İslami Bakış

Rabbimiz Tegabun suresi ayet.9.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Toplama günü için sizi topladıgı zaman Allah her şeyi bilir. İşte o gün, kimin aldandıgının açıga çıkacagı aldanma-pişmanlık günüdür. Kim Allaha inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onu içinde ebedi kalacakları altlarından ırmaklar akan Cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur…***

İnandıgımız din: İSLAM; itaat etmek, boyun egmek, teslim olmak; temiz, lekesiz ve kötülüklerden salim bulunmak, selamete ulaşmak veya ulaştırmak anlamında, Kuranı kerimde sekiz yerde geçen, İslam dan anladıgımız, anlamaya çalıştıgımız ve teslimiyetle boyun büktügümüz bir dinin adı İSLAM. İslam, Allahın iradesine teslim olmak, Peygamber efendimizin (sav) bildirdigi İslami esasları kabul edip baglanma olayı, hadisesidir diye inanıyoruz…

İnanıyoruz ki; İslamın adını Allah celle şanuhu koymuştur. Yaradanımız din olarak kulları için İslamı seçmiş ve göndermiştir. Kesinlikle inanıyoruz ki; İslamdan başka bir din veya herhangi bir yol da Allah tarafından kabul edilmiyecektir. İslam dinine teslim olan ve Allaha kullukta huzur bulan insanlarla, batıl ideolojilerin agında kıvranan, kendisini şeytana veya şeytanın uşaklarına, parasız askerlerine satan, yani şeytani ameller ve fikirler içerisinde yaşayanların durumları hem dünyada hem de Ahirette mutlak surette farklı olacaktır inancındayız…

Şurası bir gerçektirki; İnsanların Allaha teslim olmadıgı yerlerde degişik teslimiyet ve itaat makamları ortaya çıkmakta ve insanlar pek çok şeye esir yapılmaktadırlar. Yazarlarımızdan Mehmet dogan diyorki: * Dini inançlar ve müesseselerin yıkıldıgı ülkelerde, onların yerini birer din müessese haline gelen ideolojiler almıştır. Dinler gibi çagdaş ideolojilerinde duaları, ilahileri, efsaneleri, mabedleri, heykelleri, resimleri vardır. Fakat akli temele dayanan ideolojilerde dinlerdeki derinlik, güzellik ve derin mana yoktur…M.Dogan.kültür ve Dil.141-142.*

Dikkat edilirse; Hakim güçler, kaldırdıkları dini inançların ve müesseselerin yerine kendilerinin dinleri haline getirdikleri ideolojilerini ve müesseselerini koymuşlar fakat Allah inancının getirmiş oldugu o fıtri boşlugu bir türlü dolduramamışlardır. Kesinlikle inanıyoruz ki; bütün insanlar en sonunda Allaha teslim olacaklardır, yani ahiret alemi inkarı mümkün olmayan bir gerçektir. Lakin bu gerçekler bu hakikatlere kendisi isteyerek cuzi iradesinin emrettigi dogrultuda teslim olan ile, zorla teslim alınan kişi arasında büyük fark vardır…

Mutlaka en sonunda bütün insanlık teslim alınacaktır. İnanıyoruzki baştan teslim olan ve bu teslimiyetini sonuna kadar devam ettiren selamet ve ebedi huzur bulacaktır. Severek, isteyerek, gönüllüce, içten gelerek teslim olup huzur bulmak, ebedi saadete ermek varken düşünüyoruz; insanlık niçin isyanlara sapıyor, yanlış yollara gidiyor, sonunda pişman olacakları kulvara neden adım atıyorlar ? Neden teslim olupta savaşı, harbi, isyankarlıgı bitirmiyorlar eve sorulacak çok soru var ama aklımız ancak şu kadarına eriyorki; Bütün bir hayat boyu insanlar hak ve batıl mücadelesini sürdürmüşlerdir. Hazreti Adem aleyhiselamdan, Peygamber efendimize (sav) kadar gelmiş geçmiş bütün Peygamberler HAK davasının sancagını taşımışlar, şeytan ve şeytanın parasız askerligine soyunan bütün taguti güçlere hadlerini bildirmişler, Hizbullah yani Allahın taraftarlıgını temsil görevlerini sonuna kadar yürütmüşlerdir. Kıyamete kadar da bu hak ve batıl mücadelesi devam edecek, Müslümanlar Allah taraftarları, Allahın izniyle sonunda galip gelecekler, zalimlerin zulmü de hiç bir zaman yanlarına kar kalmayacak, layık oldukları ilahi cezaya, azaba çarptırılacaklardır diye inanıyoruz…

