Ebedi hayat mektebimiz Kuranı Kerimin on yedinci Suresi olan İSRA Suresinde ve hemen birinci Ayetinde Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Şanı ne yücedir, O Allahın ki, geceleyin kulunu Mescidi Haramdan çevresini mübarek kıldıgımız Mescidi Aksa’ya yürüttü. O’na Ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye. Gerçekten O, her şeyi işitendir, görendir…***
Bilindigi gibi Müslümanların her zaman ve mekanda gözlerinin önünde bulundurmakla sorumlu ve uymakla görevli bulundukları temel esaslar, ilkeler, yasalar, kanunlar ve kaideler vardır. Müslüman için bu kanun, yasa, esas ve kaideler bütünlügünün hepsi Kuran ve Sünnet bütünlügü içinde saklıdır. Kuran ve Sünnet bütünlügü Genel olarak İnanan insanların Akidesinin , Dünyaya bakış açısının, dünya ve Kainat görüşünün, İnsanlar içinde ilişkiler bütünlügünde riayet edecegimiz deger ve ölçülerin, aynı zamanda davranışlarımıza hakim olması gereken Ruhumuza ve davranışlarımızdan dogacak olan Ahlaki, Edebi, Sosyal, Hayatımızın bütünü diyebilecegimiz madde ve mana bazında görünen ve görünmeyen her türlü yönlendiricilerimizin başında itirazsız kabul edecegimiz iki ana kaynagımızdır Kuran ve Sünnet bütünlügü…
Bu hususu burada kısaca zikrettikten sonra ortaya konması gereken çok önemli bir mesele daha kalıyor o da bizler Kuran ve Sünnet bütünlügüne hayatımızda ne kadar yer veriyoruz sorusu. Kuran ve Sünnet bütünlügüne geregi gibi egilebiliyormuyuz, Kuran ve Sünnet bütünlügüne tam teslim olabiliyormuyuz ya da İhmalkarlık edip Bu iki ana kaynaklarımıza sırt mı çeviriyoruz. Yeteri derecede Kuran ve Sünnet Nurundan, Işıgından faydalanamamızın sebepleri bizlere ne ölçüde yansıyor bu ve buna benzer soruları ve cevapları Firasetle ve şuurla degerlendirmemiz inanıyorum ki menfaatımız icabıdır…
Elhamdulillah Müslümanız ve Mü’minlerin İMAN ettigi bir realite bir gerçek vardır ki o da: Allah her şeye kadirdir. Yüce yaratıcımızın kudretinin bir sınırı yoktur. Biz Müslümanlar İmanımız sayesinde bazı olmayacakmış gibi görünen olaylarda dahi eger Allah ve Rasulü böyle buyurdularsa bu husus kati surette ve mutlak şekilde dogrudur, gerçegin ta kendisidir yaklaşımıyla olaylara yaklaşırız. Bizim bakış açımız kesinlikle Kuran ve Sünnet çizgisi dogrultusundadır…
İşte inanan insanlar, Müslümanlar, Mü’minler bu İmanları sayesinde, Ateistlerin, Materyalistlerin veya onlar gibi İmandan mahrum olan kimselerin akıllarının almadıkları olayları, havsalalarına sıgdıramadıkları hususları dar ve kuru kafalarının almadıkları gerçekleri biz inanan insanlar kolaylıkla kavrayabiliriz ve Allahın bizlere vermiş oldugu İman ve bilgi gücüyle açıklayabiliriz. İşte İSRA ve MİRAÇ mucizesi de İmandan nasibi olmayan, dar düşünceli ve her şeyi gördügüyle izaha yeltenen dar kafalı İmandan ve teslimiyetten bucak bucak kaçanların anlıyamadıkları ve kavrayamadıkları Mutlak dogru, kati olarak gerçek harika olaylardan birisidir…
İnanıyorum ki; Her şey İman bütünlügünde gizlidir. Allahın sonsuz kudretine İman ettikten sonra, Nakledilen ve Rivayet edilen her hangi bir olayın bir Vakıanın oldugunu bildiren haberlerde şüphe etmeyi, inanmamayı haklı kılacak herhangi bir sebep olmadıktan sonra, bu gibi harikulade olayları kabul etmemek için aslında her hangi bir gerekçede bulunmaz ve söylenecek her hangi bir söz de kalmaz…
Yüce Rabbimiz, şu alışageldigimiz, alışkanlık kazandıgımız için fazla da dikkat etmeden geçiverdigimiz sonu gelmez Tabiat kanunlarının ve İlahi sünnetlerin hepsini bizzat Yaratan Rabbimiz koymuş ve onlara faaliyet ve geçerlilik kazandırmıştır. Farzımuhal bu kadar gezegen kendi yörüngesinde tarihini Rabbimizin bilecegi zamandan bu zamana kadar belli bir hızla dönüyorlar ya biraz hızlı veya biraz yavaş dönselerdi düşünebiliyormuyuz ne olur. Kainat daha o anda düzenini kaybeder her şey çıgırından, düzeninden çıkar ve allak bullak olurdu…
Sünnetullah dedigimiz bu İlahi Kanunlar bütünlügü katiyyen Materyalislerin sandıgı gibi bu kanunlar Tabiatın kendiliginden oluşturdugu, kendiliginden çıkardıgı ve zamanla ortaya çıkıp yerleşen kanunlar olmadıkları gibi; yanlış ve eksik Allah inancına sahip olan bir takım Felsefeci ve Akıllarını putlaştıran düşünürlerin sandıgı gibi; Allah bu kanunları koyduktan sonra Kainatı hiç bir zaman kendi haline bırakmış ya da terk etmiş degildir…
