İslam Dışı Fırkalar

Peyganmber efendimiz Ebu Davutta zikredilen bir hadisinde mealen şöyle buyurmuşlardır: *** Ümmetimin içinden, hastalığa müptela olmuş kimsenin vücuduna kuduzun yayıldığı gibi, arzuların hakim olacağı bir takım guruplar çıkacaktır. Söz konu¬su hastalıktan etkilenmeyen hiç bir damar ve eklem de kalmayacaktır…***

Bir başka hadiste Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)’den mealen şöyle rivayet etmiştir: ** Yahudiler yetmişbir ya da yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da aynı şekilde (veya aynı sayıda) fırkalara ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılacaktır…**

Başka bir hadisi şerifte, Taberani, Evsat ve Kebir’de Ebu Umame (r.a)’den rivayet etmiştir mealen şöyle: ** İsrailoğuilan yetmişbir fırkaya ayrıldı. Hıristiyanlar da yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetimin arasından çıkacak fırkaların sayısı onlannkinden fazla olacaktır. En kalabalık cemaat (sevad-ı a’zam) hariç, hepsi cehenneme gideceklerdir…***

İnanıyoruzki müslümanların bilme sorumlulugu olmamasına ragmen öncelikle, Yahudiler ve hıristiyanların degişik fırkalara ayrılmış oldugu bilgisine böylelikle ulaşmış bulunuyoruz. Kısa da olsa bu konuda durmanın faydalı oldugu inancını taşıyoruz. Önce Yahudi fırkalarına ve sonrada hristiyan fırkalarına bakalım.

YAHUDİLERİN FIRKALARA AYRILMASI MESELESİ: Bütün tarihçilerin ortak görüşüne göre Tevrat’ın orjinal şekli kaybolmuştur. Yahudilerin bizzat kendi kitapları da bunun doğruluğuna tanıklık etmektedir. Tevrat’ın orjinal nüshası kaybolduktan sonra, Babil esaretinin ardından Musa Aleyhiselamın beş kitabı yazılmıştır. Bundan dolayı, bugün Samira yahudilerinin elinde bulunan Tevrat’ın, Musa Aleyhiselamın beş kitabından farklı olduğunu görürüz. Ancak yahudiler ve hıristiyanlar bu Tevrat’ı gerçek Tevrat olarak kabul etmektedirler.

Ahd-i Kadim yani şu andaki yahudilerin elinde bulunan tevrat kitaplarında, kitapların en önemlisi olan Tesniye kitabının kaybolduğu ve yüzyıllar sonra bulunduğu ifade edilmektedir. Bu, Tev¬rat’ın diğer bölümlerinin Musa aleyhiselama indirilen Tevrat olduğu imajı ver¬meyi amaçlayan bir ifadedir. Yine Ahd-i Kadim kitaplarında çok sayıda yalancı peygamberin geldiğinden ve komşu beldelerde yaşayan insanların ibadet şekillerinin yahudilerin ibadetleri arasına karıştığından söz edilmektedir. Bu tür gelişmeler, yahudiler arasında bir çok fırkanın ortaya çıkmasına neden olmuş¬tur.

Daha sonra yahudiler dünyanın değişik bölgelerine dağıldılar ve yaşadıktan çevrelerden etkilendiler. Bu durum onların arasından çıkan fırkaların sayısının çokluğunda etkili olmuştur. Çağımızda bu dağılmanın ne derece etkili oldu¬ğunu görmekteyiz. Filistin’e göç eden yahudi guruplarının her birinin, diğerle¬rinden farklı yönleri bulunmaktadır. Yahudilerin yaşadıkları çevrelerden etki¬lenmelerine örnek olarak, Osmanlı topraklarında ortaya çıkan „dönmeler“ fır¬kası ile Habeşistan topraklarında ortaya çıkan „falaşalar“ fırkasının durumu gösterilebilir…

Yahudi fırkalarının tarihi gelişmelerini incelemek ve aralarındaki ayrılıkları ortaya koymak bu makalemizin asli amacı arasında değildir. Çünkü bu konuyla ilgili rivayetlerin kullanılabilmesi için ilmi bir değerlendirmeye ve incelemeye ih¬tiyaç vardır. Ahd-i Cedid kitapları, örnek olarak yahudilerin Musa Aleyhiselam ile karşılaşmaları sırasında Ferrisiler ve Sadukiler diye iki fırkaya ayrılmış olmalarından söz etmektedir. Ahd-i Kadim kitaplarını inceleyenler, bu kitapların değişik zamanlarda, değişik kalemler tarafından yazılmış olduklarını ve kitap¬ların yazılmasında sözlü nakillere dayanıldığını söylemektedirler. Bütün bu konular değişik görüş ayrılıklarına ve bölünmelerine neden olmuştur. Malik bin Nebi, ‚Zahirel Kur’aniyye‘ adlı kitabında, bazı tarihçilerin, Ermeya kitabından başka hiç bir kitabın asıl nüshasının bulunmadığım, sadece bu kitaba güvenmenin mümkün olabileceğini söylediklerini belirtmektedir. Ermeya kitabı ise, yalan yere kitap oluşturan kalemleri lanetlemektedir. Yahudilerin fırkalarının çok olmasına neden olan unsurlardan biri de Telmud ve onun Tevrat’ın yanındaki yeri ile ilgili tutumdur. Bazıları Telmud’u da¬ha üstün tutarken, bazıları onu Tevrat’tan sonra gelen bir kitap olarak değerlen¬dirmektedirler.

Yahudilerin bölünmelerinde etkisi olan bunun gibi pek çok ne¬den bulunabilir. Dr. Şelbi söz konusu kitabında şöyle diyor: Ahd-i Kadim’in düzenlenmesi işine çok sayıda yazıcının katılmış olması nedeniyle içerisine pek çok yanlışlık girmiştir. Örnek olarak bu yanlışlıklardan bazılarım şöyle sıralayabiliriz: „Ahd-i Kadim kitabında geçen rakamlar dikkatlice incelenip yazılmış ol¬madığından bu konuda yanlışlıklar olmuştur. Mesela, Huruç (çıkış) kitabında İsrailoğullarının Mısır’da kalış sürelerinin 430 yıl olduğu ifade edilmektkedir. Gerçekte ise bu sûre 215 yıldır.

Ahd-i Kadim’in tefsirini yapanlar bu sayının yanlış yazıldığını itiraf etmişlerdir. Hz. Musa (a.s)’nın çıkışından hemen önceki dönemde Mısır’da yirmi yaşına ulaşabilmiş erkeklerin sayılan ile ilgili olarak Aded (sayı) kitabında verilen rakamın doğru olması da aklen mümkün değildir. lsrailoğulları Mısır’a girdiklerinde yetmiş kişi idiler. Bunların iki asır içinde yüzbinleri yahut milyonları bulmuş olması imkansızdır. Tevrat kitaplarında oğulların, babalarının işledikleri hatalardan dolayı ce¬zalandırılacakları ifade edilmektedir. Hatta üç dört nesil önceki dedelerinin günahlarından bile sorumlu tutulacakları belirtiliyor. Bununla ilgili ifade şöy¬ledir:

„Babaların günahları, oğullara yüklenir. Yine oğulların oğullarına da yükle¬nir. Hatta üç dört nesil sonrasına kadar sürer.“ Hazekyal kitabında ise bunun tam tersi bir iddia yer almaktadır. Oradaki ifade de şöyledir: „Hatayı işleyen can, kendisi ölür. Oğula babanın günahından bir şey yüklen¬mez. Baba da oğulun günahından bir şey yüklenmez. İyilik işleyenin iyiliği ken¬dinedir. Fenalık işleyenin fenalığı da kendinedir.“ Bu iki ifade arasında açık bir tenakuz yani çelişki bulunmaktadır. Hükümler bir kitaptan diğerine farklılık arzetmekte, değişik kitaplardaki hükümler arasında gayet açık ayrılıklar görülmektedir.

Aded (sayı) kitabının yirmisekizinci ve yirmidokuzuncu ayetleri ile Hazekyal kitabının kırkdördüncü ve kırkbeşinci ayetleri karşılaştırıldıklarında, bu farklılık açık bir şekilde görü¬lür.“ Ahbaru’l Eyyami’s Sani (İkinci Gün Haberleri) kitabında ise şöyle bir ifa¬deye yer verilmiştir: „… çünkü Rabb İsrail kralı Ahaz sebebiyle Yehuza’yı zelil eyledi.“ Burada „İsrail“ ifadesi kesinlikle yanlıştır. Çünkü Ahaz, İsrail’in değil, Yehuza’nın kra¬lıydı. Buna benzer bir yanlışlık aynı kitabın son ayetinde de görülmektedir. Orada Nebubez Nasr’ın Yehuyakin’i görevden alarak yerine kardeşi Sıdkiyya’yı kral yaptığı ifade edilmektedir. Gerçekte ise Sıdkiyya, Yehuyakin’in kardeşi değil amcası idi. Bu nedenle Ahd-i Kadim’i tercüme edenler, bu iki konunun gerçeğe ve tarihi bilgilere uygun düşmesi için düzeltme yapmışlardır.“

Yukarıda verilen bilgilerin yer aldığı bölümlerden önceki bölümlerde, Nebuhez Nasr’ın, Yehuyakin’i Babil’e esir olarak gönderdiği ifade edilmektedir. Tari¬hi gerçeklere göre ise, Nebuhez Nasr onu Orşelim (Kudüs)’de öldürmüş ve ce¬sedinin sur dışına atılmasını emretmiş, gömülmesine engel olmuştur. Bu bilgile¬ri ise yahudi yazar Yusifas nakletmektedir. Beşinci Zebur’un İbranice nüshasının 128. fıkrasında „onun sözüne karşı is¬yankarlık etmediler“ ifadesi geçmektedir. Yunanca nüshasında ise bu ifade: „Onun sözüne karşı isyan ettiler“ şeklindedir. Bu iki ifadeden birisi mutlaka yanlıştır. Bu yanlışlığı batıdaki Ahd-i Kadim tefsircileri de kabul etmişlerdir. Bunlar Ahd-i Kadim’de yer alan yanlışlıkların ve tenakuzların çok az bir kısmıdır. Biz burada söz konusu yanlışlıkların tümünü sıralamayı amaçlamadı¬ğımız için sadece bazı örnekler sunmak istedik. İlim adamları, Tevrat kitaplarının en önce yazılanının Tekvin kitabı olduğu üzerinde görüş birliği içindedirler. Bu kitabın bir kısmı Yehuza’da, bir kısmı da İsrail’de yazılmış, daha sonra yahudilerin devletlerinin yıkılmasının ardından Yehuza’da ve İsrail’de yazılanlar arasındaki ayrılıklar giderilmiştir. Kesin olan görüşe göre Tesniye kitabı Azra tarafından yazılmıştır. Tevrat’ın beş kitabının bugünkü şeklini ise milattan önce 300 yılında aldığı anlaşılmaktadır.

Well, Ahd-i Kadim kitaplarının ilk olarak Babil’de bir araya getirildiğini ve M.Ö. 5 yılında ortaya çıkarıldığını belirtmiştir. Bunlar, Tevrat kitaplarının hangi şartlarda düzenlendiği konusunda özet bil¬gilerdir. Bu kitapları yazanların sayısı ise hayli fazladır. Tevrat yazıcıları içinde en çok bilinenleri kahin Azra’dır. Tevrat’ın tedvini konusunda en çok onun adından söz edilir. Hosmer, Azra’nın M.Ö. 5. yılın ortalarında yahudilerden bir gurubu Filistin’e nakleden kişi olduğunu ifade etmiştir. Bu kişi söz konusu yahudi gurubunu Filistin’e nakletmekle orada yeniden yahudilere hayatiyet ka¬zandırdı.

Daha sonra Ahd-i Kadim olarak adlandırılan kitabın bir çok bölümünü de bu kişi ortaya çıkardı. Azra adlı kahinin başlattığı işi, ondan sonra gelen ka¬hinler tamamladılar. Mukabin döneminde Ahd-i Kadim’in hemen hemen hepsi bütün bölümleri ile ortaya çıkarılmıştı, ancak bugün bilinen düzeni içerisine so¬kulmamıştı. Yahudiler arasında çok sayıda fırka mevcuttur. Bu fırkalar temel ilkelerde, hayat ölçülerinde ve varlıklar alemine bakışta bile birbirlerinden ayrıldılar. Biz aşağıda bu fırkaların ileri gelenlerinden söz edecek ve birbirleriyle birleştikleri ve ayrıldıktlan noktalan açıklamaya çalışacağız.

ÖNCE FERİSİLER: Ferrisiler, hahamların yüksek bir konum sahibi olduklarını, ma’sum günahsız olduklarını, onların sözlerinin Allah’ın sözü telakki edileceğini ve onlardan korkmanın Allah’tan korkma anlamına geleceğini ileri sürmüşlerdir. Sözlerin¬den bazılarından örnekler verecek olursak: „İnançlı kişinin hahamların sözlerini şeriat (din düzeni) olarak kabul etmesi gerekir. Çünkü onların sözleri diri olan Allah’ın sözüdür. Haham, senin sağ eli¬nin gerçekte sol el olduğunu veya bunun tersini söylerse, sen onun sözünü doğrula ve tartışmaya girme…“ Bu görüşleri nedeniyle ferrisiler herhangi bir içtiha¬da başvurmamışlardır. Haham kutsal, ma’sum ve günahsız sayıldıktan sonra içtihada niçin gerek duyulsun ki ? Haham bütün sorulara cevap verebilir…Papaz Bukes şöyle söylemiştir: „Ferrisiler dinde ferdiyetçilik düzenini kurmuşlardır. Bunlar tamamen ruh¬larla ilgili törenler icad etmiş, ahiret inancı konusuna iyice dalmış ve aşırı kehanete karşı laiklik düzenini savunmuşlardır.“

SADUKİLER: Bazı araştırmacılar bu adın, Hz. Süleyman (a.s) zamanında yaşamış olan büyük kahin Saduk’a yahut aynı adı taşıyan ve M.Ö. üçüncü asırda yaşamış olan bir başka kahine nisbetle verildiği görüşündedirler. Bu guruptan olanlar, ölümden sonra dirilmeyi, ahiret hayatını, hesabı, cenne¬ti ve cehennemi kabul etmezler. Bunların görüşlerine göre insanın yaptığı amel¬lerinin karşılıkları dünyada iken verilir. Güzel amel, sahibi için hayır ve bereket getirir. Kötü amel ise sahibini sıkıntılara ve zorluklara düşürür.

Saddukiler, Talmud’un şifahi öğretilerini kabul etmezler. Hatta Tevrat’ın bile mutlak anlamda bir kutsallığının bulunduğuna inanmazlar. Şeytanların ve me¬leklerin varlığım inkar ettikleri gibi, bir kişinin sonsuz hayata kavuşmasına da inanmazlar. Kaza ve kadere inanmayıp, herkesin seçim özgürlüğüne sahip olduğunu yani dünya hayatında istediği gibi hareket etme konusunda bir seçim özgürlükleri olduğunu ileri sürerler. Bunlar işlerin Allah tarafından değil, insan tarafından yaratıldığını söylerler. Gelmesi beklenen Mesih’i de inkar ederler ve onun gelmesini beklemezler.

KURRALAR: Kurralar yahudiler arasında azınlığı oluşturmaktadırlar. Ferrisiler zayıfladık¬larında, Kurralar diye bir gurup ortaya çıkmış ve Ferrisilerden olanların yerine geçerek onların prestijlerine kavuşmuşlardır. Kurralar kutsal kitap olarak Ahd-i Kadim’den başka bir kitabı kabul etmez¬ler. Hahamların birbirlerinden alarak naklettikleri ileri sürülen şifahi rivayetler bunlarda yoktur. Dolayısıyla Kurralar, Talmud’u da kabul etmezler.

Kurralar içtihadı kabul ederler. Buna göre sonradan gelenler, öncekilerin bir yanlışlığını tesbit ettiklerinde bunu düzeltme hakları bulunmaktadır. Onlara göre kendileri ile evlenilmesi yasak olanlar (muharremat) ile ilgili yanlışlıklar bu niteliktedir ve bu yanlışlığı sonradan gelenler tesbit ederek düzeltmişlerdir. Söz konusu hata şudur: Kendileri ile evlenilmesi yasak olanlarla ilgili ayetlerin beşincisine göre babanın hanımının bir başka kocadan olma kızı ile evlenmesi açıkça yasak kılınmışken, öncekiler bunu helal saymışlardır.

YAZICILAR: Bu isim, yahudilik ahkamı ile ilgili sorular soranlara bilgi vermede yazı yaz¬ma metoduna güvenen bir yahudi gurubuna verilmiştir. Bunların durumu kitap nesihcilerinin durumuna çok yakındır…Bunlar bazen düşünürler, bazen de seyyidler olarak adlandırılmakta idiler. Bunların herhangi birine hitab edilirken „baba“ denilirdi. Siyasi nüfuz, bunların dışındaki din adamlarının eline geçince, bunlar şeriat sancağının taşıyıcıları ola¬rak kendilerini gösterdiler. O zaman, İran, Grek ve Roma düşünürleri ile bağ¬lantı kurarak dini alam „ketebenin (yazıcılar gurubunun)“ kapmasını sağladılar. Yazıcıların durumlarını iyileştiren ve konumlarını yükselten bir ikinci gelişme de, bu guruptan olanların her birinin bir okul inşa ederek, bu okulun yöneti¬cisi ve öğreticisi olması oldu. Böylelikle bunların her birinin öğrettikleri bilgile¬ri alan ve onlan çevreye yayan öğrencileri yetişti.

TUTUCULAR: Bunlar yahudi fırkalarından bir fırkadır. ‚Guignebert‘ adlı kitapta bilhassa bu fırka hakkında bilgilere yer verilmiştir. Söz konusu kitabın bazı önemli parag¬raflarının tercümesini aşağıda veriyoruz: „Filistin’de, diğer fırkaların arasında ferrisilerle yakın bağlantısı bulunan bir fırka vardı. Bunlar inanç esaslarının çoğunda ferrisilerle birlemiyorlardı. Beklenen Mesih’e inanıyor, vatana bağlılığı öne çıkarıyor ve ibadete meyledi¬yorlardı. Ancak bu gurup, bağnazlık ile kendini gösterdi. Hatta dinsizlikle yahut yahudi olmayanlara yakınlık göstermekle itham edilen vatandaşlarına karsı düşmanlıkları ile tanındılar.“

M.S. 8. yüzyılda Şirin adlı beldede, yahudilerden bir adam ortaya çıkarak kendisinin beklenen Mesih olduğunu ileri sürdü. Bu adam kendisinin Filistin’i geri alma mucizesini göstereceği va’dinde bulundu. Yine aynı yüzyılda, İsfa¬han’da, Ebu İsa adında ferrisilerden bir başka adam ortaya çıkarak kendisinin Mesih olduğunu ileri sürdü. Bu adam, Filistin’in ancak oklarla geri alınabi¬leceğini ileri sürerek, yahudi topluluklardan onbin kişilik bir ordu hazırladı. Bu olayın ardından, Emeviler devletinin çökmesi ve yerine Abbasoğulları devleti¬nin kurulması ile bütün İslam dünyasını sarsan çalkantılar dönemi başladı.

Bu çalkantılar döneminde Ebu İsa hareketi belli bir süre varlığını sürdürdü. Çünkü kan dökücü Ebu Abbas Seffah, Abbasi devletinin yeni kurulmuş olması nede¬niyle ortaya çıkan çeşitli problemlerle ilgilendiklerinden Ebu İsa hareketi ile il¬gilenmedi. Ancak daha sonra yönetim, halife Mansur’un eline geçince, yahudilerin ordusuna çok ağır bir darbe vurdu ve bu orduyu tamamen dağıttı. Ebu İsa da kuzeye doğru kaçtı. Bu tarafa kaçarken, orada yahudilerin gizlenmiş liderle¬rinden biri ile buluşacağım ve Filistin’i geri almak için onunla yardımlaşacağını söylüyordu.

Onyedinci yüzyılda da Selanik’te Sabetay SEVİ adında bir yahudi ortaya çıktı. Bu kişi yahudi kültürü hakkında geniş bilgiye sahipti. Yahudilerin beklenen Mesih’le ilgili bütün rivayetlerini ve sözlerini incelemişti. SEVİ, yahudilerin Av¬rupa’da otuz savaşında neler çektiklerini görmüştü. Çocukluğunu ve gençliğini bu savaşın devam ettiği yıllarda geçirmişti. Sabetay SEVİ kendini, beklenen Me¬sih olarak ilan etmek üzere hazırladı. İbadet ve oruca ağırlık verdi. Değişik bel¬deleri dolaşmaya başladı. Yahudileri etrafında toplamak için davet çalışmaları yapıyor ve beklenen Mesih’in ortaya çıkma zamanının yaklaştığını söylüyordu.

1666 yılı girince Zifi, yahudilere yönelik ilk mektubunu açıkladı. Bu açıklama için de yahudilerin oruç ve hüzünle geçirdikleri bir günü seçti. Çünkü bu günün üzüntü verici anılarla bağlantısı vardı. Bu mektubunda şunları söylüyordu: „Allah’ın ilk oğlu, Mesih ve İsrail halkının kurtarıcısı olan Sabetay SEVİ den bütün îsrailoğullarına… Selam… Allah’ın, oğullarına vadinin gerçekleşeceği büyük günü görmeye layık olmanın mukadder kılındığına göre mutlaka hüzün¬lerinizi ferahlığa, orucunuzu da ziyafete çevirmeniz gerekir. Çünkü siz artık bugünden sonra ağlamayacaksınız. Artık nimetlerden yararlanın ve zengin olun. Bundan önce üzüntü ve elemlerle geçirmekte olduğunuz günlerinizi de artık bayram gününe çevirin…“ Sabetay daha sonra büyük bir gayret içinde değişik yerleri dolaşarak çağrı¬sını ulaştırma çalışmalarına başladı. Yahudi hahamları, bütün yahudiler arasın¬da hızla yayılmaya başlayan bu hareketin Önüne geçemediler.

Böylelikle Sabe¬tay SEVİ nin doğu memleketlerindeki taraftarlarının yanısıra Amsterdam, Ham¬burg ve Londra gibi batı şehirlerinden de taraftarları ortaya çıktı. Ona inananlar, kendilerini onun davasına öylesine vermişlerdi ki, mallarını satıp, varlıklarını toparlayıp gurbet illerinden, yeniden Filistin topraklarına dönmek için hazırlıklara başlamışlardı. İran’da yahudi işçiler, patronlarının sözlerine karşı gelerek ziraat işlerini durdurdular. Yahudiler her tarafta adeta çarpılmışa dön¬müş ve Sabetay SEVİ nin yeniden gündeme getirmiş olduğu fikrin köleleri haline gelmişlerdi.

SABATAY SEVİ, gerçekleştirmiş olduğu başarıdan dolayı iyice gayrete geldi. Yahudile¬rin gelenek ve yaşayışlarında cür’etkarca değişiklikler yapmaya başladı. Yu¬karıda işaret ettiğimiz mektubunda geçen ifadelere göre, yahudilerin oruç ve bayram günlerini değiştirdi. Gelişmeler onu o kadar gayrete getirdi ki, kendisini büyük bir güç ve yetki sahibi insan olarak görmeye başladı. Buna binaen kar¬deşlerini ve etrafına toplanan yandaşlarını ve dostlarını kendi hakimiyeti altına gireceğini ileri sürdüğü beldelerin herbirine kral tayin ettikten sonra onlara taç¬lar dağıtmaya başladı. Kendi şahsı için de „krallar kralı“ unvanını seçti. Sabetay Zifi davet çalışmaları sırasında müslümanlann hilafet merkezi olan İstanbul’a da girdi.

Araştırmalardan anlaşıldığına göre müslüman halife de, ilk çıkış dönemle¬rinde Sabetay Zifi hareketine karşı bir tavır almamıştı. Çünkü o, başlangıçta ‚Sabetay‘ ismi etrafında ortaya çıkan hamaset ve tarafgirliği direk karşısına al¬mak istememişti. Müslüman halifenin bu tutumu ise, Sabetay’a hilafet merke¬zine kadar girme cesaretini verdi. Fakat halife onu burada tutuklattı, hapsedil¬mesine karar verdi ve Çanakkale boğazı kalesindeki hapishaneye gönderdi. Halife belli bir süre sadece bu kadarlık bir uygulama ile yetindi ve hareketin üzerine daha fazla gitmedi. Bu tutukluluk sırasında Sabetay’ın yahudiler arasındaki kıymet ve derecesi daha da arttı. Çok sayıda yahudi, liderlerinin ne durumda olduğunu öğrenmek amacıyla İstanbul’a gitti.

Ancak Polonyalı yahudi hahamlardan birisi bu sıralarda Sabetay’ın yalancı olduğunu açıkladı ve onun hareketinin barış ve güvenliği tehdid ettiğini ileri sürdü. Sultan 4. Mehmet bu ayrılığı bir fırsat olarak değerlendirmek istedi ve Sabetay’ı kalabalık bir topluluğun önünde karşısına çıkardı. Başarılı birkaç askeri de onu öldürmeleri üzere yanına aldı. Sultan 4. Mehmet bu sırada, kendisinin Al¬lah’ın oğlu ve kurtarıcı Mesih olduğunu ileri süren Sabetay’ın üzerine kurşun girmesini önleyebilmesi halinde yahudi lige gireceğini açıkladı. Bu arada, böyle bir şeyi başaramayacağına kanaat getirmesi halinde kendisinin yalan söylemiş olduğunu açıklayarak İslam’a girmesi için fırsat tanıdı. Sabetay hemen kurtuluş tarafını seçti ve kendisinin daha önce yalan söylemiş olduğunu itiraf etti ve başka bir kurtuluş yolu görmediğinden dolayı müslümanlığı seçti. Bundan son¬ra Mehmed Efendi adını aldı. Böylelikle bu kişinin başlatmış olduğu çalkantı sona ermiş oldu. Yahudiler bugün hala Mesih’in gelişini beklemektedirler.

HRİSTİYAN FIRKALRINA BAKIŞ: Çağımızda yaşamakta olan hıristiyan fırkalarının en meşhurları katoliklik, ortadoksluk ve Protestanlıktır. Bu mezheplerin tümü de dört İncil’i kabul etmek¬tedir. Bu dört İncil’in hepsi Hz. Mesih (a.s)’in dinini değiştirmiş olan Pauls ekolünün ürünleridir. Protestanlık diğer iki mezhebe göre daha çok ilgili görmektedir. Katoliklik, ortadoksluk ve protestanhk mezheplerinin herbirinin mensupları da çok değişik fırkalara ayrılmışlardır. Hrıstiyanlar dört İncil’i kabul etme kararı almadan önce, çok sayıda İncil ortaya çıkmıştı. Her bir hristiyan fırkası, bu İncil’lerden birisini kabul ediyordu, ilk dönem hıristiyanları arasında pek çok ayrılıkların ortaya çıkması ile, Nikiya konsili toplandı.

Daha sonra gelen hıristiyanlar arasında çıkan çok sayıdaki ih¬tilaflarla ilgili olarak da pek çok konsil toplanmıştır. Hıristiyanlar arasında ne¬den bu kadar çok ayrılık ve ihtilaf çıktığını anlamak için yiğne Dr. Şelbi’nin eserinden hıristiyanlık ve konsileri ile ilgili bilgileri vermek istiyoruz. Bu bilgilerin ışığında, çok sayıda hıristiyan mezhebinin ortaya çıkmasına ve sonra da bunların çoğunun varlığını sürdürmesine etki eden unsurlar hakkında fikir edinmek mümkün olabilecektir.

KONSİLLER: Konsiller iki türlüdür: Uluslararası nitelikte olanlar ile bölgesel nitelikte olanlar. Milattan sonraki ilk yüzyıllarda birkaç kez uluslararası nitelikte konsil toplandı. Bu konsillere bütün bölgelerden kilise temsilcileri katıldılar. Bu konsillerin toplanmasının birinci nedeni bir takım ilginç dini mezheplerin ortaya çıkması, bu gibi mezhepler hakkında incelemede bulunulması ve bu mezhepler ve çıkaranları hakkında kararlar alınması idi. Bu dönemlerde uluslararası nite¬likte sekiz konsil toplanmıştır.

Bugünkü hıristiyan mezheplerinin tamamının üzerinde birleştiğini gördüğü¬müz temel inanç kuralları bu konsillerde belirlenmiştir. İsa Aleyhiselamın ilah olduğunun ileri sürülmesi, Ruhu’l Kuds’ün ilah olduğu iddiası, bu iddialarla tes¬lis -üçleme- inancının kesin şeklinin belirlenmesi bu toplantılarda olmuştur. Bölgesel nitelikte ise çok sayıda konsil toplanmıştır. Kiliseler inançla ilgili herhangi bir iddiayı kabul edip etmeme konusunda konsiller toplamakta idiler ve bugün bu uygulama hala sürmektedir. Bu gibi konsillerde, herhangi bir inanç ilkesinin kaldırılması, yahut bölgesel nitelikte konuların görüşülmesi konulan da gündeme getiriliyordu.

İznik Konsili: 325 yılında toplanmıştır. Bu konsil Areous’un savunduğu sanılan vahdaniyet (Tanrının birliği) inancını reddetmek amacıyla toplanmıştır. İznik konsili, hıristiyanların en önemli konsili olarak bi¬linir. Çünkü bu konsilde hıristiyanlık inancı ile ilgili en önemli kararlar alınmıştır. Konsil, İmparator Büyük Konstantin’in emriyle toplanmış ve 2048 adet ruhani papaz katılmıştı.

Bölgesel Sur Konsili: Bu konsil, yukarıda sözü edilen İznik komilinden birkaç yıl sonra toplanmış ve bu konsilde Allah’ın tek olduğu, Mesih (a.s)’in de onun elçisi olduğu yolunda karar alınmıştır. Böylelikle vahdaniyet inancındaki Areous’un görüşlerine yeniden hayatiyet kazandırılmıştır. Ancak bu konsil res¬men kabul edilmemiştir. Birinci Konstantiniyye Konsili: 381 yılında toplanmıştır ve bu konsilde Ruhul Kuds’un ilah olduğuna karar verilmiştir. Birinci Efes (Ephesus) Konsili: 431 yılında toplanmış olan bu konsilde, Mesih’in tek tabiatlı ve tek meşietli olduğuna, (kendisi ile hiç cinsel ilişkide bu¬lunulmamış) Hz. Meryem’in ilah doğurduğuna, bu yüzden „ilah anası“ olarak adlandırılacağına karar verilmiştir. Daha sonra toplam sayısı on defa olmak üzere konsil toplantısı olmuş ve degişik kararlar alınmıştır.Bu kadar örnekle yetinmek istiyoruz.

PROTESTANLIK: Bu mezhep, katolik mezhebindeki bozulmaları düzeltmek amacıyla onbeşinci yüzyılda ortaya çıkmış olan bir mezheptir. Protestanlık kelimesi, mensupları nezdinde onaltınci yüzyılda ortaya çıkmış olan rönesans hareketini benimsemiş bütün dîni mezhep ve ekollerin dini inanç sistemlerini içine alır. Bu guruplar is¬ter söz konusu yüzyılda İncil ve akla dayanarak Roma kilisesinin iddialarına karşı durarak bu kiliseyi protesto etmek suretiyle ortaya çıkmış guruplar olsun, isterse sonradan bizzat protestanhğın içinde değişik sebeplerin etkisiyle ortaya çıkmış guruplar olsunlar, aynı isim altında incelenirler.

Avrupa, Roma kilisesinin taşkınlıkları yüzünden, onikinci yüzyıldan itibaren genel bir dini ıslah (rönesans) hareketine hazırlanıyordu. Kilise akıl hürriyetini kısıtlamak amacıyla her ne zaman yeni bir karar alsa, hıristiyanlığın manevi ve ahlaki anlamlardan yoksun, geleneksel bir takım törenlerden oluşan bir dinden başka bir şey olmadığı yönünde görüşler ortaya çıkıyordu. Kilise, kitleler üzerindeki dünyevi saltanatını korumak amacıyla ileri gidip, halklar üzerin¬deki baskısını artırdıkça ve kendi maddi gücünü korumak için topluluklara baskı yaptıkça, yeni yeni ayrılık hareketleri ortaya çıkıyor, ancak bunların hür¬riyetleri engelleniyordu. Bununla birlikte bu hareketler, kalabalıkların ilgisini çekiyordu. Kilise ise toplumların nazarında, ruhani saltanatın zirvesinden bir takım maddi tartışmaların yol açtığı bataklığa düştüğünün farkına varamıyordu.

Roma kilisesine karşı ortaya çıkan fikri hareket, bir bilginin yahut bir guru¬bun ürünü değildi. Aksine değişik çevrelerde aynı anda ortaya çıkmış bir hare¬ketti. Yani bu hareketi çeken güç, toplumsal bir güçtü. İşte böyle bir ortamda Emaleric Dubin adlı bilginle, onun öğrencisi David de Dinan ortaya çıkarak Paris okullarında „varlığın tekliği“ görüşünü savunan mezhebi yaymaya başladılar. Kalven ve Martin Lutheri ve ayrıca, Aynı dönemde farklı görüşlere sahip muhtelif dini gurupların ortaya çıktıgını ifade edebiliriz. Bu gurupların tümü, ‚Roma kilisesine karşı çıkma‘ çağrısından etki¬lenmişlerdi.

Yine kendisinin konum itibariyle İsa’ya denk bir ilah olduğunu ileri süren Tatşelim adlı kişi de bir cemaat kurmuş ve çok sayıda insan onun arkasına takıl¬mıştı. Kilise ve devlet yönetimi bu kişinin üzerine giderek onu Enfîr şehrinde tutuklatmış va 1124 yılında da idam etmişti. Yine kendisinin bizzat İsa olduğunu ve insanları içerisine düşmüş oldukları bataklıktan çıkarıp onların gözlerini açmak amacıyla ortaya çıktığını ileri süren Odon adlı kişi de bir cemaat kurmuştu. Bu kişi 1148 yılında tutuklanmış, hapse kapatılmış ve kapatıldığı hapishanede ölmüştü. Pierre de Pervise adlı kişi de bir cemaat kurmuştu. Bu kişi de tutuklanarak papazların özel sır sahibi oldukları, Tanrı’nın kiliselerde bizzat hazır bulunduğu inancını kabul etmediğinden, ruhbanlığa, ölüler için duaya, haça ibadet edilme¬sine ve burada sayamayacağımız bazı işlere karşı çıktığından dolayı 1124 yılında Fransa’nın Toulouse şehrinde diri diri yakılmıştı.

Yine kilise mensuplarına karşı aşırı derecede kin besleyen Honorisyan ce¬maati ortaya çıkmış, Pataran cemaati de bunlara katılmıştı. Bunlardan başka Publicans fırkası, Temiz Adamlar gurubu ve benzeri deği¬şik fırkalar ve guruplar ortaya çıkmıştı.Son sözümüz odur ki Hak bir lakin batıl yüzlercedir, çoktur, hesapsızdır. Cenabı hak bizleri dogru yolundan, sıratı müstakimden ayırmasın. Bizleri Ehli sünnet yolunda sabit duranlardan eylesin. Bizleri Kuranı Kerim ve Sünneti seniyyeye sımsıkı sarılanlardan eylesin.Bizleri Batıl ve sapık yollara düşmekten muhafaza eylesin. Bizleri sadece kuru akıllarıyla yönlendirme çabasında olanlara yoldaş eylemesin…Amin…

Sermedkadir…20.07.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert