Kabir Azabı

Yani kabir azabı hak olan bir inancımızdır. Ehli sünnetin cumhuruna göre, kabir azabı haktır delilleri ise şöyledir: Peygamber efendimiz Bir Hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır:** Sizden biriniz namazda son teşehhüdden sonra, dört şeyden Allaha sıgınsın ! Cehennem azabından, Kabir azabından, Dirilerin fitne ve fesadından, bir gözü şaşı olan deccal fitnesinden…**

İbni Abbas (ra) dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Resulullah (sav) , iki kabirin yanına ugradıda:** Bunlar muhakkak azab görüyorlar. Hemde bunların kanaatlerince büyük bir şey sayılmayan günahlardan dolayı azab görüyorlar. Bunlardan biri koguculuk yapardı.(yani laf getirip götürürdü dedikodu ile meşgul olurdu) , digeride küçük abdes ten sakınmazdı buyurdular. Sonra yaş bir hurma dalı isteyerek; onu iki parça eyledi. Birini, birinin,digerinide öbürünün üzerine dikti ve Umulurki, bu dallar kurumadıkça bunların azabları hafif ola. (İmam Suyuti,Buhari,Muslim den naklen) **

Bir başka Hadisi şerifte şöyle buyuruluyor: ** Kabir, cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur. (Tirmiziden naklen.)** Kabir azabı sadece ruha mı ? Yoksa yalnız bedene mi aittir? Yahut her ikisine birden midir * Ehli sünnet ulemasının cumhuruna göre, ruha yalnız başına azab olundugu gibi, bedenle birlikte de azab olunmaktadır. Ruh, bazan bedenden ayrı kaldıgı gibi, bazanda bedenle birleşmektedir.

Kabir azabı berzah azabıdır ki, bu esnada ruhta-uyku halinde oldugu gibi- yarı şuur vardır. Kabir azabına müstahak-olan kimselerbu yarı şuurla bu azabı görürler. İsterlerse o kimse normal olarak kabre gömülmüş olsun. İsterse yırtıcı hayvanlar yemiş olsun , gerek yanıp kül olmuş ve havaya savrulmuş olsun yahut denizde bogulmuş olsun bir fark yoktur. Normal olarak gömülenler nasıl azab görülürlerse, bunlarda böylece azab görürler.

Dünya hayatında ruh bedene baglıdır. Bedenin çektigi sıkıntı ile ruhta sıkıntılı, sevinci ile sevinçli oldugu gibi ; kabirde de , beden ruha baglıdır. Ruhun çektigi sıkıntı ve azab ile beden de sıkıntı ve azab çekmekte, onun sevinci ve neşesi ile de sevinçli ve neşeli olmaktadır. (Ali Rıza Karabulut.ruhlar alemi.)[1]

Fecr suresi ayet.6.da Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır.*** Ey huzur içinde olan can o senden, sen de ondan hoşnut olarak Rabbine dön. Ey can iyi kullarımın arasına gir, cennetime gir.*** Hayatın ve ölümün gaybı bilinmeyen meseleleri hakkında daha Kuranı kerimde açık bilgileri bulmamız mümkündür. Peygamber efendimizin sünneti seniyyesi ise bize bu konular hakkında daha ayrıntılı bilgi vermektedir.

Ateistler, maddeci materyalistler ve bazı felsefeciler ruhu inkar etmişlerdir. Bu ise kuru bir inançsızlıktır. Daha ana karnında olan ceninin, dört buçuk ayını tamamlamasından sonra hareketler ile kendini ortaya çıkaran, uyku ve hipnozdan etkilenme ile benzer bir çok şeyle varlıgını ortaya koyan ruh, nasıl inkar edilebilir ?

Bir takım maddeciler, kabir azabını, insanlar ve cinlerin dışındaki bütün canlı varlıkların duydukları yolundaki haberleri inkar etmektedirler. Oysa bazı hayvanların ve özelliklede atların mezarlıktan geçerken kulak diktikleri ve dikkat kesildikleri çok kez görülmektedir. Sonra insan kulagının ancak belli bir titreşimin üstündeki sesleri duyabildigi ve insan dışında kalan bazı yaratıkların ise bunu bir kıyaslama açısından söylüyoruz. Yoksa bir şey nas (ayet, hadis) ile sabit olduktan sonra, bize düşen ona teslim olmak ve inanmaktır.(Said Havva.El esas fis sünne.c.9.s.504.505.)[2]

Elbette dünyada da, kabirde de, mahşer gününde de Allah’ın adâleti, hikmeti, merhameti ve mağfireti esâstır. Allah zulmetmez. Allah Âdîl’dir, Hâkim’dir, Rahîm’dir, Ğafûr’dur. Dünyada nasıl yaptığımızın karşılığını buluyorsak, komşumuza güldüğümüz şey nasıl başımıza geliyorsa, bu süreç kabirde de devam eder. Bunun akla ve adâlete ters düşer yanı yoktur. Bu bir zulüm süreci değildir.

Bu bir af sürecidir. Yani büyük yargılama gününe kadar kulunu affetmek isteyen Cenâb-ı Hak, dünyada veya kabirde verdiği sıkıntı, azap ve musîbet ile kulunu affedebilir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) buyurur ki: “Kabrin kişiyi sıkması her mü’min için daha önce affedilmeyip üzerinde kalmaya devam eden bütün günahlara kefârettir.(camiüs sagir)

Allah’ın dünya veya kabir azabını adâlet, hikmet ve rahmet içinde yaptığında şüphemiz yoktur. Hiç şüphesiz Allah, kuluna sıkıntı, azap ve musîbet vermeden de affedebilir. Fakat takdir Allahındır. Dünya âfetinden ve musîbetinden Allah’a sığındığımız gibi; kabir azabından da Allah’a sığınırız.

İnanıyoruzki; kabir azabından haber veren Peygamber Efendimiz’in (sav) muradı, bizi azaba atmak değil; bizi günah kirlerinden arındırmak, Allah’ın affını istememizi ve merhametine ulaşmamızı sağlamaktır. Allah’ın dünyada azap verirken yüksek muradı ne ise, kabirde azap verirken de muradı odur.

Nitekim dünyada başımıza gelen belâlar için, “Bu bana zulüm oldu. Çünkü yargılama olmadan geldi!” diyebiliyor muyuz? Çünkü böyle söylemek, Allah’ın adâletinden ve hikmetinden şüphe etmek demektir.Allaha sıgınırız. Bizler Allah’a teslim olmakla yükümlüyüz. Belâdan ve musîbetten Allah’a sığınmakla, günahlarımız için de—karşılıksız, belâsız, musîbetsiz—bağışlanma talebinde bulunmakla yükümlüyüz. Verdiklerine sabrederiz. Verdiklerinin acı ve ıztırabından yine O’na sığınırız. Bu bizim kulluk halimizdir. İsyan etmekten de Allah’a sığınırız.

Kur’ân-ı Hakîm âhirette adâletin muhakkak tecellî edeceğini bir çok âyetiyle haber vermiştir. Muhakkak büyük yargılama günü vardır ve haktır. Amel defterlerimiz verilecektir. Kur’ân bundan çok açık şekilde haber veriyor. Fakat Kur’ân, kabir azabı hakkında işâretle yetinmiştir. Allah (cc) Tevbe suresi.ayet.101.de mealen şöyle buyurmaktadır.*** Onları siz değil; ancak Biz biliriz! Kendilerine iki defa azab edeceğiz. Onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar.*** âyetinde geçen iki azaptan birisi İmam-ı Azam’a göre kabir azabıdır.