Peygamber efendimiz (sav) İbni Ömerden gelen bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Allahım gerçekten ben, nimetinin zevalinden, afiyetinin degişmesinden, intikamının ansızın gelivermesinden ve bütün gazaplardan sana sıgınırım…** Günahkar Müslümanlar için öyleki her zaman tevbe kapısı açık bulundurulmuştur. Tirmizi de geçen bir Hadis mealen şöyledir: ** Rabbim beni bagışla ve tevbemi kabul et. Çünkü sen tevbeleri çok kabul eden merhamet sahibisin…** İsyankar insanlar, küfür yolunu seçenler nasılki; Ahiret gününe, sırata, mizana, cennet ve cehennemin hak olduguna inanmıyorlarsa, yaratılış gerçegini de çarpıtmayı ellerinden ve dillerinden geri koymuyorlar.

Allaha şükürler olsun ki teslim olanlardanız, İslama gönülden baglananlardanız. Ve inancımız, itikadımız geregi olarak, insanlıgın yaratılışına bir tesadüf olayı olarak bakmıyoruz. İnsanlıgı tek bir can olan Adem aleyhiselam dan vücuda getiren Allaha ne kadar şükretsek azdır. İlk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Adem aleyhiselamdan zamanımıza kadar ve sonsuza kadar hakimiyeti kayıtsız şartsız elinde bulunduran Rabbimiz diledigi kadar ve diledigi cinsiyette insanlar yaratmış, ve kıyamete kadar Allahın bu kanunu degişmeden devam edecektir diye inanıyoruz…

Biz müslümanlar inancımızın bir geregi olarak olaya bu açıdan bakmak zorundayız. Cahili sistemler ve o sistemlerin sahte yasa koyucuları insan fıtratını bile yanlış degerlendirerek çarpık fikirlerini bazı toplumlara dikte etmişler, hala da yüksek okullarda bile yaratılış hususunu çarpıtan çarpık teorilerini okutmaya devam ettirmektedirler. Cahili sistemler fıtratı, insanın yaratılış gayesini her alanda oldugu gibi bu alanı da boş bırakmayarak, gönülleri ve zihinleri bulandırmaya devam etmektedirler…

Rabbimiz açık açık ayetlerini bildirmesine ragmen cehalet taraftarı savunucular farklı teorilerini her platformda açıklayıp körpe beyinleri yanlış yönde yıkamayı kendilerini vazife bilmişler, işin garip tarafı bu çabalarını ilim adına, bilim adına, müsbet bilmin dogruları adına yaptıklarını savunmaktan da geri kalmamışlardır. Hak ve batıl mücadelesi her alanda devam ettigi gibi bu alanda da kıyamete kadar devam edecektir. Buna inancımız tamdır…

Onlar sadece kuru akıllarıyla çarpık fikirleriyle ve uyuşmuş beyinlerinin zorlayıcı teorileriyle yaklaştıkça, bizlerde inandıgımız dogruları mutlak gerçekleri bir bir anlatma çabası içerisinde olacagız, mücadelemizi azimle devam ettirecegiz inşaallah. Rabbimiz Nisa suresi ayet.1. de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücuda getiren ve ikisinden de bir çok erkek ve kadınlar üreten Rabbinize karşı gelmekten çekinin…***

Evet bu mutlak dogrulara, gerçeklere, hakikatlere, realiteye karşı gelen münkirler toplulugu hangi teoriyi üretirse üretsin mutlak surette yenilgiye ugrayacak ve sonunda perişan olmayı hakedecektir. Bizler içinde yaşamış oldugumuz toplumu, daha dogru bir ifade ile dilini konuştugumuz ve çok şeyleri paylaştıgımız toplumu, yeterince tanımak zorunlulugu içerisindeyiz. Eger bir bünyede, bedende bir hastalık var ise öncelikle o hastalıgı teşhis etmeden tabiidirki tedavi yollarını deneyemeyiz…

Manevi hastalıklarımız içinde aynı yöntemi belirlemek gerekmektedir diye düşünüyoruz. İnsanımızı anlayabilmek için onun içinde bulundugu durumu çok iyi bilmek zorundayız. O insanın ne gibi haller başından geçmiş, hangi egitimi alarak bu düşünce biçimini seçmiş, isyankar yapıya ulaşırken ne gibi merhalelerden geçmiş araştırma zorunlulugumuz vardır mutlaka. Bu insan islama başkaldırmış güçler tarafından zihni, beyni, fikri esirmi edilmiş, yoksa hak elbisesi giydirilmiş ve bir takım islami motifler giydirilerek sadece dünya damgalı bir din anlayışının istilasına mı ugramış, bilmek ve çareyi ona göre tesbit etmek zorundayız…

İnsan bulundugu ortam, ilişki kurdugu hizip, grup ve kültürel yapılara göre konumunu, düşüncesini degiştiren bir yapıdadır. Her hangi bir toplumu fazla degil otuz yıl içerisinde egitimle ve verdiginiz ögretim biçimiyle biçimlendirmek elimizdedir diye inanıyoruz. Eger o topluma ateist, dinsiz bir kültürel yapı aşılanmak isteniyorsa kerş’lerde, ilkögretim okullarında, lise ve üniversitelerde dini egitimi yasakladınızmı, toplumun diger bireyleri için Kuran kurslarını, din dersini kısıtlı da verse imam hatip okullarını kapattınızmı çirkin emellerinize bir adım yaklaşırsınız…

Erkeklerin nasıl inanacagına, kadın ve erkegin neleri giyip neleri giymeyecegine, hangi kitapları okuyup okumayacaklarına, kamu alanlarında nelerin serbest nelerin yasak olduguna halkı ikna etmenize, sosyal ve siyasi yapıyı inanç sisteminden tamamen uzaklaştırmanıza, yabancı kültür ve edebiyatın sanki bu milletin öz adet, gelenek, görenek, örf ve yaşantı tarzına tamamıyla uygunmuş gibi uygulandıgında o toplum yine etkili bir ses çıkartmıyorsa çirkin emellerinize bir adım daha yaklaşmış olursunuz…

Hakim güçler tarafından kolayca elde edilebilmiş olan, kitle iletişim araçları, okullar, askeri teşkilatlar, camiler, dernekler, teşkilatlar ve sivil toplum örgütleri denen güdümlü siyasal ve sosyal yapılar aynı inanç ve aynı kararlılıkla o zalim idare şeklini destekliyorsa, artık o toplum yapısı bünyesinde, Adil siyasi yapıya yer kalmamış demektir. Bu bakımdan diyoruz ki, günümüz insanını anlayabilmek için düne bir göz atmak icap etmektedir…

Çok degil Kıbrıs barış harekatı gerçekleştirileli, Otuz beş sene oldu. Daha önce orada yaşayan insanlar Ortodoks başpiskopos Makaryos, başkanlıgında yapılan saldırılar için Mücahitler olarak toparlanıp karşı koymuşlar ve senelerce Müslümanlık adına mücadelelerini yürütmüşlerdir. Ne zamanki 1974. yılında belli yerleri alıpta kagıt üzerinde devlet olduktan sonra ve Türk askerinin de himayesini arkasına aldıktan sonra farklı bir siyasi yapının orada işlerlik kazandıgına şahit oluyoruz…

Zamanın idarecileri her türlü siyasal ve sosyal yapıyı kurmayı bilmişler ancak Dini yapıya sıra geldiginde, ateist bir tutum izlemişlerdir. Hristiyan rum ordusuna baş kaldıran Müslüman ve aynı zamanda Mücahid oldugunu ifade eden o toplum üyeleri, kendi insanının yapmış oldugu bu uygulamalara ses çıkarmayı aklından dahi geçirmemiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yetkilileri, Dini inançların bir bakıma devlet güdümünde oldugu ve laik devlet adına din işlerini yürüttügünü iddia eden, Diyanet işleri teşkilatının din adamı gönderme teklifini bile geri çevirmişlerdir…

