İnsan Üzerine Notlar

Rabbimiz Bakara Suresi ayet.30-31.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi. Allah Adem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi…***

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem mealen şöyle buyurmaktadır: **Size, sizden önceki milletlerin hastalığı olan haset ve kin bulaşmış. Bunlar kazıyıcıdır. Ancak, ben saç kazımayı kastetmiyorum. Onlar din kazıyıcısıdır. Canım elinde olan Allaha yemin ederim ki, îman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de tam îman etmiş sayılmazsınız. Birbirinizi sevmenizi sağlayacak bir şeyi size göstereyim mi? Aranızda selâmı yaygınlaştırın…(Zübeyr ra. Tirmizî.)

İnsan kelimesinin, kendinden türediği kök olarak iki sözcükden bahsedilir; bunlardan biri üns kelimesidir. Üns, ünsiyet, yakınlık demektir. Bu “yakınlık, yaklaşma duygusu” bir yandan hemcinsleriyle bir arada yaşama durumunda olan insanın başka insanlara karşı yakınlığını, bir yandan da Allah’a bütün varlıkların üstünde olan yakınlığını ifade eder. Geçmişten günümüze kadar insan unsurunu sosyolojik olarak inceleyen, insan unsuru üzerinde kafa yoranlar insanı üç şekilde tarif edilmiştir. Bunlardan ilk ikisi insanı sadece tek yönüyle ele alırken üçüncüsü insanı tüm yönleriyle ele alarak incelemişlerdir. Bir kısım İlim adamları insanı baş, göz, kulak, burun, ağız, el, kol, bacak, karaciğer, akciğer, mide gibi maddi organlardan oluşmuş bir varlık olarak kabul ederken, bir kısmı ise insanın tüm organlarını görmezden gelircesine maddi yönünü göz ardı edip, sadece ruhtan meydana geldiğini iddia etmişlerdir.

Ayrıca bazıları insanı şu şekilde tarif ederler. “İnsan alet kullanan hayvandır, akıllı hayvandır, konuşan hayvandır, gülen hayvandır, hayvan olmak istemeyen tek hayvandır ve saire gibi ifadelerle anlatmaya çalışmışlardır. ” Her şeyde dengeyi esas alan islam dini ise insanı tarif ederken de dengeyi ön planda tutmuş ve en güzel şekilde ifade etmiştir. Dinimize göre insan; beden ve ruhtan oluşan, düşünen, şuurlu, iman ve ilim sahibi bir varlıktır. İnsanla ilgili olarak, beşer ve Adem kelimeleri Kur’an’da sık sık kullanılan iki kavramdır. Rabbimiz Sad suresi ayet.75.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah! Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi…***

Bu ayeti kerime, insanın yapısındaki iki temel özelligi açıklamaktadır: Kur’an’da yalnızca insanla ilgili olarak böyle bir ifade kullanılır ki, bu ifade, insanın Ademiyet ve beşeriyet yanlarını ortaya koyar. Ademiyet yapısı, insanın ruh yapısı, manevi tarafı, melekî tarafıdır. Beşeriyet yapısı ise, insanın dış yapısını, toprak yönünü, tabir caizse, hayvanî tarafını, fiziki özelliklerini ifade eder. Müşrikler, insanı sadece bir beşer olarak kabul etmeye ve yalnız zahiri nitelikleriyle ele almaya meyillidirler. Günümüzde de batı kültür ve uygarlığı, insanı hayvanlardan bir hayvan ve yeme, içme, uyuma ve nefsi arzulara ihtiyaçtan ibaret bir varlık olarak değerlendirir.

Halbuki insan, yalnız beşeri yönüyle değil; ruhi, manevi yönüyle de insandır. İnsanın hayvanlardan farkı ve üstünlüğü, gerçek anlamda Ademiyyet yönüyledir. Ademiyyet, insanın tefekkür ve irade sahibi olma özelliğini belirtir. Bu ademiyyet vasfına sahip olan insanın önünde melekler secdeye kapanmıştır: Yine Rabbimiz Hicr suresi ayet. 28-29.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Hani Rabbin meleklere demişti ki: „Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım.“
Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan ütlediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın…***

Secde Suresi ayet. 9.da ise mealen şöyle buyurulmaktadır: *** Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz…*** Mahmut Toptaş Hocaefendi bu ayetin izahında diyorki: * Sonra onu düzeltti ve ona ruhundan üfürdü. Size kulaklar, gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz. Herkesin yemeğe ihtiyacı olduğu gibi, „iman“ etmeye de ihtiyacı vardır. Yemek yemenizi nasıl ki, başkasının başına kakmıyorsunuz, iman etmenizi de başa kakmayın. Yemek içmek nasıl ki vücudunuzun bir ihtiyacıdır, iman da kalbinizin ve ruhunuzun bir ihtiyacıdır.

Bundan dolayı Allah’a hamdü sena etmeniz gerekir. „Bana bu hidayeti verdi¬ğinden dolayı, Allah’a hamdü senalar olsun“ dememiz gerekir. Allah (c.c.) herşeyi engüzel şekilde yaratmıştır. Ama bu en güzel¬lerin içerisinde, insanı daha güzel bir kıvamda yaratmıştır. Yaratılışımız çamurdandır. Sonra erkekle kadının bir araya gelmesiyle insanın menisinden yaratıldığımıza dikkat çekiyor. Yaratılışımızın başlangıcı toprak, devamı ise sudur. Aynanın karşısına geçip bedeniniz güzelleşmesi için çalışıyorsunuz. Sonra çalışmaya gidiyorsunuz? Neden?; Kendi bedeninizi, eşinizi, ço¬cuğunuzu beslemek, büyütmek, kimseye muhtaç etmemek, sıhhat ve afiyet içerisinde yaşatmak, helalinden kazanmak için.

İşte bu tenimize Rabbim dikkat çekiyor. Bu tenin topraktan geldiğini söylüyor. Topraktan yaratılan bu insana beden veriyor, kalp veriyor, göz veriyor, gönül veriyor, O’na ruhundan üfürüyor. Kur’an-ı Kerim’de „kalp“ diye isimlendirilen şey bizim bildiğimiz et parçası değildir. Manevi anlamda İnanan, seven, kızan bir özelliğimiz varya işte kalp odur. İşte Allah (c.c.) bunu bize lütfetmiştir. Bunu ça¬murdan yaratılmış bir varlığa lütfetmiştir. Bazı insanlar, Darvin nazariyesine inanıpta, „biz çamurdan gelme¬dik maymundan geldik“ diyebilirler. Siz bunlara da acıyın, merhamet edin. Bunlar çocuk akıllı insanlardır.

Olur mu hocam ? Bunu profesörler söylüyor. Olsun Profesör olupta bunayan insan yok mu? bu memle¬kette? Bunlar bunamış insanlardır. Onun için bunlara merhamet etmek lazımdır. İmansız insanlar, topraktan insanın çıktığına inanmazlar. Onlara şöyle seylememiz gerekir. Topraktan çiçeğin, ağacın çıktığını görüyor¬sun değil mi? Paristeki parfüm fabrikasının ürettiği koku sayısı bellidir ve sınırlıdır. Ama tabiattan çıkan her koku sayısı sınırsızdır. Tabiatta biten her çiçeğin kokusu ve rengi birbirinden farklıdır. İnsanlık hala ör¬nek ve önder olarak tabiatı kendisine rehber edinmektedir. Öyleyse Allah (c.c.) bu kara topraktan laleyi sümbülü, karanfili, bül¬bülü çıkardığı gibi insanı da çıkarmıştır. „Topraktan geldiğime inan¬mam“ diyen bir adam kendisinin nereden geldiğini bilmektedir. Doktorların ifadesiyle bir meninin beş milyonda birinden küçük bir ya¬ratıktan meydana gelmiştir. İşte o küçücük yaratığa göz veriyor, kulak veriyor, bir de gönül veriyor. Bu insanlığın yapabileceği bir şey değil¬dir. Bu güne kadar yapmak için uğraşmış ama yapamamıştır…(Mahmut Toptaş. Şifa Tefsiri) *

İşte, insanın Ademiyet yanı, onun ışıl ışıl bir ruha, dolayısıyla gözleri iyi gören ve kulağı iyi duyan apaydınlık bir kalbe sahip olup, şeytanın aldatmalarından uzak durması yanıdır. Bu hal, insanın kamil halidir; yani Adem insanı kamildir. İnsanın bu hali yitirişinden sonra yeryüzüündeki hayatı ve mücadelesi bu halini yeniden kazanmaya yöneliktir. Ademi yön, Türkçe’de Adem olmak anlamında “adam olmak” deyimiyle ifade olunur. Adam olmak, Adem gibi olmak, Ademi yönü ağır basmak demektir.

Fakat, insan hem Ademi, hem de beşeri yönden oluşan bir varlıktır. İşte, onun Allah’ın iki eliyle yaratılmış olması, bu gerçeğin ifadesidir. İşte, topraktan yaratılan insanın beşeriyet yanı, Kur’an’ın ifadesiyle “unutkanlığının, nankörlüğünün, aceleciliğinin, haklı-haksız tartışmayı pek sevmesinin, bilgisizliğinin, zalimliğinin ve zayıflığının sembolüdür. Bu olumsuz nitelikleri bastıracak olan da, insanın ademiyet yanıdır, manevi duyularıdır, kalbidir. İnsan, sadece beşer olarak kalmamalı, beşeriyetini ademiyetinin emrine vererek, kamil manadaki halini kazanmaya çalışmalıdır. Kur’an’da kamil manası ahseni takvim Yani en güzel kıvam, en güzel yaratılış denirken; insanın bu özelliklerinden bütünüyle uzaklaşmış ve hayvanlaşmış, beşeriyete yuvarlanmış haline de “esfel-i safilin” yani alçakların alçağı, ya da aşagıların aşagısı denir.

İşte, insanlar da, kendilerini yalnızca beşer olarak görmeden, beşeriyet ve ademiyetten oluşan bir varlık olduklarını unutmadan, şeytanın adımları ardınca gitmezler ve her yanlış hareketlerinden sonra tevbe ederlerse, meleklerin önlerinde secde ettiği Adem halini alır, unutkan insandan; kamil mü’min insan olma durumuna ulaşabilirler. İnsanın ruhu ise, görünmeyen, manevi yönünü oluşturur. İnsanın ruhu olduğu aşikardır. Bu gerçek, ölüm halinde özellikle kendini ortaya koyar. Diri ile ölü arasındaki fark, diride ruhun bulunması, ölü bedende ise bulunmamasıdır.

Uyku da küçük bir ölüm gibidir. Uyku halinde ruhun insanı bir an için terkedişi de, ruhun varlığıyla ilgili bize kesin bilgi verir. Rabbimiz Zümer Suresi ayet. 42.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır…*** İnsan bedeniyle hareket eder ve algılar. Ruhuyla idrak eder, düşünür, bilir, sever, nefret eder, sevinç ve üzüntü duyar. İnsanın bütün iç dünyası, manevi, görünmeyen aleminin faaliyetleri ruhun faaliyetleridir. Ruh, Allah’ın sırlarından, gizliliklerindendir. İnsanın onun esrarına vakıf olması mümkün değildir.
İnsan kompleksini oluşturan beden ve ruhunsurlarının kendilerine has birtakım ihtiyaçları vardır. İnsan bunları elde etmek için gayret sarfeder. Maddi unsur (beden), yeme, içme, uyuma, nefes alıp verme gibi maddi ihtiyaçlarını gideremediği zaman rahatsız olduğu gibi; manevi unsur olan ruh da ihtiyaçlarını gideremeyince muzdarip olmaktadır. Ruhun ihtiyaçları, Rabbini zikredip ibadet etmek, kendisinden geldiği ilahi merciye doğru yol almak ve O’na yakınlaşmak için gerekli çabayı göstermek gibi ruhi gıdalardır. Her iki unsurun ihtiyaçları ve beslendikleri gıdalar birbirlerinden tamamen ayrıdır.

Ruhi gıdalar olan zikir ve ibadetler yalnız başına bedeni besleyip ayakta tutamadığı gibi, bedenin ihtiyaçları olan maddi gıdalar ve zevkler de hiç bir zaman ruhu sağlıklı bir ortamda tutamaz, onu mutlu ve huzurlu edemez. Allah insana, hem fücuru yani günah ve kötülüğe meyli, hem takvayı yani günahlardan korunmayı ilham ettiği için insan, bir taraftan melek tabiatına, bir taraftan da hayvan tabiatına sahiptir. Ama, İslam fıtratı ile yaratıldığından, akıl, vicdan ve güzele meyil gibi nimetlerle donatıldığından ve Allah’ın Kitap, peygamber, hidayet gibi lütuflarından dolayı hayra meyli önceliklidir. İnsan, kendi fıtratının özelliklerini muhafaza ederek, Rabbini zikredip ibadet ederse, meleklerden olan üstünlüğünü korumuş olur.

Ama melek tabiatını kaybedip yanız maddî ihtiyaçlarını tatmin etmeyi düşünürse, hayvanlar seviyesinde bir mahluk olur: İnsan ve onun duyguları zaman ve mekanla sınırlıdır. Zaman ve mekan dışı şeyleri olduğu gibi kavrayabilmekten uzaktır. Hatta insan çoğu kez zamanın ve mekanın içindeki birçok şeyden bile haberdar olamamaktadır. Dahası, kendi benliğinin sırlarını dahi henüz tam çözebilmiş değildir. İnsan bağımlıdır. Anasına, çevresine, toprağa, dünyaya ve ahirete olan bağlarıyla birlikte doğar. Doğmasındaki katkısı ne kadarsa, ölmesindeki katkısıda ancak o kadardır. Ne doğuşuna kendisi karar verebilir, ne ölümüne ve ne de doğumdan ölüme kadarki gelişim ve değişim sürecine… Bütün bunlar, kendisi dışındaki bir karar merkezinde belirlenip icra edilir. Onun, hayatın değişmez yasaları dediğimiz bu “ilahi kanunlara” uymaktan başka yapacağı pek bir şey yoktur.

İnsan muhtaçtır. Yardıma, bakıma, besine, suya, insana, anaya, babaya, toprağa, göğe, sevgiye, terbiyeye, bilgiye, görgüye, çevreye ve daha birçok şeye… O, bu ihtiyaçlarından bazılarına daha doğar doğmaz, bazılarına da doğal gelişimini tamamladıkça gereksinim duyar. Çünkü insan, değişerek gelişebilen bir varlıktır. İnsanın diğer canlılarla ortak yönleri vardır. Görünebilen tüm canlılar: Beslenirler, hücrelerden oluşmuşlardır, hareketlidirler, büyürler, çoğalırlar, solunum ve boşaltım yaparlar. İnsan, “insan” olma özelliğini, “iman” etme özelliği dolayısıyla kazanmıştır. Çünkü akıl ve kalp sahibidir. İşte, yukarıda sayılan maddelerden insana özgü olan ve insanı hayvandan ayıran en büyüğü imandır. İmandır, çünkü insan, gücü sınırlı, bağımlı ve muhtaç bir varlıktır. Kendinden daha güçlü olan, kendisi gibi bağımlı ve muhtaç olmayan birinin yardımı olmadan yaşayamaz. Güçsüzlüğünü, bağımlılığını ve muhtaç oluşunu her farkedişte bağlanacak, inanacak, güvenecek, sığınacak, tutunacak ve barınacak birini arar. İnsanı hayvandan ayıran diğer önemli özellik ise ilimdir. İman ve ilim sayesinde insan, kendi hür iradesiyle Allah’a kulluk yaparak en güzel biçimdeki yaratılışına uygun bir hayat yaşayabilir. İman, ilim ve ibadetten uzak insan ise varlıkların en sevimsizi, en adisi olur. İnsan bilinçli bir varlıktır: İnsan, öz varlığının bilincindedir.Yani kendi yaratılışını, kainatın niteliğini, kendisi ile kainat arasındaki ilişkinin nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiğinin bilincine sahiptir. İnsan seçme yeteneğine sahip tek varlıktır: İnsan tabiata karşı, maddi ve ruhi isteklerine karşı, üzerinde hakim olan ilahi ve beşeri otoriteye karşı gelebilecek kabiliyettedir. Mesela; İnsan kendini sevme ve tehlikeden koruma içgüdüsüne karşı gelip intihar edebilir. Kendi varlığını hiçe sayıp başkası veya inandığı değerler uğruna fedakârlık yapabilir, hayatını bile feda edebilir. Lüks içinde ve rahat bir ortamda yaşama imkanı varken bunlardan kaçınıp mütevazi yaşamayı seçebilir. Tüm bunlar insanın seçebilen bir varlık olduğunu gösterir.

İnsan, üreten bir canlıdır. En küçük şekillerden dev sanayi ürünlerine, güzel sanatlardan mimariye kadar pekçok yeni şeyler meydana getirir. İnsan meraklı bir varlıktır: İnsan, canlılar içinde en meraklı olan yaratıktır; hatta tek meraklı varlıktır diyebiliriz. Çünkü hayvanların herhangi bir şeye yönelmeleri meraklarından değil; içgüdülerinden kaynaklanır. Oysa insan, merakı sayesinde tabiatı ve kendisini keşfeder. Bu gün ulaşılan teknolojik gelişmenin ve sosyal bilimlerin temeli insanın tabiatı ve kendisini merak etmesine dayanır. Kur’anı Kerim, insanlara gönderilen bir kitaptır. Kur’an’ın ekseninde insan vardır. Her ayet insanla ilgilidir. İnsanı en iyi tanıyan onun yaratıcısı olduğundan, kullanım kılavuzu şeklinde, insanın nasıl yaşaması gerektiği o kitapta öğretilir. İnsanın nasıl bir varlık olduğu, yaratıcı tarafından tanımlanır. Yani kısacası İnsan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir.

İnsan, çok büyük bir ilmi kapasiteye sahiptir. Çünkü Allah, ona kendi ilminden öğretti. Melek olsun, diğer varlıklar olsun ona öğretilen ilimde, yani eşyanın mahiyetini bilmekte ona erişemezler. İnsan, Allah’ı tanıma kabiliyetini fıtratında taşır. Bunun için küfür ve inkar, insanın fıtri tabiatından bir sapmadır. İnsanın özünde, hayvanda ve bitkide bulunmayan büyük bir güç vardır. İnsan, hem maddedir, hem de mana; hem cisimdir, hem de ruh. İnsan, ahlaki vicdana sahiptir. İyiliği ve kötülüğü seçme kabiliyetine sahip iradeli bir canlıdır. Dogru olanı aynı zamanda Yanlışı seçmede serbest bırakılmıştır. İnsan, özünde şeref yüceliğini taşır. Allah, onu diğer varlıklara nazaran daha üstün yaratmıştır. Fakat kendi üstünlük ve şerefini sezmezse, aşağılığa ve esarete düşer. İnsan, kendisini yaratan Allah’ı hatırlama kabiliyetine de sahiptir.

