Cenabı hak, Bakara Suresi ayet.285.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah’ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir…***
İnanç esaslarımız olan amentümüzde yer alan iman bütünlügümüzün altıncısı kadere imandır. Sözlükte ölçü, miktar, bir şeyi belirli bir ölçüye göre yapmak ve belirlemek anlam¬larına gelen kader, bir akaid terimi olarak, Yüce Allah’ın ezelden ebede kadar olacak bütün şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini ezelî ilmiyle bilip, sınırlaması ve takdir etmesi demektir. Buna göre, Allah’ın ilim sıfatıyla ilgili bir kavram olan kader, evreni, evrendeki tüm varlık ve olayları belli bir düzen ve ölçüye göre düzenleyen ilahî kanunu ifade eder.
Sözlükte emir, hüküm, yaratma anlamla¬rına gelen kaza .ise, Cenab-ı Hakk’ın ezelde irade ettiği ve takdir buyurduğu şeylerin, zamanı gelince, herbirisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun bir biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Buna göre kaza Allah’ın tekvin sıfatı ile ilgili bir kavramdır. Kader ve kazaya iman, Yüce Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarına iman etmek demektir. Bu sıfatlara gerçek an¬lamda inanan kimse kader ve kazaya da inanmış olur. Bu durumda kader ve kazaya inanmak demek, hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız her ne varsa hepsinin Allah’ın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdiri ve yaratması ile olduğuna, Allah’tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir.
Ömer Nesefi bu konuda diyorki: * Kaza ve kader kelimelerinin İslâm ıstılahın¬da ifade ettikleri mantık şudur: «Kader», ezelden ebede kadar olmuş ve ola¬cak şeylerin hepsinin zamanının, yerinin ve na¬sıl olacaklarının Allah tarafından ezelde bilinme¬si ve bu bilgiye uygun olarak takdir ve irade edil¬mesidir. Kader, Allah’ın «ilim» ve «irade» sıfatla¬rı île ilgilidir. Allah, ilim sıfatı ile, olacak şeyleri bütün teferruatı ile bilir, irade sıfatı ite şöyle ve¬ya böyle olmasını tercih ve takdir eder. işte bir şsyin, ezelde Allah tarafından bilinmesine ve öy¬lece tercih ve takdir edilmesine «kader» denir.
«Kaza» ezelde, Allah tarafından bilinen ve takdir edilen şeylerin, zamanı ve yeri girdiğinde, ezeldeki bilgi ve takdire uygun olarak, Allah tara¬fından yaratılmasıdır. Kaza, Allah’ın «Kudret» ve «Tekvin» sıfatları ile ilgilidir. Allah, kadere uy¬gun olarak, her şeyi kudret vs tekvin sıfatları ile yaratır.Kâinatta her şey, kaza ve kadere bağlıdır. Allah’ın takdir ve iradesinin dışında hiç bir şey olmaz.
«Kadere îman»; iyi-kötü, hayır-şer ne varsa hepsinin Allah tarafından ezelde takdir edilip za¬manı g:Iince de yine Aîlah tarafından bu takdire göre yaratıldığına inanmak demektir.Kaza ve Kadere iman, İslâm’ın inanç esasla¬rının en mühimlerinden biridir. İslâm mütefekkirleri ve kelâm âlimleri, Kaza ve Kader mesele¬sinde çeşitli görüşlere sahip olmuşlar, bu konuda birçokları yanılmış ve temel inançtan sapmışlar¬dır.(Ömer Nesefi.İslam inancının temelleri)
Bilhassa itikadi mevzuuları inceleyen eserlerimize baktıgımızda, Kaderi, Kaza ve kader başlıgı altında incelenmiş olarak görürüz. Kaza ve kader akidesi; Allah’ı bilme, O’na kulluk etme, teslim olma, boyun eğme ve tevekkülü içine alan bir çok manayı araştırmak demektir. Aynı zaman¬da da o, ehli sünnet ve’l cemaatın ‚Her şey Allah’ın iradesi, ilmi ve kudreti ile vardır,‘ fikrini pekiştirir özelliktedir. Kaza ve kader inancı, „ihtiyarı (seçim, ter¬cih)‘ reddetmediği gibi, cebri de kasdetmez.
Muhakkak ki, bu dünya işlerinin üzerinde geçerli olduğu etkin bir irade ve kader vardır. Aslında bu gereklidir de. Çünkü bu alem, Allah’ın isimlerini açığa vuruyor ve Allah’ı tanımayı açıklıyor. İlahi hikmet, yaratmaya hüccet olan cüz-i ihtiyari (kısmi irade) nin mevcud ve hissedilir olmasını gerekli kıldı.Ehli sünnet ve’l cemaat ihtiyarın asıl olduğu görüşündedirler. Buna göre Allah’ın kudreti kendi dilemesine göre amel eder, dilemesi de ilmine göre amel eder. İlim ise keşfedicidir, zorlayıcı değildir.
Fakat Allah, bir şeyi ya¬ratmada kendisiyle birlikte bağımsız bir failin olmasını istemez. Bundan dolayı kadere iman, Allah’a imanın bir kısmıdır. Böyle olunca da, Allah’ın ilmini, kud¬retini ve iradesini bilen biri, kadere de iman eder. Allah eşyanın tümünü ezel¬den beri bilir. Yaratmak istediği şeyleri ezelde belirlemiştir. O’nun ilahi kudreti de irade etttiği şeyi açığa çıkarmıştır. Allah Teala bütün bunları Levh-i Mahfuz’da kaydetmiştir. İşte kader budur.
Kaza ve kader, Allah’ın ilmine, iradesine ve kudretine inanmayı da kapsar. Aynı şekilde Levhi Mahfuza iman etmeyi de içerir. Çünkü Allah bize bundan haber vermiştir.Kader: Allah Teala’nın, ilmi ezelisi ile tüm mahlukatın gelecekte ne üzere bulunacağını bilmesidir.Kaza: Allah (c.c.)’ın, eşyayı ilmi ezelisi ve iradesine göre yaratmasıdır. Bazıları bu tarifin aksini yaparlar ve kazanın yerine kaderi, kaderin yerine de kazayı geçirirler.
Bazan de kader kelimesi, Allah’ın varlık işini üzerine ikame ettiği muhkem nizam (sağlam düzen) için kullanılır. Bu da en kapsamlı anlamıyla kaderin için¬de vardır. İman esaslarını en güzel şekilde inananlara talim ettiren, ögreten, örnek ve önderimiz Peygamber Efendimiz (sav) Bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerriyle kadere İnanmandır“ (Müslim, iman,)**
İmanımız ve inancımız odurki; Dünyada meydana gelmiş ve gelecek olan her şey Allah’ın ilmi, dilemesi, takdiri ve yaratması ile olur, her şeyin bir kaderi vardır. Bunun anlamı ise, insanların hür iradeleriyle seçecekleri şeylerin nerede ve ne şekilde seçileceğini Allah’ın ezelî, za¬manla sınırlı olmayan mutlak ilmiyle bilme¬si, bu bilgisine göre dilemesi ve bu dileme¬sine göre takdir buyurup, zamanı gelince kulun seçimine göre yaratmasıdır. Bu du¬rumda Allah’ın ilmi, kulun seçimine bağlı olup, Allah’ın ezelî manada bir şeyi bilme¬sinin, kulun irade ve seçimi üzerinde zorla¬yıcı bir etkisi yoktur.
