Komunizm Üzerine Notlar

Rabbimiz Yusuf suresi ayet.40.ta mealen şöyle buyurmuştur: *** Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler…***

Komünizm, kelime olarak sosyoloji, et¬noloji ve antropolojinin tanımladığı ilkel (komün) toplumla yakın ilişki içindedir. Bu anlamda komün toplum, her türlü dev¬let, mülkiyet, aile, sınıf ve sınır gibi ege¬men,hakim bir sınıfsal gücün varlığına bünyesin¬de yer vermeyen ve ancak insanlık tarihi¬nin şafağında, ilkel döneminde rastla¬nan bir toplum biçimidir. Komünizm, üre¬tim araçları ve onlar üzerindeki mülkiye¬tin evriminin son aşamasında bu ilk toplumdakine benzer mülkiyetsiz, sınıfsız ve devletsiz bir toplum biçimine geçişin ifa¬desidir. Ancak komün denildiğinde sade¬ce ilkel toplum değil, bunun yanında Orta¬çağ’da ve daha çok Batı Avrupa’da özerk yerel yönetimlere sahip kentler de akla ge¬lir. Bu kentleri diğerlerinden ayıran ana özellik, kent halkının birbirini koruyup yardım temeline dayalı bir yapılanmaya sahip olan karakterleridir.

Bununla birlikte komünizm, literatürde siyasal, sosyal ve ekonomik anlamlarda çok daha geniş bir semantiğe sahiptir. Teknik anlamda, her ne kadar mülkiyet, üretim, tüketim ve öz yönetime dayalı bir toplumsal yapı anlaşılmaktaysa da, özel¬likle Marksist literatürde komünizm, kapi¬talizmi izleyen kaçınılmaz bir toplumsal aşamayı ifade eder. Bu yöndeki toplum¬sal tasavvurlara eski çağlardan beri rastla¬nır. Bu anlamda, büyük Yunan filozofu Platon’un koruyucu kast temeline dayalı Cumhuriyet’i veya Devlet’i de bu tanıma girebilir.

Nitekim Platon’dan başka bir çok dini tarikatlar ve insan tasavvurunun geliştirdiği ütopik, hayalperest toplum biçimleri ile ko¬münizm arasında yakın ilişkiler kurulmuş¬tur. Ancak şüphesiz komünizme bugünkü anlamını kazandıran Kari Marx ve Engels olmuştur. Kari Manî’m tasarladığı komünist top¬lumda bütün sınıfsal ve toplumsal çatış¬maların temelini oluşturan üretim araçla¬rının mülkiyeti, bütün üretici güçler ara¬sında ortaktır ve üretilen servet de ihtiya¬ca göre bölüştürülmektedir. Çünkü Marx’a göre temelde mülkiyet ilişkisi ye¬niden düzenlenmedikçe ne sınıfsal çatış¬malar ortadan kalkabilir, ne de tarihsel gelişme kendi doğal seyrini izler.

Karl Marx“a göre, tarihin ilk dönemlerinde görülen ilkel top¬lumda üretim araçları üzerinde hiç kimse¬nin mülkiyeti sözkonusu değildi. Bu, do¬ğal olarak devlet ve sınıf olgusunun da gö¬rülmemesinin nedeniydi. İlkel, Komünal toplum tarımın keşfinden sonra köleci topluma dönüştü ve bu toplum aşamasın¬da ilk sınıflar teşekkül etti. Köleci toplu¬mun iki sınıfı vardı: Köle sahibi efendiler ile köleler. Bu safha da zamanla aşıldı ve feodal topluma geçildi. Feodal toplumun en belirleyici vâsfı, temel üretim aracı olan toprak üzerindeki mülkiyet bîçİmidir. Buna göre senyörler toprağın sahibi, digerleri İse toprakta çalışan köylü sınıfıydı. Bu safhayı kapitalist toplum biçimi İzledi. Komunizm de, Kapitalizm de diğerleri gibi sınıf temeline dayalı bir toplumdur, hatta sınıfsal çelişki¬ler daha belirgin olarak kendini göster¬mektedir.

