MAHREMİYET … Zamanımızın en çok hafife alınan uygulamalarından birisi İnsanların MAHREM bilinen hususlara yeterli hassasiyeti göstermemeleridir. İnanıyoruzki; İnsanın kendi mahremi korunmaya LÂYIK en degerli hazinesidir. Mahremini yeterli derecede korumayanlar AR VE HAYÂ’DAN nasibini almayan şahıslardır. Ar ve hayâ insanın AHLÂKİ özelliklerinin başında gelir. Mahremi koruma, saklama, sahip çıkma temel insanlık görevlerimizin başında gelmelidir. Mahremiyet, kişilere, ailelere, hatta ümmet’lere mahsus “harem”lerin, yani yabancılara kapalı olan ÖZEL alanların dokunulmazlığıdır. Zamanımızda öyle anlar yaşıyoruzki, kadını erkekten, erkeği kadından ayırmak bile mümkün olmuyor. Kesin çizgileriyle birbirinden ayrı olmak zorunda olan bu KARŞI CİNS’LERİN birbirlerine benzemeleri KIYAMET alâmetlerindendir diye inanıyoruz. Hayâsızlığın yaygınlaştığı dönemlerde büyüklerimizin *BAŞIMIZA TAŞ YAĞACAK* uyarısı laf olsun diye söylenen bir söz değildir. Hayâsızlığın en uç örneğini sergileyen Lût Kavmi, Kur’ân’ın *MÜNZERİN YAĞMURU* dediği bir felâketle, başlarına taş yağdırılarak helâk edilmiştir. Rabbimiz Nahl Suresi ayet.64.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Biz bu Kitab’ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve RAHMET olsun diye indirdik…*** Rabbim okuyup, anlayıp, UYGULAYANLARDAN eylesin…Sallu…
2. MAHREMİYET… Kardeşlerim… Öncelikle, EŞ’LER birbirinin mahremiyetini koruması gereken birinci derecedeki şahıslardır. Eşimizle olan, ÖZEL yaşantımızı dostlarımızla, arkadaşlarımızla paylaşmak mahremiyeti ÂLENİ hâle getirmek demekrtir. Unutmayalımki; Birbirimizin özeli ancak kendimizde SAKLI kalmalıdır. Eğer özel yaşantımızı diger tanıdıklarımıza anlatırsak bu artık özel yaşantı olmaktan çıkar GENEL YAŞANTI olur ve mahremiyet diye bir şey kalmaz. SIR saklamayı bilmeliyizki SIRRIMIZ ortaya ÇIKMASIN. BU konuda da eşler birbirlerinin ÖRTÜSÜ olmalıdırlar inancını taşıyoruz. Müslüman bireyler olarak, Mahremiyet alanlarındaki kutsalımızı, mukaddes, mübarek, muhterem, özel ve güzel kabul edildikleri için korumamız zaruridir. Bunların korunması her ne kadar insanlık izzetini ayakta tutmanın en önemli şartı ise de, yapılan âmel bir gizleme veya setretme yani örtme değil, bir SAVUNMA’DIR. Tirmizi’de bizlere ulaştırılan bir Hadisinde Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: ** Haya ve gerekeni konuşmak îmanın, açık saçık ve lüzumsuz konuşmak ise münafıklığın kısımlarındandır… ** İnsanlık şerefiyle, Allah’a kulluk bilinciyle, şuuruyla bağdaşmayan her tutum, ne kadar küçük ve sıradan görünürse görünsün, insanın ırz ve namusunu da koruyan hayâ duygusunu tahrip eder. Haysiyet ve şerefinin sorgulanmasından, ırz ve namusuna yönelecek hakaret ve aşağılamalardan kaygı duymamak da ar perdesinin yırtıldığına işarettir. Ne mutlu ÖZEL’İNİ, genel hâle getirmeyenlere…Sallu…
3. MAHREMİYET… Kardeşlerim…İslâmî literatürde *IRZ* diye adlandırılan bu tür mahremiyetler konusunda ya başkalarının mahremiyetine saldırmamak ya da kendi mahremiyetimizin korunmasında LAUBÂLİ davranmamak için hayâ etmeye çağrılırız. Ar perdesi yırtılanlar ÖZEL alan’larının genelleşmesinden rahatsızlık duymadıkları gibi, başkalarının mahremiyetine olan HASTALIK derecesindeki tecessüslerini de engelleyemezler bu yüzden ve de insanların *GİZLİ – SAKLI* olan mahremlerini araştırırlar. Oysa İHTİRAM yani saygı, mahremiyetten dolayıdır. Mahremiyeti olmayana ihtiram, saygı, HÜRMET olmaz kanaatındayız. Örnek ve önderimiz (sav) bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Haya îmandandır, îman ise cennettedir. Utanmazlık cefa’dandır, cefa ise cehennemdedir…(Tirmizi)** Ar ve hayâ duygusu neticede örtünmeyi, korunmayı, bir görüntüyü engellemeyi gerektirdiğinden, hep bir perde benzetmesiyle ifadesini bulmuştur. Ar veya hayâ perdesi deyimi buradan doğmuştur. Yine aynı sebeple *PERDE, ÖRTÜ* anlamına gelen *HİCAP* kelimesi ar ve hayâ yerine de kullanılmıştır. Rabbim Cümle Müslümanları Allahın emri doğrultusunda Mahremiyetine SAHİP çıkanlardan eylesin…Sallu…
4. MAHREMİYET… Kardeşlerim… Veda Hutbesi’nde müslümanların KAN’LARI ve malları gibi, *IRZ’LARININ* da birbirlerine *HARAM* yani dokunulmaz ve saygın olduğu ilan edilmiştir. Fakat bu hüküm başkalarının IRZ’INA, NAMUSUNA, ŞEREF VE HAYSİYETİNE saygı göstermek kadar, belki ondan da önce kendi ırzımızı sorgulatacak hafifliklerden, kayıtsızlıklardan kaçınmamızı gerektirir. AR, NAMUS ve İFFET duygusu insanın fıtratında olduğuna göre, *AR PERDESİ’Nİ* yırtmak veya HAYÂ’SIZLIK, insanlıktan çıkmak demektir. Bundan daha VAHİM, kötü bir zillet olamaz düşüncesindeyiz. Böyle bir zilletten korunmak için hayâ duygusunu kaybetmemek gerekiyor. Bunun da tek yolu, nerede olursak olalım, ister başkalarıyla birlikte, ister yalnız, daima Allah Celle Şanuhunun HUZURUNDA bulunduğumuzu unutmamalıyız diye düşünüyoruz… Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: *** Geçmiş peygamberlerin, sonraki insanlara ulaşan sözlerinden birisi de şudur: „Utanmadıktan sonra ne istersen yap…** (Buhârî.) Ebu Said el Hudri diyor ki:* Peygamber (sav) ÖRTÜSÜ içindeki BAKİRE KIZ’DAN daha fazla HAYÂ sahibiydi. Hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman, biz onu yüzünden anlardık… (Buhârî.) Rabbim cümlemizi EDEB’İNE, âhlakına ve MAHREMİNE sahip çıkan ve AR DAMARI zarar görmüş olan insanlardan yeterince korunan AKLI SELİM olanlardan eyler inşaallah… Sallu…