HUZUR ARAYIŞI…

يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذَلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

HUZUR ARAYIŞI… Rabbimiz  Teğabün  suresi  ayet.9.da  mealen  şöyle buyurmaktadır:*** Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o zarar günüdür. (Ancak) kim Allah’a inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter, onu (ve benzerlerini), içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur…***Muhterem  Müslümanlar… İnanıyoruzki; Huzuru bulmanın anahtarı Allah Celle  şanuhununın katındadır. İnsanı yaratan Allah olduğundan dolayı, kulun kalbinin huzuru hangi yolla yakalayacağını en iyisini  yine  rabbimiz bizlere  bildirmektedir. Gönderdiği son şanlı  Rasuluyle de bunun pratik hayatta  nasıl gerçekleşeceğini en güzel  bir örnekle insanlığa göstermiştir. Bu nedenle, insan yaşadığı hayattan lezzet almak, mutluluğu yakalamak, en sıkıntılı anında bile Allah’a olan yakınlığından güç alarak ayakta kalmak istiyorsa, Rabbi’ne dönmekten başka çıkar yolu yoktur. Kendisini yaratan Rabbinden kaçan ve Yüce Yaratıcı’nın Rasulü’nün önderliğinde sunduğu hayat rehberliğinden uzaklaşan insan, kendisinden, özünden ve değerlerinden uzaklaşmış insandır. O bir boşluktadır. Böyle bir insan ne kadar zengin olursa olsun, ne kadar büyük makamlara gelirse gelsin huzuru asla yakalayamayacaktır. İnsanların önüne çıktığında sergilediği sahte gülüşün ardında her zaman için bir sıkıntı, doyumsuzluk,tatminsizlik ve huzuru bulamamanın verdiği iç burkuntusu olacaktır. Karşılaştığı sıkıntılar karşısında derdini Rabbi’ne arz edip, ona sığınıp gözyaşı dökemeyeceğinden, keza tevekkül ve kader anlayışını kaybettiğinden dolayı, karşılaştığı her bir sıkıntı, stres  ve  bunalım belinin biraz daha bükülmesine neden olacak, belki maddi olarak çok güçlenecek ancak gönül huzurunu, sükunetini bir türlü bulamayacaktır…

 

Muhterem  Mü’minler… Aişe Validemiz, Rasulullahtan (sav) sonra toplumun eskisi gibi olmadığından dert yanmış, zühd ve  Takva dünyasının önderleri de hep geçmiş dönemlere olan hasretlerini dile getirmişlerdir. Bununla birlikte, bugüne kadar müslümanları huzura erdiren ve onların kardeş gibi bir arada yaşamalarını sağlayan temel kural Allah’a gerçek anlamda kul olmaları ve bunun gereklerini yerine getirmeleri olmuştur. Bu kural, gerçekleştiğinde müminlerin kendi içlerinde huzuru yakalamaları gerçekleşecektir İnancındayız. İslâm tarihinin çeşitli dönemlerinde ve farklı coğrafyalarında yakalanan mutluluğun kökenlerine inildiğinde, karşımıza hep aynı  kural  ve  kaideler çıkacaktır. Bu nedenle, işe önce Allah’a iman etmekle, daha sonra da bunun gereklerini yerine getirmeye çalışmakla göreve  başlamalıyız düşüncesindeyiz. Öncelikle  Allah’a kul olmak İnsanın en büyük kazanımıdır.Bireyin en büyük sorunu ise hiç şüphe yok ki, yaratılış ğayesinden uzaklaşmasıdır. Kur’anı  kerim  ve sünneti  seniyyeye  baktıgımızda  insanın yeryüzüne Allah’a kulluk etmesi için getirildiğini, bu amaçla bir sınava, imtihana tabii tutulduğunu anlamamız gerekir. Bu sınavda insandan istenen temel ödev, Allah ve Rasulü’ne iman etmesi ve bu ikisini hayatının merkezine alarak ömrünü sürdürmesidir. Allah Resûlü (sav)bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyurmuşlardır:** Allah, altmış sene ömür verdiği kişiden her türlü özür ve bahaneyi kaldırmıştır…**(Buharî.)

 

Muhterem  kardeşlerim Allah  sevgisi, Peygamber  sevgisi, Ku’an, Sünneti  seniyye  sevgisi, Mukaddes  bilinen değerlere  olan  sevgi…HUZUR  kaynağının temelini  teşkil  etmektedir. Onun ötesindeki sevgi, arizî  yani geçici ve yapmacık, sanal bir sevgidir. O tür sevgilerin ömrü, çok kısadır. Allah  için  sevmek tabiidirki huzur  okyanusuna dalmanın bir temel  kaidesidir. Örneğin  dindar karı-kocalar arasındaki sevgi gerçek mânâda sonsuzdur. Zira o sevginin asıl meyvesi, ebedî hayatta yani  AHİRETTE ortaya çıkacak, o dindar karı-koca Cennette ebedîyyen bir arada olacaklardır. Kardeşlerim  her  dönemde  oldugu  gibi insanlar tabiiki  kendi  yaşadıkları  zaman  diliminden  sorumlu  olacaklardır. Yalnız ZAMANE kavramını tek  suçlu  kabul  ederek bütün  günahlarıda  zamana  yıkmak  dogru  bir  hareket tarzı  olmamalıdır. Bizler  içinde  bulundugumuz  zaman  diliminden  ve  yaptıklarımızdan  sorumluyuz. Yaşadığımız şunca ömrün bizlere ahiret sermayesi olarak fazla bir şey kazandırmadığının farkındayız. Huzur sözcügü  dillere  geldiginde nedense hep maziyi  hatırlar  derin  bir  ahh çekerek nerde o eski  günler  deriz. Allah  korusun ya o huzurlu  diye ümit  bagladıgımız  yıllar imtihanımızın acı  günleriyse… ve  onun  için  diyoruzki; Eğer Allah’ın rahmet ve merhameti olmazsa bizim  öngörümüz, dilek  ve  arzularımız koskoca  bir  HİÇ olarak  kalacaktır. Ömür  sermayemizde yaşadıgımız  bunca  zaman boyunca gerçek anlamda huzuru bir türlü bulamadıysak  yine  itidalli  bir  özeleştiri  yapmamız  kaçınılmazdır  düşüncesindeyiz. Günah,  kusur  ve  hatalarımıza  tevbe  etmek, kalan  ömrümüzü  Kur’an  ve  Sünneti  seniyye  nuruyla aydınlatarak  sürdürmek  Huzurumuzu  MUTLAKA artıracak inancını  taşıyoruz. Rabbim, sıkıntı, stres, bunalım  her  türlü dert ve  endişelerimizi  huzur  ve  Sükun  ortamlarına  çevirir  inşaallah…

 

Sermedkadir…LU…DAR’UL  ERKÂM…28.07.2017…

 

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.