Kapitalist toplumun iki ana sınıfı, bütün üretim araçlarına, makinalara sahip olan kapitalist yani sermayedar sınıf ile emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan emekçi yani kendi ifadeleri ile proleterya sınıftır. Kari Marx, 19.yüzyıhn Avrupa toplu¬mundaki sınıfların varlığını sadece göster¬mekle yetinmiyor, arkadaşı Engels ile bü¬tün tarihin sınıf çalışmalarıyla dolu oldu¬ğunu ispatlamağa çalışıyordu. Bu açıdan bakıldığında Marx’ın sınıf analizleri sınıf¬larla ilgili diğer kuramlardan bariz farklı¬lıklar göstermektedir. Marx, önemli olan bir şey daha yaptı:

Bir yandan kapitalist toplumun çelişkilerini ve insani olmayan işleyiş mekanizmasını bütün çıplaklığıyla orta yere sererken, öte yandan işçi sınıfı¬na devrimci bir rol yükledi. Çünkü ona gö¬re, tarihsel gelişmenin gelindiği bu nokta¬sında işçi (proleterya) sınıfı büyük ve kaçı¬nılmaz bir devrimi gerçekleştirecek, böy¬lelikle komünist topluma geçilecekti. Karl Marx’a göre bu kaçınılmaz bir gi¬dişti. Devrim hiçbir gücün veya üst yapı kurumunun engelleyemeyeceği tarihsel bir zorunluluktu. Bunu kaçınılmaz kılan üretim araçları üzerinde inşa eden Özel mülkiyetin karakteriydi. Çünkü bir yandan üretim araçlarını elinde tutan ka¬pitalist sınıf, emekçi kitlenin bütün üre¬tim hasılasına sahip çıkarken, öte yandan asıl üretici durumunda olan İşçi sınıfı sadece karın tokluğuna çalışmak zorunday¬dı.

İşçi sınıfı bu anlamda zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayan köleler durumundaydı. Bu tarihsel ve maddi çeliş¬ki gerçek ifadesini „artık değer“ kavra¬mında buluyordu. Bu da şuydu: İşçi kendi ücretini iki saat çalışmak suretiyle çıkarır¬ken, günde 16 saatlik çalışma süresinde geri kalanını patrona veriyordu. Oysa, üretim araçlarının geçirdiği köklü deği¬şim ve bunun gerekli kıldığı üretim ilişkisi kapitalist üretim biçimi tarafından göz¬den kaçırılıyor. Eğer işçi sınıfı, değişen üretim araçlarının karakterine uygun ye¬ni bir üretim ilişkisinin düzenlenmesi ta leblerini önplana çıkarırsa, bu, yeni bir devrim projesinin de pratiğe aktarılması imkanı olacaktı. İşçi sınıfı tarihsel bir role sahipti. Çünkü bütün çelişkilerin temelinde smıf çatışma¬larında ifadesini bulan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet yatıyordu.

Birer üstyapı kurumu olan devlet, hukuk, ah¬lak, sanat ve düşünce biçimleri de, üretim araçları üzerindeki mülkiyet biçiminin de¬ğişmesiyle şekillenecek ve komünist toplu¬ma geçmekle başka bir biçime dönüşecek¬ti. Komün toplumda özel mülkiyet olma¬dığından, sınıf da olmayacak, sınıf olmadı¬ğından devlete de gerek kalmayacaktı. Kari Marx ve arkadaşı Engels uzun bir süre Batı Avrupa’da, özellikle sanayinin en çok gelişme gösterdiği İngiltere, Al¬manya veya Fransa’da komünist bir dev¬rim beklentisi içine girdiler. Bazan devri¬me ay veya hafta hesabı biçiliyordu.

