KURANI  KERİME  SIMSIKI  SARILMAK  FAZİLET’TİR…

Rabbimiz  Furkan  Suresi  ayet.63.te mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***O çok merhametli Allah’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) „selam“ derler (geçerler)…***

 

Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan insanların hemen hemen hepsinin Müslüman olmasına ragmen, Toplumun problem olarak görmedigi ama sıkıntısını her zaman içinde hissettigi bazı hususlar vardırki; Hâla kanayan yara gibi içimizi acıtmaktadır. Eger bir Müslüman benim böyle bir olaydan haberim yok derse bizde bazı hususları hatırlatmaya gayret ederiz mesela:

 

Bilhassa  son yüz  sene’dir, Müslüman halkın; günlük hayatındaki bilinen en belirgin motiflerle başları derttedir. Bu Motifler; Takke, Tesbih, Sakal, NAMAZ, Oruç…vs. ve Müslüman kadınlarının mahremiyetlerinin ölçüsü – SEMBOLÜ olan BAŞÖRTÜSÜ… Senelerdir birtakım çevrelerin  alay ve suçlama konusu ve içimizi acıtan bitmeyen dertlerimiz işte bu bilinen Sembollerimizdir. Birilerine göre çok basitmiş gibi gelsede… 

 

Hak ve Batıl mücadelesi biliyoruzki; Hz.Ademden (AS) bu tarafa devam etmiş ve Kıyamete kadar da devam edecektir. Her devirde ve o devirlerin şartları içerisinde bu mücadele sürdügü gibi zamanımızda da en çetin bir şekilde devam etmektedir. Hepimiz duymuşuzdur; Gazeteler, Televizyon ya da her hangi bir iletişim araçlarından bazı insanlar bazı terimleri agızlarına sakız ederler.

 

Mesela: İrtica, Başörtüsü, Türban, Laiklik, demokrasi, Çagdaşlık ve İnsan hakları gibi terimler gün geçmezki bazı masalara yatırılmasın. İnsan ister istemez bazı kişilerin tavırlarından rahatsız oluyor. Örnegin bir başı açık kadın, BAŞÖRTÜLÜ kadından rahatsız oluyor. Sakalsız- Bıyıksız bir kişi SAKALLI birisinden huylanabiliyor. Üniversite de bir Ögretim görevlisi Başörtülü bir TALEBE istemeyebiliyor.

 

Ve bu durum zamanla tartışma konusu, daha sonra, münakaşa konusu, bilaharede, kavga ve kargaşa ortamına zemin hazırlayıcı unsur olarak karşımıza çıkıyor. İnanıyoruzki; bütün bu tavırlar insanların içinin, DIŞINA yansıması olayıdır. Ben eger İslamda TESETTÜR ayetini görmüş, okumuş isem ve buna inanıyorsam (şükürler olsun inanıyorum) bu inancımı hayatıma aksettirmem gerekiyor…

 

Allah ondan razı olsun Hz. AİŞE (R.anha) diyorki meal olarak: * Allah o Medine Kadınlarından (ENSAR VE MUHACİR ) razı olsun TESETTÜR ayeti Nazil oldugu günün daha sabahında herkes ne bulduysa onunla başını kapattı. Nasıl isteniyorsa öylece örtündü. Teslimiyetin en güzel örnegini yansıttılar – gösterdiler…*

 

Müslümanların özelligi işte budur. Namaz ayeti geldiginde Namaza başladılar. Oruç ayeti indiginde Ramazan orucuna başladılar. Hacc ibadeti emredildiginde neden, niçin sorusunu sormadan Hacc ibadeti için itaatle hazır oldular. İçki Ayetle yasaklandıgında bütün evlerindeki içkileri sokaklara döktüler. Yani Müslümanlar İslamın her hükmü nazil oldukça kendilerinden beklenen o FAZİLETİ sergilediler. Çünkü O İnananların adları MÜSLÜMAN idi yani Türkçemizle açık ve net olarak ifade edersek; TESLİM OLAN idiler…

 

Rabbimiz Nahl suresi.ayet.61.de mealen şöyle buyuruyor:***Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.***Bu  ayetin  ışığında diyoruz ki: Müslümanların elinde Kuran, gönlünde ise sünneti seniyyeyi taşıdıgı müddetçe. Asıl güç ve kuvvetin İslam  ümmetinde  olduğuna inanıyoruz…

 

Biz kendimizi bildik bileli İslam aleminde işgal, sömürü ve katliam hiç durmadı. Kan ve gözyaşı  nedense hiç dinmedi.  Biz kendimizi bildik  bileli İslam aleminden hiç bir ülke herhangi bir batı ülkesine saldırmadı, onların ise hiç saldırıları durmadı. 

 

 

Son  30.yıl  içinde milyonlarca Müslüman dünyanın gözleri önünde katledilmeye  devam  ediyor. Kan gölüne  çevirilmiş  olan, Suriye, Libya,Filistin, Çeçenistan, Irak, Afganistan, Sudan, Somali, Keşmir, Pakistan, Eritre, Moro, yukarı Karabağ, Doğu Türkistan ve daha daha başka yerlerde oldugu gibi. Adı konulmamış kirli savaşların mimarı, finansörü, senaristi ve bilmem nesi hep aynı zalimler’dir diye inanıyoruz.

 

Şu hakikat bir kere daha gün gibi ortaya çıkmıştır; “el kufru milletin vâhideh yani küfür tek millettir.” Bütün cevaplar bu Mutlak dogrunun içnde saklıdır diye düşünüyoruz. Bakmayın siz bunların yüzlerce kanalın muhabirleri tarafından uzatılan mikrofonlara, insan hakları! demeçleri vermelerine, hak-hukuk, adalet sözü etmelerine…Yok bunların birbirinden farkları…çünkü bunlar genelde İslam düşmanı ve fikir babaları da genelde siyon-haçlı ittifakı nın mensuplarıdır. Bu kişilerin İnsanlıktan anladıgına ihtimal veremiyoruz. Bu zalimler sadece güç ve kuvvetten yanadırlar.

 

Haktan adaletten uzak olanlarda, hakk ve adalet ölçülerini bimezler. Bu zalimler sadece kendi çıkar ve menfaatlerini bilirler… bunlar öyle stratejik ortak falanda olmazlar sadece menfaatlarının kulu ve kölesi olurlar. Çinliler kominsit, batılılar en azından Allaha (cc) inanıyorlar” falan diye de düşünmüyoruz. Bu düşünceye kapıldıysak, en basit tabirle yanılıyoruz. Sonu “izim” le biten; sosyalizm, kominizim, faşizm, kapitalizm, liberalizm vb fikir akımlarını ve sistemleri dünyanın başına saranlar yine aynı zalimlerin  taa  kendileridir mutlaka.

 

İnanıyoruzki; Zalimler asla iflah olmayacaklar  ve kaybetmeye mahkumdurlar. Bunu bilmek için kahin olmaya  gerek yok  tabii. Zira tarih çöplüğü zalimlerle doludur.  Nemrut İbrahîm Aleyhiselama karşı kaybetti• Firavn, Musa aleyhiselama karşı kaybetmiştir.• Ebrehe, ebabillere karşı kaybetti.• Nuh, Lut, Hud, Salih Aleyhiselamlar ve  nice peygamberin düşmanlarıda sapık davalarında kaybetmişlerdir. Belkide, Firavn, Nemrut, şeddat  ve benzeri zalimler, bu günkü zalimlerden kat kat daha güçlü ve daha gaddar idiler. Ama hepsi de ilahi kudret karşısında bir hiç oldular. Onların torunları olan zalimlerde kaybetmeye mahkumdurlar inşaallah.

 

Kur’anı kerim sadece örnek olarak helak edilen nice kavimleri anlatır bizlere. Bunların bazen deniz, bazen tufan, bazen ateş, bazen fırtına, bazen taş yağmuru, bazen ebabil kuşları, bazen sivri sinekler, bazen gözle görülemeyecek kadar küçük mikroplar, bazen sadece bir sesle helak ediklerini anlatır. İnanıyoruz ki;  Allahın görünmez, bilinmez nice orduları vardır. Bu ordular her an tetikte ve hazır kıta olarak beklemektedirler.

 

Hiçbir güç Allahın (cc) ordularına karşı duramaz. Bu orduların harekete geçmemeleri bir çok hikmete binaen Allah (cc) ın emriyledir. Yeterki Mazlumlar Allahın yardımını hak etmeleri için onunla bağlarını sağlamlaştırsınlar. O yüzden dinimize sımsıkı sarılırsak zalimler gözümüzü korkutamaz inancındayız. Çok sözümüz olsada biz sadece Kurana kulak verelim ve Allaha ve  onun Şanlı Rasulüne uyalım inşaallah. Rabbimiz İbrahim suresi  ayet.42.de  mealen şöyle  buyurmaktadır:***Allah (cc) zalimlerin yaptıklarından habersiz değildir.Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.***

 

Bu  ayeti  izah  eden  Müfessir  kulak  verelim şu  ifadelere  yer  veriliyor: Ey peygamberim, sakın Allah’ı zulmeden zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Şu anda onlar yaşayabiliyorlarsa, zulüm edebiliyorlarsa, müslümanları ezmeye çalışıyorlarsa, seninle savaşlarını sürdürebiliyorlarsa bilesin ki bütün bunlar Bizim verdiğimiz imkânlarla olmaktadır. Biz onlara mühlet veriyoruz. Gözlerin korku ve dehşetten dışarıya fırlayacağı bir gün gelinceye kadar Biz onlara imkân veriyoruz, erteliyoruz onları.

 

O gün bir kere geldi mi artık başları kalkmış, gözleri kendilerine dönmeyecek şekilde hayret ve dehşetten donakalmış ve kalpleri de bomboş olduğu halde koşuşup duracaklar. Evet o gün kalpler korkak, ürkek ve bomboş ve gözler de donuktur, dona kalmıştır. Yâni kalplerinin işlevi, eylemi, fonksiyonu bitmiştir.

 

 

Gördükleri manzaralar karşısında tavır alma, duygulanma, etkilenme özelliklerini kaybetmiştir kalpleri. Hiçbir tavır, hiçbir kararı yoktur kalplerinin. Dursam mı, yürüsem mi? Ağlasam mı, gülsem mi? Gelsem mi, gitsem mi? hiç bir kararları kalmamıştır kalplerinin. Ve gözler de zillet içinde donup kalmıştır, donakalmıştır. Korkuyla, inkârlarının hayal kırıklığıyla, sarsıntı ve yıkılmışlığıyla önüne düşmüştür. Rabbimiz buyuruyor ki peygamberim, sakın sen Bizi onlardan gafil zannetme, onların bizi atlattıklarını sanma.

 

Biz şimdilik onlara fırsatlar veriyoruz, imkânlar tanıyoruz, ama unutmasınlar ki onların ipleri Bizim elimizdedir. Şu anda bu zalimler seni ve beraberindeki müslümanları yalnız, sahipsiz ve korumasız zannederek zalimce saldırılarda bulunuyorlar. Halbuki sizin safınızda Benim olduğumu unutuyorlar. Onlar benimle savaştıklarının farkında değiller. Halbuki Ben onlara fırsat veriyorum. Dünya istediklerinin tamamını onlara veriyorum da bu yüzden başarılı olduklarını, doğru yolda olduklarını zannediyorlar ve aldanıyorlar.

 

Aslında onlara zaman ve fırsat veren benim. Ama bilesin ki ey peygamberim bir gün onların defterlerini düreceğim. Evet işte Allah Celle  şanuhu Mekke’de fırsat tanıdı onlara. Muhammed Aleyhiselam karşısında Mekke kâfirlerine fırsat tanıdı Rabbimiz. Uhut’ta fırsat verdi. Mûsâ Aleyhiselam karşısında Mısırda Firavun oğullarına yıllar yılı fırsat tanıdı, belki gerçeği, hakikati  görürler  diye. Nuh Aleyhiselam karşısında 950 yıl fırsat tanıdı kâfirlere, belki müslüman olurlar diye.

 

Allah’ın ŞANLI Peygamberleri karşısında her bir dönem kâfirleri günler, geceler, aylar, yıllar yaşayıp saltanat sürdüler. Allah Celle  celaluhu dokunmadı onlara. Hemen helâk edivermedi. Ama sonuç ne oldu? Ne yaptı Allah onlara? Nereye gittiler? Hepsi de geberip Rablerinin huzuruna gitmediler mi? Şimdi kendilerini alçaltacak acıklı bir azabın içinde bağrışmıyorlar mı? Peki onların öldürdükleri, onların işkence ettikleri, zulmettikleri müslümanlar ne oldular?

 

Onlar nereye gittiler? Onlar da uğrunda şehadeti yudumladıkları Rablerinin cennetine gitmediler mi? Peki sonuçta kim kazançlı çıktı? Kimin hayatı kendisi için hayırlı olmuş? Kim kazanmış, kim kaybetmiş? Acaba bu kâfirlere verilen imkânlar, fırsatlar, galibiyetler onları Allah’ın azabından kurtarabilmiş mi? O zaman kesinlikle bilsinler ki bu imkânlar, bu fırsatlar kendileri için hayırlı değildir…(Ali Küçük.Besairul Kur’an.)