Aradan geçen bu otuz küsur sene zarfında Cami yapılmamış ve var olan camilerde kendi işlevi dışında mesela evlendirme salonu gibi kullanılmışlardır. Okullarda DİN egitimi ve ögretimi kesinlikle verilmemiş zaten böyle bir olguya ihtiyaç bile duyulmamış. Sonuca geliyorum bugün 1974. yılında dogan bir Kıbrıs türkü.35. yaşını bitirmiş din adına, inanç adına tamtakır yetişmiş bir ateist durumundadır ne yazıkki. Daha önceleri Rumlara bakarak Müslümanım diyenler ya dünyasını degişmişler ya da onlarda ortama ayak uydurup cehalete prim vermişlerdir. Onun için diyorum ki, fazla degil, otuz sene içerisinde bir millet, hakim güçler, otoriter idare ve zamanın siyasi iktidarı tarafından istenilen ölçüde şekillendirilebilir…

Bu şekillenmenin adı ister beyin yıkama ameliyesi olsun, isterse adına başka başka isim bulsunlar farketmez sonuçta biz özelde Kıbrısta insanımızı kaybettik. Zehir de bizden bildigimiz kimseler tarafından şırınga edildi diye düşünüyorum. Kıbrıs insanı bu şekilde İslamdan uzaklaştırılmışta bunun öncesinde Müslüman Türk insanı başıboşmu bırakılmış kesinlikle hayır. Kısaca yakın tarihimizi gözden geçirmekte yarar vardır sanıyorum…

İstiklal savaşı ya da kurtuluş savaşı dedigimiz büyük mücadeleden sonra, eski dille söyleyecek olursak, Misakı milli sınırları içerisine çekilmişiz. Bir yazarımızın tesbitine göre koskoca bir imparatorluktan sonra küçücük, kibrit kutusu kadar bir bölgeye mecburen sıkıştırlmışız. Kurulan bu yeni devlet bünyesi içerisinde yaşayan insanımızın öncelikle Halifesi başından alınmış yurt dışına sürülmüş tabir caizse Müslümanlar başsız bırakılmışlardır…

Yine bu ülkede Cumhuriyet kurulduktan hemen bir kaç sene sonra elinden Kuranı alınmştır, daha sonra hukuk sistemi alınmış başka hukuk sistemlerine Müslüman türk mecbur edilmiş adınada medeni hukuk denilmiştir. İslam alimlerinin bir kısmı daha önceki savaşlarda şehid olmuş kalanlarda, 1923.yılından sonraki dönemlerde Firavunlara, Nemrutlara, Ebu Cehillere taş çıkartırcasına faaliyet gösteren çagdaş müstekbirlerce – onlar kendi adına İstiklal mahkemeleri diye ad koymuşlar – daragaçlarında şehid edilmişlerdir…

Son dönem yakın tarih yazarlarına bakılacak olursa, çogunlugu ilim ve din adamı olan beş yüz bin kişi devrim, ilke ve inkilaplar adına şehid edilmişlerdir. Bir kısmı savaşlarda şehid olan kalanlardan büyük bir bölümü, sözde mahkemeler kararıyla ve çogunlugu hunharca şehid edilmiş, bu büyük kıyımlardan geriye kalanlar ve bir şekide kurtulanlar ise okuttukları Kuranı Kerimin bedeli olarak aynı milletin fertleri olan jandarmalar tarafından dipçiklenerek karakollara taşınmışlar, eza, cefa, işkence altında sindirilmişlerdir…

Halkının yüzde doksan dokuz Müslüman oldugu bir ülkede On sekiz yıl EZANI MUHAMMEDİ zor ve işkence ile başka dilden okutulmuş. Ülkenin o zamanki idarecileri adeta demişlerdirki: Sizler ancak benim müsade ettigim şartlarda İslamı yaşayabilirsiniz, bizim emrettigimiz dünya görüşünün dışına çıkarsanız sizleri yakalar, sürüm sürüm süründürür, ananızdan emdiginiz sütü burnunuzdan getirir en agır şekilde cezanızı veririz diyerek Müslümanları sindirmişlerdir…

Onun için Necip Fazıl, Osman Yüksel, Saidi Nursi ve Süleyman Hilmi gibi din gayreti güden şahsiyetleri asla unutmamamız gerekmektedir. Çünkü onlar demişlerdirki: *Allah demenin yasak oldugu zamanda bizler sadece ALLAH diyebildik* ifadesiyle İslam aliminin mütevazi tavrını sergilemiş oluyorlar. Allah onlardan razı olsun diyoruz. Evet İslami duyarlılıgı olan insanları yıldırma ve sindirme politikaları Cumhuriyet döneminde hız kesmeden devam etmiştir…
Bu baskı ve otoriter tutumların sonucunda insanlar dini egitimlerden yoksun bırakılmış neredeyse Ölülerini kaldıracak bilgi ve beceri sahibi kimse kalmadıgı zamanlarda da mecburen 1947. yılında İmam hatip okullarını açmışlar, lakin bir defa DİN, siyasi otoritenin emrine girdiginden dolayı, din adamları da güvenilirliklerini yitirmişlerdir. Cumhuriyet uleması ilmi ve dini mevzularda sadece Siyasi otoritenin agzına bakar olmuş, Her emir ve talimata evet efendim, haklısınız efendim, isabet buyurdunuz efendim mantıgıyla yaklaşmışlar, toplumu da Din ve Diyanetten zaman içerisinde sogutmayı başarmışlardır…

Siyasi idare diyorduki: Din işleri ayrı, dünya işleri ayrı ya da Din, Allah ile kul arasındadır ve ya Din, bir vicdan işidir yalan ve yanlış ifadeleriyle toplumu ifsad etmeyi başarmış olan siyasi ve otoriter idare, bu saçma sapan ifadeleri bir ayet ve hadis gibi Müslüman türk milletine yutturmuş ve hala da yutturmaktadır. Siyasi ve otoriter idareye zarar vermedigiginden dolayı İslam dininin Namaz, Oruç, Hacc gibi ibadetlerine belirli durumlarda göz yummuşlar ya da göz yumar görünmüşlerdir…

Lakin İslami devlete ve Hukuk sistemi gibi iktidara talip olan kısımları yani İslamın hakimiyetini haykıran bölümleri söz konusu oldugunda, en agır cezalarla muhatabını susturma ve sindirme tavrını sürdürmüşler ve hala da sürdürmektedirler. İnanıyorum ki; bütün bunların asıl sebebi tabiidirki, siyasi ve otoriter idarenin yıllarca şiddetli bir şekilde sindirme ve yıldırma politikalarının sonucunda boşalan, tükenen İlim adamı yoklugudur. Din adamı ya da İlim adamı kavramı boş ve öylesine ifade edilen bir söz degildir…

Gerçek ilim adamları yok olunca meydan bir yazarımızın ifade ettigi gibi saray mollalarına kalmıştır. Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Alimler, Peygamberlerin varisidir…** Peygamberlik kapısı hatemul enbiya olan Peygamber efendimizle (sav) kapandıgına göre, mutlaka Risaletin başlangıcından itibaren getirmiş oldugu mukaddes mesajı inanan insanlara ulaştıracak birilerinin olması şüphesiz gerekiyordu. İşte Allahın şanlı Rasulü (sav), bu görevi Ulemaya, İslam alimlerine vermiştir…

İnanıyoruz ki; Kıyamete kadar altında dünya damgası degil, Allah ve şanlı Rasulünün mührü bulunan İslam mesajını ulaştırma, aktarma görevi hakkı haykıran ve Allahın emir ve yasaklarından zerre taviz vermeyen, Ulemaya, islam alimlerine aittir. Bu yüzden diyoruz ki, Alimler tabir caiz ise Peygamber postuna oturmuş insanlardır. Kesinlikle bu sözümüz birilerinin ifade ettigi gibi İslam alimlerini yüceltme, aziz mertebesine koyma ya da putlaştırma degil bir hakikatin ifadesidir diye inanıyoruz…

İslam alimleri tarih boyunca sapıklıklarla, bidatlarla, cahili kaymalarla mücadele etmişlerdir. İslam alimleri dini ve mukaddes degerleri yüce ve üstün tutmuşlar bu ugurda var güçleriyle gayret sarfetmişlerdir. Örnek olarak İmam Gazali ve İmam Rabbaninin zamanındaki sapık, bidat ehli, dini bozma çabasındaki insanlarla hakkı ve mutlak dogruları koruma adına mücadelelerine bir göz atmak yeterlidir sanıyorum…

İslam alimleri ve din önderleri tabiidirki, toplumları İslami çizgiye getirme ve o çizgide sabit tutma görevi öncelikle kendilerini ilgilendirdigini bilen insanlardır. Ulema bu görevi hakkıyla yürütürken başına gelebilecekleri zaten daha önceden kabullenerek bu işe başlayan insanlardır. Cenabı hak Bakara suresi ayet.214.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Kendinden öncekilerin başına gelenler kendinin de başına gelmedikçe cennete giremeyecektir…*** İşte İslam alimleri bu mutlak dogruyu bilen ve taa iliklerinde yaşayan insanlardır diye düşünüyoruz. 1924. yılından itibaren bazı az bazı şiddeti artırılarak uygulanan din dışı hareketler neticesinde toplumumuzda ne yazıkki gerçek İslam alimlerinden yoksun kalmıştır.

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, adeta bu dönem içerinide İLMİ bir fetret dönemi, ara devre yaşanmıştır ve hala yaşanmaktadır. Yani Müslüman türk insanı bu dönem içerisinde İSLAM mesajını yeterli ve net bir biçimde alamamış, bu karanlık devir hala hükmünü sürdürmektedir diye düşünüyoruz. Bu gün bizler Avrupada yaşasakta ayrı bir ülkede hayat sürsekte bir gerçek vardır; bizler o dönemi birebir yaşamasakta, o dönemi yaşayan insanların çocuklarıyız veya torunlarıyız…

Şurası bir gerçektirki şükürler olsun artık dünya gündeminde İSLAM vardır. Bu sebeplerden dolayı günümüzün gençleri gerçek manada İslami yapıyı bir şekilde yakalayabilmiştir ve inşaallah bazı eksikleri her zaman olmasına ragmen artık o yola baş koymuştur. Eksiklerimizi ve noksanlarımızı bilhassa Allahın bize vermiş oldugu EN GÜZEL DÖNEM OLAN BU GENÇLİK DÖNEMİMİZDE dinimizi daha fazla öz kaynaklarından ögrenip ögrendiklerimizi de amel noktasında hayatımıza aktararak İslamca yaşantımızı devam ettirecegiz inşaalah…

Bu manada bütün boyutları ile İslam dinini ögrenip hayata hakim kılma çabasına azmetmiş bu genç ve dinç yapımızla genelde dünya damgalı bir dine inanan yapıyla mücadeleyi sürdürerek Allah ve Rasulünün mührüne ulaştırıcı bir mücadeleyi esas almalıyız diye düşünüyorum. Bu mücadelenin temeli de mutlaka Kelimeyi Tevhide dayanmalıdır La ilahe illallah Muhammeder Rasulullah- diyerek işe başlamalı ve içerigini mutlaka net ve en güzel şekilde ögrenmeli, hayatımıza uygulamalı, yaşantımızı *Kelimeyi Tevhid* çizgisinde şekillendirmeliyiz diye düşünüyoruz…

Şurası bir gerçektir ki; Vahiy nizamının ve kültürünün hakim olmadıgı cografyada yaşayan bizim gibi insanların bilmemeleri bir mazerettir. Çünkü bu toplum yapısı içerisinde yaşayan insanların beyinleri batıla irtibatlı olarak bir bakıma esir hale getirilmiş, abluka altına alınmıştır. Yani akıl emniyetleri yoktur diyebiliyoruz. Günümüz insanına ister Türkiyede olsun ister bizim şu anda yaşadıgımız Avrupa ülkelerinde olsun batılın karşısında HAK olan dogrular net olarak anlatılmadıgı için tercih yapma durumumuz da ortadan kalkmaktadır…

Biliyoruz ve öyle inanıyoruzki; Batılın tamamiyle silinip gitmesi, ancak HAKKIN hayata hakim olarak gelmesine baglıdır. Ortada Hakkı ifade edici bir siyasi yapı olmayınca, batıl bilinen her şey yerli yerinde durmaktadır. Taguti güçlerin hakim vaziyette oldugu toplum yapılarında HAKKI, iyiyi, dogruyu, gerçek olanı arama merakı ve çabası zor uyanır ne yazıkki. Onun için taguti güçlerin, sistemlerin, otoritelerin bir şekilde kurbanı olmuş , onun bir şekilde dişlileri arasına girmiş insanmızı İslam kurallarına, islam nizamına götürücü çalışmalar üzerinde kafa yormak ve çok çalışmak mecburiyetindeyiz diye inanıyoruz…

İslam dininin net ve dogru olan mesajını götüremedigimiz toplumlara söz söyleme hakkımızın da olmadıgını bilmemiz icabeder. Unutmayalım ki, yaptıklarımızdan ve yapmamız gerekirken, yapmadıklarımızdan da hesaba çekilecegimiz bir gün mutlaka gelecektir. Mazeretlerin belkide kabul görmedigi zamana eriştigimizde zaman çok geç olacaktır. İşte hala yaşıyorken ve zamanımız varken vaktimizi,zamanımızı inşaallah İslam dininin ön gördügü şekilde geçirmeye gayret edelim…

Bazı anne ve babalar söze başlıyarken derlerki: bizler den artık çok şey geçti aman çocuklarımız kurtulsun, bizim gördüklerimizi çocuklarımız görmesin, bizim yaşadıklarımızı çocuklarımız yaşamasın, bizim bilemediklerimizi çocuklarımız bilsin diye her zaman çocukları üzerine titrerler. Mutlaka çok güzel bir tavır ve hareket tarzıdır ancak gözlerimiz hayata yumulmadıgı müddetçe bizlerde sorumluyuz ve çocuklarımız için istediklerimizi mutlaka bizlerde hayatımıza tatbik etmeliyiz diye düşünüyorum…

Hatta çocuklarımız ve gençlerimizden daha fazla gayret sarfederek onların önünde bir idol ve örnek olmamız gerekir diyoruz. Gençlerimizi, İslam cemaatına hazırlarken kendi nefsimizi bu güzelligin dışında tutmak kendi kendimize haksızlık olur. En kibar ve ince tabirle ki buna kesinlikle hakkımız yoktur inancındayız. Her insan kendi sorumlulugu içerisinde yaşayacak ve günahıyla ve sevabıyla Rabbine kavuşacaktır inancındayız…

Bizler hayatın hayırlı faaliyetler alanı oldugunu ve son anımızın yani ölümümüzün ise faaliyetlerimizin karşılıgını görecegimiz ve hesabını verecegimiz ebedi hayata geçişi saglayan bir dönüm noktası ve Peygamber efendimizin de (sav) belirttigi gibi bir uyarıcılık göreviyle vazifeliyiz. Bizlere, hayatı bir sınama, bir deneme vesilesi sayan İslam dini insan için uzun ve kısa vadeli hedefler tayin etmiş bu hedefleri gerçekleştirmenin yollarını göstermiş, Rabbına kavuşuncaya kadar insanın hayatını programa almış ve insanı Allaha yaraşır kul *buna kamil insan da diyebiliriz* yapmayı hedeflemiştir diye inanıyoruz…

Tarihi seyir içerisinde seçilmiş insanlar olan Peygamberlerin rehberliginde, kılavuzlugunda ortaya konulan ve pratige aktarılan İslami egitimle nice kamil insanlar ve davet önderleri, örnek islam alimleri yetişmiştir. Yine tarihi seyir içerisinde insan yetiştirmede oldugu gibi , islami egitimin pratige aktarılmasında da Peygamberlerin rehberligini ve kılavuzlugunu ve uyguladıgı metodu uygulayan nice islam alimleri de pek çok insanın ahiretlerinin kurtuluşuna vesile olmuşlardır… Bu gün bizler İslam diniyle insanlıgın ebedi kurtuluşu ve mutlulugunu, saadetini temin etmekle mükellef insanlar olarak hem kendimizi ve hem de muhatap bulundugumuz insanları yaşadıgımız çagın şartlarına göre yetiştirmek zorundayız. Bunun yanında yukarıda da ifade ettigim gibi çocuklarımızı, gençlerimizi, göznurumuz evlatlarımızı ve ailemizi, İslami tarzda yetiştirirken asılda kendi egitimimizide mutlak surette düşünmek zorundayız çünkü bizde hesap verecegimizi unutmamak durumundayız…Unutulmamalıdır ki, yeniden diriliş yolunda yürüyen, aynı zamanda zorlu bir çalışma devresine giren, gelecekteki hayatını yeni nesillere dengeli ve refah seviyesi yüksek bir hayat yaşatacak ilkeler üzerinde durmak isteyen, kayıp haklarını ve gaspedilmiş şerefini geri almak istiyen – Yani Şeriatı tekrar hayata hakim kılma azmini taşıyan- ve bu ugurda her türlü mücadeleyi göze almak zorunda olan Müslümanlar, hem çok kapsamlı çalışmalara girişmeli ve hem de bu çalışmaları hedefine götürecek İslam cemaatına insan yetiştirmeye azami gayret göstermelidir…

Çünkü Müslümanların, yollarını tıkayan engellerle mücadele etmek ve karşılaşacakları zorlukları yenebilmek için saglam karakterli kişiliklere, ahlaklı, edepli insanlara ve gerçek insani ve islami terbiyeye sahip olan cemaat müntesiplerine , ahiret endişe ve korkusuyla hem islamı yaşayan ve hemde İSLAM için yaşayan insanlara şiddetle ihtiyacımız vardır. Şurada çok dogal gibi görülen sohbetlerimizde bile her zaman diyorumki bu sohbetimizi daha fazla insanlar dinlese, o yönde dogruları daha çok insanlarla paylaşsak ve azim ve gayretimiz daha da artsa diye düşünmekten de geri kalamıyoruz…

Ne dersek diyelim Cemaatların hayatta kalmalarının sırrı, ilerlemelerinin, hamle yapmalarının sırrı öncelikle insandır. Cemaatların kuvvetliligi veya zayıflıgının göstergesi zamanımızda da gerçek insani vasıflara sahip saglam kişilikler yetiştirmedeki becerileriylede ölçülmektedir. Öyle zamanda yaşıyoruz ki, Müslümanın yükü agır işi ise her zaman diliminde oldugu gibi çok zordur…

Ama şükürler olsun ki Müslümanlar hiç bir zaman ümitlerini kaybetmeyen bir inancın sahibi olduklarından gayret, çaba, çalışma bizden tevfik ve başarı Allahtandır düşüncesiyle hareket etmenin bilincindedirler çok şükür. Her türlü hal ve durumda hedef ve gayelerimize dogru ilerliyebilmemiz için imanlı, azimli, metanet içerisinde, dayanıklı, sadakatli, çömert, fedakar ve her türlü tehlikeler karşısında sebatlı, adil, Allahı bilen ve ondan korkan, dostunu ve düşmanını tanımış ve ihlasla Allahın rahmetine, rızasına ulaşma yollarını arayan kendisini yetiştirmiş ve yetiştirme gayreti içerisinde olan genç, yaşlı İslami cemaat mensubuna şiddetle ihtiyacımız vardır…

Öyleyse diyoruzki; İnsana yapılan yatırım en muteber ve en hayırlı yatırımdır. Bu yatırımın ve verilen her türlü emegin hiç bir zaman boşa gitmiyecegi inancından hareketle Cemaatımızın ihtiyaç duydugu genç ya da yaşlı cemaat mensubunu yetiştirmek, egitmek ve İslami hizmetlere hazırlamak konusunda her türlü fedakarlıgı esirgemeden ifa etmemiz mutlak surette gerekli, zaruri ve şarttır diye inanıyoruz…

Allahım bizleri dosdogru yolun olan Sıratı müstakimden ayırma. Bizlere hakkı hak bilip hakkı yaşama, anlatma, söyleme cesareti ver. Batılı batıl bilip batıldan da kaçınma gücü ver. Bizlerin sünnet ve cemaat ehli bir müslüman olarak yaşamamızı nasip eyle. Bizlere senin sevdiklerini sevdir. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…

Sermedkadir…Lu…01.07.2009

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert