Rabbimiz Bakara Suresi ayet.275.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların „Alım-satım tıpkı faiz gibidir“ demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar…***
“Kapitalizm” Karl Marks tarafından “sermaye” veya “anapara” kelimelerinin Almanca karşılığı olan “Das Kapital” kelimesinden türetilmiş ve en genel anlamıyla “serbest piyasa ekonomisi” olarak tanımladığımız insanın üretim ve tüketim ilişkilerini anlamlandıran bir kavramdır. Tarihi süreç içinde özellikle sosyalist propagandasının etkisiyle kapitalizm kavramına bir yığın olumsuz anlam yüklenmiş ve bunun sonucunda da günümüzde insanın hayat tarzına ait ne kadar kötülük varsa hemen hepsi de kapitalizm ile eş anlamlı olarak anılır olmuştur. Örneğin insanın aç gözlülüğü, bencilliği, sınır tanımayan sahip olma, mal mülk edinme tutkusu, bitmek tükenmek bilmeyen para kazanma hırsı, insanların birbirlerini kandırarak kendilerine menfaat sağlama alışkanlığı, birbirlerini sömürerek geçinme kolaycılığı gibi çoğu doğuştan sahip olduğu kötü özellikleri kapitalizme mal edilmiş ve sonuçta da Marks’ın icat ettiği bu kavram her türlü kötülüğün nedeni, ahlaksızlık, bir tür öcü veya şeytanlık olarak algılanır olmuştur.
Karl Marks’ın kapitalizm olarak tanımladığı şey aslında insanın doğaçlama, özgürce, içinden geldiği, işine geldiği gibi, ama bunların yanısıra alıştığı, ezberlediği, şartlandıgı gibi yaşamak istemesinin üretim ve tüketim ilişkilerine yansımasından başka bir şey değildir. Dünya bir daha kurulacak olsa kapitalizm dediğimiz ekonomik düzen yine aşağı yukarı aynı şekilde gerçekleşirdi. Çünkü bu doğaçlama hayat tarzı birisi tarafından uydurulmuş, kurgulanmış ve insana dış güçler, dış mihraklar tarafından dayatılan bir hayat tarzı değil aksine insanın yaşadığı her coğrafyada kendiliğinden gelişen doğal bir yaşantı biçimidir. Bu açıdan bakıldığında da Homo Kapitalismus’un doğal bir insan buna karşılık Marks’ın tasarımını yaptığı Homo Sosyalismus’un da totaliter dayatmayla yapılabilecegi varsayılan kurgusal, yapay ve gerçeklik dışı bir insan olduğu sonucuna varmak mümkündür.
İnsanın özgürce yaşama şansı bulduğu bu ekonomik düzende herkes gücü, imkanları, olanakları çerçevesinde istediği gibi üretir, alır, satar, tüketir, biriktirir, mal mülk edinir ve yaşamını bir şekilde sürdürür. İnsanın özgürlüğünün en üst ilke olarak kabul edildiği batı tipi toplumlarda nasıl demokrasi siyasallaşma biçiminin doğal bir tezahürüyse, kapitalizm de aynı şekilde onun üretim ve tüketim biçiminin yani ekonomisinin doğal bir tezahürüdür. Nasıl demokratik siyasal hayat içerisinde bir tarafta yönetenler, diğer tarafta da yönetilenler varsa ekonomik hayattada bir tarafta efendiler diğer tarafta da köleler, bir tarafta işverenler, diğer tarafta işçiler veya bir tarafta zenginler, diğer tarafta da yoksullar vardır. Bu nedenle de zaten bütün gelişmiş ülkelerin hem demokrasiyi hem de kapitalizmi birlikte yaşadıklarını görürüz.
Burada enteresan olan ise bu sebep sonuç ilişkisine rağmen demokrasinin “iyi” kapitalizmin ise “kötü” olarak algılanmasıdır.Demokrasi ve kapitalizmin çelişkili bir şekilde algılanması, değerlendirilmesi son derece sorunludur çünkü popüler kültürün bütün propaganda araçları birini iyi diğerini ise kötü olarak etiketlendirir ama bilinçli bir sorgulama ve değerlendirme becerisini geliştirememiş insanlar kendilerine dayatılan ve ezberlettirilen bu ölçüsüz değerlendirme biçiminin sebep olduğu çelişkinin farkında varamamaktadırlar.Oysa kapitalizm ile demokrasi et ve tırnak gibidir ve bu nedenle de birini diğerinden ayırdetmek imkansız gibidir. Bu ancak sosyalizm örneğinde de olduğu gibi kaba güce başvurarak belli bir süre için dışarıdan müdahale yoluyla mümkün olabilir ama bir süre sonra yine de her şey normale döner. İnsanın özgürce yaşamasına imkan sağlamayan bir yaşam biçimi uzun vadede sürdürülmesi imkan dışı bir yaşantı biçimidir. Özgür bir varlık olarak dünyaya gelen insanın hayatının her alanında yaşantısını kendi istediği gibi, kendi işine geldiği gibi belirlemek istemesi, geleceğini güvence altına almak için mal mülk edinmesi ve hatta daha fazlasına sahip olmak amacıyla her şeyden ve her insandan faydalanmak istemesi onun doğasından kaynaklanan son derece “normal ve anlaşılması gereken” isteklerdir. Bu nedenle de insan doğal yapısı gereği demokrasiye olduğu kadar kapitalizmede yatkın ve meyillidir. İster hoşumuza gitsin isterse de gitmesin ama insan dediğimiz varlık iç güdüleri vasıtasıyla efendi olmak üzere programlanmış bir varlıktır, köle olmak üzere değil.
Bu nedenle bırakın kapitalizmi kölelik düzeninin bile kabahati, kusuru ne kölededir ne de efendisindedir. Buradaki temel problem insanın özgür kapitalizmin sorunlarını kendi yoksulluğu ile direk olarak ilişkillendirebiliyor olmasına rağmen bunu siyasal hayatın ortaya çıkardığı sorunlar çerçevesinde yapamayışıdır. İnsanın demokrasiyi iyi buna karşılık kapitalizmi kötü olarak algılaması da bundandır. Oysa yaşanılan tüm sosyal sorunların kaynağı insanın gerek siyasi yaşantısında ve gerekse de ekonomik hayatında sınırsız veya yeterince sınırlanmamış bir özgürlüğe sahip olmasıdır. Zaten insanın her an herkese karşı haksızlık yapabilmesi de onun kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutabilmesine imkan sağlayan özgürlüğüdür.İnsanı hepimiz tanıyoruz. İnsanın iç güdüleri tarafından tetiklenen ihtiyaçları vardır ve bunları karşılayabilmek için merak eder, arar araştırır, keşfeder, bütün imkanları ve bu arada zekasını, aklını kullanır ve sahip olduklarından faydalanarak olmayanı var eder.
Hayat düzeyi geliştikçe ihtiyaçları artar, daha iyi, daha komforlu daha müreffeh bir hayat sürdürebilmek adına her şeyin daha iyisini, daha çoğunu, daha kolayını, daha zahmetsizini ister. Bütün bunlar insanın yabanilikten uygarlığa geçebilmesini mümkün kılan insani özelliklerdir. Zaten bu özelliklere sahip olmayan bir insan ne ateşin nasıl yakılacağını ne de çakmak taşından nasıl balta yapılabileceğini keşfedemezdi. Günümüzde ulaştıgımız ileri teknoloji kullanan sanayi ve bilgi toplumları ve de tabii ki bunlara paralel olarak varlığına kavuşan refah toplumları hiç şüphesiz ki insanın kapitalizmi bir hayat tarzı haline getirmesini mümkün kılan yukarıda sayılan “iyi, pozitif ve de gelişmeyi mümkün kılan” bu özelliklerinin ürünüdür. Günümüzde eriştiğimiz uygarlık düzeyinin kötü yanları yok mudur? Olmaz mı? Hemde sayılamayacak kadar çoktur.
Örneğin hemen hemen bütün toplumların yüzde yirmisi üst gelir gurubu insanlarından oluşup tüm toplumsal üretimin yüzde seksenini ve tüketirken, nüfusun yüzde sekseni de toplumsal nimetlerin yüzde yirmisi ile yetinmek zorundadır. Bu da mümkün olmadığı için nüfusun çok önemli bölümü eğitimsizdir, yoksuldur, işsizdir, mesleksizdir, açtır ve bu insaların çocukları da oldukça sefil bir ortamda büyür ve gelişirler. Ciddi bir bölümü de küçük yaşta bakımsızlıktan veya açlıktan ölürler. Bu nedenle de insanları yaklaşık yüzde sekseni refah toplumlarının imkanlarından, nimetlerinden yeterince faydalanamazlar.Toplumların sınıflı yapılara bürünmeleri bir gerçektir. Ancak ne varki sınıflaşma olgusu kapitalizm öncesi dönemlerde de vardı.
Sınıflaşma olgusunun nedenleri sayılamayacak kadar çoktur ama ekonomik nedenleri ön plana alarak örneklemek gerekirse işçi maaşını alırken peşinen vergisini öder ama onun patronu isterse vergi kaçırabilir. Toplanan vergiler yapılan adrese teslim ihale yolsuzlukları, teşvikler ve türlü türlü ayrıcalıklarla yine zenginlere peşkeş çekilir. Bu sayede halktan toplanıp üst gelir guruplarına sürekli kaynak transfer edilir. Her şey bir yana serbest piyasa ekonomisinde gözaçıklık yapmak çabuk yoldan para kazanmanın en belirgin yöntemidir. Hayali ihracat, medya veya reklamcılık sektörü gibi her yıl milyarların döndüğü sektörlerin ortaya çıkabilmesi gözüaçıklıgın ya da hilekarlıgın yaygın bir şekilde icra edilmesinin doğal bir sonucudur. İnsanoğlu bütün bu ve buna benzer sahtekârlıkları yapar, çünkü insanın zekası, aklı gerektiğinde kolaylıkla şeytana bile papucunu ters giydirebilecek cinlikler üretebilir. Düşünen insan aklı kapitalizm tarihinde Galata köprüsünden tutun, meydan saatine ve hatta koskoca Haydarpaşa garına kadar her şeyin satılabilmesine olanak sağlamıştır. Yanında çalışan işçinin haklarını gasp etmek, onları üç kuruşa çalıştırdığı yetmezmiş gibi mesai ücreti ödemeden fazla mesai yaptırmak, kafası kızdığında kıçına bir tekme atıp işten kovmak gibi teferruatlar insanoğlunun her an yapabileceklerinin sadece ilk akla gelenleridir.
Sözüm ona halkı gerçekçi bir şekilde bilgilendirme görevine sahip gazetelerin tiraj arttırmak için haber çarpıtmaları, haber bulamadıklarında uydurmaları veya haber ve yorum manüpülasyonlarıyla halkı istedikleri gibi yönlendirmeleri de hilekarlık, sahtekarlık sanatının entelektüel tezahürleridir.Evet, hiç şüphesizki insan merak eder, arar, araştırır, bulur, keşfeder, icat eder, karşılaştığı güçlüklerle mücadele eder çünkü o iç güdüleri gereği her ne pahasına olursa olsun kazanmak, elindeki imkanları artırmak, sahip olabileceği her şeye sahip olmak üzere programlanmış bir canlıdır. O çakmaktaşından baltayı yapar, rüzgâr gücünden faydalanarak yelkenli gemiyi yapar, otomobil yapar, uçak yapar, uzakları yakın eder, atomu parçalar nükleer enerjiden faydalanarak gücüne güç katar ve yaşantı biçimini geliştirir.
İnsanoğlunun daha iyi bir hayat sürdürmek adına yapamayacağı, üretemeyeceği hemen hiçbir şey yoktur denilebilir. Ama aynı insan bütün iyi özelliklerinin yanısıra egoisttir, bencildir, kendi çıkarını her şeyin üstünde tutar, insanın gözünün içine baka baka yalan söyler, aldatır, kandırır ve daha iyi, daha rahat yaşayabilmek için akla gelen her türlü haksızlığı ve ahlaksızlığı da hiç çekinmeden yapabilir. İşte bütün bu nedenlerden dolayı da insanın özgürce üretip, alıp satmasının ve tüketmesinin genel adı olan kapitalizm tüm iyilikleri ve kötülükleri içinde barındıran kimse tarafından icat edilmemiş, doğru dürüst kuralları ve belirleyicileri bile olmayan ama insanın tüm iyi ve kötü özelliklerini yansıtan doğaçlama bir yaşam biçimidir.
Hal böyle olduğu ve kapitalizm insanın doğal halinin doğal bir yansıması olduğu için ne tür zorluklarla karşılaşılırsa karşılaşılsın insanlar yaşadıkça çökmeyecek, aksine insanlar var oldukça “bir yolunu bulup” sürdürülecek bir hayat tarzıdır. Kaldı ki kapitalizmin çökmesi demek insanın geleceğini yitirmesi ve yaşamın sona ermesi demektir. Bu nedenle de “kahrolsun kapitalizm” demek “kahrolsun kâğıt, kalem, bilgisayar, internet, cep telefonu, buzdolabı, çamaşır, bulaşık makinesi, otomobil, uçak, makyaj malzemeleri, takılar, sanat, edebiyat, sinema, futbol, basketbol, alkol, sigara ve benzerleri.” demekten farklı bir entelektüellik değildir.
İnsanlar kıyamete kadar kadar yaşayacağı için kapitalizm de hiç şüphesizki sonsuza dek devam edecektir belkide. Ama ne varki nasıl kapitalizm bu güne kadar birçok evreden geçtiyse bundan sonra da değişmeye ve gelişmeye devam edecektir. Çünkü insanların sadece belli bir azınlığı değil istisnasız hepsi eşitlik ve adalet içinde, özgürlüklerini yitirmeden daha iyi, daha müreffeh, daha mutlu, daha insancıl bir hayat sürdürmek isterler. Bu da onların en doğal hakkıdır ve bu hakkı da kimse onların elinden alamayacaktır. Bu nedenle de birinin sahip olduğu hak ve özgürlüklere herkes sahip oluncaya kadar da gerek kapitalizm, gerek siyasi yapılarımız değişmeye ve gelişmeye devam edecektir.
İşte bu nedenle de insan aklının cevaplamak zorunda olduğu sorun kapitalizmin iyi mi yoksa kötü mü olduğu veya nasıl ve ne şekilde “kahrolacağı veya çökeceği” değil, aksine kapitalizmin içerdiği ve neden olduğu sayılamayacak kadar çok sorunların nasıl ve ve ne şekilde analiz edilip, çözüleceği sorunudur. Kapitalizmin içerdiği ve neden olduğu sorunların tamamı insanların bir kısmının başka insanlara, daha doğrusu efendi olmayı becerebilmişlerin efendi olmayı beceremeyenlere veya genel anlamda topluma karşı yaptıkları haksızlıklar ve ahlaksızlıklar ile alakalıdır.
Örneğin; Başta yazarlar, çizerler, sanatçılar, avukatlar, doktorlar, dişçiler, eczacılar, mimarlar, mühendisler, muhasebeciler, yani üst düzey eğitim almış serbest meslek erbapları olmak üzere kuaföründen, butiğinden, marketinden, kuyumcusundan tutun en büyük sanayicisine kadar beyan usulü vergi veren insanlar diledikleri kadar vergi verebiliyor gerisini kaçırabiliyorlarsa, İşveren yanında çalıştırdığı işçilerin bir bölümünü veya tamamını sigortasız bir şekilde çalıştırabiliyorsa, onların sosyal haklarının bir kısmını veya hepsini gasp edebiliyorsa, İnsanlar birbirlerini aldatarak, mal kalitesinden çalarak veya ayıplı mallar üreterek, pazarlayarak kendilerine haksız kazanç sağlayabiliyorlarsa,
Medya ve reklam sektörü insanların bilinçlerini ve dolayısıyla da tüketim biçimlerini etkileyebiliyor ve bunun ötesinde bilinçli bir şekilde ve onları yanıltarak, şartlandırarak, koşullandırarak istedikleri gibi yönlendirebiliyorsa, diğer bir ifadeyle de onları yabancılaştırabiliyor, bilinçsizleş tirebiliyor, nesnelleştirebiliyor, köleleştirebiliyorsa, 2001 yılı ekonomik krizinin ortaya çıkarttığı gibi devletin ve onun “cumhuriyetin kazanımları” olarak öve öve yere göğe sığdıramadığımız bütün yetkili kurumlarının gözleri önünde 65 milyar dolar gibi büyük bir kaynak sadece ve sadece bankacılık sektöründe hortumlanabiliyor, akabinde de bu soygunun faturası halka ödettirilebiliyorsa, Bütün bunların yapılıyor, yapılabiliyor olmasının yegâne nedeni kapitalizm öcüsü, canavarı, şeytanı değil, insanın kendi kişisel çıkarları söz konusu olduğunda her türlü haksızlığa ve ahlaksızlığa meyilli bencil ve egoist kişiliğidir.
Hal böyle olduğu içinde bu ve buna benzer meselelerin hepside ekonomik sorunlar olmakla birlikte her şeyden önce ahlaki ve hukuk kapsamında algılanması gereken, eğitim ve ceza hukukun kapsam alanına girmesi gereken bu nedenle de yegâne sorumlusunun devlet olması gereken sorunlar olarak algılanması bir zorunluluktur. İnsanlar arasında haksızlıklara, ahlaksızlıklara izin vermeyen, eşitlikçi ve adil bir düzen kurmak kapitalist işletmecilere, serbest meslek erbaplarına değil sadece ve sadece devlete ait bir görev ve yetkinliktir. Ancak ne varki o adil bir düzen kurmasını beklediğimiz devlet iki kilo baklava çalan yoksul çocukları yıllarca ıslah evlerinde hapsederken tonlarca baklava satın alabilecek kadar parayı çeşitli yöntemlerle çalan vatandaşlarına karşı son derece müsamahakâr davranabilmekte ve kazara gün ışığına çıkan olayları bir şekilde tatlıya bağlayabilmektedir. Sorun da zaten bundan ibarettir. Kendi kendimizi kandırmayalım.
Kapitalizme atfettiğimiz sorunların tamamı devletin kolaylıkla çözümleyebileceği sorunlardır. Sorun içinde iyiyi de kötüyü de barındıran insanın denetimsiz ve sınırsız bir özgürlük içinde yaşaması halinde her türlü kötülüğü yapabilir olması ve zaten de yapmasıdır. Çözüm ise insanların birbirlerine gerek güç kullanarak ve gerekse de birbirlerini aldatarak haksızlık yapmalarını “ahlaksızlık ve suç” olarak değerlendiren yeni bir etik anlayışının geliştirilmesi ve bu doğrultuda haksızlıklara olanak sağlamayacak bir hukuk düzeninin kurulmasıdır. Devletin varlık nedeni de zaten insanların birbirlerine zarar vermeden yaşayabilecekleri bir düzen kurmak ve o düzene işlerlik sağlamaktır. Bütün bunlarda yapılamayacak şeyler değildir.
Yapılması gerekenler adil bir gelir dağılımını mümkün kılacak vergi yasaları, çalışanların sosyal güvenliğini sağlayacak sosyal güvenlik yasaları, insanların birbirlerini kandırarak kendilerine menfaat sağlamalarını engelleyecek ceza hukuku, bütün vatandaşlarına fırsat eşitliği sağlayacak ve 0-6 yaş gurubu da dahil olmak üzere herkesin çağdaş bir eğitim almasını mümkün kılacak bir eğitim sistemi gibi kolaylıkla gerçekleştirilebilecek ama sonucunda da tüm haksızlıklara, ahlaksızlıklara ve sınıflı yapılaşmaya son verebilecek yasal düzenlemelerden ibarettir. Sorunlar ve çözümler Kaf dağının arkasında değildir.
Ama yine de bu sorunlar maalesef çözülememekte, çözümlenmesi yolunda da en ufak bir gayret gösterilmemekte ve hatta zaman zaman da kamu görevlileri ile bizzat tüm bu haksızlıkları yapanlar arasında kolaylıkla kurulabilen şıracı bozacı dayanışması çerçevesinde sessiz sedasız teşvik bile edilebilmektedir. İşte bu nedenle de çağımızın sorunu kapitalizm değil aksine sadece ve sadece eşitlikçi, adil ve her türlü haksızlığı engellemeyi kendisine amaç edinmiş bir hukuk düzeni kuramayan, kurmak istemeyen devlettir. Ancak ne varki şu da bir gerçektir ki devlet doğal bir varlık değildir. Devlet kendi başına düşünemez, sorgulayamaz, çözümler üretemez, yasal düzenlemeler yapamaz. Bu nedenle de devleti suçlamanın, suçlu ilan etmenin bir anlamı ve bir yararı yoktur. Çünkü işlevini yerine getiremeyen devlet kendi başına var olabilen bir kutsallık değil, insanlar tarafından kurulan, kolaylıkla onların iğrenç emellerine alet edilebilen ve buna rağmen kutsanan ve yüceltilen sosyal bir kurum, sosyal bir araçtır.
Bu nedenle de problem devletin yetersizliğinden kaynaklandığı için sorumluluğu da tarihi süreç içinde kültürlerimizi, ahlaki anlayışımızı, devlet anlayışımızı geliştiren, devleti bu iş görmez, sorunlara çözüm üretmez haliyle kuran, yöneten ve insanların ihtiyaçlarına karşılık verecek şekilde değişmesine engel olan seçkinlere, entelektüellere, aydınlara, yazar, çizer takımına aittir. Çünkü onlar giderek büyüyen toplumsal sorunları ve bu sorunların ancak ve ancak devlet tarafından çözümlenebileceğini bilmelerine rağmen sorumluluğu kendi icat ettikleri ve her gün lanetleyerek yaşattıkları kapitalizm öcüsünün sırtına yükleyerek hedef saptırmakta ve bu suretle ayrıcalıklı konumlarını sürdürmek uğruna büyük halk kitlelerinin sorunlar altında ezilmelerine göz yumabilmekte, duyarsız kalabilmektedirler.
Evet, insanın doğasından kaynaklanan iyi ve kötü özellikleri vardır ve bu özellikler de kontrolsuz ve denetimsiz bir şekilde yaşantı biçimlerinin belirlenmesinde etkin oldukları için yaşantı biçimlerimiz bir sürü iyiliği de kötülüğü de içlerinde barındırmaktadır. Diğer taraftan devlet dediğimiz, insanlar tarafından kurulan ve kendi amaçlarına alet edilen sosyal araçta kutsal bir varlık değildir. Devlet bizim ona yüklediğimiz görevler vasıtasıyla faaliyetlerini yürüten ve varlığını da o faaliyetleri doğrultusunda sürdüren bir kurumdur. Nasıl biz otomobilin gaz pedalına bastığımızda ona hız verip, fren pedalına bastığımızda da durdurabiliyor veya direksiyon vasıtasıyla yön verebiliyorsak devlete de vereceğimiz görevler ve yetkiler sayesinde iyi veya kötü özellikler kazandırabiliriz.
Bu da kapitalizme atfettiğimiz sorunların çözümlenmesine fazlasıyla yetecektir. Günümüz devlet anlayışının bizi getirdiği nokta ortadadır. Halimizden memnunsak o zaman her gün kapitalizmi lanetlemekten vazgeçelim ve durumumuza şükredelim. Yok, ama halimizden memnun değil isek o zaman da yapmamız gereken tek şey devlet, hukuk ve etik anlayışlarımızı bir daha gözden geçirip gereken güncellemeleri yapmaktan ibarettir. Çünkü sorun kapitalizm değil, bizim dünya anlayışımız, kültürlerimiz, etik anlayışımız ve bunların doğrultusunda faaliyetlerini sürdüren devlettir. Kısacası sadece ekonomik hayatımızda değil toplumsal hayatın her alanında görülen sorunlar hiç bir zaman Karl Marks’ın zannettiği gibi özel mülkiyetin devletleştirilmesi ile çözümlenemeyecektir.
Aksine o sorunların çözümlenebilmesi için yapılması gereken tek şey devletin bütün vatandaşlarının menfaat ve ihtiyaçlarını eşitlik çerçevesinde karşılayabilmesi amacıyla devletleştirilmesidir. Kaldı ki vergi toplamak, sosyal güvenliği sağlamak, kimsenin kimseye haksızlık yapamayacağı bir hukuk düzeni kurmak gibi asli görevlerini yerine getirmekten aciz devletten bütün bu yerine getiremediği görevlerine ilaveten birde rasyonel bir şekilde bütün üretim araçalarının işletmeciliğini yapabileceğini beklemek saflıktan başka bir şey değildir.Şurası bir gerçektirki Kapitalizmde diger ideolojiler gibi insan beyninin ortaya koymuş oldugu bir batıl ideolojidir. Özetle İslamın vazettigi sosyal yaşantı biçimini reddedenler kesinlikle kapitalizmden memnun olmayacaklardır. Hatta halkın yüzde yirmisini teşkil edecek olan tabir caizse kaymak tabaka bile konumlarından memnun olmayacaklardır.Çünkü önlerinde kendilerinden daha zenginleri vardır…
Konumuzu bir ayet meali ile bitirelim inşaallah. Rabbimiz Tegabun Suresi ayet15-16.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır: Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır. O halde gücünüz yettiğince Allah’a isyandan kaçının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir…***
Allahım bizleri her türlü ideolojilerin zararlarından, şer ve kötülüklerinden muhafaza eyle. Bizleri nefsimizin esiri olmaktan koru. Bizleri mallarıyla, zenginlik ve evlatlarıyla azan, isyan eden toplumların ugradıkları felaketlerden muhafaza eyle. Bize her iki cihanda iman zenginligi ve huzur nasib eyle.Bizleri Sıratı müstakimden ayırma,Ehli sünnet vel cemaata tam baglı olanlardan eyle.Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir…28.2.2012