Yüce Yaratıcı, Kainatta görünen ve görünmeyen Âlemde hareket eden bütün olaylarda KUDRET ve İRADE’siyle her zaman için mutlak surette tasarruf sahibidir. Aklımıza gelen ve gelmeyen her bir olayı SÜNNETULLAH yani İlahi kanunlar çerçevesinde kendisi yaratıp idare ettigi gibi ; Uygun gördügü takdirde de bu kanunları MUTLAK bir İRADE sahibi olarak aşabilmektedir. Misal verecek olursak: Ateşe emir verir böylece Ateş İbrahim Aleyhiselamı yakmaz. Bıçaga emir verir Bıçak İsmail Aleyhiselamı kesmez. Ve zaman ve Mekana emir verir Peygamber Efendimizin (sav) MİRAÇ olayı vuku bulur SİDRE İ MÜNTEHAYA ulaşır…
Bu gün ve gecenin ehemmiyeti açısından Miraca bakacak olursak deriz ki; MİRAÇ mana olarak merdiven, hatta zamanımız Tefsir alimlerinden bazıları Asansör diyorlar – yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını dile getirir. İslam’da Hz. Peygamber (s.a.s)‘ in göğe yükselerek Allah’ın huzuruna kabul edilmesi olayıdır Miraç. Miraç olayının vuku buldugu an İslam Tarihlerine baktıgımızda: Hicretten bir yıl ya da onyedi ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleştigine şahit oluyoruz…
Miraç olayının iki aşaması vardır. Birinci aşamada Peygamber Efendimiz (sav) Mescidül-Haram’dan Beytü’l-Makdise yani Kudüse götürülür. Kur’an’ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında İSRA adını alır. İkinci aşamayı ise Peygamber Efendimizin (sav) Beytü’l-Makdis’ten Allah’a yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayı Kuranı Kerimde anılmaz, ama çok sayıdaki HADİSİ Şerifte bu husus ayrıntılı biçimde anlatılır…
Peygamber Efendimizin (sav) Miracı İkinci Akabe beyatından sonra, Mekke Devri’nin 11’inci yılı Recep ayının 27’inci gecesi Hicretten 17 ay önce Miladi 621.Yılında „İsra ve Mirac“ mucizesi gerçekleşmiştir. Peygamber Efendimizin (sav) Mekke’deki Mescidi Haram’dan Kudüs’teki Mescidi Aksa’ya olan miracı, yukarıda meali yazılan Ayeti kerime ile sabittir. Mescid-i Aksa’dan semalara ve yüce makamlara yükseldiğini ise, Peygamber Efendimizden nakledilen sahih hadisi şeriflerden öğrenmekteyiz…
Hadisi şeriflerde anlatılanların özeti mealen şöyledir. Rasûlullah (s.a.s.) bir gece Kâbe’nin „Hatim“ denilen kısmında iken, Cebrail’in getirdiği „Burak“ denilen bineğe binerek Kudüsteki Mescidi Aksa’ya gelip burada namaz kılmıştır. Buradan da „Miraç“ denilen alete binerek, semalara yükselmiştir. 1’inci semada Adem aleyhiselamı, 2’inci semada Yahya ve İsa Aleyhiselamı, 3’üncü semada Yusuf Aleyhiselamı, 4’üncü semada İdris Aleyhiselamı, 5’inci semada Harun Aleyhiselamı, 6’ıncı semada Musa Aleyhiselamı ve 7’inci semada İbrahim aleyhiselam ile görüştü. Bunlardan her biri Peygamber efendimizi (sav.) selamlayıp tebrik ettiler, „hoşgeldin salih kardeş“ dediler…
Daha sonra „Sidretü’l-münteha“ya yükseldi. Orada KAZA ve KADERİ yazan kalemlerin çıkardıkları sesler duyuluyordu. Sidretü’l-münteha’dan ötesi, sözle anlatılması mümkün olmayan bir Alemdi. Buraya kadar beraber oldukları Cebrail Aleyhiselamda buradan öteye geçememiş, „benim için burası sınırdır, parmak ucu kadar daha ilerlersem, yanarım…“ demiştir Miraçta Cenabı Hakk, sevgili Peygamberine nice âlemler gösterdi. Kuluna vahyedeceğini vâsıtasız vahyetti. Bu makamda. Peygamber Efendimize (sav) üç şey verildi…
1.) Beş vakit NAMAZ FARZ kılındı. Mirac’dan önce Namaz, Akşam va Sabah olmak üzere günde iki vakit kılınıyordu. „Ey örtüsüne bürünen Peygamber! Kalk, azab ile korkut. Rabbinin adını (namazda tekbir ile) yücelt…“ (Müddessir Suresi, 1-3) anlamındaki Ayetler inince, Rasulüllah (sav) Cebrail Aleyhiselamın tarifi ile abdest alıp namaz kılmıştır. Peygamber Efendimizin (sav) Cebrail aleyhiselama uyarak kıldığı bu ilk NAMAZ, SABAH vaktinde kılınmıştır. Aynı gün Akşam Namazını Hatice Validemizle Cemaatle kılmışlardır. Ertesi gün bu Cemaate Hz. Ali Efendimiz, daha sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz.Zeyd b. Hârise de katılmışlardır. Böylece, (Miraçta 5 vakit namaz farz kılınmadan önce) Risaletin başlangıcından itibaren Peygamber Efendimiz (sav) ve Müslümanlar, Akşam ve Sabah olmak üzere, günde iki vakit NAMAZ kılıyorlardı…
Bu iki vakit Namazdan başka, „Müzzemmil Suresi“nin ilk Ayetleri ile „gece namazı“ farz kılınmıştı. Müslümanlar geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılıyorlardı. Gece Namazı bir sene kadar FARZ olarak devam ettikten sonra, aynı Sure’nin son Ayeti (Müzzemmil Suresi, 20) ile farziyeti kaldırıldı, nafile Namaz oldu. Miraçta FARZ kılınan 5 vakit NAMAZ ile bütün bu Namazlar kaldırıldı. Ancak, Peygamber Efendimize (sav) has, ona ait olmak üzere gece Namazının farziyeti devam etti. (İsrâ Sûresi, 79; Tecrid Tercemesi, 2/231-232, Hadis No: 227’nin açıklaması; Tahir Olgun, İbadet Târihi, 28-38, İst., 1946)…
2.) Miraç olayında önemli bir hususta Bakara Sûresi’nin son iki Ayeti (Amener Rasulü diye başlayan…) vahyedilişi hadisesidir.
