Rabbimiz Felak Suresinde mealen şöyle buyurmaktadır: *** De ki: „Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım, Yarattığı şeylerin şerrinden, Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, Ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden, Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım…***
Ebu Davudun zamanımıza taşıdıgı bir hadiste Peygamber efendimiz mealen şöyle buyurmaktadır: ** Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: Hasetten, kıskanıcılıktan şiddetle kaçının. Çünkü haset, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, sevapları yer bitirir…(Ebû Hureyre ra. Ebû Dâvud.)
Kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek. Kalpte bulunan ve insanı kötülüklere sürükleyen en önemli ve gayri ahlâkî özelliklerden, hastalıklardan birisidir. Bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesinden, kaynaşmasından doğar. En çok da tanıdık ve akrabalar arasında kendisini gösterir: Haset; kıskançlık, kendinde olmayan bir şeye aşırı istek duyma ve beraberinde ona sahip olanın da elinden gitmesini isteme, katlanamama duygusudur. Ayrıca, sevilen bir insan ya da eşyadan mahrum kalma ve ayrı düşme korkusu da bir tür kıskançlık olarak değerlendirilir.
Fıtri bir duygu olan haset, başkalarının bizden daha üstün olduğu kuruntusuna kapıldığımızda veya başkalarından üstün ve güçlü olma isteğiyle beraber ortaya çıkar. Bir insanın idealleri yani hayatta en fazla değer verdiği şeyleri ile şimdiki konumu arasındaki fark kişinin üzerinde öyle bir baskı kurar ki o kimse artık kendini yetersiz görmeye başlar. Bu da o kimsede büyük bir hırs, öfke ve kin uyandırır. Tabi bunlarla beraber kendisinde olmayan bu şeyin karşısındakinden de gitmesi isteğini duyar. Bu da haset ettiği kimseden intikam alma isteği doğurur. Hepsinden de kötüsü hasetçi kimse kendini yiyip bitirir.
Haset ve çekememezlik, kıskançlık duygusu insanı şiddetli bir inatçılık hastalığına götürür. Bu hastalıklı duygular, Yalnız başkalarına zarar vermekle kalmaz, insanın özde kendisi de huzursuz olur. Zehirli Duyguların en önemlilerinden biri olan Haset, işte kalbi böyle zehirler. Haset, çirkin huyların en zararlılarındandır. Herkeste bulunmakla birlikte dereceleri farklıdır. Kimi insanda haset duygusu bir an için gelip gider; kiminde ise iyice yerleşir, bütün benliğe hâkim olur ve gittikçe artar. İşte asıl üzerinde durulması gereken ve tehlikeli olan haset sonuncusudur.
İmam Gazalî’ye göre haset ancak bir nimete karşı olur. Allah bir kimseye bir nimet bağışladığı zaman diğer insanda ona karşı iki türlü hal belirir. Birincisi, o nimeti çok görerek onun elinden gitmesini istemektir; buna haset denir. Hasedin tezâhürü de insanın elindeki varlığı, nimeti çok görmek ve yok olması halinde sevinmektir. İkinci hal ise ne varlığa sevinmek, ne de yok olmasını istemektir. Buna karşılık o insanda bulunan nimetin kendisinde de bulunmasını istemektir. Buna da gıpta denilir. „Mü’min gıbta; münâfık haset eder“ sözü bu iki durumun farkım ve bulunduğu insanın niteliğini ortaya koymaktadır. Kıskançlık bir kalp hastalığıdır. Tedavi edilmesi gereken bir kalp hastalığı. Zira en ufak bir şey karşısında çabuk sıkıntıya düşmeye meyyal bir mayaya sahip olan insan için, bu hastalığa saplanmış olmak büyük bir tehlikedir. Yüce Allah, “Kıskandığı vakit, kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım (De!)” buyurarak, kıskançlığın ahlaki bir kusur olduğunu etkili bir dille vurgular.
Felak Suresi beşinci ayetin tefsiri hakkında Ali arslan rahmetli şu izahları getiriyor: * «Hasedginin şerrinden hased ettiği zaman Allah’a sığındım, de». Hased, bir kişinin mülkünün zevalini temenni etmektir. Ve¬lev ki hased edene bu mülkün bir benzeri verilmesin. Münafese ise, o adamın mülkünün mislini kendisi için te¬menni etmektir. Böylece anlaşılıyor ki hased serdir ve verilmiştir Münafese de mubahtır ve gıbta demektir. Rasûl-ü Ekrem «Mümin gibta, münafık hased eder» buyuruyor. Sahihayn’da «İki şeyde ha¬sed vardır. Zengin ve Allah için verenden. Bir de ilim sahibinden» denildi. Yani burada gıpta kastedilmektedir.
Alimler, «Hased zarar vermez. Ancak kişi bir sözle, bir fiille hasedini izhar ederse zarar verir. Yani sahibi aleyhine dönüşür» demişlerdir. Allah’ın Rasûlü «Hased yaptığın zaman arzulama. Hased gök¬te Allah’a karşı işlenen ilk günahtır» buyurur. Yeryüzünde de Al¬lah’a karşı işlenen ilk günahtır. İblis, Adem’den hased etti. Kabil de Habü’den hased etti. Hasetçi bir insan Allah tarafından buğz-lanmış, tardedilmiş ve lanetlenmiştir. Evet, bu sure Cenab-ı Haklan her şerrin ve her hayrın yara-danı olduğuna delâlet eder. Ve Rasûlü’ne bütün serlerden Allah’a sığınmasını emretmiştir. Bunu da hasedin korkunçluğuna ve za¬rarının çokluğuna işaret etmek için yapmıştır.
Hasedçi bir insan Allah nimetinin düşmanıdır. Bazıları «Ha-sedçi Cenab-ı Hak’ka karşı beş yönden harp ilan etmiştir» derler: 1- Kendisinden başkasına verilen her nimetten buğzeder. 2- Rabbinin taksimatına razı olmaz, ondan öfkelenir. 3- Allah’ın fiilinden razı değildir. O’nun düşmanıdır. Yani «Allah fazlını dilediğine verir» hükmüne rast değildir. 4- Allah’ın dostlarını matu rum bırakmıştır veya mahrum bırakmak istemiştir. Onlardan ni¬metin zevalini istemiştir. 5- Düşmanı olan İblis’e yardımcı ol¬muştur». Deniliyor M: «Hasedçi bir insan her mecliste pişmanlıktan başka hiçbir şey elde etmez. Melekler katında lanet ve buğzdan başka hiçbir şey elde etmez. Halvette ancak sıkıntı ve üzüntü elde eder. Ahiret’te de onun yine hüzün ve ateşte yanmaktan başka bir payı yoktur. Allah’tan gittikçe uzaklaşır.»Rivayete göre, Rasûl-ti Ekrem şöyle buyurmuştur: «Üç sınıf vardır, onlartn duaları kabul olunmaz:1- Haram yiyenler,2- Çokça gıybet yapanlar…(Büyük Kuran tefsiri.Ali Arslan…) *
Haset, kalbî bir hastalık olmaktan çıkarılıp başarılara merdiven olabilecek, olan Gıpta duygusuna da dönüşebilir. Gıbta, kişinin, bir başkasının sahip olduğu iyilik ve güzelliklere, nimet ve faziletlere kendisinin de sahip olmasını istemesidir. Fakat bunda başkasının helak olmasını veya o şeyin sahibinde bulunmamasını istemek söz konusu değildir. Hepimiz bir takım şeylere sahip olabilirken bir çok şeylerden de mahrum olabiliriz. Fakat bu bizi asla yıldırmamalı, rahatsız etmemelidir. Başarıyı ve huzuru yakalamış insanların vasfı bu olmalıdır. Bilakis sahip olamadığımız şeyler başarma duygumuzu kamçılamalıdır.
Şurası bir gerçektirki; Günlük hayatın en sık rastlanılan duygularından olan kıskançlık yüksek boyutlara ulaştığında felaketlerle sonuçlanan bir duygu halini alır. Evliliklerin yıkılmasına, işlerin aksamasına, kişisel motivasyonun ve gurup motivasyonunun düşmesine sebep olması bu zararlardan sadece bir kaçıdır. Bunlarla beraber kıskançlık kişilerin güvensizlikleri nedeniyle olaylarla baş edemedikleri zaman kullandıkları veya aşağılık kompleksine karşı geliştirdikleri bir savunma mekanizmasıdır. Herkes hayatının bir döneminde bu tür duygular yaşar. Önemli olan bu duygunun yaşandığı esnada kendimizi iyi gözlemleyerek fiziksel ve psikolojik olarak kıskançlığa ne tepki verdiğimizi anlamak ve kendimizi bu veriler ışığında eğitmeye çalışmaktır. Kıskançlığın yegane tedavisi bu yöntemle başlar ve gelişir.
Kişinin basit kıskançlıklarla kendi kendine mücadele edebileceğini Bilim adamları ilmen ortaya koymuşlardır. Haset, yani başkasının elinde bulunan bir nimetten hoşlanmayarak onun yok olmasını istemek haramdır. Ancak bir fâcir veya kâfirde bulunup fitne uyandıran, insanlar arası ilişkilerin bozulmasına, herkese eziyet edilmesine neden olan nimetin ortadan kalkmasını istemek, bundan hoşnut olmamak haram ve günâh değildir. Çünkü onun yok olmasını istemek bir nimeti çekemeyerek yok olmasını istemek değil; bir fitne ve zulüm aracının ortadan kalkmasını istemek demektir. Hasedin haram olmasının sebebi Allah’ın kullar arasında yaptığı taksim ve takdire razı olmamayı, teslimiyet göstermemeyi ifade etmesi ve Kur’ân-ı Kerîm’de ifade ettiği gibi kâfirlerin özelliklerinden birisi olarak sayılmasıdır inancındayız…
Şurası bir hakikattirki yeryüzünde kıskanılmayan, haset edilmeyen hiç kimse kalmamıştır. Kıskanılanların en önde gelenleride Peygamberlerdir. Peygamber efendimizikıskanılması hususunu yine hayat mektebimiz, Kuranı Kerimden ögreniyoruz. Rabbimiz Bakara Suresi ayet. 109.da mealen şöyle buyurmaktadır:*** Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir…***
Şehit seyyid Kutub Rahmetullahi aleyh bu ayetin izahında diyorki: * “Kitap Ehlinin çoğu, gerçeğin ne olduğunu kesinlikle öğrendikten sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan dolayı sizi iman ettikten sonra tekrar kâfirliğe döndürmek isterler.“ Bu; iğrenç kindarlığın vicdanlarda körüklediği bir eğilimdir. Yani başkalarının elde ettikleri iyiliği onların elinden alma arzusu. Niçin? Bu durum sözkonusu şirret vicdanların gerçeği bilmemelerinden ötürü değil, tam tersine bilmelerinden ötürüdür! Tekrar okuyoruz: „Gerçeğin ne olduğunu kesinlikle öğrendikten sonra sırf içlerindeki kıskançlıktan dolayı…“
Kıskançlık, İslâm’a ve müslümanlara karşı yahudilerin ruhlarından taşan ve bugün de devam eden kara ve iğrenç bir duygudur. Onların bütün desiseleri, bütün komploları bu dünyadan kaynaklanmıştır ve bugün de yaptıkları tüm düşmanlıklar bu duygunun bir sonucudur. Kur’an-ı Kerim onların bu iğrenç duygusunu iyi tanısınlar ve korunsunlar diye müslümanların gözleri önüne seriyor. Ve şunu da bilsin ki müslümanlar, daha önce cenderesinde kıvranıp durdukları küfür sisteminden Allah’ın nimeti sayesinde kurtulup kavuştukları İslâm’dan uzaklaştırıp yine o eski hayata döndürmek isteyen tüm çabalar da yahudinin ürünüdür, onun parmağı vardır bu işlerde. O iman ki; yüce Allah onun sayesinde müslümanları en yüksek payeye, onların kıskançlıklarını körükleyen en yüce nimete tek başına lâyık görmüştür. Burada, yani bu gerçeğin açıkça ortaya çıktığı yahudilerin kötü niyetlerinin ve iğrenç kıskançlıklarının gözler önüne serildiği noktada Kur’an-ı Kerim, müslümanları onurlu davranmaya, kine kinle ve şirretliğe şirretlikle karşılık vermekten kaçınmaya, yüce Allah’ın dilediği zaman gerçekleşecek olan hükmü kendini gösterinceye kadar müsamahakâr davranmaya ve onların yaptıklarına şimdilik cevap vermemeye çağırıyor…(Seyyid kutub.Fi Zilali Kuran.)
Büyük İslam Alimi, İmamı Gazali hasedi başlıca dört dereceye ayırarak inceler: 1- Haset ettiğin kimsenin elindeki nimetin yok olmasını istemektir. Bu nimet ister kendi eline geçsin, ister geçmesin, yeter ki haset ettiği kişide bulunmasın. Hasedin en kötü olanı budur. 2- Haset ettiği insanın elindeki nimetin, kendi eline geçmesini istemektir. Bunun isteği o nimetin kendi eline geçmesi, amacı o nimete kendisinin sahip olmasıdır. 3- Başka birisindeki nimetin aynısının veya benzerinin kendisinde de olmasını istemesidir. Eğer kendi eline geçmeyecekse, onun elinde de olmamasını arzu etmesidir. 4- Başka birisinde bulunan nimetin benzerinin kendi elinde de olmasını istemesi, fakat hased ettiği kişideki nimetin yok olmamasını istemesidir.
İşte hasedin bu son derecesi eğer sırf dünyalık nimetler ise affedilmiştir. Eğer din hususunda ise tavsiye edilmiştir. Çünkü bu, hayırda yarışma buyruğunun kapsamına girmektedir. Hasedin ortaya çıkmasına bir çok sebepler vardır. Bunların başlıcaları şunlardır: 1.) Düşmanlık. Bu, hasedin en önemli sebeplerinden birisidir. Kur’ân’da şöyle buyurulmaktadır: „Onlar sizinle karşılaştıkları zaman „inandık“ derler. Kendi başlarına kaldıkları zaman size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar. De ki, „Öfkenizden ölün. Şüphesiz Allah göğüslerin özünü bilir“ (Âlu İmran, 3/119). Böyle kin ve düşmanlık sebebiyle ortaya çıkan hased çok kere çekişme ve kavgalara da yol açar, hayat boyunca devam eder, hileli yollarla nimetin izalesine gidilir, insanın şerefi ile oynanır ve gizli işlerinin açığa çıkarılması için çaba harcanır.
2. ) Teazzuz. Yani Bir kişinin üstünlük taslaması karşısında diğer bir kişinin ağırına gitmesidir. Kişinin, emsallerinden, mevki, ilim veya servet sahibi olan birisinin kendisine karşı kibirlenmesi halinde bunu hoşgörü ile karşılayamadığı için hased etmesidir. 3.) Doğrudan doğruya kendisinin kibirlenmesinden, karşısındaki insanı küçük görüp onu kendine hizmet etmesi ve bütün arzularında kendi emrinde olması isteğinden kaynaklanan haseddir. Müşriklerin „Kur’ân iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi“ (ez-Zuhruf; 43/31), demeleri böyle bir hasedin ifadesidir.
4.) Şaşkınlık ve hayranlık. Kur’ân, geçmiş ümmetlerden bahsederken, onların kendileri gibi bir insanın risâlet, vahiy ve Allah’a yakınlık gibi bir mevkiye ulaşmasına şaştıklarını ve bunun sonucu olarak haset ettiklerini anlatır: „Siz de bizim gibi birer insansınız“ (Yâsin, 36/15); „Bizim gibi iki insana mı inanacağız?“ (Mü’minun, 23/47) ve „Kendiniz gibi insana itaat ederseniz hüsrana uğrayacağınızdan hiç şüphe yoktur“ (Mü’minun, 23/34). 5.) Amacına ulaşamama korkusu. Kişilerin belli bir amaca ulaşmak konusunda birbirine üstünlük sağlama arzularına dayanır. Diğerinin amacına ulaşmasına yardımcı olan her nimet, diğeri için bir hased kaynağıdır. 6.) Makam ve mevki sevgisi, önderlik isteği. Sözgelimi bir kimsenin bir ilim dalında parmakla gösterilen tek adam olmayı istemesi, bu konuda kendisine rakip olabilecek veya göz diktiği yere ulaşmış kimselere hased etmesinin başlıca nedenidir. Sürekli övülmek ve üstün gelmek isteğinde olan kimse, „işte bu adam kendi sahasında zamanın en büyüğüdür, eşi ve benzeri yoktur“ denildiğinde nasıl sevinirse, başka bir kimsenin kendisine ortak gösterilmesi, yerini alması hafinde de kıskançlık duyar, hased eder. 7.) Kötü huyluluk ve Allah’ın kullarına verdiği nimetlere karşı cimrilik. Kişinin mal, önderlik sevgisi ve derdi olmamakla birlikte; ona Allah’ın nimetler verdiği, iyi huylarla donattığı bir kimseden söz edilince bundan rahatsız olur, hased eder.
Buna karşılık birisinin içinde bulunduğu zorluk ve çektiği sıkıntılardan söz edildiğinde de sevinç duyar. Böylesi kimseler başkalarının kötü durumda olmalarını sever ve Allah’ın lütuflarına karşılık cimrilik gösterirler. Kalpten hasedi atmanın yollan: Hased daha önce de ifade edildiği gibi kalbin en büyük hastalıklarındandır. Kalp hastalıkları ise ancak ilim ve amel ile tedavi edilebilir. Hased hastalığını tedavi edebilmek için öncelikle hasedin din ve dünya için getirdiği zararları bilmek, bu hususta ilim sahibi olmak gerekir. Üstelik hased, kendisine hased edilen kimseye zarar getirmez. Bu nedenle kişinin kendine düşman olması anlamına gelen hasedden kurtulmak için, hasedin şu zararlarını iyice anlamalıdır:
Hased eden, Allah’ın yaptığı taksim ve takdire rıza göstermiyor, onun iradesine karşı geliyor demektir. O’nun bizce gizli olan hükümleri ile mülkünde gerçekleştirdiği adalete kızmak, onu çirkin bulmak anlamına gelmektedir. Bu ise, kişinin tevhidin özüne ters düşmesinden, dolayısıyla imanının zedelenmesinden başka bir şey değildir. Hasedden vaz geçmek için onun bu zararını bilmek bile yeterlidir. Fakat bunun yanında hased eden kimsenin bir mü’mini aldatmak, ona nasihat etmeyi terketmek, mü’minleri sevmek yolundaki İslâm dininin açık emirlerini terketmek, mü’minlerin zarara uğramaları halinde bundan en çok sevinecek olan şeytan ve kâfirlerle birleşmiş olmak gibi hiç de küçümsenmeyecek suç ve günâhları işlemiş olacağı unutulmamalıdır.
Bütün bu özellikleriyle kalbin saflığını ve temizliğini gideren bir pislik olan hased, ateşin odunu yakıp yok etmesi gibi insanın iyi huy ve amellerini giderir, yok eder. Hased eden kimsenin içinde sürekli bir ateş yanar. Bu ateş onu yakar, yavaş yavaş eritir. Çünkü birisine hased edildikçe Allah onun nimetini artırır. Onun nimetinin artması da hasedçinin hasedini, dolayısıyla rahatsızlık ve sıkıntısını çoğaltır. Hasedçinin göğsü daralır, uykusu kaçar. Amansız bir hastalığa düşer. Bu ise ancak kişinin düşmanlarının isteyebileceği bir durumdur.
Peygamber Efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Size, sizden önceki milletlerin hastalığı olan haset ve kin bulaşmış. Bunlar kazıyıcıdır. Ancak, ben saç kazımayı kastetmiyorum. Onlar din kazıyıcısıdır. Canım elinde olan Allaha yemin ederim ki, îman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de tam îman etmiş sayılmazsınız. Birbirinizi sevmenizi sağlayacak bir şeyi size göstereyim mi ? Aranızda selâmı yaygınlaştırın… (Zübeyr ra. Tirmizî.)**
Bilinmelidirki; Hased edilenin perişanlığı istenirken, hasedçi perişan olur. Bunun yanında hased edilen kimsenin durumunda bir bozulma, bir kötüleşme olmaz. O halde, kişi bir âhiret hesabı ve korkusu çekmese bile, aklın gereği olarak bu yararsız azaptan kurtulmayı istemelidir. Üstelik âhirette neden olacağı ceza da unutulmamalıdır. Öyleyse insanın âhirette Allah’ın gazabına çarpılmak istemesinden, azaba uğramak için çalışmasından daha akıl dışı ne olabilir ?
Kötü niyetli insanlar zamanımızda oldugu gibi bütün zamanlarda yaşamış iyileri, dogru yolda olanları, Allahın dinine baglı olanları yoldan çıkarmak için ellerinden gelen gayretleri göstermişler, bir şey yapamayınca içten içten kinleriyle, hasetleriyle başbaşa kalmışlar, her zaman müminlerin başlarına bela olmaktan vazgeçmemişlerdir. Bu şahsiyette olanları rabbimiz Ali İmran suresi ayet 119 ve 120 de bizlere mealen şöyle haber veriyor: *** İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında „İnandık“ derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden (kahrolup) ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.
Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır…***
Ali Küçük Hocaefendi bu ayetler hakkında diyorki: * Evet, işte sizler, onlar sizi zerre kadar sevmezken onları seviyor¬sunuz. Siz öyle kimselersiniz ki, onları seviyorsunuz. Sizler kendi kitabınıza iman ettiğiniz gibi onların kitaplarına da iman ettiğiniz halde, onlar sizin kitabınıza iman etmezler. Sizler Allah tarafından gönderilmiş hak kitaplar arasında herhangi bir ayırımdan yana olma¬ya-rak, tümüne iman ediyorsunuz. Elinizdeki kitabın haber verip tasdik ettiği öteki kitaplara da iman edersiniz. Ama o alçaklar sizinle karşı¬laştıkları zaman derler ki; biz de iman ettik. Biz de mü’miniz, derler. Sizin iman ettiklerinizin biz de mü’miniyiz, derler. Ama kendi başlarına kaldıkları zaman, size olan düşmanlıkla-rından, kinlerinden, öfkelerinden sanki parmaklarını yiyecek bir du¬ruma gelirler.
Onlar delicesine size düşmanken, sizler onlara dostluk ve sevgi izhârında bulunuyorsunuz. Halbuki siz onlara iyi davranmaya çalışıyorsunuz. Siz kitaba inandığınız, onlar reddettikleri halde onları kendinize yakın görüyorsunuz. Onlara de ki; peygamberim: Gayzınızla, kininizle geberin alçaklar. Kahrolun düşmanlıkları¬nızla. Siz isteseniz de, istemeseniz de Allah mü’minlere karşı nimetle¬rini tamamlayacaktır. Siz çatlasanız da, patlasanız da Allah mü’minleri başarıya ulaştıracaktır. Allah kendi sözünü üstün kılacaktır, kendi di¬nini ve kendi dinine teslim olanları üstün kılacaktır. Geberinceye ka¬dar sizin kininiz artıp dursun, artıp duracaktır. Muhakkak ki Allah sa¬dırlarda olanların tümünü bilmektedir. İşte Rabbiniz onların kalple¬rinde olanları size anlatıyor. Onların düşmanlıkları konusunda sizi bil¬gilendiriyor ki; onları tanıyıp, onlardan korunasınız.
Müslüman; uyanık ve akıllı davranan insandır. Müslüman, ha¬yatı Allah âyetleriyle değerlendiren, hadîselere Allah’ın kendisine lüt¬fettiği basiretlerle bakabilen, her şeyi bununla algılayan, her şeyi Al¬lah’ın yasalarıyla, Allah’ın değer yargılarıyla değerlendiren insandır. Eğer müslüman Allah âyetleriyle düşünür, Allah âyetleriyle görür, Al¬lah âyetleriyle dünyayı değerlendirebilirse, kitapla beslenebilir, kitapla bilgilenebilirse, dinlediği haber kaynağı Kur’an olabilirse, kesinlikle söyleyelim ki; onu hiç kimse saptıramaz. Tüm dünya birleşse bile Al¬lah’ın kitabına sarılan müslüman hepsinin hakkından gelmeyi becere¬bilir. Tabii bu âyetler müslümanlara bunları tavsiye ederken kâfir¬lere de şunu söylüyor: Ey yeryüzünde bir tek müslüman bırakmaya¬cak biçimde gece gündüz bir savaşın hazırlıkları içinde olan kâfirler! İç dünyalarınızda, kendi aralarınızda, gizli toplantılarınızda müslü-manların kökünü kesmeye yemin edip de, dışarıdan ağızları¬nızla, beyanatlarınızla biz sizinle beraberiz diyerek müslümanları al¬datmaya çalışan kâfirler! Bize olan kinlerinizle, düşmanlıklarınızla ge¬berin! dedirtir Allah bize. Bunu dememizi istiyor Rabbimiz.
Evet, ey kıyâmete kadar gelecek müslümanlar, kesinlikle bilesi¬niz ki; sizin, sizden başka dostunuz yoktur. Sizin gibi inanan müs-lümanlardan başka sırdaşınız yoktur. Size bir iyilik dokunduğu zaman, bir başarıya ulaştığınız zaman sevinen, başınıza gelen kötü¬lüklere üzülen sadece müslümanlardır. Sizin başınıza gelen kötülükler müslüman kardeşlerinizi de üzer. Sizin tasalarınız onların da tasaları¬dır. Sizin sevinçleriniz onların da sevincidir. Ama sizlerin şu anda sevdiğiniz bu kâfirler var ya, sizin başınıza gelen tüm kötülükler onları se-vindirir… Müslümanlar karşısında müşriklerin yenilgisinden dolayı tüm yahudiler, tüm hıristiyanlar büyük bir üzüntü ve sıkıntıya düştüler.
Halbuki bu yahudiler Allah’a inandıklarını iddia ediyorlardı. Zaman zaman müslümanların yanına gelip bizler de sizinle beraberiz diyorlardı. Bizler de sizin gibi Allah’a iman ediyoruz, bizim de Allah’tan gelme bir kitabımız var, bizler de Allah elçilerine inanıyoruz diyorlardı. Ama inandıkları Allah’ın safında Allah düşmanlarıyla savaşan müslü-manların galibiyete ulaşması onları derinden üzmüştü. Sa¬dece o dönemde değil, her dönemde bu böyle olmuştur. Her dö¬nemde müsümanların başarısına sevinen, derdiyle dertlenen sadece müslümanlar olmuştur. Müslümanların başına gelen belâlara sevi¬nen-ler de müslümanların dışındaki dünya olmuştur. Meselâ bakın birinci dünya savaşı sırasında şahit olduğu bir hatırasını Mehmet Akif şöyle anlatır: O günlerde Akif Almanya’dadır. Aslında savaşla hiçbir ilgisi bulunmayan Osmanlı Almanya’nın iste¬ğiyle ve bir oyunla Almanya saflarında savaşın içine girer. Karşı ta¬rafta İngilizler, Fransızlar vardır.
Osmanlı imparatorluğu savaşın tüm cephelerinde galip gelirken sadece bir cephede İngilizler karşısında mağlup olurlar. Kendi müttefikleri olan müslüman askerlerin o cep¬hede İngiliz askerlerine mağlup olması karşısında Almanlar bayram ederler. Sokaktaki bayram sevincini gören Âkif ne var, ne oldu diye sorar. Almanlar derler ki Osmanlı mağlup oldu, onun için bayram ya¬pıyoruz derler. Evet İngilizler hıristiyan, Osmanlı da müslüman. Hıristiyanlar müslümanlara galip geldi diye adamlar bayram ederler. Halbuki bizi bu savaşa Almanlar sokmuştu, biz onlara yardım için bu savaşın için¬deydik. Ama ne olursa olsun Almanlar hıristiyan’dır, İngilizler de hıris-tiyandır ve hıristiyanların galibiyeti, müslümanların mağlubiyeti onları sevindirmektedir.
Dünya durdukça bu hep böyle olmuştur ve kıyâmete kadar da böyle olacaktır. Dünya üzerinde bir müslümanın ölümüne bir yahudinin, bir hıristiyanın, bir kâfirin üzülmesi mümkün değildir. Dünya üzerinde bir müslümanın doğumuna sevinmeleri de mümkün değildir. Yine dünya üzerinde bir yahudi’nin, bir hıristiyanın ölümüne bir müslü-manın üzülmesi, doğumuna sevinmesi de mümkün değildir. Müslüman olan müslüman ama. Yahudi ve hıristiyanlaşan, ya da Müslümanlığının farkında olmayan bir müslüman değil. Peki niçin bu böyledir demeye de hiç kimsenin hakkı yoktur. Hani bir hıristiyan atasözü vardır. “En iyi müslüman, ölü yüzünü gördüğümüz müs-lümandır” “Bundan daha iyisi de, benim öldürdüğüm müslümandır” Diyorlar. İşte görüyoruz Bosna’da, Somali’de, Irakta, Çeçenis-tan’da ve şu anda Kosova’da iyi müslüman görmeye çalışıyorlar.
Evet hak bâtıl savaşlarının yeryüzünde başladığı günden bu yana müslü-manların iyiliğine sevinen, kötülüğüne üzülen sadece müslümanlar olmuştur. Ve işte en son körfez savaşında da bunun bir benzerine şahit olduk. Saddam İsrâil’e, ya da Amerikan askerlerinin bulunduğu böl¬geye göstermelik birkaç füze saldırısında bulunup da Amerikan ve İs¬râil tarafından birkaç kişi öldüğünde onların safında savaşan Arap halkının tekbirler getirerek sevindiklerini gördük. Her zaman bu böyle olmuştur ve olacaktır. Bunun başka türlüsünü düşünmek mümkün değildir,çünkü bu, Allah’ın yeryüzünde koymuş olduğu bir yasasıdır.(Ali Küçük. Besairul Kuran)
Haset, kıskançlık ve çekememezlik bir düşmanlık alemetidir inancındayız. Bu durum ister yahudiden, ister hristiyandan veya müslümanım diyen kişiden gelsin fark etmez. Ama inanıyoruzki; rabbimiz bir hastalık verdiyse aynı zamanda tedavi yollarını da yaratmıştır. Hasedin, kıskançlıgın ve çekememezliginde mutlaka bir tedavi yolu vardır. Bu kötü haslatlerin amelle tedâvî edilmesine gelince; amel ile hasedi tedâvî etmenin yolu, onun isteklerini yerine getirmeyerek, hatta aksini yaparak ona hükmetmesini öğretmektir inancını taşıyoruz. Mesela içindeki hased duygusu birisini kötülemesini istediğinde kişi, bunu şeytanın kendisi için hazırladığı tuzağa düşmek demek olduğunu anlayarak tersini yapmalı onu övmelidir. Kendisinden birisine karşı kibirli davranmasını istediğinde karşı koyarak tevazu göstermeli; vermemeyi fısıldadığında, vermelidir.
Kişinin bu davranışları, karşısındaki insanı memnun eder ve onun tarafından sevilmesine neden olur. Bu şekilde karşılıklı sevgi başlar ve zamanla hased hastalığı yok olur. Baştan zorla yapılan bu davranışlar zamanla insanın kişiliği doğası haline gelerek kökleşir. Doğal olarak şeytan bu gelişmeden hoşnut olmayacak, olumlu gelişmeyi engellemek isteyecektir. Bu davranışının güçsüzlüğünden, korkusundan ileri geldiğini öne sürerek onu iğfal etmeye çalışacaktır. Fakat mü’min şeytanın vesvesesine kendisini kaptırdığında sapacağını, ziyana uğrayacağını unutmamak zorundadır. Kullarına her konuda yeten Allah’ım. Bizi hidâyete ulaştırdıktan sonra dalâlette bırakma. Bize hakkı gösterdikten sonra batıl yollara uğratma. Bize Cennet ameli işlettikten sonra, Cehennem ameli işletme. Bizden râzı olduktan sonra, bize gazap etme. Bizi gazap edeceğin ameli işlemekten koru. Bizi Cehennemden azabından koru. Bizleri Mümin kardeşlerimizi kıskanan, onlara haset eden degil, onları güzellikleri karşısında gıpta ile onlara yaklaşanlardan eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım Amin…
SermedKadir… …24.08.2011