An¬cak zaman geçtikçe devrim umutları sön¬dü. Sonunda 1917 yılı Ekim ayında Çarlık Rusya’da Lenin’in önderliğinde Bolşevik devrimi oldu. Bolşevik devrim gerçekten tarihsel şartların kaçınılmaz kıldığı bir sü¬reçte mi gerçekleşti, yoksa birinci Dünya Savaşı’na girmiş ve yorgun düşmüş Rus¬ya’nın konjönktürel şartları sonucu mu ol¬du? Bu, marksistler arasında uzun yıllar tartışıldı ve halen tartışılmaya devam edil¬mektedir. Ancak ne olursa olsun, o gü¬nün Rusya’sına bakıldığında devrimi ger¬çekleştirecek bir işçi sınıfının varlığına rastlamak mümkün değil. Çünkü bütün Rusya’da çalışanlar içinde sanayi işçisi du¬rumunda olan işçilerin oranı yüzde üç ci¬varındaydı. Sanayiin gelişmediği ve asıl gövdesi köylü olan bir toplumda Bolşevik devrimi olmuştu. (Ali Bulaç.S.B.A) Bu devrim olurken düşünülenlerin aksine batıl bir ideoloji yüzünden on milyonlarca insan ölmüş,öldürülmüş, yerinden yurdundan koparılmış, devletin sahibi denilen sözde köylü ve işçi sınıfı zulüm içerisinde inletilmiş,maneviyattan yoksun,maddenin kölesi olmaya devam etmiştir.

Özel mülkiyetin kaldırılmasına ve servetin ihtiyaçlara göre paylaştırılmasına dayalı toplumsal düzen ya da siyasal sistemi şekillendirip bir dünya görüşü haline gelmesine sebep olan Karl Marks ve arkadaşı Engels, zaman içerisinde yani denilebilirki yaklaşık bir asır boyunca insanları zulüm girdabında ezen bir sosyal,siyasal ve idari sisyeminde aynı zamanda temellerini atmışlardı. Batı düşüncesinde komünist düşüncenin kökleri çok eskilere uzanır. Üretim araçlarının toplumun mülkiyetinde olduğu, sınıfların ve devletin tümüyle ortadan kalktığı bir toplum ütopyası eski zamanlardan beri insanları etkilemiştir.

Komünizm, Karl Marx ve Frederich Engels’in 1847-48 yıllarında birlikte yazdıkları Komünist Manifesto ile yeni bir anlam kazandı. Maddecilik üzerine kurulu bir dünya görüşünü ve siyasal programın ilkelerini içeren yeni anlamıyla komünizmin temelini diyalektik ve tarihsel maddecilik anlayışı oluşturur. Diyalektik maddeciliğe göre evrenin özünü madde oluşturur. Evren öncesiz yani ezeli ve sonrasızdır, ebedidir. Maddi dünyamız dışında başka bir dünya yoktur, olması da mümkün değildir. Evren dışında bir yaratıcı güç, Allah da yoktur. Evren ve insan Allah tarafından yaratılmamış, tersine Allah insanın bir yanılsamasının ürünü olarak varsaydığı bir varlıktır.

Maddi dünyaya egemen olan birtakım değişmez kanunlar vardır. Bunlar bağlılık, hareket, evrim ve çelişkidir. Evren özü bakımından bir birlik içinde bulunduğundan içerdiği tüm nesne ve olaylar da birbirine bağlıdır, yalnız başlarına açıklanmaları mümkün değildir. Bu bağlılık kanunu gereği olaylar karşılıklı bir etkileşim içindedirler. Evrendeki olaylar sürekli bir hareket ve evrim içindedirler. Bu hareket ve evrim, nesne ve olayların özünde varolan çelişkiden kaynaklanır. Çelişkiler sürekli bir çatışma doğurur bu da nesnelerin ve olayların hareketine ve evrimine neden olur. Başka bir deyişle tabiat ve tarihteki belirleyici süreçler kendi içlerindeki karşıtlık ilişkileri yoluyla oluşur. Bütün olaylar ancak bu maddi temelli ilişkilerle açıklanabilir.
Diyalektik maddeciliğin tarih alanına uygulanması demek olan tarihsel maddeciliğe göre insanın bilincini toplumsal varlık biçimi belirler. İnsanlar yaşamak için önce yiyecek, giyecek, konut ve benzerlerini üretmek, çoğaltmak zorundadırlar. Bu etkinliklerini belirli üretim araçları, teknik bilgiler, malzeme ve doğal kaynaklarla yürütürler. Bunlar toplumun emrindeki üretici güçleri oluştururlar. Üretim etkinliği toplumsal bir süreçtir ve belirli üretim ilişkileri içinde gerçekleştirilir. Üretici güçlerle üretim ilişkileri toplumun ekonomik temelini oluşturur. Bu ekonomik temel de siyasal, hukuksal ve ideolojik üstyapılar dizisini belirler.

İnsanlık tarihinin belli başlı dönemleri üretici güçlerin belli bir eşiğine bağlı olarak ortaya çıkan üretim tarzlarının ortaya çıkardığı üstyapılara göre adlandırılır. Buna göre insanlık tarihi beş temel aşamadan oluşmaktadır. Bunlar ilkel komünizm, köleci toplum, feodalizm, kapitalizm ve komünizm aşamalarıdır. Ne var ki kapitalizmin ortadan kalkmasından hemen sonra komünizm gerçekleşemez. Bu nedenle bir geçiş dönemi gereklidir. Bu geçiş dönemi sosyalizm dönemidir. Sosyalizm dönemi kapitalist sömürücü sınıfın ortadan kaldırılmasıyla başlar ve komünist toplumun üzerinde yükseleceği temeller atılır. Bu aşamada özellikle üretimin artırılması için çalışılır. Çünkü komünist aşamada uygulanacak olan „herkese ihtiyacına göre“ kuralı ancak bolluk durumunda uygulanabilir.

Marksizm-Leninizm anlamında komünizm birer üstyapı kurumu olarak gördüğü din, ahlâk ve aile konularındaki görüşlerini de maddecilik anlayışı doğrultusunda belirler. Buna göre din, insanların hayatında egemen olan dış güçlerin vehme dayalı bir yansımasıdır. Kimi yeryüzü güçleri bu yansımada doğa üstü birtakım güçler halini alır. Kökeninde insanın doğayı ve doğaya egemen olan yasalar konusundaki bilgisizlik yatar. Bu özü nedeniyle din egemen sınıfların çıkarlarının korunmasında etkili bir rol oynar.

Ekonomik temelin yansımasından başka birşey olmayan ahlâk kuralları da evrensel bir nitelik ve geçerlilik taşımaz. Kendini ortaya çıkaran temelle birlikte yok olmaya mahkumdur. Evlilik kurumu da tarihsel ve toplumsal şartların bir ürünüdür. Özel mülkiyetin ortadan kalktığı, çocukların bakımlarının ve eğitim giderlerinin toplumca karşılandığı komünist sistemde kadın ve erkeğin birbirine bağımlılığını gerektiren aile kurumu ortadan kalkacak, cinsler arası ilişki kişisel ve özel bir ilişki durumuna gelecektir. (Ahmet Özalp.Şamil.İ.A.)

Komunizm hangi manada ele alınacak olursa olsun tarihi sürece baktıgımızda; şiddet ve3 zora dayanan bir siyasi ve ekonomik doktrindir,ideolojidir,batıl bir sistemdir. İnsanın düşünce ve ruhunu demir pençesi içinde ezen komunizm,bütün dünyayı istila etme sevdasını hiç bir zaman eksiltmemiştir. Komunizm, kendisinden başka hiç bir düzen ve düşünce tanmayan bir ideolojidir. Komunizm aynı zamanda hürriyetin, özgürlügünde düşmanıdır. Komunizm kıskacına, pençesine düşen insanlar Rusyada, Çin de, Korede, Küba da, Arnavutlukta, Yugoslavya, bulgaristan, Romanya, Polonya, Çekoslavakya, Macaristan …dünyanın neresinde olursa olsun kaçış ve kurtuluş yolunu uzun müddet bulamamışlar, demirperde içerisinde, gerisinde yaşamak zorunda kalmışlardır.

Komunizm, baskıcı, totaliter devlet gücüne dayalı, agına düşürdügü insanları emperyalist çıkar, gaye ve menfaatları ugrunda kul, köle ve esir gibi çalıştıran inançsız, maneviyatsız bir siyasi rejimin adıdır. Bilhassa komunizmin egemen, hakim oldugu 1990.lı yılların başına kadar insanlar birer sürü,snki elleri kolları baglı ve bütün hürriyetleri, özgürlükleri ellerinden alınmış ayrıca komunist liderlerin koydugu kanunlarla körü körüne uyan ve uymak zorunda kalan kimselere hayatı zindan etmişler, yediklerini içtiklerini adeta burunlarından fitil fitil getirmişlerdir.
Komunizm; Tabii hak ve normal düzen dışına taşan, her neticeyi alt yapı dedigi maddeye ve ekonomik düzene baglayan, faydalı da olsa eski olan bütünüyle her şeyi yıkıp, kendi programladıkları parti planı üzerine yeniden kurdukları sistemle, insanları devamlı, sürekli korku ve baskı altında tutup,yıldırma ve eme politikalarıyla tam manasıyla insan hak ve hürriyetlerini rafa kaldıran, insanlıgını öldüren korkunç bir siyasi rejimin adı olmuştur… Komunizm ayrıca din ve mal yani mülkiyet düşmanı olan siyasi bir sistemdir. Bu rejimin fikir babası olan ve ailedende yahudi kimligini taşıyan Karl Marksa gelince Bu kişi 1818.yılında hali vakti yerinde Alman Yahudisi bir avukatın oglu olarak dünyaya gelmiş. Daha sonraları protestanlıgı seçmiş bu ekonmist, özellikle işçi ve köylü kesiminin kuvvetine arkasını dayayan ortak mülkiyet iddiasıyla, Marksist teorinin planını çizmiş, stratejisini kurmuş, fakat ne kendisi ne de çevresi ümit ve emellerini gerçekleştirme fırsatını bulamadan inanmadıkları aleme, istemeye istemeye 1883.te göçüp gitmiştir. Pratikte kendi halkına kan kusturan Lenin ise daha hayattayken akıl nigmetinden olmuş çıldırmak suretiyle inanmadıgı aleme büyük bir korku ve dehşet içerisinde göçmüştür…

Lenin bir konferansında şöyle saçmalıyordu: Dine karşı mücadele etmemiz zorunludur. Bu, bütün materyalizmin özünde gereklidir. Dinle mücadele meselesini ve dinin sosyal köklerini çürütmeye yönelik sınıf mücadelesinin emeli,gayesi bu sahadaki faaliyetine baglamak lazımdır. Resmi kayıtlara göre Marksizmin yerleşmesi ugrunda sadece. 1917-1923 yılları arasında,160 bin aydın, Yüz bin kadar zengin işadamı, bir o kadar subay, 50.bin Polis ve güvenlik elemanı, 40.bin din görevlisi, ve 1.milyon,300.bin işçi idam edilmişti.

Bir çok avrupa kaynaklarına göre ve belçikada basılan Rönesans dergisinin o yıllardaki yazdıgına göre, Marksist rejimin uygulanması ugruna 1944.Yılına kadar 44.milyon.438.bin insanın canına kıyılmıştı. Sadece Stalinin iktidarı döneminde 30.milyon kişinin öldürüldügü vakidir. Stalin Marksizmin yaşaması için karşı gelenlerin öldürülecegini.1941.yılında anayasaya maddee halinde yazdırmış ve cellatlıgını kendine göre yasallaştırmıştır.

Mesela, yine 1941.yılındaki aynı anayasaya 17.madde olarak şöyle eklenmiştir. ‘’ Vatandaşlara inanç hürriyeti saglamak için Sovyetler birliginde din işleri devlet işinden, okulda kilise işinden ayrılır. Bütün vatandaşlara din, ibadet hürriyeti oldugu gibi dinsizlik için çalışmak hürriyetide serbesttir.’’ Tabiiki bu maddenin ikinci şıkkı Komunist partisinin gelişip büyümesi dogrultusunda bütün vahşetiyle ve hunharca işletilmiştir…

Sovyetler Birligi Komünizmi İkinci Dünya Savaşı sonrasında Çin, Vietnam ve Küba gibi ülkelere ve Kızıl Ordu aracılığı ile Doğu Avrupa ülkelerine zorla yayıldı. Fakat bu arada Yugoslavya’da Tito (1892-1980), Çin’de Mao Zedong (1893-1976) komünizme Sovyetler Birliği modelinden farklı yorumlar getirdiler. Batı Avrupa ülkelerinde faaliyette bulunan komünist partileri ise Stalinist anlayıştan hızla uzaklaşarak daha çok kültürel alanda yoğunlaşan Batı Marksizmini oluşturdular. Bu oluşum 1970’lerde Avrupa Komünizmi olarak anıları yeni bir komünist anlayışın doğmasına neden oldu.

Sovyet komünizmi ise Kruşçev ile başlayan „destalinizasyon“ süreci sonunda 1985’te Gorbaçov ile yeni bir döneme girdi. Siyasette çoğullaşma, demokratikleşme ve parti tekelinin kırılması; ekonomide piyasaya daha çok yer veren bir planlama, hatta karma ekonomi denemeleri ile başlayan bu yeni Doğu Bloğu ülkeleri hızla bağımsızlıklarını kazanma ve kapitalistleşme sürecine girdiler. Ve böylece Komunist rejimlerinin 1991.yıllarının başında tükendigini, son buldugunu gördük. Zaten bütün batıl sistemler gücünün zirvesinde gibi görülsede mutlaka yok olacaklardır. Çin Arnavutluk ve diger demir perde ülkeleride aynı sonu paylaşmışlardır. Şimdilerde direnen bir kuzey kore ve Küba can çekişmekltedir…

Komunizmin dine bakışına birkaç örnek vererek bu konuyu sonlandıralımn inşaallah: Karl Mark diyorki: ‘’ Din insanı degil, insan dini yaratır. Kendini henüz bulmadıgı ya da kaybettigi zaman din insanın bilincidir. İnsanın dünyası insandır Yani devlet ve toplum. İşte devlet ve toplum dini meydana getirir.’’ Lenin diyorki: ‘’ Her dini fikir, her tanrı fikri hatta tanrı fikrine yaklaşmak bile son derece süfli lüzumsuz bir iştir.En tehlikeli cinsten bir kötülük, en igrenç bir bulaşıcı hastalıktır.

Milyonlarca günah, kötü görülen fiiller, tecavüz ve bedeni ahlaksızlar en zarif ideolojik elbiselere bürünmüş ince bir tanrı fikrinden çok daha az tehlikelidir. Din bütün ömrünce çalışan insanlara cennetle mükafaatlandırma ümidi vermek suretiyle, dünyadaki hayatlarında miskinligi ve sabretmeyi ögretir. Din bir çeşit manevi tuzaktırki, sermayenin kölesi olanlar kendi insanlıklarını ve daha iyi bir hayat iddialarını ona kaptırmışlardır. İnsanların ve sınıfların ötesinde bir telakkiden, anlayıştan gelen bütün ahlaki hükümleri tanımıyoruz. Bunun bir hile, bir sahtekarlık mülk sahipleriyle kapitalistlerin menfaatları ugrunda işçilerle köylülerin kafalarını bozmak için oldugunu söylüyoruz. Din milletlerin afyonudur…’’

Engels diyorki:’’ Felsefe, mezhep ve din tarih öncesinde insanların kafalarında yerleştirilmiş şeylerdi. Artık zayıf dimaglar bunları nakledip durdular…’’ Stalin diyorki: ‘’ Her mezhep mutlaka ilmi degildir. Her komunistin bu eski hurafelerle mutlaka savaşması lazımdır. Komunist partisi dinlere karşı hiç bir surette tarafsız kalamaz. Partinin bu gibi hurafelerle amansız bir şekilde savaşmak için takip etmesi gerektigi bir program vardır. Eldeki bütün imkanlarla komunist partisinin din ve mezheplerle mutlaka savaşması gerekmektedir. Hususan din adamlarıyla savaş ilk planda gelmelidir…’’ (Sosyalizm ışıgında Bilim ve Din. Cachin)

Türkiyede bilhassa 1960.Yıllarından itibaren canlanan Komunizm akımı bilhassa isim olarak Sosyalizm adıyla taraftar bulmuş,Türkiyeye ait bir komunist düşünce, fikriyattan çok; marksist-leninist, ya da maoist veya devrimci güney ve orta amerika militan liderleri önder olarak seçilmiş, öne çıkan bazı üniversite yaşlarındaki gençlerde deniz gezmiş, yusuf aslan, hüseyin inan, ertugrul kürkçü, mahir çayan, mihri belli, abdullah öcalan, gibiler ODTÜ gibi üniversitelerde erdal inönü himayesinde eylemcilik, adam kaçırma, banka soyma ve amerika karşıtlıgı gibi faaliyetlerin ötesine geçememişler, onlarca fraksiyona ayrılan ve kendisine 68.kuşagı diyen bu gruptan çogunlugu idam edilmiş, öldürülmüş veya bazılarıda kırca, birand, reha, dündar ve ardıç gibi televizyon ve gazetelerde önemlli görev üstlenerek kapitalizmin oyuncagı olmuşlardır.

Kimileride derin devletin himayesini tercih edip cumhuriyet gazetesine çöreklenerek günlerini gün etmeye bakarak hala sosyalizm türküsü çagırmaya devam etmektedirler. İçlerinden Abdullah öcalan önceleri komunist, sosyalist kürt partisini kurmuş, sonunda milliyetçi yanı agır basan eylemlere girişip neredeyse 37.yıldır Türkiye cumhuriyeti devletiyle savaşını sürdürmeye ve binlerce kişinin ölümüne sebep olmaya devam etmektedir…
Bir İdeoloji, Bir felsefe, bir dünya görüşü ve siyasal bir hareket olarak komünizm ile İslâm dini tam bir karşıtlık, zıtlık içindedir. Bu karşıtlığın temelinde Kainatı vareden yaratıcı güç konusundaki farklı inançları yatar. İslâma göre evreni ve insanı Allah yaratmıştır. Komünizm ise evreni ve insanı maddenin, Allah’ı da insanın yarattığını söyler. İslâm evrenin işleyiş yasalarını, insan ve toplum hayatını düzenleyen kuralları Allahın koyduğuna inanırken komünizm tüm olayların belirleyicisi olarak maddenin diyalektik yasalarını kabul eder. İslâm Dinine göre insan içinde ilâhî bir öz taşır ve dünyaya Allahın halifesi sıfatıyla, maddi dünyaya egemen olan ilâhi düzeni insan ve toplum hayatında da egemen kılma göreviyle gelmiştir.

Komünizm ise insanın özünün madde olduğunu maddi çevrenin bir ürünü olarak var olduğunu ve maddenin diyalektik yasalarına uygun biçimde iradesizce hareket eden bir araç olduğunu savunur. Kısaca İslâm ve komünizm insanın önünde açılan ve ancak birinin inkarı ile diğerini kabul etmenin mümkün olabildiği iki karşıt yoldur. Muhammed İkbalin deyişiyle hem İslâm, hem de komünizm insandan sözeder ve onu kendine çağırır. Ama komünizm insanı Allah’tan toprağa çekmek için sancılanırken İslâm tersine topraktan Allah’a yükseltmek amacını güder. (Şamil.İ.A)

İnanıyoruzki; İslam dini ahlak ve fazilet dinidir. İslam dini eşitlik, adalet ve kardeşlik dinidir. İslam dini bütün müslümanlar arasında hakiki manada bir kardeşlik tesis edilmesini buyurur.İslam dininin getirmiş oldugu bu kardeşlik prensibi aynı zamanda nesep kardeşliginden yani karındaşlıktan daha üstün tutulmuştur. Kuranı kerimin hangi ayetine bakılırsa bakılsın mutlaka ya açıktan veya içinde gizliligi taşıyarak insanı iyilige, güzellige, dogru olana, hidayete sevk etmeye yöneltir. Kötülüklerden, şerlerden, yanlış yollardan uzaklaşmamızı vaaz eder. Cenabı hak bizlere İslam dinine sımsıkı sarılmamızı ve baglanıp teslim olmamızı nasip eder inşaallah.

Bir ayet ve hadis mealiyle konumuzu sonlandıralım inşaallah. Rabbimiz Lokman suresi ayet.33.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın…***

Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Yedi helâk ediciden kaçının!“ Denildi ki:“Ey Allahın Resûlü, onlar nedir?“Şöyle buyurdu:“Allaha ortak koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, zina etmek, cihad günü cepheden kaçmak, namuslu hanımlara iftira atmak.“(Ebû Hureyre ra. Buhârî.)
Allahım bizleri sapık yollardan, sapık ideolojilerden, karmaşık felsefi söz kalabalıgından, batıl sistem ve idare şekillerinin zulmünden muhafaza eyle. Bizleri razı oldugun kulların içerisine dahil eyle. Bizleri senin dosdogru dinin olan Sıratı müstakimden ayırma.Bizlere kuran ve sünneti seniyye nurunda ,ışıgında hareket imkanı ver. Bizleri ehli sünnet vel cemaattan ayırma…Sen her şeylere kadirsin allahım…Amin…

Sermedkadir…Lu…29.09.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.