3.) Miraç olayında Biz Müslümanlar için en önemli olaylardan biriside Peygamber Efendimize (sav) Ümmetinden şirk koşmayanların Cennet’e girecekleri müjdesinin verilmiş olması hadisesidir…
Peygaber Efendimiz (sav) Miraç olayını ve Miraç da gördüklerini ertesi sabah İnsanlara anlattı. Mü’minler Peygamber Efendimizi (sav) tasdik ve tebrik ettiler. Müşrikler ise inkâr ettiler. Bir gecede Kudüs’e gidip gelmek imkansız bir şey, dediler. Reddeden müşriklerin İçlerinde Kudüse gitmiş ve Mescid-i Aksâ’yı görmüş olanlar vardı. Mescidi Aksanın kaç kapısı var? Şurası nasıl, burasında ne var? diye Peygamber Efendimizi (sav) soru yağmuruna tuttular. Peygamber Efendimiz (sav) bu konuyu daha sonra şöyle anlatmıştır:
** Kureyş bana seyahat ettiğim yerler, özellikle Mescidi Aksa ile ilgili öyle şeyler sordular ki, İsra gecesi bunlara hiç dikkat etmemiştim. Fakat Cenabı Hakk, benimle Beyti Makdis arasındaki mesafeyi kaldırdı. Ne sordularsa, oraya bakarak cevap verdim… **
Bu durumda ne yapacaklarını şaşıran müşrikler Hz. Ebu Bekire koştular. Muhammed dün gece Kudüse gidip geldiğini, göklere çıktığını söylüyor. Buna da mı inanacaksın, dediler. Ebu Bekir Efendimiz, hiç tereddüt göstermeden: * Bunu O söylemişse inandım gitti. Ben O’nu bundan daha önemli olan konularda tasdik ediyorum. Akşam- Sabah göklerden vahiy geldiğini söylüyor, buna inanıyorum…* dedi. Bu yüzden Hz. Ebû Bekir’e SIDDIK denildi.
Ehli Sünnet vel Cemaata göre, İsra ve Mirac aynı gecede; Peygamber Efendimizin (sav) RUH ve vücuduyla – bedeniyle birlikte uyanık halde iken olmuştur. İsra ile Miracın ayrı gecelerde olduğunu, rüya halinde ve Ruhani olarak vuku bulduğunu kabul eden İslam Alimleri de vardır; fakat bunların sayısı azdır. Bir misal olması açısından bu konu ile alakalı İbrahim Hakkı Bursevi Hazretlerinin Tefsirine bakacak olursak şu ifadelere rastlarız: * Meşhur olan görüşe göre bu gece, Recep ayının yirmi yedinci günü olan Pazartesi gecesidir. Yaygın olan bu görüşe dayanarak insanlar Peygamberimizin (sav) Pazartesi günü dogdugunu, bu günde Peygamberlikle görevlendirildigini, İSRA olayının bu gece gerçekleştigini, Mekkeden bu günde çıktıgını, Medineye bu günde girdigini ve yine bu günde – yani Pazartesi günü – vefat ettigini söylemişlerdir…
Ayette ‘’Kulunu’’ dendi, Peygamberini denilmedi bunun sebebi Hz. İsa’da oldugu gibi Hz. Muhammede (sav) uluhiyet isnad edilmemesi içindir. Çünkü Miraç hadisesinde DÜNYA Aleminden sıyrılarak cismi ile Mele-i alaya yükselmiştir. Bu ise beşeri adete zıttır. Ayrıca bunda kulluk makamının şerefine işaret vardır. Hatta Fahreddin er- Razi tefsirinde demiştirki: ‘’ Ubudiyet Risaletten daha faziletlidir. Çünkü ubudiyette halktan HAKKA yönelinir, risalette ise Hakktan halka yönelinir. Ayrıca ubudiyette kulun, işini mevlasına bırakması vardır. İşlerini Mevlası yapar. Risalette ise Ümmetin işlerini tekeffül etme , onlarla ilgilenme vardır. İkisi arasındaki durum ne kadar farklı.’’
Miraç hadisesi hem ruh, hem de bedenle olmuştur. Bunun delili Ayetteki ‘’ KULUNU… götürdü’’ ifadesi,dir. Çünkü ABD- KUL Ruh ve bedene birden denir. Yine bir hayvan cinsi olan BURAK ta cesedi taşır. Bir başka delil; Miraç hadisesi uyku halinde ruh ile olsaydı o zaman müşrikler bunu inkar etmezlerdi. Çünkü uyku halinde benzeri durum herkeste görülebilir… İbrahim Hakkı Bursevi. Ruhul Beyan Tefsiri. Cilt.4.Sayfa.513-514…* Bizleri yolların, izlerin en dogrusuna güzelliklere ve muteber olana en hayırlı olana götürmede yardımcı olan Ehli sünnet Alimlerinden Allah razı olsun…
c) Miraç olayında Teşri Kılınan Hükümlere bakacak olursak: Kuranı Kerim’de, Mirac’ın en yüksek hali anlatılırken mealen: *** (Rabbına) iki yay kadar veya daha da yakın oldu. Allah Kulu’na vahyettiğini o anda vahyetti…“ (en Necm Sûresi, 9-10) *** buyrulmaktadır. Bu Ayetlerden Peygamber Efendimize (sav) Miraçta pek çok esrar, sırlar ve olayların bildirildiği anlaşılmaktadır.
Baştan sona Miraç ve Miraç hadisesinde teşri kılınan hükümlerin anlatıldığı İsra Suresi’nin 80’inci Ayetinde Peygamber Efendimize (sav): *** Rabbim, beni şerefli bir girişle (Medine’ye) koy, salim bir çıkışla da (Mekke’den) çıkar…*** diye DUA etmesi emredilerek yakında Hicretine izin verileceğini;
İsra Suresinin, 81. Ayetinde ise mealen: *** De ki: Hakk geldi, batıl yok olup gitti, esasen batıl yok olmağa mahkumdur…*** buyurularak çok yakında İslam’ın küfre galebe çalacağına, neticede Mekke’nin Peygamber Efendimiz (sav) tarafından fethedilip KABE’nin putlardan temizleneceğine işaret buyurulmuştur. Yine aynı Surenin 23-29’uncu Ayetlerinde İslam Dininin temelini teşkil eden hükümler yer almıştır.
Bu Ayetlerin mealleri şöyledir: *** Rabb’ın şunları kesinlikle hükmetti: Kendisinden başkasına kulluk etmeyin. Ana-babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlayacak olursa, onlara „öf“ bile deme, onları azarlama, her ikisine de hep tatlı söyle. Onlara şefkatle tevâzu kanadını ger ve ‚Rabbım, onlar, küçükken beni nasıl ihtimâmla yetiştirmişlerse, sen de kendilerini öylece esirge..‘ diye onlar için dua et. Rabbınız, içinizdekini en iyi bilendir…
İyi kimseler olursanız, kendisine yönelip tevbe edenleri bağışlar. Hısıma, yoksula, yolda kalmışa, herbirine hakkını ver. Elindeki malını saçıp savurma, saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanla kardeş olmuşlardır. Şeytan ise Rabbına karşı son derece nankördür. Rabbından umduğun Rahmeti elde etmek için HAK sahiplerinden yüz çevirmek zorunda kalırsan, bari onlara yumuşak söz söyle (sert davranma). Elini boynuna bağlayıp cimrilik etme, onu büsbütün açıp hepsini de saçma. Yoksa pişman olur, açıkta kalırsın. Şüphesiz Rabbın dilediği kimsenin rızkını genişletir, dilediğininkini daraltır, ölçü ile verir. O, kullarını gören ve her şeyden haberdar olandır…
Çocuklarınızı yoksulluk korkusu ile öldürmeyin. Onları da sizi de Biz rızıklandırırız. Şüphesiz ki onları öldürmek büyük bir suçtur. Sakın Zina’ya yaklaşmayın. Doğrusu bu çirkindir ve çok kötü bir yoldur. Allah’ın HARAM kıldığı CAN’a, haklı bir sebep olmadıkça kıymayın. Haksız yere öldürülen kimsenin velisine bir yetki vermişizdir. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Çünkü o, ne de olsa yardım görmüştür. Erginlik çağına ulaşıncaya kadar, yetimin malına, en güzel şeklin dışında yaklaşmayın. Bir de verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözde sorumluluk vardır.
Ölçtüğünüz zaman ölçeği tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha iyi ve sonuç bakımından daha güzeldir…
Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalb, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü ne yeri delebilir, ne de boyca dağlara ulaşabilirsin, (onlarla büyüklük yarışı yapabilirsin). Rabb’ının katında bunların hepsi, beğenilmeyen kötü şeylerdir. Bunlar Rabb’ının sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah’la beraber bir başka tanrı edinme. Yoksa kınanmış ve kovulmuş olarak Cehennem’e atılırsın.*** (İsra Suresi, 23-29).
Bu Ayetlerdeki İlahi emirler şöylece özetlenebilir:
1) Allahtan başkasına kulluk etmeyin…
2) Anne ve Baba’ya iyi muamele edin…
3) Hısıma – Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa haklarını verin…
4) Ne hasis – Eli sıkı, ne cimri, ne de müsrif (savurgan) olun…
5) Çocuklarınızı öldürmeyin…
6) Zina’ya kati surette yaklaşmayın…
7) Haklı bir sebep olmadıkça cana kıymayın…
8) Daha iyiye götürmek amacı dışında yetim malına yaklaşmayın, YETİM malına zarar vermeyin…
9) Verdiğiniz sözü yerine getirin, mutlaka sözünüzde durun…
10) Ölçü ve tartıyı tam yapın…
11) Hakkında bilginiz olmayan şeyin peşine düşmeyin…
12) Yeryüzünde kibir ve azametle yürümeyin, alçak gönüllü yani mütevazi olun.
Miraç olayı, İnsan aklının kavrayamayacağı, lahuti bir hadisedir, yeni söyleyişle metafizikidir, Aklın kavrayamayacagı, Akıl üstü bir şeydir. Tek kelime ile MUCİZE’dir. İnsan ne kadar düşünürse düşünsün, akıl kantarı ile onu tartamaz. Tartmağa kalkışılırsa onu tartacak olan Terazi kırılır. Bunda, zaman ve mekan kaydı, mesafe bir bakıma ortadan silinmiştir. Bu hadiseye biz Müslümanlar, Peygamber Efendimizin (sav) İlahi bir lütfa mazhar oluşudur diye inanıyoruz…
Bugün içinde bulundugumuz zaman zarfında ilim ve teknoloji, Nice harikulade olayları Olması hayal edilemeyen, İmkansızmış gibi görülen olayları kabul etmekte ve hızla ilerlemektedir. Geçmişte hayal sanılan birçok şeyler içinde bulundugumuz zaman zarfında hızla gerçekleşmiştir. Kainatta yeni yeni gezegenler kuvvetler keşfolunmakta, pek çok hakikatlar meydana çıkarılmaktadır. Allahın İnsanlara vermiş oldugu en büyük nimetlerden AKIL ve Zeka sayesinde bugünün insanı, 2006. Yılından sonraları da zamanın ne getirecegi İlerlemenin hangi aşamaları kaydedecegi bizim tarafımızdan şu anda bilinemiyor…
Bunun yanında İlmi her şeyi dolduran Yüce Allah’ın kudretiyle, sevgili kulu Hz.Muhammedin (sav) Mekke’den Kudüs’e gitmesi, oradan göklere çıkması, varlığın hulâsası, bir başka anlatımla sanki bittigi yerleri Alemlere RAHMET olarak gönderilen Allahın en sevgili kulu gökler Alemini ve bütün KAİNATI seyretmesi neden mümkün olmasın…? İnanıyoruz ki yegane kudret ve İrade sahibi olan Yüce Rabbımızın gücü ve İlmi her şeye Kadirdir…
Artık Mirac hadisesi, zamanımızdaki İlim ve tekniğin gelişmeleri karşısında herkes tarafından daha kolay kabul edilebilecek İlahi bir hakikattir. Biz müslümanlar ne kadar sevinsek, Rabbımıza ne kadar şükretsek ve de ne kadar iftihar etsek yine de azdır. Çünkü; Her türlü İlim bizimle, Akla gelen ve gelmeyen her türlü gerçek bizimle, Zamanın getirmiş oldugu her türlü teknnolojik yenilikler, buluşlar mutlak surette Müslümanları inandıgı deger ölçülerini dogrular mahiyettedir…
İslam Alimlerinin büyük bir çoğunluğuna göre MİRAÇ olayı uyanıkken hem ruh, hem de bedenle gerçekleşmiş oldugunu yukarıda ifade ettik. Miraç olayının gerçekleştiği gece müslümanlarca Kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin İbadetle ihya edilmesi İbadetle geçirilmesi güzel bir gelenek haline gelmiştir. Müslümanlar her zaman İbadet ehli olan inanmış insanlardır…
Miraç gecesi gibi Mübarek gecelerde ise tabiidirki İbadetlerinde, zikirlerinde, fikirlerinde Allaha daha yakın olmayı umarlar, eger yanlış ve olumsuz yollarda iseler Allah korusun derhal o hallerinden vaz geçerek Sımsıkı bir şekilde Allahın kopmayan ipine sarılırlar. Böylesi MÜBAREK gecelerde ve günlerde İbadeti vesile bilerek Rabbimizin gösterdigi yolda yürümek en akıllıca hareketimiz olmalıdır diye düşünüyoruz. Allah (cc) Bizleri o dosdogru yolundan SIRATI MÜSTAKİMDEN ayırmasın…
Bilhassa Osmanlı devri içerisinde Mirac kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, Cami, Mescit ve tekkelerde Mirac olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması, dinleyenlere süt ikram edilmesi de Tarihi süreç içerisinde ve zamanımıza kadar ulaşan bir gelenek halini almıştı. Tarihimizde önemli bir yer tutan Miraciyye okumaları ve kutlamaları bilhassa Mevlevilerde daha yaygın olarak okunmakta ve bilinmektedir…
Miraciyye, Receb Ayının 27. gecesinde meydana gelen Miraç olayını anlatan manzum – düzenli Şiir diliyle yazılmış yazıdır. Türk musikisinin klasikleri arasına girmiş tasavvuf edebiyatı neviindendir. Ruhani ve Dini kıymeti haiz olup, agır bir dille yazılmıştır. Anlaşılması çok zordur. Daha çok yüksek (havas) sınıf ve tasavvuf (tekke) meraklıları tarafından anlaşıldıgından ve mahdud (belirli) günlerde okundugundan Mevlid-i Şerif gibi yayılamamıştır. Günümüzde sayılı kişiler tarafından bilinmekte ve okunmaktadır. Konservatuvar tarafından notaya alınmıştır…
Ramazaniye, Regaibiye gibi tasavvuf edebiyatından bazı eserler notaya alınmadıgından geçen zaman içinde kaybolmuştur. Miraciyye’nin güfte ve bestesini Tünel’deki Galata Mevlevihanesi (Mevlevî tarikatının İstanbul şubesi) neyzenbaşılarından Kutbî Nâyî Şeyh Osman Dede Hz.leri meydana getirmiştir. Fatih Kocamustafa Paşa, Sümbülefendi Camii ile Fatih Hobyarlı Davut Paşa Camiinde, Üsküdar Aziz Mahmud Hüdâyi Camiinde ve Üsküdar Nasûhî Mehmed Efendi Caiminde okunması gelenek halinde olan Miraciyelerden bir örnek: (Kaynak: Türk edebiyatı dergisi. Altınoluk dergisi…)
NİŞABUR MÜNACAAT HÂNESİ
Ya Rab ol Sultanı canım hürmeti
Nuri zât-ı müsteânın hürmeti
Ol Muhammed ruhuna tazim için
Mustafa’nın cismine tekrar için
Nuri zât-ı Mustafa’nın hakkı için
Sırrı arşı Kibriya’nın hakkı içün
Ruyine müştak olanlar hakkı içün
Aşkına uşşak olanlar hakkı içün
Va’dini ihsan kıl âşıklara
Din yolunda sa’yiden sadıklara
Cümle iman ile ikatın olsun ümem
Cenneti didâr ile kıl muğtenem
Ya Hakk Ahmed Muhammed Mustafa
Derviş Osmane dahi eyle ata
Ey kemâ-li rahmet Ey Padişah
Sen kabul eyle ricamız ya İlâh
Yüzü suyu hakkı içün Peygamberin
Servi boyu hakkı içün seryerin
Fatihayla bed olundu bu kelâm
Fatihayla hatmolunsun vesselâm
Ahmedü eshabü cümle mü’minin
Rahmetullahi aleyhim ecmaîn.
Biz Müslümanlar inanıyoruzki; Allahın sonsuz kudretine İMAN ettikten sonra Miraç olayının nakledilişi ve olayın ve Hadisenin oluşunu bildiren mutlak dogrulara kesinlikle inanıyor ve İMAN ediyorken, Bu büyük MUCİZE den şüphe etmeyi haklı kılacak her hangi bir gerekçe olmadıktan sonra bu gibi MUCİZEVİ olayları kabul etmemek için ortada her hangi bir gerekçe yoktur diye İman ediyoruz. Şu bir gerçektirki; Yüce Rabbimiz: Kainatta görünen ve görünmeyen Alemde vuku bulan bütün hadiselerde – Olaylarda Kudret ve İradesiyle her zaman için tek ve yegane tasarruf sahibidir…
Yarın kısmet olursa içinde bulunacagımız Miraç gecesinde bilhassa ben düşünce olarak bu İSRA’nın son duragı, Miracın da başlangıç noktası olan, Müslümanların ilk KIBLESİ Mescidi Aksa şu anda Emperyalist kafirlerin Ortadoguda sanki bir Karakol bekçisi, Terörist devlet, gaddar ve insanlık düşmanı İsrailli Yahudilerin işgali altındadır. Bu durum biz Müslümanlar için utanılacak ve Mü’min olan her bir kalbi derrinden sızlatacak olayların her gün bir yenisi ortaya çıkmaktadır…