 

Tirmizi’nin  zamanımıza  ulaştırdığı  bir  hadisi  şerif  mealen  şöyle: **Şunu iyi dinleyip kulak verin: Benden sonra başkanlar gelecektir. Kim onların yanlarına girip de, yalanlarını doğrulayıp, zulümlerine yardımcı olursa, o benden değildir, ben de ondan değilim. Bu kimseler, cennetteki havuzumun başında yanıma gelemezler. Kim de onların yanına girip, zulümlerine yardımcı olmaz, yalanlarını da doğrulamazsa, o bendendir, ben de ondanım. Ayrıca, bu kimseler, havuzumun başında yanıma da gelecektir…**

 

 

Peygamber  efendimiz  (sav) bizlere  iyiyi, güzeli  ve  doğru  olanı  tavsiye  etmiş, hakikate  muğayir  olanı, kötülüğe yönelik  davranışları ve  insanlığa zarar  veren her  türlü  uygulamayı yapmamamızı  emretmiştir. Örneğin bir  hadisinde  meale  şöyle  buyurmaktadır: **Size, sizden önceki milletlerin hastalığı olan haset ve kin bulaşmış. Bunlar kazıyıcıdır. Ancak, ben saç kazımayı kastetmiyorum. Onlar din kazıyıcısıdır. Canım elinde olan Allaha yemin ederim ki, îman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de tam îman etmiş sayılmazsınız. Birbirinizi sevmenizi sağlayacak bir şeyi size göstereyim mi? Aranızda selâmı yaygınlaştırın…**(Tirmizi)

 

 

Her  zaman Ahlak,  edeb  ve güzel  muameleyi  tavsiye  eden  düşmanlığa  kapı aralayan  her  türlü  olumsuz  davranışları reddeden Peygamber  efendimiz (sav) yine  bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: **Zandan uzak durun… Çünkü zan, sözün en yalanıdır. Başkalarının gizli konuştuklarını yaymayın…Birbirlerinizin ayıplarını araştırmayın…Gereksiz yere rekabete girmeyin…Birbirinizi kıskanmayın…Birbirinize kin tutmayın…Birbirinize sırt çevirmeyin…

 

Ey Allahın kulları, Allahın size emrettiği gibi kardeş olun…Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona ne zulmeder, ne de onu yüzüstü bırakır. Ona hakaret de etmez…Sonra kalbini gösterdi:Takva buradadır, takva buradadır, takva buradadır…Kişinin, müslüman kardeşini hor görmesi, kötülük bakımından kendisine yeter de artar bile. Müslümanın herşeyi müslümana haramdır: kanı, şerefi, malı…Allah, sizin ne bedenlerinize, ne biçimlerinize ve ne de amellerinize bakmaz, kalblerinize bakar…**(Buhârî.)

 

 

Peygamber  efendimiz (sav) bu  güzelim  tesbitleri  emir  buyurduktan  sonra nasıl düşünmemiz  gerektiğini  ve neye  inanmamız  gerektiğini mealen  şöyle  ifade  buyuruyor: **Allah buyuruyor:izzet ve büyüklük benim elbisemdir. Bu ikisinde her kim benimle çarpışırsa, ona azap edirim…** (Müslim.) Kardeşlerim… Tarihler boyu İnsanlıgın başlangıcından bu tarafa degişmeyen iki husus vardır diyoruz. Bunlardan birincisi İtaatli olanların AMENNA VE SADDAKNA – İnandım ve sadık kaldım uydum mantıgı bu teslim olanların yani Müslümanların mantıgıdır.

 

Birde bunun karşısında Şeytani mantık ya da KÜFRÜN mantıgı vardır. Bu mantık bozguncu, bozucu, nifak ve fesat sokucu, birligi dagıtıcı bir mantıktır.  Günümüzde de her iki mantıgın sahiplenenleri mevcuttur.  Küfrün  ve Şeytanın mantıgını esas alanlar aynı zamanda FELSEFİ düşüncelerinin de esiri olurlar. Allahın emirlerine yeri geldiginde ortaçag yakıştırmaları, Bagnaz ve Tutucu yakıştırmaları yeri geldiginde de kısaca İrticaa diyerek gerici, ilerlemeye mani olarak gördükleri kavramlarla alay ve bazanda eglence mevzuu olarak yazar, çizer ve dalga geçerler.

 

Hiç  bir  zaman  unutmayalım ki; Dini düşünce, Dini duygular, İmani, İtikadi ve Âmeli meseleler Müslümanların meselesidir. Hiç bir Müslüman nerden gelirse gelsin  Kutsal saydıgı degerlere karşı yapılan taarruzlara karşı  boynunu  büküp, aferin iyi yapıyorsun, yada SENDE HAKLISIN diyemez ve deme hakkı da yoktur. Ama müslümanlar şunu da bilirler ki zorla kimseyi Müslüman yapmak kimsenin üzerine vazife degildir. Kimseyi de Dinden çıkarmak ha keza hiç kimseye hak olarak verilmemiştir…

 

Burada söyleyecegimiz husus şudur: Bırakın ben istedigim ve İNANDIGIM gibi yaşayayım sen de inandıgın ve kabul ettigin degerlerinle beraber yaşa. Ne sen bana İnandıgım dogrularımdan dolayı hakaret et. Ne de ben sana Senin kutsal bildigin degerlerine söz söyleyim… Kısaca Kafirun suresinin sonunda da belirtildigi gibi olsun. Yani buradaki ölçümüz: SENİN DİNİN SANA, BENİM DİNİM BANA…

 

Eger Küfür Mantıgı degişmezse Müslümanlara düşen vazife ve asıl sorumluluk şu olmalıdır: Cihad şuuruna sahip müslümanlar; Yani Allahın Dinini hayata hakim kılma sorumlulugu içinde olan Mü’minler, her türlü yalan ve yanlış hareketlere pirim vermeyecekler. Adaletsizligin her çeşidine geçit vermeyecekler. Zulüm kimlerden gelirse gelsin el, dil ve olmuyorsa kalbi buguz la karşı koyarak zulme karşı koyacaklar. Küfür en büyük günah olarak addedilmiştir.

 

Kesinlikle KÜFRE rıza gösterilmeyecek. Ve bir Müslüman olarak hiç bir Taguti güç karşısında egilip bükülme Zihnen, fikren, bedenen katiyyen kabul edilmeyecek… En önemlisi Her hangi bir Dini hükmün sonuna kadar mücadelesi verilecek. Hiç bir İslami deger, hüküm basit görülmemiş ve de görülmeyecek. Yakalaşımımız Basit ve anlaşılır bir dille izah edilecek: Eger ALLAH ve RASULÜ bunu Kur’anı  kerimde inananlara emrettiyse bunda muhakkak anlayamasamda  benim faydama, iyiligime bir husus vardır ve ben bu MUTLAK DOGRULARA sonuna kadar baglı kalacagım ve o dogruları savunacagım.

 

Böylelikle sadece inancımın gereklerini yerine getirmiş olurum düşüncesiylede asla kibir, gurur ve büyüklenme basitligi içerisine düşmeyecegim. İmanımda, İnancımda İslam bir bütündür kavramı asıl dır. İslam Dininin hükümleri arasında  her hangi bir ayırım gözetmemiz söz konusu degildir. İslam dini ya tam bir bütün olarak kabul edilir, ya da bir bütün olarak reddedilir. Toplumsal hayat ve Cemiyet düzeni olarak  bu dogrular bir bütün olarak uygulanır.

 

 

Ya da bir bir bütün olarak uygulanmalıdır. YARIM DİNLİ bir düşünce sistemi İslam dininde kabul görmemiştir. Allahın ve Onun Rasulünün hükmü söz konusu olan her yerde, O hükümleri aynen kabul edip Tam bir teslimiyetle teslim olmam benim iman anlayışımın özüdür  diyebilmeliyiz. Bu durumlardan sonra sonuç ne getirir ve netice nasıl gelişir, Bir Müslüman olarak bütün tedbirlerimi aldıktan sonra da Takdir beklentisi içerisinde Kader ve Kaza ya taslimiyetimi göstermemiz gerektiginin bilincinde odugumuzu düşünürüz.

 

 

Sahih olarak yapılacak İBADET ancak İslam dininin geregi olan Allahın hükümlerini (EMİR ve YASAKLARINI)  Aynen kabul etmekle ve bu hükümler arasında her hangi bir ayırım gözetmemekle mümkün olabilecek bir olaydır. Yani; İslam Dininin hükümleri Dünyevi ve Uhrevi hükümler diye ikiye ayrılır. Dünyevi hükümlere evet yapacagım deniliyorda, Öbürlerine hayır işime gelmiyor yapamam  denilirse, ya da İtikad, İbadet, Âhlak ve Muamelat gibi kategorilere ayrılır ve bu ayırım içerisinde  ilk üçünü kabul ederken sonuncusu olan MUAMELAT kapsam dışına bırakılırsa…

 

ya da başka bir yaklaşım ve tutum sergilenerek, İslam Dininin hükümleri arasında her hangi bir şekilde ayırıma gidilir; her birisine farklı farklı tutumlar takınılır, degişik tavırlar ortaya konulursa, hiç şüphesiz İslam Dininin  Kabul edemiyecegi, hiç bir Müslümanın onay vermeyecegi bir tavır alınmış  ve bir tutum takınılmış olacaktır. Ve tabiidirki; bu tutum yanlış olacaktır. Allah (cc) bizleri böylesi tavır ve görüşleri sergilemekten muhafaza buyursun…

 

Rabbimiz Bakara suresi. Ayet .85.te mealen  şöyle buyuruyor: *** Yoksa siz, Kitabın bir kısmına İman ediyor, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz ? Sizden böyle yapanların cezası dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey degildir. Kıyamet gününde azabın en şiddetlisine itilirler.  Allah yaptıklarınızdan gaflette degildir…***

 

 

Bu  ayeti  kerime  hakkında ne  kadar  düşünsek  yeridir. Müslüman  birey, Kitabın bir kısmını gündemde tutup da, bir kısmını ört­meye kesinlikle  cesaret  edemez. Kitabın bir kısmının mü’mini olup da bir kısmını inkâr etmek  teslimiyet  akdi  ile  kesinlikle  bağdaşmaz. Kitabın  Bir kısmını gündeme getirip, onları âmel  sahasına  koymak ayrıca  diğer  kısımlarını görmezlikten gelmeye çalışmak  Müslüman  bireyin  düşüncesi  olamaz… Bizler emir  ve  nehiyler  bütünlüğüne  hepsine  birden  inanan  insanlarız.

 

Bir bölüm âyetler gün yüzüne çıkarılırken, bir kısım âyetler de Allah  korusun kenara  çekmeye  çalışmak, Bir kısım âyetler hep gün­demde tutulmaya çalışılırken, bir kısım âyetlerde duyulmasın diye âdeta ağıza bile alınmamaya çalışmak bu  dini  anlamamak  demektir. Müslümanın  hayatı  İslami  kurallara  göre şekillenmelidir. İslamiyet Müslümanın  hayatının  bir  kısmına  karışıp  diğer bölümüne karıştırmama üzerine inmemiştir. Yediğimiz,  içtiğimiz, giyip  kuşandığımız, kazancımız, dostluğumuz,  düşmanlığımız akla  gelen gelmeyen her  türlü  muamelelerimiz, haram  helal  kapsamı  içerisinde  olmamlıdır  inancındayız…

 

Bu ayet  hakkında  Ali  Küçük  Rahmetli şu  ifadeleri bizlere  sunuyor: Bakıyoruz müslümanların hayatına, Allah hayatının bir bölü­müne karışıyor, sanki öbür bölüme karışmıyor. Devlet bilmem ne pa­rasını kesmiş, on gün sonra vereyim ama yüzde şu kadar fazla vere­yim diyor, adam başlıyor araştırıp soruşturmaya, bu yüzdeyi ne yapa­cağım diye. Bu bölüme Allah karışıyor da öteki bölüme sanki Allah ka­rışmıyor. Yâni kazancının diğer bölümünü hiç sormuyor, sanki Allah o bö­lüme hiç karışmıyor.

 

Veya işte fâizli, kredili kooperatiflerde danışmanlık yapmak veya mimarlık, mühendislik yapmak işine yanaşmıyor da müslüman, fâizli diyor, olmaz bu diyor, ama sanki öbür kooperatifler ca­izmiş gibi hiç sormuyor adam. Veya gelininin gelinliğini düşünüyor da adam, eşyasını hiç dü­şünmüyor. Veya evinin eşyasını düşünürken adam komşusunu dü­şünmüyor. Ya da kazanırken düşünüyor adam da harcarken düşün-müyor. Harcarken düşünüyor da kazanırken düşünmüyor.

 

Allah sanki hayatının bir bölüme karışıyor öbür bölüme karışmıyor gibi çok tuhaf bir iş. Bakın Rabbimiz buyuruyor ki: „Kitabın bir kısmına inanırsınız da bir kısmını in­kâr mı ediyorsunuz?“ Bizim esmer arkadaşlar, eskiden sepet örerler ve satar­lardı. Böyle büyüklü küçüklü. Sorarlardı kaç lira bu sepet? İşte üç lira, beş lira o zamanın parası. Adam eline alıp, yahu pek de kü­çükmüş! filan deyince, büyüğünü eline alıp birbirine vurarak, bunu görün de, hunu görmen mi? derdi. Yâni müslümanlar da sanki bunu görüyorlar ama bunu görmüyorlar.

 

 

Meselâ ekmek kırıntıları­nın yere dökülmesine tahammülü olmayan, bu konuda çok hassas davranan kimi müslümanlar ha­nımlarının, kızlarının sokaklarda el âlemin ayaklarının altında sü­rünmesini hiç göremiyorlar. Veya annesini bir hafta görmeden ya­şamanın caiz olmadığını bilen ve buna tahammül edemeyen kimi müslümanlar aylar yıllar Al­lah’ın kitabıyla görüşmeden yaşayabili­yorlar. Bunu görüyorlar da bunu görmüyorlar. Sanki Allah hayatı­nın bu bölümüne karışıyor da, şu bö­lümüne hiç karışmıyor.

 

 

Bakıyoruz müslümanlardan kimileri sadece zikir, fikir, tesbih, gece namazı âyetlerini gündeme getirirken öteki âyetleri sanki görmezden geliyorlar. Tamam bunlar da var, bunlar da bilinmeli, bunlar da anlaşılmalı, ama ötekiler de bilinmelidir. Meselâ bakıyo­ruz bir başka müslüman grup da işte vatan, devlet, nizam, intizam, Allah’ın indirdiği âyetlerle hükmeden, hükmetmeyen filan, bir tek orayı okuyor; o da öteki bölümleri sanki atlamaya, kapatmaya çalı­şıyorlar.

 

Bir başka grup müslüman da kıssa ile başlıyor, kıssa ile biti­ri­yor. Sanki Kur’an’da kıssadan başka âyet yokmuş gibi sadece bunları gündeme getiriyorlar. Tamam bunlar da var Kur’an’da, bunlar da okunmalı, bunlar da gündeme getirilmeli de, ama bakı­yoruz müslümanlar bir bölümü alırken diğer bölümleri ihmal edi­yorlar. İşte bu iyi değil. Ama şöyle bir mâzeretten dolayıysa bu caizdir. Meselâ şu anda Bakara’yı okuduğumuz için Âl-i İmrân’dan söz edemiyorsak, okumaya, öğrenmeye devam ettiğimiz sürece bu caizdir. Ama hep ye­rimizde sayıyorsak bu kötü işte.

 

Hocanın birinin hutbe kitabını çaldılar. Adam kırk senedir aynı kitaptan hutbe okurdu. Önümüzdeki birinci haftanın beşinci günü diye ya­zar kitapta. Meselâ kadir gecesi veya miraç gecesi diyecek ya ve her yıl bunların tarihleri değişecektir ya, işte o tarihlerin yerlerini  düzenler ön­ceye bunları yerleştirerek okurdu hutbelerini, tuhaf bir adam. Bir gün çalmışlar hutbe kitabını muzibin biri de cebine bakkal defterini yerleştirmiş. Eh komşular gelelim bamyanın faziletine! demiş, öyle alıp, alıp da bor­cunu ödememek de olmaz! Oradan okumaya başlamış.

 

 

Yâni nedense böyle müslümanlar hep yıllar yılı aynı şeyleri söylüyorlar, bu çok kötü bir şeydir. Hep aynı grup aynı şeyleri söylüyor bu da kötü. Ya ne ya­pacağız? Öğrenmeye devam edeceğiz. Öğrendiğimiz bölümü öğren­dikçe gündeme getireceğiz, bunu kendimize dert edineceğiz, din edi­neceğiz. Öğrendiğimiz bölümün de her zaman eksik olacağını bilece­ğiz, bunun şuurunda olacağız.  Kitabın bir kısmına inanır da bir kısmını inkâr mı ediyor­sunuz? Bunun sonucunun ne demek olduğunu bilir misiniz siz? Rabbimiz mealen: *** Böyle yapanların cezası ancak dünyada rüsva­lık­tır. Dünyada rezil, rüsva olacaklardır bunlar. Kıya­met gü­nünde ise azabın en kötüsüne, en şiddetlisine iti­lecek-lerdir. Allah yaptıklarınızdan asla gafil değildir…*** buyurıyor.

 

 

Dünyada rüsvalık. Bunu tattılar da zaten dünyada. Bu âyetle­rin gelmesinden kısa bir süre sonra Beni Kureyza yahudileri toptan öldürülmekle, Beni Nadir yahudileri de yurtlarından sürülüp çıkarıl­makla bunu bizzat dünyada tatmışlardır.

 

 

Bu alçaklar, bu yahudiler sırf müşriklere, putlara, putçulara des­tek olmak için kendi kardeşlerini hedef alıyorlardı. Yaptıkları iş, putların ve putçuların işlerine yarıyordu. Birbirleriyle vuruşmaları put­perestlerin işine yarıyordu. Bugün de müslümanların kardeşleriyle vuruşmaları kâfirle­rin işine yaramaktadır. Onlar birbirleriyle vuruştukça putçular heykelciler, Putperestler ka­zanıyor. Dün İsrâil oğulları böyle yapmıştı, bu gün İsmail oğulları da aynı şey­leri yapıyorlar.

 

Kitabı parçalayıp onun bir kısmını kabul edip bir kısmını red­dedi­yorsunuz öyle mi? İşinize gelenleri kabul edip, işinize gel­meyenleri de reddediyorsunuz öyle mi? Nereden aldınız bu yet­kiyi?  Kimden aldınız bu izni? Bakara’dakileri kabul ama Âl-i İmrân’dakileri red, bu nasıl bir şeydir böyle? Kur’an’ın namazını kabul edip, hukukunu red­detme bi­çiminde, Kur’an’daki ibâdet âyetlerine evet, ama aynı Kur’an’ın eko­nomik düzenlemelerine gelince hayır demek biçi­minde, Kur’an’ın oru­cunu kabul ama aynı kitabın siyasal bakış açısına gelince, sosyal ya­pılanmalarına gelince hayır biçiminde, kitabın bir kısmına inanıp da bir kısmını reddetme yetkisini kimden aldınız?

 

İşte bugünkü İslâm dünyasının bu hale düşmesinin yasası­ bu­dur. Bu ümmet kitabıyla diyaloğunu kestiği için, kitabından işine gelenleri alıp işine gelmeyenleri terk ettiği için bu hale gelmiştir ne  yazık ki… Sizden kim bunu yaparsa, yâni kitabın bir kısmını kabul eder de bir kısmını reddetmeye kalkışırsa, ya Rabbi sen bu işi bi­lememişsin! Halbuki bu kitabın bir kısmını indirip, bir kısmını indirmemeliydin? Dercesine Allah’a akıl vermeye kalkışırcasına böyle ikilemli bir hayatın peşinde olanlar, bir bölümü kitap kaynaklı, ama geri kalan bölümü de başka şeyler kaynaklı bir hayata razı olanlar, hayatlarının sadece bir bölümüne Allah’ı karıştırıp geri kalan bö­lümlerde başka İlahlar, başka Rabler bulanlar, işte bunu yapanlar için dünya hayatında rüsvalık var­dır.

 

Hepsi de rüsva olmuşlardır. İşte bizim halimiz, şu anda bu ümmet de iliklerine kadar bu rüsvalığı yaşamaktadır. Allah korusun işte vaziyetimiz. Herşeyimizle reziliz. Ekme­ğimize sözümüz geçmiyor, yiyeceğimize sözümüz geçmiyor, şeh­rimize sözümüz geçmiyor, okulumuza sözümüz geçmiyor, kuralı­mıza, kai­demize sözümüz geçmiyor, evlenmemize – boşanmamıza sözümüz geçmiyor, alacağımıza – vereceğimize, düğünümüze – derneğimize hiç bir şeyimize sözümüz geçmiyor. Kusura  bakmayın  ama Tam rezillik asıl  rüsva  olma  hâlidir  hâlimiz.

 

Bundan daha büyük bir rezillik ve rüsvalık olur mu? Tam re­zil ve rüsva bir hayat. İnsan bu kadar şahsiyetini kaybetmez el­bette ama Allah korusun işte bu hale gelmişiz. Ama iş bununla kalsaydı neyse. Yâni iş sadece bu dün­yada re­zil ve rüsva olmakla kalsaydı. Hayır iş bununla da bitmiyor. Ahirette de onlar için azapların en kötüsü vardır diyor Rabbimiz. Kıyamet gü­nünde onlar azabın en kötüsüne atılacaklar, reddolunacaklar. En şid­detli azap, dayanılmaz bir azabın ötesinde yine dayanılmaz bir azap. Bilmediğimiz ama korunmak zorunda olduğumuz bir azap. (A.Küçük.Besairul Kuran.)

 

Peygamber  efendimiz (sav) bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyuruyor: **iman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlâkça en güzel olanlar ve ailesine en güzel davrananlardır…**(Tirmizî.) Allahım  bizleri Kuranı  kerimin  Nurundan  ve Sünneti seniyyenin  ışığından mahrum  eyleme. Bizi  kendi  nefsimizle  başbaşa  bırakma  Allahım. Peygamber Efendimize ve Efendimiz Ehli beytine  Salât, Selâm olsun.

 

Bizlerede o geniş Rahmetinle eyle ki, onunla bizi bütün korku ve âfetlerden kurtar. Bizim içimizi ve dışımızı  bütün kötülüklerden temizle. Bizi bütün günahlardan arındır. Bizi katındaki derecelerin en yükseğine çıkar. Bizi hayatta ve öldükten sonra bütün hayırların en yüksek gâyesine ulaştır. Ey duâlara cevap veren Yaratıcımız. Duâmızı kabul buyur. Hamd, övgü, minnet ve şükür ancak Sana mahsustur. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…

 

 

Sermedkadir… LU…06.11.2019…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert