Kadın Üzerinden İslam Düşmanlığı

Cenabı Hak Ahzab suresi ayet.36.da mealen şöyle buyurmaktadır: Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkeğe ve mümin bir kadına o işi kendi isteklerine göre seçme alternatif arama, özgürce farklı eylem yapma hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur…***

2011. Miladi yılının ortalarını yaşadıgımız şu günlerde bilhassa iletişim araçlarında en fazla tartışma ve yorum getirilen meselelerden birisi kadına uygulanan şiddet, kadın – erkek ilişkileri ve bu ilişkilerde en çok vurgulanan hususta din mevhumunun yeterince anlaşılamadan, bütün suçu dinimiz islama yükletme çabalarının biz müslümanları derinden yaraladıgınıifade etmek istiyoruz. Bilen bilmiyen herkes meslek erbabının din hususunda kendisini yetkili görür olması ise başka bir rahatsızlık sebebi diyebiliriz…

İslam tarihine ve onun merkez konumundaki Asrı saadete baktıgımızda; Peygamber Efendimiz kendine inanan insanları egitim ve ögretme tabii tutmuş oldugu Erkamın evinde kendilerini yetiştirmeden sahabelerini – arkadaşlarını dini teblig, anlatım ve tanıtım görevlerini vermemiştir. Bu egitim ve ögretim süre olarak ele alacak olursak 13.senelik bir zaman dilimini kapsar diyebiliriz. İslam dini bilindigi gibi, itikad, ibadet, muamelat ve ukubat dedigimiz hukuki meseleleri içine alır. Yani insan unsurunun ihtiyaç duyacagı her şey islamın meselesidir.

Ayetlerin her inişinde Peygamber Efendimiz (sav) sahabesine öncelikle o ayetin muhtevasını, rabbimizin emir ve yasaklarını, eksiksiz ve fazlasız ögretiyorlardı. Sahabelerde ayetleri onar onar iyice ögrenip ezberleyip hayata tatbik ediyorlar ve bir sonraki ayetleri ezberlemeye, anlamaya ve kavramaya yöneliyorlardı. Böylece çogunun okuma yazması dahi olmayan o insanlar kısa süre sonra ilim ve hikmet deryasına dalan İslam alimi hüviyetine büründüler. Tabiiki içlerinde Kuranı kerimi daha iyi bilen sahabiler oldugu gibi, fıkıh, tefsir ve hadis üzerinde yogunlaşan sahabilerde vardı…
Aynı zamanda bu insanlar sadece kendi içlerinde Darul erkamda ders görmekle egitim ve ögretimle meşgul olmakla yetinmiyorlar, aynı zamanda Allahın dinini anlatma, teblig, irşad görevlerini elleriyle, dilleriyle kalpleriyle yapmaya çalışıyorlar ve hiç bir savaştanda ayrı kalmamaya özen gösteriyorlardı. Eger bu gayret o ilk müslüman toplulugunda olmasaydı, daha bir asır bile geçmeden Afrikanın en batısından, asyanın en dogusuna nasıl ulaşılacaktı düşünmeye deger.

İslam ahlakını, edebini, itikad, iman, hukuki sistem, sosyal sistem akla gelen bütün ilim dallarının gelişmesi islam adına işte asrı saadet müslümanlarından başlayarak dalga dalga gelişmesi halifeden en küçük bireyine kadar sorumluluk bilinci taşıyan müslümanların sırtında yükselmiştir. Dostlugu, dayanışmayı, yardımlaşmayı ve her türlü insani ilişkileri hesap ederek saglam yol kateden müslümanlar 1430.küsur senenin kayda deger en faziletli dava olarak islam davasını zamanımıza taşımayı bilmişlerdir Allah (cc) hepisinden razı olsun.

Tekrar başa döncek olursak; her türlü ilimleri zamanımıza kadar taşımış olan İslam alimleri sanki yok sayılarak, görmezden gelinerek islam adına konuşmayı marifet sananlar hata üzerine hata yaptıklarının şuuruna varamadan ha bire konuşuyorlar. En çok istismara müsait olan da tabii islamda kadın mevzuunu didiklemeye çalışıyorlar. Bu fikir ve görüşleri sallarkende genelde beyinden çok işkembelerine müracaat etmeyi uygun buluyorlar.

