdir. Asıl  söylenecek  söz  bu  bilgiler  ışıgında  odurki

*İnanıyoruzki  İnsan  için asıl  olan KAYITSIZ  ŞARTSIZ  ALLAHA  KULLUK bilincinin,  şuurunun  yerleşmesidir…* Tabir  caizse Müslüman  kulluk  bilincini  inandıgı  dinin gösterdigi  şekilde hayata  aksettirirse  işte  o  zaman görevini  yapma  hususunda  çaba  sarfediyor  düşüncesine  varabiliriz. Burada  özellikle  durmamız  gereken  husus Rabbimize  kulluk  bilincimizin gelişmesine  özen  göstermemizin bizim  için  mecburi  hâl almasısıdır.

Her  zaman  ne  diyoruz: İYYA KE NABUDU  VE  İYYA  KE  NESTÂİN*Yâni Rabbimiz, yalnız  sana  kulluk yaparız ve ancak yardımı senden bekleriz diyoruz. İnanıyoruzki  Kulluğu  yalnız  Rabbimize  tahsis  edersek  özgürlügün  tadına  varırız. İnancımızı,  itikadımızı, benligimizi  ancak  o  şekilde  ifade  edebiliriz. Hürriyetimizi,  özgürlügümüzü, istiklalimizi  ancak  Rabbimize  kullugumuzu  devam  ettiririrsek  yerine  getirebiliriz inşaallah. Allah kendi yolunu, dosdoğru yolunu kitabında ortaya koymuştur. Öyleyse bütün mesele Allah’ın kitabına uymak ve kitaba göre yaşamaktır.

Kuranı  kerimle  ve  Sünneti  seniyye  ile  yol bulmak  esastır. Yolunu kitaba ve sünneti  seniyyeye  göre  sorarak  hayat  yaşayanlar  inanıyoruzki  ebedi  saaadete  ulaşacaklardır. Takva da budur işte. Takva, Kuran  ve  Sünneti  seniyye  esaslarına  göre hayat yaşamaktır. Rabbimizin, kitabında an­lattığı bu emir ve yasaklara riâyettir takva. Rabbimiz bizim muttaki ol­mamız için, bizim böylece bir hayat yaşayarak cennete ulaşmamız için, yollarını göstermiştir. Kitabın ve sünnetin dışında takva yolu da yoktur inancını taşıyoruz.

Kim ki kitap ve sünneti bırakır da başka şeylerin, başka yolla­rın peşine takılırsa, o mutlaka sapmak zorunda kalacaktır. Tabiidirki  İslam mukaddes  bir  sistemdir, bütün  düzen  ve  nizamlardan  apayrı kendine  özgü  ve özel  bir  sistemi İçermektedir  İslam  şeriatı. Düşünce  ve itikad  yönünden  farklı, hayatın çevreyle irtibatını sağlayan  nizam yönünden ayrı. Ahlak,  edeb, yaşantı,  kural  ve  kaideleriyle  kendine  özel, siyasi,  ekonomik, içtimai prensipleri  bulunan  bir  güzel  sistemin  adıdır  İslam  şeriatı.

Bizler  Rabbimizden  öncelikle Sıratı  müstakim  üzere  bir  hayat  yaşamayı  arzu  ediyoruz Evet, Rabbimizden sıratı müstakim istiyoruz. Çünkü sırat-ı müstakim, nîmetlerin  en güzelidir. Sıratı müstakim  büyük  bir  niğmettir. Nîmetlerin en büyüğüdür. En önde istenmesi gereken nîmettir. Çünkü unutmaya­lım ki, herhangi bir nîmetin yoluna, usulüne, kanununa nail olmak, o nîmete sadece bir kere değil, sürekli nail olmak demektir. Meselâ birisinden birşeyler  istemek  yerine o  istenilen  şeye  ulaşmanın yollarını  ve  usulünü öğrenmeyi  istemek  daha  da  güzel  bir  kazanımdır.

Eğer  bizler  dosdoğru  yolu  ve  o  Sıratı  müstakimi Rabbimizin  buyurduğu  , Peygamber  efendimizin  izah  ve  ifade  ettiği  şekilde  anlar  ve  yaşantımızı  o  mutlak  dogrular  üzerine  bina  edersek  hiç  bir  ideolji ve  felsefi  akım  bizlere zarar  veremeyecektir  inşaallah. Rabbimiz  dosdogru  yolu  uyalım,  riayet  edelim  diye önümüze  sermiştir. Bizleri  huzura  mutluluğa  ve  sonuçta  kazananların  safının  bulundugu  yere ulaştırıcı  reçeteyi  Şanlı  Rasulü (sav)  aracılığıyla  bildirmiştir.  Kendi  yolunun  dışında  sayısız  yolların  olduğunu ve  kesinlikle  bu  yollara  sapılmamasını  emir  buyurmuştur…

Rabbimiz  Zuhruf  Suresi  ayet.43.te  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın…*** Kardeşlerim, yeri  ve  zamanı  geldiginde  ifade  etigimiz  bir  kelime  var  *SIRATI MÜSTAKİM*  İşte  bizler  bu  sözü  bu  ayeti  kerimeden  alıyoruz. Eğer  bizler Sıratı  müstakim  üzerinde  olursak Cenabı  hakkın  vahyettigi  kitabına  sımsıkı  sarılırsak, vahiylerle  bir  ve  beraber  olursak hiç  bir  sapık  ideoloji  ve  felsefi  akım  bizlere  zarar  veremiyecektir  inşaallah. Eğer  bizim  hareket  noktamız  vahiy  olursa sağcılık,  solculuk, komunizm,  faşizm, liberalizm,

laik  sistem, artık  adları  her  ne  ise bizim  ilgi  alanımızın  dışında  olur bakış  açımız  ayet  ve  sünneti  seniyye  istikametinde  olursa inşaallah  sıratı  müstakim  yani  dosdogru  yolun üzerinde  olacagız  inşaallah. Selim  akıl  sahibi  olan, müslümanca  düşünen  ve  İslamca  hayatına  çeki  düzen  veren  birisi Allahın  emir  ve  yasakları  dogrultusunda yaşantısını  sürdürüyor  ve  Allahın  Rasulününün  söz  fiil  ve  onayı  olan sünneti  seniyyesine  sımsıkı  sarılıyorsa ylu  sıratı  müstakimdir  inşaallah.

İnanıyoruzki; yeryüzünde Allah  celle  şanuhunun hakimiyetine hizmet  edebilmek ve Tağuti hakimiyetlere  karşı da mücadele  etmek için kulluk  şuur  ve  bilincini  şart, gerekli  ve  zaruri  oldugu  bir  gerçektir. Daha  önce  oldugu  gibi  günümüzdede müstevli  kafirler  başta  ingiltere  olmak  üzere, Amerika, Rusya, Fransa  ve  kuyruğuna  takılan diğer  ülkeler Suriyede, ırakta,  afganistanda, yemende, filistinde, Halkı  Müslüman  olan  diger  beldelerde yiyecek  giyecek  ve  silah  yağdırıyorlar.

Maksat   müslüman  ölsün de  nasıl  ölürse  ölsün. Zaten  senelerdir  birbirlerini  acımasızca  kırıyorlar  ve  adına  da  cihad  diyorlar. Tağuti  güçler  için  bu  durumdan  daha güzel  ne  olabilirki, örneğin  İsrail  gibi  bir  çıban  başının  tehlike  arz  eden  bir  konuma  geldiginde   anında  birleşmiş  milletleri  toplayıp  müdahale  ediyorlar. Müslümanlar Halifesiz, Müslümanlar başsız,  müslümanlar  sahipsiz,  müslümanlar  mazlum, Müslümanlar  çoğu  yerde  çaresiz tesbih  taneleri  gibi  dağılmış vaziyetteler  ne  yazıkki. Cenabı  hak  Müslümanlara  TEVHİD  bayrağı  altında  toplanma  şuuru  ihsan  eylesin.

Eğemenliğin,  Hakimiyetin insanda  olmadıgı, yalnız  ve  yalnız  Allah  celle  şanuhuda  oldugu  gerçegini  anlama  izan ve  şuurunu  Rabbimiz  cümlemize nasib  eylesin. Beş  vakit  NAMAZINI  kılan  Müslümanlar ibadet şuuruyla  DUA  ve Niyaz eylesinler. İnanıyoruzki; Helal  olana,  meşru  olana, haram  ve  mekruh yollardan gidilemiyecegi  gün  gibi  aşikârdır. Allah  celle  celaluhu  yar  ve  yardımcımız  olsun. Kardeşlerim, Sonuç olarak diyoruzki; Mutlak HAKİMİYET Allahındır.

Allahın Hakimiyeti insanlıga kâfidir. Başka sahte Hakimiyet türlerine, çeşitlerine ve Hakimiyeti yanlış yerlerde arayanlara ihtiyaç yoktur. Kainatın kanunlarına, varlık alemindeki bu düzenin işleyişine Allahtan başka hiç bir güç, hiç bir otorite ve hiç bir iktidar müdahalede bulunamaz.  Hiç bir zaman Allahın iradesine aykırı  hareket gerçekleştirilemez. Cenabı hak bizleri adaletten, hak ve hukuktan, sıratı müstakimden ayırmasın.

Zalim siyaset ehlinin, laik demokratların, her türlü ideolojık felsefi akımların, ateistlerin, ataistlerin, İsyankar  ideoloji  sapıklarının şerinden muhafaza eylesin. Görsel  ve  yazılı  medyada  akademisyen  ünvanıyla  ahkam  kesen, bilgi  kirliliği  yayan, Müslümanların  itikadını  bozma  yarışı  içine  giren ifsad  ehlinin  şerrlerinden  Rabbim  bizleri  muhafaza  eylesin. İkbal  peşinde  koşan bel’am bin  bahura  torunlarının  şerrinden  sana  sıgınıyoruz  Allahım… Bizleri  Sıratı  müstakimden ayırma…Amin…

 

Amin… Sermedkadir…28.01.2017…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.