MAHREMİYETİ HAFİFE ALMAYALIM…

وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمْ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

MAHREMİYETİ  HAFİFE  ALMAYALIM… Muhterem  Müslümanlar…Zamanımızın  en  çok hafife  alınan uygulamalarından  birisi İnsanların  Mahrem  bilinen  hususlara  yeterli hassasiyeti  göstermemeleridir. İnanıyoruzki; İnsanın  kendi  mahremi  korunmaya  layık  en  degerli hazinesidir. Mahremini  yeterli  derecede  korumayanlar  AR  VE  HAYÂ’dan nasibini  almayan  şahıslardır. Ar ve hayâ insanın  ahlaki  özelliklerinin  başında  gelir. Mahremi  koruma, saklama, sahip  çıkma temel  insanlık  görevlerimizin  başında  gelmelidir. Mahremiyet, kişilere, ailelere, hatta ümmet’lere mahsus “harem”lerin, yani yabancılara kapalı olan özel alanların dokunulmazlığıdır. Zamanımızda  öyle  anlar  yaşıyoruzki, kadını  erkekten, erkeği  kadından  ayırmak  bile  mümkün  olmuyor. Kesin  çizgileriyle  birbirinden  ayrı  olmak  zorunda  olan  bu  KARŞI  CİNS’lerin  birbirlerine  benzemeleri kıyamet alâmetlerindendir  diye  inanıyoruz. Hayâsızlığın yaygınlaştığı dönemlerde büyüklerimizin “Başımıza taş yağacak!” uyarısı laf olsun diye söylenen bir söz değildir. Hayâsızlığın en uç örneğini sergileyen Lût Kavmi, Kur’ân’ın “münzerîn yağmuru” dediği bir felâketle, başlarına taş yağdırılarak helâk edilmiştir. Rabbimiz  Nahl  Suresi  ayet.64.te mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Biz bu Kitab’ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik…***

 

Peygamber  efendimiz  (sav) bir  hadisinde mealen  şöyle  buyurmaktadır: ** Haya ve gerekeni konuşmak îmanın, açık saçık ve lüzumsuz konuşmak ise münafıklığın kısımlarındandır… ** (Tirmizî. ) Muhterem  Mü’minler… Eş’ler  birbirinin  mahremiyetini  koruması gereken  birinci  derecedeki  şahıslardır. Eşimizle  olan, özel yaşantımızı dostlarımızla, arkadaşlarımızla paylaşmak mahremiyeti  âleni hale  getirmek  demekrtir. Unutmayalımki; Birbirimizin  özeli  ancak kendimizde  saklı  kalmalıdır. Eğer  özel  yaşantımızı diger  tanıdıklarımıza  anlatırsak bu artık özel yaşantı olmaktan çıkar genel  yaşantı  olur ve  mahremiyet  diye  bir  şey  kalmaz. SIR saklamayı bilmeliyizki SIRRIMIZ ortaya ÇIKMASIN. BU konuda da eşler birbirlerinin örtüsü olmalıdırlar  inancını  taşıyoruz. Müslüman  bireyler  olarak, Mahremiyet alanlarındaki kutsalımızı, mukaddes, mübarek, muhterem, özel ve güzel kabul edildikleri için korumamız  zaruridir. Bunların korunması her ne kadar insanlık izzetini ayakta tutmanın en önemli şartı ise de, yapılan âmel bir gizleme veya setretme yani  örtme değil, bir savunmadır. İslâmî literatürde *IRZ* diye adlandırılan bu tür mahremiyetler konusunda ya başkalarının mahremiyetine saldırmamak ya da kendi mahremiyetimizin korunmasında laubali davranmamak için hayâ etmeye çağrılırız. Ar perdesi yırtılanlar özel alanlarının genelleşmesinden rahatsızlık duymadıkları gibi, başkalarının mahremiyetine olan hastalık derecesindeki tecessüslerini de engelleyemezler bu yüzden ve de insanların gizli saklı olan mahremlerini araştırırlar.Oysa ihtiram yani saygı, mahremiyetten dolayıdır. Mahremiyeti olmayana ihtiram, saygı, hürmet olmaz kanaatındayız.

 

Örnek  ve  önderimiz (sav)  bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ** Haya îmandandır, îman ise cennettedir. Utanmazlık cefadandır, cefa ise cehennemdedir…**(Tirmizî.) Muhterem  Kardeşlerim… Veda Hutbesi’nde müslümanların kanları ve malları gibi IRZ’LARININ da birbirlerine *HARAM* yani dokunulmaz ve saygın olduğu ilan edilmiştir. Fakat bu hüküm başkalarının ırzına saygı göstermek kadar, belki ondan da önce kendi ırzımızı sorgulatacak hafifliklerden, kayıtsızlıklardan kaçınmamızı gerektirir. İnsanlık şerefiyle, Allah’a kulluk bilinciyle, şuuruyla bağdaşmayan her tutum, ne kadar küçük ve sıradan görünürse görünsün, insanın ırz ve namusunu da koruyan hayâ duygusunu tahrip eder. Haysiyet ve şerefinin sorgulanmasından, ırz ve namusuna yönelecek hakaret ve aşağılamalardan kaygı duymamak da ar perdesinin yırtıldığına işarettir. Ar duygusu insanın fıtratında olduğuna göre, ar perdesini yırtmak veya hayâsızlık, insanlıktan çıkmak demektir. Bundan daha vahim, kötü bir zillet olamaz düşüncesindeyiz. Böyle bir zilletten korunmak için hayâ duygusunu kaybetmemek gerekiyor. Bunun da tek yolu, nerede olursak olalım, ister başkalarıyla birlikte, ister yalnız, daima Allah’ın huzurunda bulunduğumuzu unutmamaktır diye düşünüyoruz…
Ar ve hayâ duygusu neticede örtünmeyi, korunmayı, bir görüntüyü engellemeyi gerektirdiğinden, hep bir perde benzetmesiyle ifadesini bulmuştur. Ar veya hayâ perdesi deyimi buradan doğmuştur. Yine aynı sebeple *PERDE, ÖRTÜ* anlamına gelen *HİCAP* kelimesi ar ve hayâ yerine de kullanılmıştır.Rabbim  cümlemizi  edebine, âhlakına  ve  Mahremine  sahip  çıkan ve  AR  DAMARI  zarar  görmüş  olan  insanlardan yeterince  korunan AKLI  SELİM  olanlardan  eyler  inşaallah… ala…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.