Başka türlüsü olsa dogruyu ifade edecekler tabii o zaman bizlerinde tek kelime söz söyleme hakkımız olamaz. Ne demişler dogru birdir ve kimden gelirse gelsi bu kural degişmez. Lakin nakli ilimleri yok sayarak ya da çarpıtarak konuya yaklaşan bir zihniyet tabiiki edebte, ahlakta, itikadda, ibadette, hukuki meselelerde yani her hususta bocalayacaktır. Günümüzün akademik seviyesizleri, Rabbimizin temel bir dinî emri olan tesettürü başka türlü anlayarak yasaklamaya çalışıyorlar.

Efendim, bu dinî bir özellik taşımıyor, bu siyasî bir özellik arz ediyor diyorlar. Gerçekten bu, çok utandırıcı bir durumdur. Adamlar hem din adına konuşuyorlar, din adına hüküm veriyorlar, hem de dinden habersizler. Hakikatlere yaklaşmak isteyen, allah korkusunu içinde taşıyan şerefli insanlar için bu konular, kuranı kerimde Nur suresinde, Ahzâb sûresinde, Nisâ sûresinde son derece açık bir şekilde ortaya konmaktadır. Kimi zavallılar da; efendim, tesettür lâikliğe aykırıdır filan demeye çalışıyorlar. Halbuki lâiklik eğer din işleriyle devlet işlerinin birbirlerine karışmaması ise, elbette devlet bir müslümanın dinî inanışını koruması, ona baskı yapmaması gerekir. Öyle değil mi?

Lâiklik dinsizlik değildir demiyorlar mı ? Öyleyse devleti Allah ile kul arasına sokup bir müslümanın yapması gereken ibadetlerini devlet otoritesi ile engellemeye çalışmak lâikliğin ihlalinden başka neyle izah edilebilir? Şimdi Allah’ın emri gereği başını örten bir kızcağıza; eğer burada okumak istiyorsan başını açmak zorundasın demek, o müslümanı Allahın emriyle başkalarının emri arasında bir tercihle karşı karşıya getirir. Böyle bir durumda Allaha Allahın istediği gibi inanan, Allahın her şeye kadir olduğunu bilen, O’nun istediği gibi bir hayat yaşamadıkça mü’min olunamayacağının bilincinde olan bir mü’min nasıl olur da Allah’ın emrini terk edip bir Rektörün veya Dekanın emrini tercih edebilir?

Ali Küçük hocaefendi diyorki: * Peygamberinin; “Allaha isyan olan hiçbir konuda bir beşere itaat edilmez” hadisini bilen hangi müslüman açabilir başını ? Lâikler istedikleri kadar lâik hocalara fetvalar verdirsinler, hiçbir müslüman onların fetvalarına inanmayacaktır. Halbuki lâik devleti meselenin din yönü ilgilendirmemelidir. Çünkü o dinle ilgilenmeyen bir devlettir. Bıraksınlar da müslümanlar inandıkları gibi yaşasınlar. Medine yahudilerinin, İzmir’e çıkan Yunanlıların, Maraşı işgal eden Fransızların, Erzurumu işgal eden Rumların yaptıklarını yapmak zorunda değilsiniz müslümanlara.

Dine inanmayanların din adına fetva vermeleri çok namuslu bir şey değildir. Meselâ şu anda A.B.D devlet başkanı; ben dini papadan daha iyi bilirim dese, bütün Katolik dünyası ayağa kalkar, yer yerinden oynar. Ama bakıyoruz şu anda gazetecisinden simitçisine, dekanından profesörüne kadar herkes müftü kesildi. Herkes fetva veriyor, diyânet hariç tabii. Onlar ne zaman konuşacaklar bilmiyorum. Efendim, bu baş örtüsü dinî değil ideolojiktir. E ne olacaktı ? Ben şahsen ideolojisi olmayan bir iman düşünemiyorum. Yâni eğer bir insanın bir hedefi, bir fikri, bir ideolojisi yoksa, o hayvandan farksızdır.

Zira insanı hayvandan ayıran özellik onun ideolojik yönüdür. Düşünün, şu anda Ankara İlâhiyatta okumak isteyen bir yahudi, bir hıristiyan, bir de müslüman var. Kanun yahudiye de, hıristiyana da dinî ve milli kıyafetlerinizle okuyabilirsiniz diyor. Hıristiyan öğrenci eğer bir rahibeyse, tamamen kapanmışsa, yahudi öğrenci dini inancı gereği başında bir takkeyle gelmişse herhangi bir zorlamayla karşılaşmaz. Ama dini inancı gereği başını örterek gelen bir müslüman okula alınmaz. Peki acaba bu şartlar altında inanmış bir müslüman ne yapmalıdır ? Ne yapalım, zaruret var, başımızı açmadan bu okullarda okuyamıyoruz, biz de başımızı açıverelim mi diyeceğiz? Hayır, bu şartlarda avret yerlerini açmak haramdır.

Buna zaruret demiyor dinimiz. Zaruret; yasak bir şeyi yapmadığı takdirde helâki gerekli kılan şeydir. Yapmadığı zaman ölümle karşı karşıya kalacaksa kişi, o zaman zaruret var demektir. Değilse ileride İslâm’a hizmet ederiz gayesiyle bu okullarda baş açarak okumanın zaruret kabul edilmesi mümkün değildir. Çünkü emri bil’maruf farzı ayın olmadığı gibi, bir müslümanın itikadı ve ibadeti için gerekli olan ilimlerin dışındaki bilgileri tahsil etmesi de farzı ayın değildir. Kaldı ki mutlaka bilmeleri gereken farzı ayın ilimleri başlarını açmadan başka yerlerden de öğrenme imkânı vardır.

İslâm’a hizmet mutlaka resmî bir okulda okumayı veya resmî bir dairede çalışmayı gerektirmez. Evet kadınların ilmi yönden yetişmeleri iyidir, ama bu bir haram işlemeyi asla tecviz etmez, gerektirmez. Bilindiği gibi; “mazarratı def, menfaati celpten daha evlâdır”. Bu bir fıkıh kaidesidir. Dinimizde bir haramla bir emir karşı karşıya geldiği zaman, haram emirden önceliklidir. Allah’ın Resûlü bir hadislerinde bunu şöyle anlatır: “Ben size bir şeyi emrettiğim zaman, gücünüz yettiği kadarını yapın, bir şeyi nehyettiğim zaman da ondan kaçının.”

Dikkat ederseniz emirler için “gücünüz yettiği kadar” ifadesi geçerli iken, yasaklar için kesinlik söz konusudur. Meselâ ilim öğrenin der İslâm, ne kadar ? Gücünüz yettiği kadar, becerebildiğiniz kadar. Ama içki içmeyin der, ne kadar? Hiç içmeyin, bir damla bile içmeyin der. Evet, unutmayalım ki bir farzla, bir emirle bir yasak, bir haram karşı karşıya geldiği zaman, haram emirden önceliklidir. Bir harama düşmektense farz terk edilir. Avret yerini örtecek bir şey bulamayan kişi bir nehir kenarında bile olsa istincayı terk eder.

Çünkü haram em-re tercih edilir. Gusletmesi gerek bir kadın, eğer erkeklerden gizlene-bilecek bir ortam bulamazsa guslü terk eder. Çünkü gusül farzdır, avret yerlerini başkalarına göstermesi ise haramdır ve harama düşmektense farz olan gusül terk edilir. Öyleyse velev ki şu anda bu okullarda öğrenilecek bilgiler farzı ayın bilgiler olsa bile, bir harama düşürecekse o ilimler terk edilir. Kaldı ki bu ilimler farz-ı ayın ilimler bile değildir. Evet bundan sonraki âyetinde Rabbimiz bütün bu hususları uygulayabilmenin yolunu gösterecek.

Yâni bundan önce anlatılan konuları, zinadan korunabilmenin, toplumu bu tür ilişkilerden koruyabilmenin, erkek ve kadın olarak temiz kalabilmenin, ziynetlerimizi Allah’ın istediği şekilde muhafaza edebilmenin, iffet ve hayalarımızı ko-ruyabileceğimiz bir toplumu kurabilmenin tek garantili yolunu anlatacak Rabbimiz. “İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve câriyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler. Allah onları lütfu ile zenginleştirir. Allah lütfu bol olandır, bilendir.”

Evet toplumda evlenmemiş tek bir insan kalmayacak. Bir kadının ve bir erkeğin mutlaka eşe sahip olması gerekecek. Bu olursa toplum içinde temiz bir hayat yaşanır, bu olursa toplum içinde Allah’ın istediği mahremiyet de korunur, bu olursa zinasızlık da gerçekleşir, bu olursa iffetler ve namuslar da korunmuş olur. Eğer toplum içinde evlenme sağlanamazsa kesinlikle erkeğin de kadının da hayasını korumak mümkün değildir. Eğer toplum içinde evlenmemiş bir erkek, bir kadın kalmayacak biçimde bir nikâh uygulamasını gerçekleştiremezsek kadını da erkeği de temiz bir ortama çekmemiz mümkün olmayacaktır. Erkek ve kadın olarak bir insanın fıtrî, cinsel ihtiyacı helâl yoldan karşılanacak, doyuma ulaştırılacak ki onun kendisinden istenen sorumlulukları yerine getirmesi söz konusu olsun.

Öyle değil mi? Meselâ fıtraten yemek zorunda olan bir adamın önüne helâl olan hiçbir rızık koymasak, sonra da desek ki tüm rızıklar yasaktır. Ne yapar bu adam? Eh yemek insanın fıtrî bir ihtiyacıdır. Yaşamak için yemek zorundadır. Adamın karşısında helâl yiyecekler olmalı ki şunları, şunları yiyebilirsin ama şunlar yasaktır denmeli ki adam buna riâyet edebilsin. İşte aynen bunun gibi insanın fıtrî bir ihtiyacı vardır ki o da cinsel ihtiyaçtır. İnsan midesini helâl rızıkla, kafasını, kalbini Allah bilgisiyle doyurmak zorunda olduğu gibi cinsi organını da, cinsiyetini de helâl olarak doyurmak zorundadır. İşte bakın Allah öyle buyuruyor: Ey Müslümanlar, sizden, içinizden evli olmayanları, bekârları, dulları, kocasızları, kadınsızları, yâni nikâha ihtiyacı olanları mutlaka nikâhlandırın, evlendirin.

Hiç evlenmemiş kızlarınızı, oğlanlarınızı, boşanmış dul kadınlarınızı, boşanmış dul erkeklerinizi, ihtiyar erkeklerinizi, ihtiyar kadınlarınızı yâni ölümlerine kadar nikâha ihtiyacı olan herkesi evlendirin. Evet bu hitap Müslüman bireye, Müslüman babaya, anaya, Müslüman topluma, yâni hepimizedir. Öyleyse Rabbimizin bu emri gereği buluğ çağına gelip de evlenmeyi bekleyen kızlarımızı, oğullarımızı hemen evlendireceğiz. Boşanmış, ya da eşleri ölmüş kadın ve erkek kardeşlerimizi hemen evlendireceğiz. Tabii iddetleri biter bitmez. Kocası ölmüş ve ya boşanmış bir kadın iddeti biter bitmez he-men süslenme hakkına ve evlenme hakkına sahiptir. İster genç yaşta olsun, ister orta yaşta olsun, isterse ihtiyar olsun fark etmeyecektir.

Evet Müslümanlara yapılan bu emir bir tavsiye niteliğindedir ve toplum içinde hiçbir kimse bekâr kalmayacak biçimde Müslümanlar bu sorumluluklarını yerine getirmek zorundadırlar. Toplumun düzelmesi, toplumun temizlenmesi için, toplumun iffetli ve hayalı bir toplum olabilmesi için tüm Müslümanların buna riâyet etmeleri gerekmektedir. Ya Müslümanlar bu görevlerini yerine getirerek, tertemiz bir toplum oluşturarak, namus ve iffetlerini koruyarak sonunda cennete doğru giderler, ya da bu sorumluluklarından kaçarlar, evlenemeyenlere yardımcı olmazlar, bunun sonucu olarak ta toplumda nikâh dışı gayri meşru ilişkiler yayılır ve kirli bir toplum oluşur, Allah’ın gazabı o toplum üzerine olursa işimiz biter Allah korusun.

Bu iş için şu materyalist toplum içinde en büyük dert ekonomik derttir. Birinci olarak kimi bekâr kadınlar, ister kız olsun isterse dul olsun, kimi kadınlar, kimi erkekler şöyle düşünüyorlar: Efendim, benim param var, pulum var, imkânlarım var, çevrem var. Benim bu durumda evlenmeye hiç de ihtiyacım yoktur derler. Meseleye sadece ekonomik güç noktasından bakarlar. Kimi kadınlar ve erkekler de bunun tamamen aksine, benim hiç bir şeyim yok. Ne param var, ne pulum var, ne imkânım var. Bu durumda evlilik kim ben kim Ben nasıl evleneyim?

Meselenin bir üçüncü boyutu da diğer Müslümanların tutumudur. Yahu benim ne gücüm var ki bu Müslümanların evlendireyim? Etim ne? Budum ne ki bu iki garibanı evlendirmeye el atayım? Bir şeyler harcasam kendim aç kalacağım diyerek bu işe yardımcı olmaktan kaçıyorlar. Bir taraftan kendilerine yapacakları harcamaları çoğaltıyorlar. Meselâ çocuklarını evlendirirlerken çok büyük harcamalar yaparak, çok pahalı düğünler yaparak hakları olmadığı halde toplumda sosyal ahlâkı, ekonomik dengeleri altüst ediyorlar, evlenmeleri, düğünleri zorlaştırıyorlar.

İşte bu üç şekilde bir toplum içinde ekonomik sebeplerle evlenmenin, nikâhın engellenmesi toplumun en büyük belâlarından birisidir. Çünkü ekonomi hayatın temeli değil ki. Hayatın temeli imandır. Toplum Müslüman olsa, Müslümanlığı ön plana çıkarsa, ben bir Müslüman olarak Rabbimin helâl kıldığı nikâhla bu nimetten istifade edeyim diye karar verse ekonomi engel mi olacak ? İşte Rasûlullah efendimizin kendisinin, kızlarının, sahâbesinin evlenme modelleri önümüzde. Onların örnek hayatları o kadar güzel, o kadar kolaydır.

Evlenecek kızımızın nasıl olsa iyi kötü evde bir yatağı vardır, oğlumuzun da bir yatağı vardır. İşte bu iki yatağı birleştirdiniz mi tamam. Yiyecek mi ? Eh zaten evimizde oğlumuz da yiyor, kızımız da yiyor. Aç değiller ki şu anda onlar. Aynı ekmeği birleştirip yiyip giderler. Ama öyle değil de hayatı eşyaya, hayatı modernizme bağlarsanız, hayatı bunlarla boğarsanız elbette bu iş zorlaşacaktır. Kızımız şu anda çıplak mı ? Üzerinde bir elbise yok mu ? Oğlunuz giyinik değil mi ? Tamam. Başka neye ihtiyaç var ? 25-30 yaşına gelmiş bir kız ve bir erkek düşünün. Böyle bir delikanlının, böyle bir kızın yağlı ballı ama kocasız, karısız yaşaması mı daha iyidir, yoksa evli ama az malla iktifa etmesi mi daha tatlıdır ? Hangisi daha mutlu eder onları ? Altında bir çulu olsa bile, kuru ekmekle ömür sürse bile kocasıyla güzellikle beraber olması onun için daha tatlıdır değil mi ? Tüm aileler, tüm ailelerin kızları, erkekleri bunalımda değiller mi bu açıdan ? Ne hakkımız var hayatı böyle zorlaştırmaya ?

İşte şu anda görüyoruz, duyuyoruz ki kimi kâfir ve zalim toplumlar, nikâh dışı ilişkilerle bu ihtiyaçlarını Allah’ın istemediği yollarla karşılıyorlar. Yâni bizler de böyle mi yapalım? Hayır, işte bunun alternatifini anlatıyor Rabbimiz. Böyle bir pisliğe düşmek istemiyorsanız evlenmeyi kolaylaştırın, Müslüman kardeşlerinizi evlendirin. İşte bunun çaresi, bunun alternatifi budur. Şimdi söyleyin bana şu babalardan hangisi daha güzeldir? Bir baba düşünün ki gidip bir Müslümana diyor ki evlâdım, kardeşim benim bir kızım var, sen onunla evlenir misin? Meselâ Ebu Bekir efendimiz geliyor Allah’ın Resûlüne, ya Rasulallah benim kızımla evlenir misin? diyor.

Bir başka baba Hz. Ömer kocası ölmüş kızının iddeti biter bitmez Ebu Bekir’e gidiyor ve ey Ebu Bekir benim kızımla evlenmek istemez misin ? diyor. Ey Osman benim kızımla evlenemez misin ? diyor. Böyle bir baba mı daha güzel ? Böyle bir baba mı kızını düşünüyor ? Yoksa kızım işte ev, işte ekmek, işte para, pul. İşte seveceksen benim çocuklarım, benim torunlarım gel babanın evinde otur diyen zalim bir baba mı daha kızının fıtratını düşünüyor ? Söyleyin hangisi iyi bunların ? Hangisi merhametli ? Sen keyfine göre karınla beraber ol, birinci yetmedi ikinciyi, üçüncüyü al, eşinden bir hafta bile ayrılığa tahammül etme, ama bekâr kızın, kocası ölmüş ya da boşanmış kızın eşsiz kalsın. Bu nasıl bir iş ? Nasıl bir babalık bu ?

Sen ey Müslüman eşini koynuna almışsın, bir gün bile ondan ayrılığa tahammül edemiyorsun da bu çevrendeki eşsiz Müslümanları hiç düşünmüyor musun ? Yıllardır kocasızlığa dayanamayarak yatağını, yastığını göz yaşlarıyla sulayan o dul kadınları, o bekâr erkekleri hiç düşünmüyor musun ? Siz ey oğullar analarınız, babalarınız öldüğü zaman dul kalmış analarınızı, babalarınızı hiç düşünmüyor musunuz ? Dul kalmış kardeşlerinizi düşünmüyor musunuz? O zaman yapabiliyorsanız, siz de ayrı kalın hanımlarınızdan, kocalarınızdan. Becerebiliyor musunuz bunu ? Kendiniz için düşünemediğiniz bir şeyi nasıl oluyor da kızınıza, oğlunuza böyle bir şeyi lâyık görebiliyorsunuz ? Bu işin yolu kalplerin Kur’an ve sünnetle dolmasına, gönüllerimizin kitap ve sünnetle atar hale gelmesine bağlıdır. (Besairul Kuran.Ali küçük)

Bir Müslüman olarak hadiselere kitap ve sünnetle bakmak zorunda odugumuzu hiç bir zaman aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir. Yaşadıgımız hayatı vahiyle sorgulayabilecek bir noktaya gelebilirsek elbette bunlar çok kolay hale gelecektir. Bizler şu anda kitabın bu âyetlerini görmezden gelecek olursak, ya da bu rektör daha iyi bilir, bu dekan bu meseleyi daha iyi kavramıştır niyetiyle olaya yaklaşırsak bazı anlarda hayali sükuta ugrayacagımız kesindir. Mutlak surette bu kitabın pratiği olan Peygamber efendimizin bu konudaki uygulamalarından habersiz hayat yaşarsak, içinde bulundugumuz alman toplumundan bir farkımız kalmayacaktır.

Peygamber efendimizin güzide arkadaşları olan sahâbenin evlenme ve evlendirme modellerini tanıyamazsak eger, kendi toplumuzda ya Katolik bir anlayış, ya Protestan anlayışı, ya Yahudilik ya da örfler hakim olacagı gayet açıktır Allah korusun. İçlerinde yaşadıgımız için bir şekilde bilgi sahibi oluyoruz; mesela alman toplumu evlilik kuruuna hiç te sıcak bakmıyor artık. Olaya hep ekonomik düzeyde yaklaşıyorlar, ekmeklerinin paylaşılmasını istemiyorlar, hayvani başıboşlugu kesinlikle vazgeçilmezleri arasında sayıyorlar, tabii onlar bu yaşantıya özgürlüklerin kısıtlanmaması çerçevesinden bakıyorlar. En iyi ihtimalle evlenmeden beraberlik düşüncesini ön planda tutuyorlar ve buna da düzeyli birliktelik diyorlar. Devlette vergi kartlarında bu birlikteligi yasal olarak kabul ettigine göre; hani derlerya “Sen sag ben selamet” Yakın zamanda bütün avrupa ülkelerinde evlilik kurumu ve ailenin kudsiyetinden bahsetmek herhalde tarih olacak böyle giderse…

Şurası bir gerçektirki; İslâm, Allah’ın insanlar için seçtiği bir yaşama biçimi ve saâdet yolu, kurtuluş aracıdır. İslâm’ın bütün ilkeleri, emir ve yasakları kendine aittir. Her bir emrin ve yasağın bir hikmeti, bir sebebi; yasakların insana ve topluma zararı, emirlerin ise kişiye ve topluma faydası vardır. Ama müslüman, bu hikmetlerinden önce, sadece Allah rızâsını kazanmak için, O’nun emri ve yasağı olduğu için o hükümlere uyar. İman eden kişiler Rablerinin emrine teslim olurlar ve ellerinden geldiği kadar emirlere uymaya, yasaklardan kaçmaya çalışırlar. Ama asla Allah’ın emirlerini ve yasaklarını münâkaşa konusu yapmazlar.

Onlar bu tehlikeli yola girmekten şidetle sakınırlar. İslâm sağlam bir kişilik, sağlam bir toplum ve sağlıklı nesiller yetiştirme amacındadır. O, müfsit insanların bozduğu toplumu, kişilikleri ve nesilleri ıslah edip düzetmek istiyor. Bunun tedbirini almalarını müslümanlara emrediyor. Birçok kötülüğün aşırı isteklerden, dizginlenmeyen şehvetlerden kaynaklandığı bilinen bir gerçektir. Şehvetlerin alabildiğine serbest olduğu yerlerde huzur kalmaz, aile bağları gevşer, nesiller bozulur, kadının ve erkeğin şerefi zarar görür.

İnsanın fıtratı, temiz aile ve temiz nesilden yanadır. Eşlerin birbirlerine bağlılığı, insanların birbirine saygısı, kişinin değerinin yüce olması faziletli davranışlardan geçer. İslâm bunun için işe hâin bakışların önüne geçerek başlıyor. Sonra hem kadını, hem erkeği, hem nesli, hem de fazileti korumak için erkeğe ve kadına tesettürü emrediyor. Hayayı emrediyor, ahlaklı olmayı, edebli olmayı emrediyor. Kim ne derse desin eger Rabbimiz örtünmeyi ve Tesettür ibâdetini bizlere emrediyorsa bunda güzel bir hikmet ve mü’minler için bir güzelik ve erdem vardır…
Örtünme, aynı zamanda bir ibâdet hürriyeti ve insan hakkıdır. Faydaları ise sayılamayacak kadar çoktur. Buna rağmen içinden geldigimiz Türkiye ve onun gibi bazı ülkelerde tesettür, başörtüsü münâkaşalarının, yasaklarının olması çok hazin, üzüntü verici bir şeydir. Tesettür, İslâm’ın emridir, bir ülkenin veya bir halkın geleneği değildir. Türkiyede cumhuriyeti kuranlar, Eşref edib’ in “KARA KİTAP” ta yazdıgı gibi bu insanları en çok 30. yılda islamdan koparmayı amaçlamışlar. Bu ugurda her türlü zulmü denemişler şükürler olsunki 90. yıl geçtigi halde bu insanları dinlerinden koparamamışlardır.

Lakin maglubiyeti hazmedemiyen profesörler, adaletten mahrum hukukçular, siyasi zorbalar, askeri ceberrutlar, Mason ve onun gibi yahudi kuruluşlarının güdümünde olan localar ve onun güdümündeki kökü dışarıda olan dernekler, camiilere, mescitlere alternatif olarak düşünülerek açılmış olan devlet destekli halkevleri, islam düşmanlıgının bayraktarlıgını kimseye kaptırmak istemeyen add gibi düşünce dernekleri, danıştaylar, üniversiteler, kartel tipi görsel ve yazılı medya, siema, tiyatro ve benzeri sanat camiası ve islam düşmanı sanatçılar ellerinden gelen her türlü düşmanlıgı islam karşıtlıgını yapmışlar, buna ragmen Rabbimizin vaadi ve sözü hak bildigimizden dolayı Rabbimiz kuranı indirdigi gibi koruyacaktır itikadıyla, tabiiki bu gerçege biz müslümanların inancı tamdır.

Mutlak surette bu hakikat bizlerin her zaman davadaki azmimizi kuvvetli tutmaktadır. Herşeye ragmen bende müslümanım diyen inanan, Mü’min kadınların ve mü’min erkeklerin Allah’ın emrine bir itirazları olamaz. Sözümüz sadece müslümanlara oldugundan dolayı bu dine inandıgını söyledigi halde ve İnandığını iddiâ ettiği halde tesettüre ve başörtüsüne tavır alanların, kendi durumlarını yeniden gözden geçirmeleri gerekir. İzzetine, iffetine, şeref ve namusuna düşkün müslüman kadın ve kızlarımızın bu erdemi, bu fazileti yukarıda şifade ettigim toplumsal ya da bireysel iki ayaklı şeytanların gözüne batsada inandıkları davada sebat etmeleri bizlere ancak kuvvet verir. İslam düşmanları Hanımların dişiliğiyle değil; kişiliğiyle toplumda yer alma isteklerine karşı kırmızı başörtüsü görmüş boğa gibi saldıracak yer arıyorlar.

Özellikle İmamhatiplerde, Üniversitelerde okuyan ve okumak isteyen müslüman müslüman bacılarımızın dünya-âhiret tercihi ve cihadı da başörtüsü bayrağında düğümleniyor. Her müslüman bilmelidirki, İslâmî örtünme iman alâmetidir. Ruhumuz gibi vücudumuz üzerinde de Allah’ın hâkimiyetini kabul edişin belgesi olan bir ibâdettir. Örtünme, çağımızın zulüm egemenliğine karşı kadınımızın cihadı, örtü de özgürlük bayrağıdır. Bu hususa böyle bakmadıgımız müddetçe bir tarafımız mutlakayamuk kalacaktır. Bu güne kadar uygulama bilindigi halde tesettürü anlamak istemeyen din zorbaların degil; Kuran sünnet çizgisinde islam alimlerimizin zamanımıza kadar ulaştırdıklar ve uygulandıgı şekil bizim için önemlidir bir daha vurgulayacak olursak:

Kuranı kerimde ifadesini bulan Cilbâb dış giysi demektir. Bu, dünkü Osmanlı toplumunun örfünde çarşaf olduğu gibi, bugün ve yarın herhangi bir coğrafyada çok farklı bir dış giysi de olabilir. Önemli olan, kadının ev dışında, ev elbisesinin üzerine giyeceği bir dış giysi ile örtünmesidir; yeter ki istenen tesettür şartlarına uygun olsun. Günümüzde cilbâb, yani çarşaf ve manto, pardösü benzeri dış elbise önemsenmez hale geldiği gibi, “başörtüsü zulmü” farklı bir tepkiyi aşırılaştırdı; tesettür denince sadece başörtüsü akla gelmeye başladı. Bazı genç bayanlar da sadece başörtüsüyle yetinmeye başladı.

Giderek artan bir ucûbe olarak boneli, başörtülü, fakat makyajlı; başörtülü, ama eteği dizlerine kadar yırtmaçlı; başörtülü fakat üstünde sadece tişörtlü-etekli kıyafetler boy göstermeye başladı. İslâm kadınının sadece tesettürü yeterli görmesi mümkün değilken, yani aynı zamanda takvâ elbisesi olan iffet, hayâ, saygın kişilik, tavır-yürüyüş-konuşma-gülme-aşırı serbest hareket ve benzeri davranışlarda fitne unsuru olabilecek tüm hususlardan sakınmak mecbûriyetinde olduğu halde, sadece giysi olarak tesettür konusu bile uygulamada büyük çapta dejenereye uğramaya başladı.

Şu anda müslümanların elinde ve üzerinde Kala kala sadece bir başörtüsü kaldı, o da zora gelinince, sözgelimi üniversite uğruna, kariyer için, öğretmenlik, doktorluk ve benzeri meslekler ve amaçlar için çıkarılabilecek, pazarlık ve tâviz konusu olabilecek, türbanla, şapkayla, perukla, oyuncaga dönüştürüp değiştirilebilecek bir ucuzluğa düşürmek isteyen sözde hocaefendi müsveddelerine kanmamak, inanmamak gerekir düşüncesindeyiz.Ve son söz olarak diyorumki: aman din hakkındaki nasihat,ögüt ve bilgileri kimlerden aldıgımıza çok dikkat edelim…

İbni Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu; ** Bugün siz benden dinî konuları dinliyorsunuz. Yarın bu konular sizden dinlenecek. Sonra sizden dinî konulan dinleyenlerden de başkaları dinle¬yecek. (O halde dikkatli dinleyin ve dinlediklerinizi kendinizden sonrakilere ulaştı¬rın. Bu silsile bu şekilde devam etsin.)** Allahım bizi nefsimizle terbiye etme, bizleri haramlardan hakkıyla korunanlardan eyle, Bizlere şuur islamı hakkıylayaşama azmi ihsan eyle. Bizleri sıratı müstakimden ayırma, bizleri ehli sünnet vel cemaata hakkıyla bagl alanlardan eyle. Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir…Lu…11.01.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.