Rabbimiz Ali İmran suresi ayet.191.de mealen şçyle buyurmaktadır:*** Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru”, derler….***
Ebu-Hüreyre’den gelen bir rivayetle konumuza devam edelim inşaallah: Kıyamet gününde bir dellâl bağırıyor: Akıl sahihleri nerededir? Kıyamet ehli: «Hangi akıl sahihlerini kastediyorsun?» diye sordular. Dellâl: «O kimseler ki, Allah’ı ayakta, otururken ve yatarken zikrederler. Göklerin ve yerin yaradılışı hakkında düşünürler.» «Ey Rabbimiz, şu düşündüğümüz nesneyi boşuna yaratmadın?» derler. Bu akıl sahihleri için bir sancak bağlanır. Akıl sahibleri o sancağa tâbi olurlar ve onlara «Ebedî kalmak üzere cennete giriniz» denilir.
Feryadi, Dahhak tarıkıyla îbn Mesud’dan rivayet ediyor: Bu âyeti celîle, ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyip te oturup namaz kılan, oturarak namaz kılmaya gücü yetmeyip de yan üzerine serilip namaz kılan hakkında gelmiştir.» Bir başka hadisi Hakim, İmran bin Huseyn’deh rivayet ediyor mealen şöyle: «Bende basur hastalığı vardı. Peygamber bana yan üzeri yatarak namaz kılmama ruhsat verdi.» Buhari, İmran bin Hüseyin’den rivayet ediyor mealen: «Bende basur vardı. Peygamberden «Nasıl namaz kılayım?» diye sordum. Buyurdular; «Ayakta kıl, eğer buna gücün yetmiyorsa oturarak kıl. Eğer buna gücün yetmiyorsa yan üstü yatarak kıl.» »
Buhari İmran bin Huseyn’den rivayet ediyor mealen: Cenab-ı Peygamberden oturduğu halde namaz kılan bir kişinin namazı nasıldır, diye sordular. Buyurdular: «Kim ki, ayakta kılarsa, o daha efdaldir. Kim ki oturarak kılarsa ona ayakta kılanın ecrinin yarısı vardır. Kim ki, yatarak (uzanarak) kılarsa, oturarak kılanın ecrinin yarısı onun için vardır.» Dikkat edilsin; bu durum nafile namazlar hakkında veya mazeret sahibi olan kişi hakkında gelen bir durumdur. Mutlak değildir.
îbn Cerir, İbn Cüreyc’ten rivayet etti: «Buradaki, zikirden maksat, Allah’ı namaz içinde ve namazın dışında zikretmek ve Kur’an okumaktır.» Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Katade’den rivayet ettiler: <(Ey Ademoğlu! Bu âyeti celîlede belirtilen hallerin hepsi, senin hallerindir. Ayakta olduğun halde Allah’ı zikret. Eğer buna gücün yetmiyorsa oturarak zikret. Eğer buna gücün yetmiyorsa yan tarafa yatarak onu zikret. Bu Allah’tan bir kolaylık ve tahfiftir.» İbn ul Munzir, Mücahid’den rivayet etti: Bir kul, Allah’ı çokça zikredenlerden olmaz, ta ki, Allah’ı ayakta, oturarak ve yatarak zikretmeyince.»
Tefsirül Münirde.Vehbe Zuhayli bu ayet hakkında diyorki: Mümin kimse ayakta iken, otururken, yanı üzere yatarken ve diğer bütün hallerinde Yüce Allah’ı anmaktan uzak durmaz. Böylelikle devamlı Rabbi ile ilişkili olur. Şanı yüce Allah şöyle buyurmaktadır: „Allah’ı çokça anınız.“ (Ahzab, 33/41); „Beni anınız, ben de sizi anayım.“ (Bakara, 2/152). Buna şu da delildir: Namazı gücü yeten ayakta kılar. Gücü yetmezse oturarak kılar. Buna da gücü yetmezse yanı üzere kılar. Nitekim altı hadis imamının rivayetlerine göre İmrân b. Husayn (r.a.) şöyle demiştir: Bende basur vardı. Resulullah (s.a.)’a nasıl namaz kılacağıma dair soru sordum, şöyle buyurdu: „Ayakta namaz kıl, ona gücün yetmezse oturarak, yine gücün yetmezse bir yanın üzere yatarak kıl.“
Gücü yeten için farz namazda ayakta durmak farzdır. Nafile namazın oturarak kılınması sahihtir. Ayakta duranın ecrinin yarısını alır. Yanı üzere yatarak kılanın namazı ise oturanın ecrinin yarısıdır. İmrân b. Husayn’ın hadisinde naklettiğinde şu da varit olmuştur: „Yatarak namaz kılanın namazı oturarak namaz kılanın yarısıdır.“ Zikir ise ya dil ile ya da farz ve nafile olsun namaz kılarak olur. Zikre bir diğer ibadet daha dahil edilir ki bu da Yüce Allah’ın kudreti ve yarattıkları hakkında basiretin artması ve imanın güçlenmesi kastıyla tefekkür etmektir.(Vehbe Zuhaylı.Tefsirül münir…)
Rabbimize binlerce kez şükürler olsunki adımız müslüman yani teslim olandır. Teslimiyetimizi belirleyici olan ve hükmünü irade eden Rabbimizdir, emir ve yasaklarıdır. Müslümanlar ne yapıp ne yapmayacaklarını öncelikle Rabbimizin peygamberi vasıtasıyla bizlere ulaştırdıgı kitaba yani kuranı kerime tutunmak zorundadırlar. Yaşantımızın her anında bizlere yol gösteren Kuranı kerim oldugu gibi ibadetlerimiz de kurana tamı tamına uymak zorundadır. Müslüman sabah akşam, yatarken, yattığı yerden, otururken, oturduğu yerden, okurken, yerken, içerken, kazanırken, harcarken, savaşırken, barışırken, ailesiyle karşı karşıyayken, komşularıyla konuşurken nerede ve hangi konumda olursa olsun Allahın emirlerine yine allahın emrettigi şekilde sarılmak zorundadır…
Bizler kuranı kerimi okurken zikrediyoruz. Müslüman cenabı hakkın her emrini ve yasagını hayatının her anında gündemde tutmak durumundadır. Müslüman yaptıkları yapacakları konusunda Allah’ın emirlerini ve yasaklarını şuur haline getirmeli, Her an Allah’la istişare ediyorum bilincini korumalıdır. Müslüman, yemesini içmesini, yatmasını kalkmasını, almasını vermesini, küsmesini barışmasını, savaşını barışını, ekonomisini siyasetini, terbiyesini eğitimini, hukukunu cezasını Allah’ı gündemde tutarak Allah’la istişare ederek değerlendirmeyi itiyat haline getirmelidir. Müslüman tüm hayatında sadece Allah’ın rızasını hesap edebilmeli, Allah’tan başka hiç kimsenin hatırını ön plana almamalı, Allah’tan başka hiç kimsenin çektiği yere gitmemeli, sürekli Allah’ın kitabını, Allah’ın hayat programını gündeminde canlı tutarak hayatını onunla düzenlemeye gayret etmelidir…
Mü’minler otururken kalkarken, yerken içerken her durumda sürekli Rablerinin âyetleriyle karşı karşıya gelerek Rablerini zikrederler. Allah’ın âyetlerini yaratılışını düşünürler. Akılları, gözleri ve kulakları vasıtasıyla algıladıkları Allah’ın bu âyetleri kalplerini harekete geçirir ve şunu terennümden kendilerini alamazlar: Ey bütün bu âyetlerin sahibi olan Rabbimiz! Ey bütün bu âyetleri yaratan Rabbimiz! Sen bütün bu âyetleri bâtıl olarak yaratmadın! Sen bütün bunları boş yere yaratmadın! Laf olsun diye yaratmadın! Tüm bunları sen yaptın! Sen yarattın! Ama bunları boş yere yaratmadın ya Rabbi! Bizim imtihanımıza konu olsunlar diye yarattın! Zira sen abesle iştigalden münezzehsin, bizi ateşin azabından koru ya Rabbi! Diye dua niyaz ve zikirlerini ifa ederler…
İnanan insanların biyle yapmalarını emir buyuran rabbimizdir. Rabbimiz Ali imran suresinin konumuzu teşkil eden ayetlerinde, Mü’minlerin böyle demesini istiyor. Çünkü inanıyoruzki, Allah yarattığı her şeyi hak üzere yaratmıştır. Her şeyi belli bir hikmete mebni yaratmıştır. Gökleri ve yeri eğlence olsun diye, fantezi olsun diye yaratmamıştır insanın imtihanı için yaratmıştır onları. Ve Allah insandan insan için yarattığı bu göklerin de yerin de hesabını soracaktır. Çünkü Kâinatta ne varsa hepsi hak üzerine, yâni sağlam temeller üzerine kurulmuş ve belli bir hikmetle yaratılmıştır. Yaratılan her şey üzerinde belli bir kanun işlemektedir. Tüm Kâinatta hak esastır. Her şey hak üzerine bina edilmiştir. Bâtıl ise ârızî ve geçicidir. Batıl olan her şey güdüktür, batıl olan her şey bizim zararımızadır…
Müslümanlar olarak rabbimize ne kadar şükür etsek yinede azdır. Cenabı hakka hamdolsunki kitabını öncelikle şanlı Peygamberi ve ondan sonra gelenler ve zamanımıza kadarda Peygamber varisleri diye bilinen alimlerimiz tefsir etmişler, izah etmişler anlaşılması ve kavranılması hususunda ellerinden gelen gayreti esirgememeşlerdir. Örnegin bu alimlerimizden Muhammed hamdi yazır Tefsirinde diyorki: ‘’ …Bu üç hal, insanın bütün hallerini içine alır. Hatta bedene ait hareketleri içine aldığı gibi, yükselme, ortada durma, düşme gibi halleri de içerir. Demek ki bu tam akıl sahipleri, her ne halde bulunurlarsa bulunsunlar, kalpleri Allah’ı zikir (anmak)den başka bir şey ile itmi’nan (tam güven) zevkini bulamadığından, Allah’ı zikirden gaflet etmezler, gönülleri ilâhî murakabe (kendi içine dönme)ye müstağrak (dalmış)tır.
Burada zikirden maksad, gerek zat, gerek sıfat ve fiiller haysiyetiyle zikirden, aynı şekilde lisanî (dile ait) zikre eşit olup olmamaktan daha genel olarak, mutlak zikirdir. Abdullah b. Mesud hazretlerinin açıklamasına göre bu zikirden maksad namazdır ki, kudretleri yettikçe ayakta, yoksa oturarak, yoksa yattığı yerde namaz kılanlar demektir. Bununla beraber namaz, zikirler cümlesinden sayılırsa da, bütün zikirler namazdan ibarettir de denemez, namazdan e’am (daha genel)dır. „Ûlü’l-elbâb“ (tam akıllılar)ın böyle Allah’ın zikrine devam etmeleri ile vasfedilişleri, dinî terbiyede terakki etmiş halis kullar olduklarına işaret eder ki, bu vasıf burada bahis konusu olan tefekkür (düşünme) sûretiyle keşf ve müşahede edecekleri ilimlerin fenlerinin geçmiş bir şartı demek olur.
Bununla beraber , tertibe delalet etmeyeceği için, bunun bir geçmiş şart olmayıp, düşüncenin bir ayrılmaz gereği olması da mümkün görünür. Şuhud (görünür)dan, gıyabı (görünmezi) okuyabilen, vehim şüphelerinden uzak, nefse ait ilgiler ve karanlık engellerden sıyrılmış halis, tam akıl sahibleri olan, gidişatın gerçeklerini ve sıfatların hükümlerini düşünen, mülkün tavırlarını ve gayb âleminin sırlarını gözeterek, melik, yaratıcı olan Allah Teâlâ’nın sanatının inceliklerini ve kudretinin alâmetlerini görebilen bu tam akıl sahipleri, bütün hallerde Allah sevgisi ile dopdolu olarak Allah’ı anarlar.
Ve göklerin, yerin aklı hayrette bırakan durum ve yaratılışının hikmeti hakkında düşünceye girişir, her meselede Hakk’ın emrini anlamak ve gereği üzere amel ederek görevi yerine getirmede başarılı olmak için hükümler ve ilâhî tasarrufların cereyan şeklini gösteren sır ve yaratılış nizamını telakkiye ve keşfe çalışırlar. Bu yaratılmadan, gökler ve yer toplamının hem bütün, hem parça bakımından, hiçbiri hariç kalmaz. Gökler ve yer şekiller, keyfiyetler ve ayan (varlıkların Allah katındaki şekiller)ı; yaratma mefhumu da illiyyet (nedensellik) tesirinin hakikatini ifade ettiği için, bu düşüncenin ilgilendiği şey, varlıkların şekillerini ve durumlarını temaşa (seyir), tasvir, vasıflandırma, analiz, sentez ile sınırladıktan ve sebeplerini araştırmakla hepsini müşterek oldukları yaratma mefhûmunda kısaca toplayıp ve tasnif ederek, hepsini yüce yaratıcının yaratma sanatına bağladıktan sonra ilâhî saltanatı müşahede (seyr etme) ve ondan gelecek ve ahirete doğru ilme ve hikmete ait sonuçları anlama ve telakki, bu şekilde vazife hakkındaki ilâhî hükmü keşf ve tayin ederek, gereğini yerine getirme ve gayeye isabet için yine yüce yaratıcının yardım ve yaratmasına sığınmak ve iltica etmek ve böyle ahiret miad (sözleşme)ı ile ilâhî rızaya yürümektir.
Şu halde bu konu ve taleb edilen şey, bizzat ilâhî hikmet ve rabbânî siyaset ilminin konusu ve isteği olduğunda şüphe olmamakla beraber, bunda gerek Astronomi ve gerek diğer kevnî (e v rene ait) ilimler, beşere ait ilimlerin konularının hepsi birer mukaddime (başlangıç) ve yol olarak dahil bulunduğunda dahi şüphe edilmemelidir. Ve bundan dolayıdır ki, Peygamberimiz „Geçmişlerin ve geleceklerin ilimleri bana verildi.“ buyurmuştur. Ancak burada, çeşitli konuları, ilimlerin küçük olan sınırları ve nazariyelerini, şirk ve çokluk arzeden simalarını alıp, hepsinin yönelmiş olduğu tek küllî (tümel) ilme yönelmek vardır.
Bunun için bu konuda tefekkür bütün eşyanın ve beşere ait bilgilerin halk (yaratma) mefhumu altında düzenlenmesi, tanzimi ve tevhid (birleştirilmes)iyle Allah Teâlâ’ya dayandığını yakînen anlayan ve ancak Allah sevgisi ve Allah’ı zikretmekle gönlü kanan tam akıl sahiplerinin şiarı olduğu ve diğer konulardaki tefekkür, eşya dan Allah’a dönmüş olup, nihâyet Allah’a dayanmakla mütenâhî (bitecek) olabildiği halde, bu konuda düşünmenin namütenâhî (bitmez), devamlı olacağı ve bunun Evvel ve Zâhir (tecelli eden hak) isimleriyle Allah’dan başlayıp, yine Ahir (son) ve Bâtın (gizli, derûn) isimleriyle Allah’a dönmüş olacağı anlatılmıştır.
Demek olur ki, bunda yaratmanın görünüş ve tecellisinin yolunu tesbite çalışan tasvir ve tahdide ait Tabiat ve Astronomi ilimlerinin araştırılmasına da büyük bir teşvik vardır. Bütün gökler ve yer Allah’ın mülkü olduğu için, bu âlem kitabından okunabilen her hadise, her nizam, Hak Teâlâ’nın hükümlerini ve tasarrufunun şekillerini okumaktır. Onu okuyanlar ve gereğince hareket edenler, herhalde Hakk’ın nimetinden nimetlenmiş ve istifade etmiş olurlar. Fakat bunun iki şekli vardır: Birisi nimetin sahibi olan Hâlik Teâla’dan gaflet etmek, görmezlikten gelmek ve ona tabii şekilde şükrünü eda etmekten kaçınıp küfür karanlığına sapmaktır ki, bunun asıl mahiyeti Allah’ın mülkü içinde eşkiyalık ederek geçinmeye çalışmak olduğundan, sonucu felaket ve pişmanlıktır. Ve bu türlü ilim ve fenlerden nimetlenenlerin başı İblis ve şeytanlardır.
Diğeri hakiki, gerçek nimet vereni tanıyarak, ona şuur ve iman ile tabi olduğunu ve uyduğunu arzederek, şükrünü yerine getirmeye çalışmak ve bütün hareketlerini Allah’ın mülkü içinde, Allah’ın hükümlerinin tatbikine sarfetmektir ki, bunun önderleri de melekler, peygamberler, sıddıklar, şehidler gibi halis kullardır. Bunlar göklere çıkınca düşmemek üzere çıkarlar. Öbürleri ise düşüp helak olmak için çıkmaya uğraşırlar. Yukardan beri tesbit olunagelen bu mânâlarla bu âyet, yaratılışın tefekkürüne sevkederken; hem Tabiat ilimlerinin incelenmesini teşvik ediyor, hem de bu araştırmada bulunanlara büyük bir ders veriyor…
Ey Rabbimiz, sen bu mahlûku (yani gökler ve yer toplamı olan şu âlemi), batıl, hüküm ve hikmetten, fayda ve menfaatten uzak, mânâsız olarak yaratmadın. Bu ne yalandır, ne oyundur, ne de nizamsız, sonsuz, semeresiz, hikmetsiz, boş, dipsiz bir şeydir. Bunda her ilk oluş, bir ikinci oluşun başlangıcı; her hadise sonsuz olayların yoludur. Eğer bunların gerek mekan ve gerek zaman itibariyle aralarında gerekli bir nizam bulunmasaydı ve eğer şu olayların kıymetleri yalnızca ilk oluşlarıyla ölçülmek gerekseydi ve eğer bu şekilde bir aldatıcı mal olan dünya hayatı üzerine gelecekte hiçbir hüküm gerekmeseydi, bu yaratılmışlar da batıl ve yersiz demek olurdu ve hatta bu gurur metâı bile mümkün olmazdı.
Şu halde her anında yok olucu ve aceleci olan şu olaylar silsilesi, ilâhî saltanatta genel bir düzen üzere cereyan etmekte ve nice nice hikmet ve menfaatleri içine alarak sonsuz gelecekte bir ikinci oluşa doğru yürümektedir ki, bunun bir metâ olabilmesi o yöndendir. Ve batılın bir aldatma metâı olmaktan çıkması da ancak o yöne dönmesindedir.Sübhansın yâ Râb, seni tenzih ederiz, sana lâyık olmayan vasıflardan, fiillerden ve bu cümleden olarak hikmetsiz bir şey yaratmaktan mülkünü, irade ve sanatını batıla yönelmiş olmaktan uzak tanırız. Gerçi sen bunları istediğin irade ve sanatınla icad eder ve yaratırsın. Fakat irade ve sanatın hikmetten uzak olmaz, o hikmetin ve nizamın kendisidir. O halde sen bizi batıl inanç ve amellerin, hikmet gereği sebep oldukları ateş azabından koru…(Muhammed hamdi Yazır.Hak dini,kuran dili…)
Muhammed hamdi yazır rahmetliden bu ayetin anlaşılması ve kavranması hususunda degerli ifadelerinden dolayı allah razı olsun diyoruz. Aslında inanıyoruzki mü’minler için her şey bir âyettir. Mü’min gözünü ve gönlünü alabildiğine açarak Rabbinin Kâinatta yarattığı envai çeşit âyetlerini seyreden kişidir. Cenabı rabbulalemiyn bizleri şuurlu, bilinçli ne yaptıgından haberdar ve kendine muti, itaatli kullarından eylesin. Müminler olarak bizlerin gözünü ve gönlünü her zaman ayetlere duyarlı, ayetlerle hemhal, ayetlerlerle iç içe, gönül gönüle verenlerden eylesinki müminlerin vasfı hep ayetleri açıga çıkaran, ayetlerin nuruyla hareket eden,ayetlerin ışıgıyla yol bulan tarz ve tavır olmalıdır…
Ayıntabi Mehmed Efendi Tıbyan tefsirinde diyorki: (Onlar (o kâmil akıl sahihleri) ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken hep Allah Teâlâ’yı zikrederler) Ibn-i Abbâs (R.A.)’ın beyânına göre bu, namaz hakkındadır. Musalli, namazını iktidarına göre: ayakta iken, otururken, veya yan üstü yatarken edâ eder.Peygamber Efendimiz’den hastanın namazını nasıl kılacağı sorulmuş, «Ayakta iken, muktedir değil ise otururken, ona da muktedir değilse yanı üstüne yatarken.», buyurmuşlardır.
Göklerin ve yerin yaradılışını tefekkür ederler. Ve derler kii Ey Rabbimiz! Sen, bunları boşuna yaratmadın. Münezzehsin. Bizi ateş azabından koru!İbn-i Avn der ki: «Fikirler, gafleti giderir. Kalbe haşyet getirir.» Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:«Tefekkür gibi ibâdet yoktur.» buyurmuşlardır.Yine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: «Bir kimse yatarken başını kaldırıp semâya ve yıldızlara baktı. Yâ Rabbi! Varlığına şahadet ederim. Beni mağfiret et, diye niyaz Allah Teâlâ da, O’na rahmetiyle nazar ve mağfiret etti.» buyurmuşlardır. (Ayıntabi mehmed efendi.Tıbyan tefsiri…)
Konumuz tefekkürden açılmışken önemine binaen burada bazı hadisleri beraberce düşünüp fikredelim inşaallah: îbn Ebi Hatim, ve isfehani, Terğib’inde Abdullah bin Selâm’dan rivayet ettiler: Ashab-ı kiram düşünceye daldıkları bir anda Cenab-ı Peygamber çıka geldi: (Allah’ın zatı hakkında düşüncenin haram olduğunu belirterek buyurdu.) «Ey Ashabım, sakın Allah ‚ın zatı hakkında tefekkür etmeyiniz, ancak onun yarattıkları hakkında tefekkür ediniz.»
îbn Ebi Dünya «Tefekkür» kitabında İsfahanı Terğib’inde Amr bin Mürre’den rivayet ettiler: «Tefekküre dalmış bir gurubun yanından geçen Hz. Peygamber: Yaratıklar hususunda tefekkür ediniz. Sakın yaradanın hususunda tefekküre dalmayınız» dedi. İbn Ebi Dünya, Osman bin Ebi Dehri’den rivayet etti: Kulağıma geldi ki, Allah’ın Resulü ashabının yanına vardığında onları susmuş gördü. Konuşmuyorlardı. «Niçin konuşmuyorsunuz» diye sordu. Onlar: «Allah’ın yarattıklarında düşünüyoruz» dediler. Peygamber efendimiz (sav) işte böyle düşününüz. Allah’ın yarattığı hususunda düşününüz. Sakın Allah’ın zatı hususunda düşünmeyiniz» dedi.
İbn Ebi Dünya ve Tabarani, îbn Ömer’den rivayet ettiler: «Allah’ın nimetleri hususunda düşününüz. Allah’ın zatı hususuna dalmayınız.» Ebu Naim, Hilye’sinde İbn Abbas’tan rivayet etti: «Allah’ın mahlûkatı hakkında düşününüz. Sakın ha Allah’ın zatı hakkında düşünceye dalmayınız.» İbn Ebi Hatim, İbn Abbas’tan rivayet etti: «Her şey hakkında düşününüz. Sakın Allah’ın zatı hakkında düşünmeye dalmayınız.» Abd bin Humeyd, Ata tarikıyla Âişe validemizden rivayet ediyor: Ata diyor ki: Âişe’den (R.A.) sordum: «Resûlüllah’tan gördüğün en acaib şey ne ise onu bana haber ver?»
Âişe (R.A.): «Resûlülîah’ın hangi durumu vardır ki, o acaib olmasın. O, bir gece hücreme geldi, yatağıma girdi. Yatağa girdikten sonra: «Ey Âişe, yakamı bırak ki, Rabbime kulluk yapayım» dedi. Kalktı, abdest aldı, ayakta durup namaz kıldı. Ağladı. Gözyaşları mübarek göğsünün üzerine akıyordu. Sonra rükûa vardı, ağladı. Sonra secdeye vardı, ağladı. Secdeden başını kaldırdı, ağladı. Böylece Bilâl sabah ezanını okumak üzere gelip Peygambere namaz vaktinin geldiğini haber verinceye kadar namaza ve ağlamaya devam etti. Bunun üzerine:«Ey Allah’ın Resulü, seni ağlatan nedir? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek zellelerini atfetmiştir» dedim. Veya bu sözü Bilâl sordu. Cenab-ı Peygamber:
«Ben Allah’a çokça şükreden bir kul olmayayım mı?» diye cevab verdikten sonra: «Niçin ben bunu yapmayayım. Oysa bu gece benim üzerime «şüphesiz ki göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün peşpeşe gelmesinde kesinlikle akıl sahihleri için yaradanın varlığına delâlet eden birçok deliller vardır» âyeti inmiştir. Cenab-ı Peygamber bu âyetleri okuduktan sonra: «Bu âyetler ve bu âyetlerin belirtmiş oldukları nesneler hususunda düşünmeyenin vay haline» dedikten sonra «ona veyl olsun» dedi. îbn Ebi Dünya «Tefekkür» bahsinde Süfyan’dan rivayet etti: «Kim ki, Al-i imran sûresini okuyup bu belirtilen nesnelerde tefekkür etmezse veya bu âyetlerde tefekkür etmezse ona yazıklar olsun.» Bunları söyledikten sonra parmaklarıyla on tane saydı, yani on âyeti kasdediyorum, demek istedi…
Evzâi’den soruldu: «Bu âyetlerdeki tefekkürden maksad nedir?» Evzâi: «Bunları düşünerek mânâları anlayarak okumak demektir» diye cevab verdi. Îbn Ebi Dünya, Âmr bin Kays’tan rivayet ediyor: «Ben, bir, iki, üç değil birçok sahabeden dinledim, derlerdi ki: «İmanın ziyası veya İmanın nuru tefekkürdür, (düşüncedir)» İbn Sa’ad İbn Âvn tarikıyla rivayet ediyor: «Ümmü Derda’dan Ebu Derda’nın en üstün ibadeti nedir?» diye sordum. O da cevab olarak: «Tefekkür ve ibret almaktır» dedi. Ebu Şeyh, îbn Abbas’tan rivayet etti: «Bir saat tefekkür, bir gece sabaha kadar ibâdet etmekten daha hayırlıdır.»
İbn Saad, Ebu Derda’dan, Deylemi, Enes’ten merfu olarak benzerini rivayet etmişlerdir. Deylemi yine merfu olarak başka bir senedle Enes’ten «Gece ve gündüzün birbirlerini takib edişi hususunda bir saat düşünmek, seksen senelik ibâdetten daha hajyırlıdır» rivayet etti. Dikkat edile, her halde burada seksen sene düşünmeksizin, ve sathi olarak yapılan ibadetler kastedilmektedir. Ebu Şeyh, Ebu Hureyre’den rivayet etti: «Bir saatin düşüncesi, (tefekkürü) altmış senenin ibadetinden hayırlıdır.»
Dikkat edile, altmış sene tefekkürsüz, düşüncesiz ve sathi olarak yapılan İbâdet kastedilmelidir. Ebu Şeyh, Ebu Hureyre’den merfu olarak rivayet etti: Bir kişi sırt üstü yatmış, göğe bakıyor, yıldızlara bakıyor ve tefekkür ediyordu. Ve sonunda: «Allah’a yemin ederim, biliyorum ki, senin bir yaradanın ve Rab-bin vardır. Ey Allah’ım beni affet» dedi. Böylece Cenab-ı Hak ona merhamet bakışı yaptı ve onu affetti. Kardeşlerim inanıyoruzki bu rivayetler tefekkürün ne derece önemli oldugunu ortaya koymuştur. Müminler allahın kitabını anlamaya ve yaşamaya gayret edecekler, tefekkür edecekler, inançları geregi bilerek ibadet edecekler, yapılan hiç bir hareketi gelişigüzel yapmayacaklar, sorumluluk şuurunun idrakiyla gerçege ve hakikate yaklaşacaklardır inşaallah…
Ebul ala el Mevdudi Tefhimul Kuran adlı Tefsirinde diyorki: ‘’’ Örneğin bu tür insanlar, gerçekte bu karakterlerin hiçbirine sahip olmadıkları halde, başkalarının kendilerini muttakî, dindar, Allah’tan korkan bir mümin ve İlâhî Kanun’un koruyucusu diye övmelerinden hoşlanırlar veya gerçekte tam tersi olduğu halde başkalarının kendilerini samimi, fedâkar, şerefli, başkaları için kendisini feda eden, diye propaganda etmelerini isterler. Yani, „Bu ayetler (işaretler) , Allah’tan gafil olmayan ve tabiat hadiselerini bir hayvan gibi değil, düşünen bir insan gibi gözleyen herkesin hakikat’ı anlamasını sağlayabilir.“
Evrenin sistemini yakından gözlemeleri, onları, bu hayattan sonra cezaları ve mükâfatları ile bir ahiret hayatının varolduğu fikrine götürür. Sistemin kendisi, arka-planında varolan hikmeti açıkça ortaya koyar. Bundan da anlaşılacağı üzere Hakim (hikmet sahibi) olan Yaratıcı’nın insanı yaratmasının belli bir amacı vardır. Her şeyin insanın kullanımına verilmesi ve Allah’ın, insanı, iyiyi kötüden ayırdedebilecek bir idrak merkezi ile donatmış olması açıkça gösterir ki, Allah insanı bu yaratılış amacına uygun olmadığı konusunda hesaba çekecektir. Bunun sonucu, dünyada yaptığı iyilikler nedeniyle mükâfat alacak, kötülükler nedeniyle de cezalandırılacaktır…
Bu düşünce insanı, kişinin amellerinin hesaba çekileceği, ölümden sonra bir hayatın varolması gerektiği sonucuna götürür. Bu düşünceye ulaşma insanı ahiret’te cezaya çarptırılma korkusuyla doldurur ve bu nedenle kendisini Cehennem azabından koruması için Allah’a dua etmeye yöneltir. Aynı şekilde, evreni gözleme, doğru düşünebilen kimseleri, rasûllerin, evrenin başlangıcı, sonu ve yaratılış gayesi ile ilgili olarak ortaya koydukları dünya görüşünün asıl doğru görüş olduğu sonucuna götürür. Böylece onlar tarafından tavsiye edilip ortaya konan hayat tarzının tek doğru yol olduğu anlaşılır. (Tefhimul Kuran.Mevdudi…) Mevdudi rahmetlinin dedigi gibi Müminler ortaya konan hayat tarzının tek dogru yol oldugu fikriyle yaşar, bu fikri bayraklaştırırlar…
Mahmut Toptaş hocaefendi tefsirinde diyorki: Onlar (akıl sahipleri) ayakta, otururken, yanları üstünde (yatar) iken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaradılışı hakkında düşünürler: „Ey Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın, sen münezzehsin, bizi ateşin azabından koru.“ (derler)O akıllı adamlar, canına ten elbisesini et ve damarlarla dokuyup giydiren, gören göz, işiten kulak veren Allah’a şükür makamında ayakta, oturarak, yattığı yerden zikir yapar ve yaratılanları tefekkür eder.Namazını ayakta kılamazsa oturarak kılar. Oturamazsa yattığı yerden kılar. Yaratılan herşey bir veya birçok hikmete binaen yaratılmıştır. En sevmediğimiz domuz, onun da tabiatta gördüğü hizmetler vardır. Boşuna birşey yaratılmamıştır.Ya Rabbi, seni teşbih ederiz. Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Sen bizi ateşin azabından koru…. (mahmut Toptaş.Şifa Tefsiri…)
Kardeşlerim hangi zamanda yaşarsa yaşasın inanan insanların imanları geregi düşünce ve izah tarzları ve ifadeleleri birbirinin benzeridir. Çünkü müslümanlar birbirlerinin destekçisidirler. Bizlerde hiç bir zaman hangi durumda olursak olalım ibadetten kopmadan son nefesimizi verene kadar teslimiyetimizi devam ettirecegiz inşaallah ve yine diyecegizki; Müminler, o akıl sahipleri Allah’ı ayakta, oturdukları yerde ve yanları üzerine yatarlarken, nerede ve hangi konumda olurlarsa olsunlar, yatıyorlarmış, oturuyorlarmış, yahut yürüyorlarmış hiç fark etmez.
Daraldıkları, bunaldıkları her yer ve her zamanda Rablerine dua ederler, yalvarır yakarırlar. işte zikir bu anlamadır. Yâni o mü’minler ayakta iken, otururken ve yatarken, bu üç durumda iken ne yapmaları gerektiğini, Allah’ın bu durumlarda kendilerinden nasıl bir kulluk istediğini hatırlarlar ve uygulamaya koyarlar demektir. Müminler kıyamda Allah’ı zikretmeleri savaş esnasında, kıyam esnasında Allah’ın kendilerinden nasıl davranmalarını istediğini hatırlamaları ve uygulamaya koymaları anlamına gelmektedir. Çünkü mümin yeri ve zamanı geldiginde savaşçıdır.
Asrı saadete bakıldıgında Bedir’de, Uhut’ta böylece kıyamda Rablerini zikrettiler. Allah’ın adının yücelmesi ugrunda gayret ettiler. Allah’ın adının, Allah’ın âyetlerinin, Allah’ın sisteminin yücelmesi adına yapılan mücadelede aynı zamanda Allah’ı zikir olarak ifadesini bulmuştur. Oturarak zikir de, Allah’ın dinini, Allah’ın âyetlerini öğrenmek üzere oturarak ders yapmalarıdır. İşte şu anda bizler Rabbimizin rızasına mazhar olabilme ümidiyle bunu icra ediyoruz.
Yattıkları yerden zikir de, Allah için verilen bir savaşın istirahat zamanı veya Allah için gerçekleştirilen bir bilgilenmenin sonunda, yoğun bir okumanın yorgunluğu esnasında okunan âyetlerin düşünülerek anlaşılması, özümsenmesi adına gerçekleştirilen bir zikirdir. Veya Namazın kıyamında ayakta, tahiyyatında oturarak Allah’ın âyetlerini okumaktır zikir. Çünkü namaz da baştan sona zikirdir. Müminler namazlarında böyle Allah’ın âyetlerini zikrettikleri gibi, namaz sonrası istirahatlarında, yatarlarken de Allah’ı zikrederler. Yâni o mü’minlerin dünyalarında, düşüncelerinde hep Allah vardır, hep Allah’ın âyetleri vardır. Allah hep gündemlerindedir, kitap hep gündemlerindedir, cennet hep gündemlerinde, cehennem gündemlerinde, peygamber gündemlerindedir.(Ali Küçük.Besairül Kuran)
İnanan insanlar yatarlarken bile, uykularında bile, rüyalarında bile bunları düşünürler. Hayatlarında her an Allah’a kulluğun, hakkın, adâletin hâkim kılınması derdi vardır. Hakkın ikâmesi,yerine getirilmesi ve bâtılların yok edilmesi gerektiğini düşünürler ve bir ömür boyu bunun kavgasını verirler. Her zaman oldugu gibi bugünün kâfirleri de daha önceki babaları gibi, dedeleri gibi, Kendileri Allah’ın âyetleriyle ilgilenmedikleri gibi, Allah’ın âyetleri üzerinde düşünmedikleri gibi, bu âyetleri Allah kullarının gündem lerinden düşürüp, âyetleri örtüp, saklayıp, ısrarla kendi âyetlerini gündeme getirmeye çalışıyorlar.
Allah’ın kulları Allah’ın âyetleriyle tanıştıkları zaman kendi düşüncelerinin ideolojilerinin, saçma sapan felsefi akımlarının işe yaramadıgını bildikleri için Allah’ın âyetlerini örtmeye çalışıyorlar. Allah’ın âyetlerinden yüz çeviriyorlar. Kâfirler de bilindigi gibi, Allah’ın âyetlerini örten, örtbas eden, gündemden düşüren kimselerdir. Allah’ın Kâinatta yarattığı âyetlerine karşı kör ve sağır kesilen kimselerdir. Biz onların bu hallerini hiç göz ardı etmeyecegiz inşaallah onların hile ve tuzaklarına düimemeye gayret sarfedecegiz. İlerde mazeret üretmememiz için ve keşke yapmasaydım diye hayıflanmamak için attıgımız adımlara azami dikkat edecegiz inşaallah…
Merhum Naim karaman hoca bir makalesinde diyorki: Direncimizi kazanma çarelerini arayacagımıza, mikropları suçlayarak vakit öldürürsek bize yazık olur. Üstünlügümüzü kaybetmemiz kendi kusurlarımız yüzündendir. Müslümanlar için anın vacibi, bütün müesseseleriyle İslam cemaatını kurmaktır…(Misak dergisi.sayı.85.) Allahım bizleri senin emır ve yasaklar bütünlügünden ayrılanlardan,sonra pişman olanlardan eyleme,bizleri ayetlerden kopuk yaşayanlardan eyleme,bizleri fikirsiz,zikirsiz ve tefekkürsüz yaşayanlardan eyleme,bizlere senin dinini yaşama ve yaşatma azmi ver. Bizleri teslimiyet ahdine sahip çıkanlardan eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir…LU…17.11.2014…