Aslında insanlar Yüce Allah’ın kendileri hakkında sahip olduğu bilgiden habersizdirler ve pratik hayatta bu bilginin etkisi altında olmaksızın kendi iradeleriyle davranmaktadırlar. Bugünkü ilmin anlayışına göre zaman ve mekan kavramları nisbîve İzafî (göreli)dir. Zaman, cismin hareketine, mekan da yer değiştir¬mesine bağlıdır, maddidir. Zaman insan zihninin formlarından biridir. Allah için zaman diye bir şey yoktur. Mekân kavramı için de aynı şeyler söylenebilir. Onun da geçerliliği güneş sistemine bağlı bulunan insan içindir. O halde Allah katında, insan için sözkonusu olduğu şekilde, zaman ve mekândan söz edilemez.
Zamanın geçmiş, şimdiki ve gelecek olarak üçe bölünüşü gibi birimleri de Allah için geçerli değildir. Allah katında dün, bugün ve yarın yoktur. O halde Yüce Allah, dünü bugünü ve yarını aynı ölçü ve oranlarda, doğrudan ve mutlak olarak bilir. Kaderin Allah’ın ilim sıfatına bağlı olarak açıklanması ile, insanın hürri¬yeti ve fiillerinde iradî etkinliği temellendirilmiş olur. Kader konusunda çok önemli bir husus da kaderin, içyüzünü ancak Allah’ın bilebi¬leceği, mutlak ve kesin bir şekilde çözüm¬lenmesi mümkün olmayan bir sır teşkil ettiğidir. Zaman kavramıyla yoğrulmuş insan aklı zamansızlığın da sözkonusu olduğu ilâhî ilim, irade ve kudreti idrak edip, kavrayabilme güç ve yeteneğinden yoksun olduğu için böyle büyük bir prob¬lemin İnsan aklı ile çözülmesi mümkün değildir. Bunun için Hz. Peygamber kader konusunu tartışan ashabını şöyle uyarmış¬tır: „Siz bununla mı emrolundunuz? Veya ben bunun için mi peygamber olarak gön¬derildim? Şunu biliniz ki, sizden önceki ümmetler bu tür tartışmalara başladıkları zaman helak olmuşlardır. Sizi tekrar uyarı¬yorum, bir daha bu tür tartışmalara gir¬memelisiniz!“ (Tirmizi, Kader).
Kader ve kazaya inanmak farz olmakla beraber, insanlar kaderi bahane ederek kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar. Bir insan „Allah böyle yazmış, bu şekilde takdir etmiş“ deyip günah işleyemeyeceği gibi, günah işledikten sonra da „ben ne yapayım, Al¬lah’ın takdiri böyleymiş, alınyazım buy¬muş“ diyerek kendini suçsuz gösteremez, kaderi mazeret olarak ileri süremez. Çünkü bu fiiller insanlar böyle tercih ettikleri için bu seçime uygun biçimde Allah tarafından yaratılmışlardır.
Ayrıca sır olan kaderin içyüzü Allah’tan başkası tarafından biline¬mez. O halde kader ve kazaya güvenip çalışmayı bırakmak, olumlu sonucun sağ¬lanması ya da olumsuz sonuçların önlen¬mesi için gerekli sebeplere sarılmamak ve tedbirleri almamak İslâmî anlayış ile bağ¬daşmaz. Allah her şeyi birtakım sebeplere bağlamıştır. İnsan, bu sebepleri yerine getirirse, Allah da o sebeplerin sonucunu yaratacaktır. Bu da bir ilahi kanundur ve bir kaderdir.
Allah Resûlü (sav) mealen şöyle buyuruyor:** Allah vardı, ondan önce hiçbir şey yoktu. Arşı, su üstündeydi. Ondan sonra gökleri ve yeri yarattı. Kader kitabında her şeyi yazdı.
(imran radıyallahu anh. Buhârî.)** İnsan kadere iman sayesinde Allah’ın ye¬gane yaratıcı ve hakim olduğunu tanımış, O’nun ilim, irade, kudret ve yaratması dışında alemde hiçbir şeyin meydana ge¬lemeyeceğini tasdik etmiş olur. Böylece kişi yüksek bir maneviyata ve sağlam bir karaktere sahip olur; hayata büyük bir metanetle atılır, başarıdan başarıya koşar.
Çünkü Yüce Allah’ın kader ve kazasına razı olan kimse hiç bir şeyden yılmaz, sebeplere sarılmayı da kader ve kazanın bir gereği olarak görür. Bir işte başarısızlığa uğrasa „bunda da Cenab-ı Hakk’ın kim bilir ne gizli hikmetleri vardır“ diyerek tesilli bulur, kazaya rıza gösterir, ümitsizliğe kapılmaz, azmini gevşetmez, olaylardan ders almaya çalışır. Çünkü Allah’a güvenirse Allah’ın kendisine yeteceğini bilir.
Rabbimiz Talak suresi ayet.65.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur…***
Müslümanlar kendi akli tasavvurlarına, indi düşüncelerine degil nassları esas alarak islami kavramları anlamaya gayret sarfetmelilerdir.Eger böyle yapmazlarsa büyük bir hatanın ve telifi mümkün olmayan yanlış anlama ve anlatmaların içerisine düşerler. Kaderin ve tevekkülün yanlış anlaşılması durumunda ise, kişi ba¬şarısız, miskin, tembel, geri düşünceli ve bunalımlı bir yapıya sahip olur, hayatın sıkıntılarına karşı mücadele azmi ortaya koyamaz. Kuran ve sünneti seniyye ışıgından mahrum olanlar mutlaka fikir ve düşüncelerinide karanlıklara hapsedecek lerdir.
Rabbimiz Furkan Suresi ayet.2.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Göklerin ve yerin mülkü O’nundur.O bir çocuk edinmemiştir,mülkünde ortağı yoktur.Her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir…*** Bu ayetin tefsirinde Seyyid kutub şu izahlara yer veriyor:* „O ki, göklerin ve yerin egemenliği O’nun tekelindedir.“Yani göklerin ve yerin her anlamdaki egemenliği, gerek mülkiyet ve üstünlük anlamındaki egemenliği, gerek önceden tasarlama ve yönetme anlamındaki egemenliği, gerekse değiştirme ve yenileştirme anlamındaki egemenliği,O’nun tekelindedir. Devam ediyoruz:“O hiç evlat edinmemiştir.“Üreme, yüce Allah’ın hayatın devamı için yarattığı doğal kanunlardan biridir. Oysa yüce Allah’ın varlığı geçici değil, kalıcı ve süreklidir. O’nun gücü her şeye yeter, hiç bir şeye muhtaç değildir. Devam edelim:
„Egemenlikte ortağı yoktur.“ Göklerde ve yerdeki bütün varlıklar ve gelişmeler ortada bir karar birliğinin, bir yasal birliğinin, bir yönetim birliğinin olduğunu kanıtlar. Devam ediyoruz: „O her şeyi yaratmış ve bir ön tasarıya göre düzenlemiştir.“ Yüce Allah, bu koca evrendeki her varlık biriminin hacmini, biçimini, fonksiyonunu, işini, zamanını, yerini, diğer varlıklarla uyumlu ilişkisini düzenlemiştir. Gerek evrenin kendisinin ve gerekse evrende yeralan tüm varlıkların bileşimleri; insanı gerçekten hayrete düşürür, „rastlantı“ düşüncesini kökünden çürütür.
İnsanoğlunun bilgisi geliştikçe, evrenin yasalarına, işleyişine ve varlık birimlerine egemen olan uyumun yeni örneklerini keşfettikçe bu çarpıcı ayetin anlamını daha iyi anlıyor, onun kapsamını kavramaya çalışanın ufku biraz daha genişliyor. Tekrarlayalım:“O her şeyi yaratmış ve bir ön tasarıya göre düzenlemiştir.“ Bakın Newyork bilimler akademisinin eski başkanlarından O’Crasy Morisson „İnsan Yalnız Değildir“ adlı eserinde ne diyor?
„İnsanı dehşete düşüren bir başka nokta, tabiatın bu günkü biçimde düzenlenmiş olması, bu düzenin bu kadar üstün bir inceliğe ermiş olmasıdır. Mesela yer kabuğu şimdikinden bir kaç metre daha kalın olsaydı, karbondioksid’in oksijen atomlarından birini emecek, bunun sonucunda bitkilerin yaşaması mümkün olmayacaktı.Eğer atmosfer, şimdikinden daha kalın olsaydı, atmosfer dışında yanan milyonlarca meteor, yerkürenin değişik yerlerine çarpacaktı. Bu meteorlar altı mil ile kırk mil arasında değişen bir hızla düşerler.
Bu durumda yanabilen her şeyi tutuşturabilirlerdi. Eğer bu meteorlar kurşun hızı ile düşseler yere çakılırlar ve bundan korkunç sonuçlar doğardı. Eğer kurşun hızından doksan kat daha hızla düşen bir meteor parçası insana çarparak geçse sadece ısı etkisi ile onu paramparça ederdi.Atmosfer, gerektiği kadar kalındır. Bu ölçülü kalınlık, bitkilerin muhtaç oldukları kimyasal etkili ışınları sızdırmaya elverişlidir. Ayrıca mikropları öldürür ve besinlerin gelişmesine imkan verir.
Üstelik eğer insan gereğinden daha uzun bir süre güneşte kalmazsa bu ışınlardan zarar görmez. Uzun yüzyıllardan beri yeryüzü, çoğu zehirli olan gazlar yaydığı halde hava kirlenmiyor, temiz kalabiliyor, insanın yaşaması için gerekli olan dengeli oranını koruyabiliyor. Bu büyük dengeyi yerkabuğunu saran su kütleleri, okyanuslar sağlıyor. Hayat, besin maddeleri, yağmurlar, yaşamaya uygun iklim, bitkiler ve son olarak insanın kendisi varlıklarını bu su kitlesine borçludurlar.“(Seyyid Kutub.Fi zilali Kuran.)
Muhterem Yusuf Kerimoglu hocaefendinin fıkhi meselelerdeki incelemesini konunun hassasiyeti dolayısıyla aynen buraya alıyoruz. * Allahu Teala (cc)’nın ilmi, dilemesi ve yaratmasi söz konusu olmadan, kainatta herhangi bir hadisenin meydana gelmesi mümkün degildir. Kader; vucuda gelecek şeyleri ve o şeylerin ne zaman, nerede, ne gibi evsaf ve hususiyetlerde meydana gelecegini Allahu Teala (cc)’nın tahdid ve takdir etmesidir.(1) Takdir buyurdugu seyleri, zamanı gelince birer birer yaratmasına da kaza denilir. Dolayısiyle kader, Allahu Teala (cc)’nın „ilim ve irade“, kaza ise „tekvin“ sıfatına dayanır.
Hz. Ali’den (ra) rivayet edilen bir hadis-i serifte, Resul-i Ekrem (sav) şöyle buyurmustur: „Kişi şu dört şeye inanmadıgı müddetçe mü’min olamaz. Allahu Teala (cc)’dan başka ilah olmadıgına, Benim O’nun kulu ve resulu olduguma, bütün insanlara hakla gonderilmiş bulunduguma şehadet etmek, ölume ve ölümden sonra tekrar diriltilecegine inanmak, kadere iman etmek.“(2) Aliyyu’l Kari; hadis-i şerifin başında yer alan nefyin (La yuminu-Mu’min olmaz) kemalata degil, asla raci oldugunu belirtmitir. Yani bu sayılan dört hakikate iman etmeyen kimse mü’min olamaz.(3)
Kaza ve kaderi inkar eden kimse, aynı zamanda Allahu Teala (cc)’nın ilim, irade ve tekvin sıfatlarını reddetmiş olur. Resul-i Ekrem (sav), kaza ve kaderi inkar ederlere lanet etmiştir.(4) İmam-ı Maturidi (rh.a), „Kitabu’t Tevhid“ isimli eserinde; Kur’an-ı Kerim’de kaza kelimesinin „hikmetle yaratmak, her seyin mahiyetini belirlemek, layık oldugu yere koymak, hüküm vermek, tamamlayıp bitirmek ve haber vermek“ manasında kullanıldıgını, ayetlerle izah etmiştir.(5) Dolayısiyle kaza; hakim-i mutlak olan Allahu Teala (cc)’nın ilmi ve iradesi ile takdir ettigi her şeye verilen ortak bir isimdir.
Kazaya rıza gostermek ise; kat’i nasslarla sabit olan her şeyi, aynen tasdik etmektir. Mesele bu açıdan degerlendirildigi zaman; kaza ve kaderi tasdik etmenin, iman ile olan ilgisi kolaylıkla kavranabilir. Halk arasında yaygın olan ve „alınyazısı“ olarak ifade edilen mahiyet; bütün kainata var olan ilahi nizami tasdik ile ilgilidir. Fakat zamanla, mahiyet kayması gündeme girmiştir. Hz. Adem (as) ile birlikte baslayan insanlık tarihini; Allahu Teala (cc)’nın takdir ettigi kazaya ve kadere razı olan mu’minlerle, hevalarını ilah edinen kimselerin mucadelesi (el milel ve’n nihal) olarak ifade etmek mumkündür. Allahu Teala (cc)’nin tekliflerinin muhatabı, ehliyet sahibi olan ve tercih etme kudreti bulunan insandır.(6)
Allahu Teala (cc); Hz. Adem (as) ile Hz. Havva’yı yeryuzune indirdigi zaman, şoyle buyurmustur: „Oradan (cennetten yeryüzüne) beraberce inin. Sonra size benden bir huda gelir de, kim benim hudama tabi olursa, artık onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun olacak da degildirler.“ (El Bakara Suresi: 38) İnsanların yeryüzünde iki yoldan birini tercih etme imkanlari vardır. Birincisi: Kaza ve kadere razı olup, „hudaya“ (şeriata) tabi olabilirler. Bunlara „hidayet ehli“ denilir. İkincisi: Hevalarını ilah edinip, nefs-i emmarelerine uygun bir hayat yaşayabilirler.
Hakimiyeti kayıtsız ve şartsız insana tahsis ettikleri için de bunlara „dalalet ehli“ denilmistir. İnsanların hür iradeleriyle hidayeti veya hevalarını ilah edinerek dalaleti tercih etmeleri mümkündür. Seyyid Serif Curcani, hevaya muhalefeti ibadetin zaruri bir unsuru olarak zikretmiştir: „Hevasına muhalefet edip, Allahu Teala (cc)’ya teslim olan kimsenin fiillerine ibadet denilir.“(7) Bu tarifte incelik, kaza ve kadere rızayı gündeme getirir. Kaderin umumi mahiyetini bir kenara bırakan ve insanın fiillerinin önceden yaratılıp yaratılmadıgı meselesini ön plana çıkaran kimseler, meseleyi fatalizmle izah edebilirler Genis bilgi icin: Ahmed Davudoglu- Sahih-i Muslim Tercemesi ve Serhi- Ist: 1973, C: 1, Sh: 108 vd. (2) Sunen-i Tirmizi- Ist: 1401, K. Kader:10 (2146). (3) Aliyyu’l Kari- Serhu’s Sifa- Ist: 1308, C: 2, Sh: 526. (4) Seyhulislam Mustafa Sabri Efendi- Mevkifu’l Beser- Kahire: 1352, Sh: 26. (5) imam-i Maturidi- Kitabu’t Tevhid- Beyrut: 1973, Sh: 305 vd. (6) İmam-i Serahsi- Temhidu’l fusul fi ilmu’l Usul- Beyrut: 1393, C: 2, Sh: 332. (7) Seyyid Serif Curcani- Et Tarifat- Ist: ty, Sh: 146…(Yusuf Kerimoglu.Fıkhi meseleler.)
Kader konusu hakikaten çok geniş bir konudur. Daha öncede beyan ettigimiz gibi hangi mesele olursa olsun en güzel izahını, beyanını, açıklamasını kuran ve sünneti seniyye dogrularına vurmadan hiç bir meselemizi anlatma şansına sahip degiliz.dolayısıyla öncelikle kurana ve sonra da Hadisi şeriflere bakma zaruretimiz vardır inancını taşıyoruz. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:** Allah vardı, ondan önce hiçbir şey yoktu. Arşı, su üstündeydi. Ondan sonra gökleri ve yeriyarattı. Kader kitabında her şeyi yazdı…(imran r.a.Buhârî.)**
Biz müslümanlar dilimize gelen her kelimeyi fütursuzca söylemek yerine az konuşup,öz ifadelerle meramımızı anlatmak durumunda olmalıyız. Hele hele anlamadıgımız, bilmedigimiz, kavrayamadıgımız meselelerde susmayı tercih etmek yapacagımız en güzel harekettir kanaatındayız. Peygamber Efendimiz İbni Mesudun rivayet ettigi hadiste mealen şöyle buyuruyor:
** Biriniz yaratıldığı zaman, annesinin rahminde kırk gün nutfe, sonra kırk gün kan pıhtısı olarak, sonra da kırk gün bir çiğnem et olarak toparlanır. Sonra Allah, ona dört kelime ile bir melek gönderir: Eline geçecek rızkı, ölüm zamanı, dünyada yapacakları, kötü bir kişi veya iyi bir kul olduğu yazılır. Sonra ona ruh üfürülür.Kendinden başka hiçbir ilah olmayana yemin ederim ki, biriniz, kendisiyle onun arasında bir adım kalana kadar cennetlikler gibi amel eder, derken, yazılanlar onu geçer de, cehennemlikler gibi amel eder ve cehenneme girer.
Şüphesiz biriniz, kendisiyle onun arasında bir adım kalıncaya kadar cehennemlikler gibi amel eder, yazılanlar onu geçer de, cennetlikler gibi amel eder ve cennete girer…(Buhari)
Ubâde, ölürken oğluna dedi ki: Yavrum. Eğer sen, başına gelmesi takdir olunanın mutlaka geleceğini, gelmemesi takdir olunanın da mutlaka başına gelmeyeceğini bilmedikçe îmanın hakikatını tadamazsın.Ben, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu duydum:
** Allahın ilk yarattığı şey, „kalem“dir. Ona, „Yaz!“ dedi. „Ya Rabbi ne yazayım?“ dedi. „Kıyamete kadar olacak her şeyin kaderlerini yaz!“ Yavrum, Ben yine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemden şöyle duydum:“Kim bu inancın dışında ölürse, o benden değildir.“ (Ubâde radıyallahu anh. Ebû Dâvud.)**
Said havva merhum Kader konusunda diyorki: * Kaza ve kader akidesi; Allahı bilme, ona kulluk etme, teslim olma, boyun egme ve tevekkülü içine alan bir çokmanayı araştırmak demektir. Aynı zamanda da o, ehli sünnet vel cemaatın “ Her şey allahın iradesi ,ilmi ve kudreti ile vardır” fikrini pekiştirir özelliktedir. Muhakkakki bu dünya işlerinin üzerinde geçerli oldugu etkin bir irade ve kader vardır. Aslında bu gereklidirde. Çünkü bu alem, Allahın isimlerini açıga vuruyor. Ve Allahı tanımayı açıklıyor. İlahi hikmet, yaratmaya hüccet olancuzi ihtiyari- kısmi irade- nin mevcud ve hissedilir olmasını gerekli kıldı.(Said Havva El Esas Fis Sunne)
Rabbimiz hicr suresi ayet.21.de mealen şöyle buyuruyor: *** Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz…*** Sahabiler sordu:“Madem her şey yazılmış, niye çalışalım?“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:** Siz uygulamalarınızda doğruyu ve uygun olanı arayın…(İbn Amr ra. Tirmizi.)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:**Güçlü mümin,Allah katında güçsüz müminden daha sevimli ve hayırlıdır.Aslında her ikisinde de hayır vardır.Sana faydalı olacak şeye karşı hırslı ol! Allahtan yardım dile ve acze düşme! Başına bir şey gelirse, sakın şöyle deme: „Eğer şunu yapsaydım şöyle olurdu.“Fakat şöyle de: „Allah takdir etti ve dilediğini yaptı.“
Çünkü,“Keşke“türünden sözler şeytan işidir.(Ebû Hureyre radıyallahu anh.Müslim.)**
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle anlattı: ** Bunun üzerine isa, kendisine uyanları bir araya getirip, şöyle dedi:“Kader, Allahın bir sırrıdır, bunu kendinize dert edinip de yük altına girmeyin…(İbn Abbas radıyallahu anh. Taberânî.)
Konunun önemi açısından bir kere daha üzerinde durmamız gereken husus şudurki; kader mevzuu kesinlikle tartışma konusu yapılmamalıdır. Bu konuda elimizden ve dilimizden geldigince nssları ortaya koymaya çalışırız,lakin muhatabımız hala kader hakkında ileri geri konuşuyorsa en iyisi bizim susmamızdır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: ** Kaderi tartışma konusu yapanlarla ne oturun, ne de onlarla bu konuyu konuşun…(Ömer ra. Ebû Dâvud.)
Kader hususunda çok söz etmek inanıyoruzki insanları fırka fırka ayırabilir. Halbuki müminler birleşmenin yollarını arayıp bulmak mecburiyetindedirler. Eger Peygamber efendimiz bazı konularda sahabesini uyardıysa mutlaka onda bizler için büyük faydalar sakldır. Bezzar,İbni Ömer den (ra) rivayet etmiştir: ** Hazreti Peygamber (sav) İki avucunun içinde: Bunlar şunun içindir, şunlar da şunun içindir buyurdu. Sonra da: İnsanlar fırka fırka oldular. Halbuki onlar kader de ihtilafa düşmezler. Buyurdu…
Bir çok meselenin kader konusundan ötürü ortaya çıktıgına ve büyük prensiplerin ondan dogduguna ve onun ayrıntısına girdigine göre,bu durum bizleri bu meselenin ve prensiplerin içine sokuyor. Her insan bu konuya girmeye ve bu durumda selamet kıyısına ulaşmaya ehliyetli degildir. Bundan dolayı açıklayacak ve şüpheleri giderecek kadarı hariç, kader konusuna dalmak mekruh sayılmıştır. İmam Ahmed nin Hanbele Kaderden soru sorulmuş da şöyle cevap vermiştir:
“ Her şey Allahın takdiri ve meişet –dilemesiyle- cereyan eder. Onun meişeti yani dilemesi geçerli olur. Allahın dilemesi hariç, kulların dilemesi, geçerli olmaz. Allahın onlar için diledigi şey olur, dilemedigi şey ise olmaz. Allahın kazasını geri çevirecek ve onun hükmünü geçersiz kılacak ve O’nun emrini hükümsüz kılacak hiç kimse yoktur.”
Allahım bizlerin günah,kusur ve hatalarımızı affeyle, Gaybi meseleler dahil bilir bilmez her hususta görüş beyan ediyoruz sana sıgınır senin affını diliyoruz. Bizlere derin alayış ve ileriyi görüş firaseti nasib eyle. Bizlere faydalı olan ilimleri ögrenme ve o ögrendiklerimizle amel etme fırsatı nasib eyle. Bizleri içinde bulundugumuz şu gayrımüslim beldelerinde sahipsiz yani Kuran ve Sünneti seniyye nurundan uzak eyleme.Bizleri Sıratı müstakimden ayırma,bizleri ehli sünnet vel cemaattan ayırma. Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir…Lu…16.06.2010