Otuz üç gün hem Filistinli ve hem de Lübnanlı Müslümanlara ve özellikle Beyruta sanki taş taş üzerinde kalmamacasına saldıran Terörist devlet İsrail ve kann emici Ebedi İslam düşmanı Yahudiler binlerce insanı öldürdükten sonra nihayet uydurma bir Birleşmiş Milletler kararıyla ateşkes sözleşmesine sonunda uymak zorunda kaldılar. Ateşkes kararıyla birlikte çogunlugu Amerika ve Avrupa ülke askerleri bu arada Türk Askerleriyle birlikte Lübnana sevk edilecek Birleşmiş Milletler koruyucu gücü olarak. Biz bunların Somalide, Afganistanda, Irakta, Bosnada ve dünyanın degişik yerlerinde zaman içinde ne yaptıklarına üzülerek şahit olduk…
Şimdide bilhassa Terörist İsrail Devletini koruyucu yerlerini pekiştirici ve belkide sınırlarını biraz daha genişletici bunun yanında Müslümanlara Silah ve Mühimmat akışını önleyici ve sonunda Müslümanları eli kolu baglı silahsız bir vaziyette İsrailin kucagına atılacak bir faaliyet ve işgüzarlık olarak görüyoruz. Hususi olarak Müslüman kıyımına ses çıkarmayan bir Birleşmiş milletler teşkilatı ya da Amerika haklarını koruma teşkilatını DÜNYA nerdeyse kırk gündür seyrediyor. Çoluk, çocuk, sivil demeden binlerce kişi öldürülürken, Bir ülke yerle bir edilirken ve sanki haritadan silinmeye çalışılırken Veto hakkına sahip devletler toplulugu bu çılgınlıklara seyirci kalıyor…
Söylenecek çok söz var ama ben diyorum ki; Bizler suçu öncelikle kendi kendimizde aramalıyız. Müslümanım diyen bunca insan uzun dönemlerden bu yana İslamı ve İslami yaşayış biçimini adım adım terk edip bırakıp İzzeti ve şerefi kafirlerin yanında aramakla en büyük ihaneti kendi kendilerine yaptılar ve hala da aynı şahsiyet arayışı ne yazıkki devam ediyor. İçinde bulundugumuz bu zelil ve alçaltıcı, küçük düşürücü durum İslam Ümmetine belkide Rabbimizin İlahi bir ihtarıdır diye düşünüyoruz…
Kendi İnançlarını yaşamayan ve emredildigi birlik, Vahdet, Cemaat ruhunu oluşturamayan, İslam dininin önceliklerinden olan kendi içinde kuvvet toplayarak küfre karşı topyekün CİHAD edemeyen, İslam cografyasının bir bölümünde olan hadiselere tamamiyle ihmalkar davranan bir toplumdan başka nasıl bir durum beklenir bilemiyoruz. Yalnız bildigimiz bir şey var: Daha öncede Müslümanlar buna benzer utanılacak derecede Perişan durumlara düşmüşlerdi…
Mesela büyük Komutan, Firasetli idareci ve Üstün nitelikli yönetici büyük İslam Mücahidi Selahaddin Eyyubi, Müslümanların perişanlıgının, yine bu günkü gibi, fakat o zamanlar Haçlı sürülerinin elinde Mescidi Aksanın ve çevresinin esaretinin ızdırabını, acısını İnanan kalbinin en derinliklerinde hissetmiş, sadece hissetmekle kalmamış, Müslümanları bu sıkıntılı ve perişan durumdan kurtarmak için durmadan, dinlenmeden çalışmış o günün şartları içerisinde Atının sırtından inmemiş, İlk Kıblegahımız Kudüs Kafirlerin işgalinden kurtulmadıkça gülmemiş, gülmeyi kendisine haram etmiş, mütevazi çadırından başka bir yerde istirahat etmeyi bile kendisine çok görmüş İman ve İhlas sahibi yüce bir komutandı…
Böyle yüce bir İMAN , İhlas çok büyük fedakarlık ve büyük bir kahramanlık örnekleri ile Kudüs o zamanlarda Esaretten kurtulabilmiştir. İlk Kıblegahımız olan Kudüs tekrar İslamın hakimiyeti ile gerçek kimligine kavuşmuş oldu. Küfrün ve kafirlerin bu mekana yaptıgı zulumler İslamın engin ve ulaşılamaz adaletinin gölgesiyle son bulmuştu. Eger bu Ümmetin kaderinde bu tarihin tekrarlanması mukadderse yine aynı Selahaddin Eyyubi zamanında oldugu gibi benzeri fedakarlık, bazı şeylerden feragat, İman, gayret ve benzeri faaliyet ve düşmana karşı gereken hazırlık ve çalışmaları İhmal etmemesi, gerekli her ne varsa her ne yapılacaksa yerli yerince ortaya konulması halinde kaybettiklerimize tekrar kavuşuruz inşaallah…
Çünkü Filistinin kurtarılması lazım. Bu topraklar bizim. Kim ne derse desin, bu topraklar İslam Ümmetinindir. Geçici dönem içerisinde İslam düşmanları bu topraklara sahip olabilirler, yasama ve yürütma haklarını belli düzeyde buralarda kullanabilirler. Buralarda kendi vatanları gibi çalım satabilirler. Ama bu topraklar kesinlikle onların olamaz. Bu topraklar Mescidi aksayı içerisinde barındıran topraklardır. Allah Rasulünün Miracına basamak olan topraklardır. Ümmetin ilk Kıblegahı olan topraklardır. Ömerül Farukla Müslümanların hakimiyetine mazhar olmuş topraklardır. Onunla buralara İslamın adaletinin, huzurun, güvenin gelmiş oldugu topraklardır…
Kann içici siyonist kafirler o topraklarda kesinlikle duramaz ve rahat hareket edemezler. Bu toprakların bedeli çok büyüktür. Siyonistler bu toprakların bedelinin bir buçuk milyar Müslüman kanı oldugunu kati surette unutamazlar. Zamanımızdan 110 yıl kadar öncebu Siyonist İslam düşmanlarının dedeleri bütün servetlerini Müslümanların o günkü Halifersi olan İkinci Abdulhamid Hanın önüne sermişler, bunun karşılıgında bu topraklarda küçük bir çiftlik kadar toprak parçası istemişler, ama bu büyük servetler karşılıgında buradan bir karış dahi toprak alamamışlar, bunun yerine * Filistinin bedeli 600. Milyon Müslüman kanıdır, ancak bu kanları dökerseniz o topraklara sahip olabilirsiniz…* cevabını almışlardır. İkinci Abdulhamid Handan aldıkları bu cevap hiç bir zaman unutulmamış ve zamanımıza kadar her iki taraf mücadelesini çok kanlı bir şekilde zamanımıza kadar sürsdürmüşlerdir. Ve hala da Dünyanın Müstekbir bütün güçlerini arkasına alan İsrail ile mazlum ve bir o kadar da çaresiz gibi görünen Filistinli Müslümanlar arasında bu mücadele dengesiz ve orantısız bir şekilde devam etmektedir…
Yüce Rabbimizin kendi NUR’unu mutlaka tamamlayacagına elhamdulillah İmanımız ve İnancımız tamdır. Yüce Rabbimiz Kuranı Kerimde İMAN edenlere yeryüzünde İnandıgı Dinlerini Hakim kılacagına İktidar yapacagına dair Nur Suresi ayet. 55 te verilmiş olan vaadine olan İmanımız, İtikadımız ve İnancımız bu hadisenin birgün mutlak surette olacagına tekrar edecegine açık bir teminattır. Fakat yine aynı Ayetin bu vaadi gerçekleştirmenin şartlarını da içinde saklayan hususları gözden uzak bulundurmamaız gerekmektedir. Bu vaad ise kısaca izah edecek olursak Rabbimizin bizlerden bekledigi İman ve Salih Amel bütünlügüne riayet etmemizdir inşaallah…
Bizler izzeti, şerefi, güzelligi ve dogruyu, gücü, kuvvetliligi mutlak surette korunmayı himaye edilmeyi İZZET’in gerçek sahibi yüce Rabbimizden beklemeliyiz. Bu güzellikleri Yüce Allahtan degilde başka başka devlet, kurum, kuruluş ve teşekküllerde arayanlar, Allahın vaadine karşı İmanlarını yitiren gafiller, Müslümanlardan degilde Kafirlerden yardım bekleyen düşüncesizler Allaha olan güven duygusunu yitirmiş nasipsizler sınıfına dahil olurlar…
Zaten bu nasipsizleri ve Gafilleri uyararak, ikaz ederek Rabbimiz Nisa suresi Ayet.139.da şöyle bahsetmektedir mealen: *** Mü’minleri bırakıp Kafirleri veli – dost, himayeci, yönetici ve yardımcı edinenler: bunlar, onların yanında izzetmi arıyorlar ? Gerçek şu ki, İZZET tümüyle-yalnız Allahındır…***
Demekki Aziz olmanın, üstün olmanın saygın ve muteber olmanın şartı Kafirlerin kendi menfaatlarını kollamak maksadıyla kurmuş oldukları Birleşmiş milletler teşkilatı başta olmak üzere bütün kurum, teşkilat ve kuruluşlar içinde bulunmak degil onların bir bakıma dümen suyuna girmek degil, bunun şartı, gerçek MÜ’MİN olmakla birlikte gevşemeksizin ve sıkıntılar, baskılar karşısında yılmaksızın Müslümana yakışan, mü’mine yakışan Tevhidi dogrulara yakışan hareket ve oluşumların içine dahil olmak ve İslamın şerefini en üstün tutmaktır gaye ve amacımız…
Rabbimiz Ali İmran suresi Ayet.139.da mealen şöyle buyuruyor: *** Gevşemeyin, üzülmeyin. Eger gerçekten Mü’minler iseniz, en üstün sizsiniz…*** Yine Münafikun Suresi ayet.8.de mealen şöyle buyurulmaktadır: *** İzzet – güç, kuvvet düşmana karşı kendisini korumak, şeref – ancak Allaha, O’nun Rasulüne ve Mü’minlere mahsustur. Fakat münafıklar bilmezler…***
Kısaca bu konuyu baglayacak olursak Aziz, üstün, izzetli, şerefli olmanın yolu, yani düşmandan, kafirlerden gelebilecek her türlü tehlikeleri önlemenin yolu, Cenabı Hakkın Hakimiyetini, Egemenligini kati surette kabul edip, Peygamber Efendimizin Sünneti Seniyyesini şaşmaz bir ölçü kabul ederek Sıratı Müstakimde yürüme gayret ve çabasından geçmektedir. Bu yolun dışında kalan yollar ve izlenecek takip edilecek belirsizlikler boşu boşuna bir çırpınış ve bataklıga gömülüşü beraberinde getirir diye inanıyorum…
Allah ondan razı olsun; Büyük İslam Mücahidesi Zeynep Gazali yirmi sene öne bakın nasıl sesleniyor: * Biz Müslümanlar olarak bugün yeryüzünün üçte birine sahip bulunuyoruz. Biz Amerikadan da Rusyadan da hatta ikisinden de daha zenginiz. Fakat biz, bölünmüş, bölük pörçük hale gelmişiz. Onun için çalışmalarımızın kaymagını, mahsul ve ürününü başkaları yemektedir. Biz başkasına çalıştıgımız hergün, Allaha verdigimiz söze İHANET etmiş oldugumuz gibi, kendi izzeti nefsimize karşı da İHANET etmiş oluruz ve bizim bu halimiz devam ettigi müddetçe, Siyonistler bizimle protokollar düşüncesi dedikleri alçak oyunlarıyla, bir çocukla oynandıgı gibi oynayacaklardır…
Memleketimizde Masonlugun bir eşi olan Rotary kulubünün çagrıları, mesajları peş peşe neşredilir-yayılır. Erkek – Kadın toplum bireylerimiz her türlü zehirli düşüncelerle zehirlenirler. Gençlerin yigitligini, Kadınların hayallerini yok eden fikirlerin tesirinde kalır. Biz bu halimizlemi KUDÜS’ü kurtaracagız ? Hayır… Hayır…Hayır… Selahaddin Eyyubinin izzetine, şerefine dönmemiz gerek… Gerek te ne kelime zorunlu bu. Müslümanların eşine rastlanmayan bir hareket noktası üzerinde VAHDETE kavuşması icab etmektedir. İslamın hareket mantıgı üzerindeki vahdet , İslam tek başına kurtuluştur, kurtarıcıdır. Bu çagrıya LEBBEYK diyen varmı..? Mektep.16.1987.*
Sonuç olarak inanıyoruz ki; Son İLAHİ mesaj olan İslamın Allahın son Peygamberi vasıtasıyla İnsanlıga son DİN olarak gönderildigine göre kendinden önceki bütün Dinleri, Şeriatları ve bu DİN ve Şeriatların bütün hüküm ve emirlerini neshetmiş ve sona erdirmiştir. Böylelikle Peygamber Efendimizin (sav) getirdigi İLAHİ mesaj ve DİN bütün Peygamberlerin kutsal saydıgı her şeye bir bakıma mirasçı olmuştur. Bu duruma göre, KABE nin kutsal olmasının yanı sıra KUDÜS’ün kutsal kabul edilmesi gerçeginin yanında bir gerçek vardır ki o da Kudüsün en tabii, en son mirasçıları da Müslümanlardır…
Kabe nasıl Müslümanların ise bir hak olarak Kudüs de aynı derecede Müslümanların hakkıdır ve eninde sonunda Müslümanların olacaktır. Kuranı Kerimde *** Çevresini mübarek ve mukaddes kıldıgımız Mescidi Aksa… *** diye ifade edilmiş olup İlahi vahiyle bu beldenin kutsiyeti Kuran Nassı ile mutlak surette belirtilmişken Müslümanların bu beldeden vaz geçmeleri söz konusu olamaz. Zafer inşaalah sonunda Müslümanların olacaktır ve Allahın vaadi yerine gelecektir. Bu gerçege bütün kalbimle inanıyorum. Bu Mübarek Miraç gecesi ve onun akabinde gelişen günler Müslümanların VAHDETİNE, birligine ve bütünlügüne, İZZETİNE, ŞEREFİNE sebeb ve vesile olur inşaallah…
Allahım bizleri bu Mübarek Miraç Gecesi hürmetine: Senin Dininden taviz verenlerden eyleme. Senin Şeriatından taviz verenlerden bizleri uzaklaştır. Senin İlahi mesajına tavır alanlara karşı bizleri İzzetli, Aziz ve üstün eyle. Bizleri Peygamber Efendimizin (sav) Sünnetine sımsıkı baglanmakta sebatkar ve devamlı eyle. Bizleri Kudüsün Fethedilmesi ve korunması ugrunda üstün çaba sarfeden Amr bin As’ın, Hz. Ömerin, Hz.Halidin, Selahaddin Eyyubi’nin İkinci Abdulhamid Hanın ve İslam Mücahidlerinin kuvvetli İmanları gibi İtikadlardan, İnançlardan mahrum eyleme. Bizleri Ehli Sünnet yolundan ayırma.
Allah’ım. Bize Mukaddes dînini her şeyden daha fazla sevdir. Bize Resûlünü (asm) herkeslerden daha fazla sevdir. Bize, Sana giden O yüce yolu bütün yol ve izlerden daha fazla sevdir. Bize Seni sevenleri sevdir. Bizi günahlardan arındır. Bizleri haramlardan uzaklaştır. Bize; küfürden îmâna, batıldan hakka, bid’at ve sapıklıklardan sünnete, seyyiâttan- kötülüklerden hasenâta- güzelliklere, enâniyetten- büyüklenmekten, gurur ve kibirden ubûdiyete- yani senin arzu ettigin gibi kul olmamıza, dalâletten yani her türlü sapıklıklardan hidâyete, isyandan teslimiyete, benlik duygusundan tevekküle, gururdan tevâzûya, günahlardan sevaplara, kötü amelden salih amele döndür…
Allahım Bütün İslam Aleminin ve Müslümanların gelecegini Nurunla aydınlat. Bu mübarek Miraç kandilini İslâm Alemi için hayırlara vesîle eyle. İslam Aleminin kanayan yarasını ve bütün acılarını dindir…
Allahım. Bizi küfürden, inkârdan, isyandan, tuğyandan, dalâlettenve bilinen bilinmeyen bütün sapıklıklardan, riyâdan ve ucubdan – Kendini begenmişlikten muhafaza eyle. Bizi Sana ulaşmaktan alıkoyan engellere takılmaktan koru. Nefis ve şeytan gibi azılı düşmanlarımıza karşı bizden inâyet ve yardımını esirgeme. Bizi hakka teslim eyle. Bizi hakîkate götür. Bizi katındaki doğruya yönlendir. Aklımızı nûrunla aydınlat. Kalbimizi hidâyetinle arındır. Gönlümüzü Sana ulaşma arzûsuyla uyandır. Nefsimizi Senin güzel korkunla terbiye eyle. Duygularımızı Senin güzel sevginle yandır. Bizi rızâ makâmına eriştir. Ve son arzumuz olarak: Bizi rüyet-i cemâline ulaştır…
Allah’ım. Bizi yalnız ve yalnız senin için var olma şuuruna erdir. Bizi yüksek ahlâka erdir. Bizi îmân olgunluğuna erdir. Bizi tahkîkî îmâna erdir. Bizi kulluğuna erdir. Bizi rızâna erdir. Bizi korkuna ve sevgine erdir. Bizi Cennetine erdir. Bize günahlarımızı, kusurlarımızı, hatâlarımızı, ayıplarımızı, noksanlıklarımızı göster ve bizi hakkı ile tevbe edenlerden eyle tövbe-i nasûha erdir. Tevbelerimizi kabul eyle. Bizi kahrına ve gazabına uğramaktan muhafaza eyle. Bizi Cehennem ateşinden muhafaza eyle. Bizi Cennetinde dinlendir…
Bize dünyada îmân, Cennette mekân ver. Bize dünyada salih amel, Cennette rüyet-i cemâl ihsan eyle. Aramızdan ayrılanlara Rahmet eyle. Bu arada Saim Kardeşimizin Hakkın Rahmetine kavuşan Kayın babasına geniş lütfunla Rahmet eyle. Cennetinde dinlendir. Aydemir ailesi başta olmak üzere Vefat eden Muhterem Din Kardeşimizin yakınlarına Sabrı cemil ihsan eyle. Ölmüşlerimize, aramızdan ayrılanlara bu mübarek Yükseliş ve Miraç gecesi hürmetine Rahmet eyle. Geride kalanlarımıza uzun ve hayırlı ömür saadet ve selamet nasib eyle. Son nefeslerimize kadar ve en son nefes olarakta: Kelimeyi Şehadeti ve Kelimeyi Tevhidi dilimizden eksik eyleme. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… .. 18.08.2006