İnsan; Allah’ın yüce varlığını kavrar ve O’na varmak için tüm diğer arzulardan vazgeçebilir. Rabbimiz İnşikak Suresi ayet. 6 da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O’na varacaksın…*** Yeryüzündeki bütün nimetler insan için yaratılmıştır. Diğer yaratıklar onun hizmetine verilmiştir. İnsan, Allah’a karşı sorumlu tutulmuştur. Yalnız Allah’a ibadet eder, O’na kulluk edip emrine itaat eder. İnsana yaratılış gayesi öğretilmiştir. Allah’ı unutursa, kendisini de unutmuş olacaktır. Allah’ı unutan insan, yeryüzünde şaşırmış bir varlık haline gelir. İnsan, yalnız maddi meseleler için çabalayıp maddi yönünü tatmin etmez. O, Allah’ın rızasını hedeflerin en yücesi olarak seçer. Yalnız O’nun rızasını kazanmak için çabalar. İnsanın iyi taraflarını Kitabımızdan ögrendigimiz gfibi yine kötü taraflarınıda Kuraı kerime bakarak ögreniyoruz şöyleki: İnsan, kendisini tanımazsa zalim ve cahil kalır. Bazan Allah’ın nimetlerini görmezlikten gelerek nankörlük yapar. İnsan, bazan kendini yeterli zanneder ve Allah’a ihtiyaç duymadığı anlayışıyla tuğyan eder yani azar, taşkınlık yapar. İnsan, işlerinde çoğu zaman acelecidir. İnsan, zorluklarla karşı karşıya gelince Allah’ı hatırlar. Zorluklar geçip gidince sanki hiç bir olay olmamış gibi Allah’ı unutur. Allah’ın keremini unutarak cimrileşir. İnsan, hırs ve ihtiraslarla donatılmış bir varlıktır. Rabbimiz bu konuda Mearic Suresi ayet. 19 .da mealen şöyle buyurmaktadır:*** Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır…***

İnsan, eğer kötülük görürse inler, sızlanır, bağırır ve yardım ister. Eğer kendisine nimet verilirse cimrileşir. İnsan zayıf yaratılmıştır. Acizdir. Görüldüğü gibi, Kur’an-ı Kerim’e göre insanın iki ayrı cephesi vardır. Hayır ve şer tarafları. Kur’anı Kerim’de sayılan iyi, üstün özellik ve kabiliyetler insanın özünde potansiyel olarak mevcuttur. İnsan, bunları açığa çıkarmak ve kuvvetlendirmekle görevlidir. Ancak iman ve takva ile bu güzel vasıflar ortaya çıkar ve gelişir. Eğer iman olmazsa, bütün bu iyi kabiliyetler, İnsanın aleyhine işler. Yani insan, gerçekten iman edince insanlaşır. İmansız insanın insanlığı eksik ve noksan olup ihtiraslarla, sömürücülükle, cimrilik ve kan dökücülükle insan, vahşi hayvanlardan daha da vahşileşir.

İnsan tabiatı incelerken varlıkların ve olayların içyüzüne inmeye, olaylar arasında ilişki kurmaya ve bunların gerisindeki gerçeği keşfetmeye çalışır. Mesela; Hayvanların istekleri ve arzuları sadece kendilerine aittir. Hayvan, içinde yaşadığı hayvan topluluğun veya tüm hayvan aleminin istekleri ve mutluluğu için değil; kendi için yaşar. İnsan ise, önce kendisinden başlayarak ailesi, akrabası, komşusu, yaşadığı toplum ve tüm insanlığı düşünmek durumundadır; hem kendinin, hem de toplumun mutluluğu ve huzuru için çalışır. Daha dogrusu öyle olmak zorundadır. Hayvanlar tabiat şartlarının zorlaması ve hayati tehlikelerin dışında bulundukları yerden başka bölgelere göç etmezler. İnsan ise, böyle bir zorlama olmaksızın merak eder, seyahat eder, tarihi ve turistik yerleri gezer, ülkesinin dışına çıkar, ticari işler yapar.

Hayvanların kendi geçmişlerini, türünün veya hayvanlar aleminin geçmişini bilmediği gibi geleceği ile ilgili de hiç bir tahmini yoktur. İnsan ise, kendi geçmişini, insanlığın ve kainatın geçmişini araştırır ve geleceği ile ilgili endişe, telaş ve umut taşır. İnsan aklı ile hareket eder, iradesini kontrol altına alır; hayvan ise içgüdüleri ile hareket eder. İnsan iman eder, sorumluluk yüklenir. Hayvanların böyle bir sorumluluğu yoktur. İnsan yeteneklerini geliştirebilmesi için eğitime muhtaçtır. Hayvanlar ise, yeteneklerini doğumla beraber kazanmış olurlar. İnsanın eğitilebilir özellikleri vardır. Bunlar: Zekâ: İnsanın yüksek bir zekası, karmaşık bir merkezi sinir sistemi vardır. İnsan düşünebilen, yargıda bulunabilen tek canlıdır. Anlatma yani ifade yeteneği: İnsan çok değişik sesler çıkarır. Bu sesleri bir araya getirerek cümleler kurar, bu cümleleri birtakım sembollerle anlatır. Ellerinin yapısı ve vücudunun dik durması: İnsanın eli, yapısı itibariyle her biçimde ve boyutta cismi tutma ve kullanmaya elverişlidir. İki ayağı üzerinde durması, ellerinin boş kalmasına, bu sayede üstün ve yapıcı bir varlık olmasına yarar. Öğrenme ve yeni denemelerde bulunma yeteneği: İnsan daima amaçlı ya da amaçsız olarak çevresinde olup bitenleri, eşyayı dikkatle gözleme, inceleme ve değerlendirme yeteneğine sahiptir. İnsanda daima yeni şeyler üretme arzusu vardır. Cenabı hakka binlerce şükürler olsunki, bizler bu ve benzeri konularda ateistler gibi düşünmüyoruz, hayvanları ata bilenleri cehalet çukuruna düşmüş maddeci zavallılar olarak ebedi kaybedenler sınıfında görüyoruz.

Rabbimiz Araf Suresi ayet. 179.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır…*** Maddecilere göre insan, dünyaya gelir, her canlı gibi yer, içer, nefsi arzularını yerine getirir ve sonra toprağa karışır gider. Yani, insan yaşamak için yaşar. Basit dünyevi hedeflerin ötesinde bir yaratılış amacı yoktur. O, ot gibi yaşayıp gideceğini, sonra ot gibi kuruyup yok olacağını zanneder.

Bizler inanıyoruzki; İnsanın yaratılış gayesini Allah Celle şanuhu belirlemektedir: İnsan, yalnız yemek, içmek, gezmek tozmak için yaratılsaydı insanın herhangi bir hayvandan farkı olmazdı. İnsan boş yere yaratılmamış ve başı boş bırakılmamıştır. O, bir görevi yerine getirmek için yeryüzüne gönderilmiştir. Kendisi gibi herhangi bir yaratığa kul, köle olmak için değil; yaratanını tanımak ve O’na ibadet etmek, dünyada Allah’ın hükmünü hakim kılmak, buna karşı çıkan engelleyici güçleri yani fitneyi ve bozguncuları bertaraf etmek suretiyle halifelik görevini yürütmek için yaratılmıştır. İnsan, nefsi için değil; Allah’a ibadet etmek için, şu fani dünya için değil; ebedi hayat için yaratılmıştır.

Rabbimiz Müminun Suresi ayet. 115.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız ?*** Rabbimiz yine Zariyat Suresi ayet.56.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım…*** Müslüman her an ve zamanda Rabbinden geldigini ve sonuçta yine Rabbine kavuşacagını kesinlikle aklından çıkarmayan bir düşünce yapısına sahiptir. Söz ve hal diliyle derki; Allah’dan geldim, Allah’a gidiyorum. Ecelim geldiğinde her canlı gibi ben de ölüm denilen geçitten geçerek gayb alemine giderim. Şu bir gerçektir ki, ölmek, yok olmak değildir. Ölüm, insanı oluşturan asıl özelligi olan ruhun, elbisesi durumunda olan geçici beden özelliginden bir müddet ayrılıp onu terketmesidir.

Müslüman açısından ölüm, korkulacak bir olay değil; esas yurdumuz, baba mekanımız olan cennet yurduna, sonsuz aleme göç etmek demektir. Zorluk ve yoklukların sona ermesi, sevdiğimiz her şeye kavuşma demektir ifadelerini inanarak zikreden yapının sahibidir Müslüman… İtikadi düşünce açısından insanlar gruplandırılırken, temel olarak iki grup insan karşımıza çıkar: a) Mü’minler (müslümanlar), b) Kafirler topluluğu. Müslümanlar kendi aralarında iki ayrı isimle isimlendirilirlerse de netice itibariyle pek farklı değildirler. Bunları kısa da olsa tanımlamaya çalışalım. Mümin: İnanmış anlamına gelen mü’min, Rasülullah (s.a.v.)’in Allah’tan getirdiği dini (İslam’ı) kalple tasdik, dille ikrar ve erkanını yaşayan insanlara denir. Müslüman: Teslim olmuş anlamına gelen müslüman, Peygamber efendimizin (sav) Allah’tan getirdiği dine yani İslama kalple, lisanla ve azalarla teslim olmuş kimsedir. Kalbi yönü yani imanı bilinmediğinden dolayı, lisan ve azalarla teslim olan kimse de müslümandır. Fasık: İtaatten çıkan veya herhangi bir anlamda itaatsizlikte bulunan kimse demektir. Bununla birlikte ıstılahta daha çok açıktan günah işlemekten çekinmeyen günahkar müslümana fasık denilmesi adet haline gelmiştir. Kafirler topluluğuna gelince; kafirler de temelde üç gruba ayrılırlarsa da, bunlar da netice itibarıyla pek farklı bir durum arzetmezler. Kafir : Yalanlayan ve inkar eden anlamına gelen kafir, İslam Dininin tümünü veya bir cüzünü inkar edip yalanlayan kimsedir.

Müşrik : Ortak koşan anlamına gelen müşrik, Allah’ın zatına, isimlerine ve sıfatlarına başka bir şeyi şirk koşan, yani ortak eden kimsedir. Başka bir ifadeyle Allah’ı kabullenmekle beraber, O’na ait hakları, başkasının kendisinde görmesi veya bu hakları başkasına vermesi şirk; bunu yapan kimse de müşriktir. Münafık : Gizli bir özellik olarak nifaka sahip olan kimseye denir. Kalbiyle İslam’a inanmadığı halde, müslümanların yanında müslüman görünmek isteyen kimseye münafık denir. Yani, mü’minlerin yanında mü’min, müşriklerin yanında müşrik görünen iki yüzlü insanlardır. (Ahmet Kalkan)

İnsan unsurunu anlatmak kısa bir makalenin konusu olmamalıdır elbette. Yalnız bizler sadece Kuran ve Sünneti seniyyeden aldıgımız bilgiler dogrultusunda insanı tanıyabilir ve öylece anlamaya gayret ederiz. Bazılartının dedigi gibi insan bütünüyle muamma yani bilinmezlik içinde olan bir yaratık degildir böyle taraflarıda mutlaka vardır. Ama yukarıda da ifade etmeye çalıştıgımız gibi Bedeni ve Ruhi açıdan insan unsuru hakkında bilinenler daha fazladır kanaatındayız. Daraldıgımız noktalarda anında bizlere Ebedi hayat mektebimiz yardımcı olacaktır. Rabbimiz İnsan Suresi ayet: 1-3.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi ? Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör…***

Allahım bizleri senin dogru yolundan sıratı müstakimden ayırma. Bizleri hesap gününde rezil ve rüsvay olanlardan degil, imtihanı hakkıyla kazandırdıgın kulların içine dahil eyle. Bizleri dünyada ve ahirette yüzü gülenlerden eyle. Bizleri dünyada ve ahirette razı oldugun kullarıyın safında bulundur. Bizleri Kuran ve sünneti seniyye nurundan uzakta bırakma. Bizleri Ehli sünnet yolundan ayırma.sen her şeylere kadirsin allahım…Amin…

Sermedkadir…07. 10.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.