Yine İmam-ı Azam’a göre,*** Zulmedenlere şüphesiz bundan başka da azap vardır; fakat onların çoğu bilmezler. Tur suresi. ayet. 47.*** âyetindeki “başka azab” da kabir azabına işâret etmektedir.(Fıkhul ebsat.s.55)

Hazret-i Âişe validemiz (ra) der ki: “Resûlullah’a (asm) kabir azabından sordum. Bana: ** Evet, kabir azabı haktır’ buyurdu. Benim bu sorumdan sonra onun kabir azabından Allah’a sığınmadan namaz kıldığını görmedim.Nesai**

Kabir azabı konusunda başta Kütüb-ü Sitte olmak üzere her hadis kitabında çok sayıda hadis bulmak mümkündür. Güvenilir râvîler ve imamlar bu hadisleri rivâyet etmişler ve kitaplarına sıhhat ölçülerinde almışlardır. Ümmet de bin dört yüz yıldır kabir azabını hak bilmiş ve bundan Allah’a sığınmıştır. Binâenaleyh, konu tevâtür derecesinde, yalanlamaya imkân bırakmayacak ölçülerde, sıhhatli rivâyet edilmiş ve konu hakkında icma meydana gelmiştir.

İslam Alimleri demişlerdirki; Kabirde hayat vardır. Ölenlerimiz yaşıyorlar. Yalnızca cisim gömleğinden soyulmuşlardır. Rûhları hayattadır, bâkîdirler, hissederler, duyarlar, görürler, üzülürler ve sevinirler. Onlara gönderdiklerimiz ve bağışladıklarımız takdim edilir, onların feyizleri bize getirilir. Biz hissetmesek de. Onlar bizden uzakta değildirler. Sadece perde ötesindedirler. Biz onları görmüyoruz diye onları ihmal etmemiz doğru değildir.

Kabir ziyareti sünnettir. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) önceleri hurafelere mesnet teşkil etmesin diye kabir ziyaretini yasaklamışsa da, daha sonra, ölülere duâ edilmesi ve ölümden ibret alınması hikmetlerine binaen bu yasağı kaldırmış ve kabir ziyaretini teşvik etmiştir. Bizzat kendisi de kabir ziyaretlerinde bulunmuştur. Muhterem annesinin kabrini ziyaret ettiği, duâ ettiği ve hislenerek gözyaşları döktüğü çok vaki olmuştur.

Kabir ziyaretinin belli başlı bir zamanı yoktur. Mezarlıklar her zaman ziyaret edilebilir ve oradaki ölmüş ehl-i îmana duâlar gönderilebilir. Cuma ve Arefe günleri ölülere duâ okumanın daha faziletli olduğuna dair rivayetler vardır. Fakat mutlaka her Cuma günü eve gelir ve bizim okuduğumuzu ancak Cuma günleri alır tarzında bir sınırlandırma ve sınıflandırma yoktur.

Bir Hadisi Şerifte Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: ** İnsanoğlu öldüğünde ameli kesilir. Ancak üç şey müstesna: Sadaka-i cariye (akan, kesilmeyen sadaka), kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine duâ eden sâlih bir evlât bırakırsa amel defteri kapanmaz; bu hayır ve duânın sevabı gelmeye devam eder. (Tirmizi, Nesai, Ebu Davut.)**

Yakınlarımızın ölümü durumunda onlara duâ etmek, onlara verebileceğimiz en iyi hediyelerdendir. İnanıyoruzki, Onlar duâlarımızdan hissedar oluyorlar ve istifade ediyorlar. Ölenin adına ziyafet verilecekse, fakir fukara gözetilmek şartıyla ailenin maddeten müsait olduğu her zaman bu yapılabilir.

Ölenlerimize göndereceğimiz birer Fatihamız varsa, bunu kırkıncı veya elli ikinci gecelerin tekelinden kurtarmalıyız. Dilimiz döndüğü kadar her zaman onlara duâ yapmamız, en makbul olanıdır.

Allah’ım Ölenlerimize rahmet eyle. Ölenlerimize mağfiret buyur. Mü’minlerin duâlarını ölenlerimize ulaştır. Azapları varsa hafiflet. Günahları varsa bağışla. Hatâları varsa ört. Kusurlarını affet. Onları Cehennem azabından uzak tut. Yerlerini ve makamlarını Cennet eyle. Yaşarken ve öldüğümüz zaman bizi rahmetinden uzaklaştırma. Sen her şeye kadirsin Allahım.Amîn…
Sermed Kadir… 04.10.2004

[1] A.Riza karabulut.Ruhlar alemi.

[2] El esas vel sünne.Said havva.c.9.s.504.505.

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert