Mezhep Üzerine Notlar

Rabbimiz Haşr suresi ayet.7.de mealen şöyle buyurmaktadırlar: *** Allah’ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir…***

Peygamber Efendimiz (sav) Tirmizinin zamanımıza ulaştırdıgı hadiste mealen şöyle buyurmaktadır: ** Şunu iyi dinleyip kulak verin: Benden sonra başkanlar gelecektir. Kim onların yanlarına girip de, yalanlarını doğrulayıp, zulümlerine yardımcı olursa, o benden değildir, ben de ondan değilim. Bu kimseler, cennetteki havuzumun başında yanıma gelemezler. Kim de onların yanına girip, zulümlerine yardımcı olmaz, yalanlarını da doğrulamazsa, o bendendir, ben de ondanım. Ayrıca, bu kimseler, havuzumun başında yanıma da gelecektir.(İbn Ucre ra. Tirmizî)**

Mezhep: Sözlükte gitmek, izlemek, gidilen yol anlamlarına gelir. Kişisel görüş, bir inanç, varılan kanaat veya doktrin manalarında kullanılmaktadır. İslâmi Istılahta yani kültürel bir kavram olarak mezheb; bir müctehidin dinin ayrıntılara – furû’ya ilişkin konularında, kendine mahsus kural ve metodla meydana getirdiği görüşler toplamı veya hukuk anlayışı demektir. Kelimeni özünü inceledigimizde; «Yürüyüp gitmek» mânâsındaki «zehâb» kökünden gelen «mez-heb», lügatte, gidecek yer, gidecek yol anlamları ortaya çıkar. Istılahta ise, imam ve müctehid kabul edilen bir zatın anlayış ve görüş¬lerinden teşekkül eden itikadî veya fıkhı yol, di¬ye tarif edilir…

Meseleyi daha iyi anlamak için bazı kelimeler üzerinde durmak faydalıdır sanıyorum. İslâm tarihinde fıkhí, siyasí ve itikadí bütün görüşler ve akımlar hakkında ‘mezheb’ kavramı kullanılmıştır. İtikadí ve siyasí görüşler hakkında bazen ‘fırka’, ‘nıhle’ ve ‘makale’ kelimelerinin de kullanıldığını görüyoruz. FIRKA, farklı görüşlere sahip kimseler demektir. Bu gün kullanılan parti kelimesi türkçede bunun karşılığıdır. NIHLE, çoğulu nihal; görüş, inanış, kabul ediş şekli demektir. Makale ise,bu kelimenin çoğulu makalât demektir; fikir, inanış, görüş ve söz anlamındadır. Bu arada Çeşitli dinleri nitelemek için daha çok milel (tekili millet) kavramı kullanılmıştır.

Mezheb kavramı, İslâm tarihinde ortaya çıkan bir çok siyasí, itikadí ve fıkhí görüşün ve gruplaşmanın adı olmuştur. Farklı görüş ve kanaatlar bu kavram ile ifade edilmiş, bununla tanınmıştır. Hırıstiyanlar arasındaki büyük gruplaşmalar da mezheb kavramı ile anlatılmaktadır. Mezheb, aynı dine inanan insanların o dini farklı anlaması, belli konulardaki farklı görüş, belli kanaat ve fikirdir. İslâm kültüründe mezheb olayı bir gerçekliktir. Oldukça hassas olan bu konu hakkında konuşmak ta kolay değildir. Gerek mezheblerin çıkış nedeni, gerekse insanların bu konuya yaklaşımları onu bir kat daha duyarlı hale getiriyor.

Mezheb olgusu ve onun mahiyeti noktasında görüş birliği sağlamak kolay gözükmüyor. Bu zorluk mezheb etrafında oluşmuş kültürden ve mezhebi anlamaktan,algılamadan ve kavramadan kaynaklanmaktadır. İslâm tarihinde çeşitli mezheblerin ortaya çıkış sebepleri, bugün onları algılama biçiminden farklıdır. Şurası bir gerçektirki, zamanımızda en çok konuşulan meselelerden birisi mezhep konusudur. Kimileri mezhebin dinde ayrılık olduğunu sanarak bu olguya temamen karşı çıkmakta, bazıları da İslâmı bir mezhebin şemsiyesi altına sokmaya, o mezhebin anlayışı doğrultusunda anlamaya çalışmaktalar. Her iki uç bakış açısı mezheb olgusunu yeterince açıklamaktan uzaktır. İçine düşülen anlaşmazlıklar, dinde tefrikaya,ayrılıga varan gruplaşmalar ve hatta mezheb taassubu hiç te iç açıcı değildir. Bu durum mezheb gerçeğini ortadan kaldırmadığı gibi, mezheble elde edilen kolaylıkları da ne yazıkki engellemektedir.

Böylesine hassas bir konuda ulu orta, ilimsiz, mesnetsiz ve delilsiz konuşma yerine; sağlıklı ve objektif değerlendirmeler yapılmalıdır kanaatındayız. Her şeyin yerli yerinde değerlendirilmesi, olaylara ve meselelere hakkaniyetle yaklaşma müslümanlara şüphesiz yardımcı olacaktır inancındayız. Bu tür itidallı tavır ve düşünceler, Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıkları, grup taasssubunu azaltacaktır. Mezheb olayını anlamak için öncelikle, İslâm tarihinde mezheblerin ortaya çıkış sebeplerine bakmak gerekir:

Mezhebi anlıyabilmek için o mezhebin adıyla anıldıgı imamı zikretmek daha kolaycı bir yaklaşım olmaktadır. Örnegin, Mâtürîdî, Eş’arî veya Hanefî, Şafiî mezhebi gibi. Şu hususu ifade etmek gerekirki, Burada mezhep kurucusu kabul edilen «imam», mezhebin sahibi te¬lâkki edilen «müctehid» hiç bir şekilde bir din ve şeriat sahibi veya tebliğcisi değildir. Ancak Cenabı Hak tarafından indirilen, vaz’edilen ve son peygamber Hazreti Muhammed aleyhisselâm tarafından tebliğ edilen İslâm dininin gerek akaid, gerek fıkıh sahasında bazı meselelerin delilini bulmak, bu delillerden hüküm çıkarmak ve meseleleri anlayıp yo¬rumlamakta bu manada zamanımıza kadar çeşitli âlimler birbirinden farklı görüşler ortaya koymuş¬tur.

İşte bu görüşler bütünlügüne MEZHEP denilmiştir. Genellikle fıkıh mezhepleri Hanefi, Şâfii, Maliki, Hanbeli, Sevriyye gibi müctehîd âlim¬lerin kendi isimlerine göre adlandırılmıştır. Akaid mezhepleri de Eş’ariy-ye, Mâtürîdiyye, Mu’tezile, Hariciye, Şia, Cebriyye gibi belli zümrelere nisbet edilmiştir. Ana akaid mezheple¬rinin ayrıldığı kollar daha çok bir şahsın adına izafe edilir: Eş’ariyye, Mâtürîdiyye, Câhızıyye, İbâdıyye gibi.

İslâm dininin getirdiği fikir ve vicdan hürriyeti ve insan ferdlerinin birbirinden farklı duygu, düşünce ve karakterlere sahib oldukları gözönünde bulundurulduğu takdirde rnüslümanlar arasında bazı değişik düşüncelerin doğuşunu bir mânâda tabii karşılamak lâzım gelir. Ayrıca Kuran ve hadisten ibaret nasların bir kısmı, üslûb ve muhteva bakımından kolay anlaşılır, olduğu halde bazıları, gerek ifade tarzı, gerek konu iti¬bariyle kapalılık taşımakta, bu sebeple de asıl maksadı anlamakta zorluk çekilmektedir.

İslâm tarihinin bilhassa ilk asırlarında müslümanlar arasında or¬taya çıkan fikrî hareket ve İhtilâfların sebepleri üzerinde duran araş¬tırıcılar diğer bazı sebepleride tesbit etmişlerdir. Aslında mezhepler tarihînin mevzularını teşkil eden bu sebepleri kısaca özetlersek mezhep olayı şöyle ifade edilebilir: Ölçü ve metod farklılığı, Hilâfet münakaşaları, Müslümanlar arasında ortaya çıkan iç savaşlar, Müslümanların çeşitli kültürlere mensup milletlerle münase¬bet kurması, Felsefenin tercüme edilerek islâm dünyasına yayılışı, Naslardan dinî hükümler çıkarma zarureti ve Siyasî düşünceler…Mesele ister siyasi, ister sosyal olsun, Öncelikle şu hususu kesinlikle aklımızdan çıkarmamalıyızki, İslâm dini tevhid dinidir. «Tevhîd», her şeyden önce, Allah taâlâyı zâtında ve sıfatlarında bir ve tek kabul etmek, zâtında ve sıfat¬larında ona ortak koşmamak mânâsına gelir. Bunun yanında İslâm di¬ni mensuplarının birlik ve beraberlik içinde olmaları, ırk, dil, bölge ve diger sebeplerle parçalanmamaları da tevhidin gereklerindendir.

Kuranı kerimde bu mevzu ile alâkalı olarak Ali imran suresi ayet.103.te. müslümanlara mealen şöyle hitabedilir: ** Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. ***

Yine Enfal Suresi ayet.46.da Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir….*** Peygamber efendimizde (sav) hayatı boyunca, söz, fiil ve hareketleriyle, islâm birliğini muhafaza et¬meye çalıştığı gibi bu birliğin devam ettirilmesini bir çok hadisele¬riyle tenbih ve tekid etmiştir. Bununla beraber Rasûlüllahın vefatından sonra müslümanlar ara¬sında ihtilâfların meydana geldigi ve neticede bazı fırka ve mezheplerin ortaya çıktığı tarihî bir gerçektir.

O zaman şöyle bir düşünce aklımıza yer eder; O halde fırka ve mezheplere ayrılmanın dinî hükmü nedir? Hangi ayrılıklar Kur’ân ve sünnetin yasak kapsamına girmekte, hangilerine ise onay verilebilmektedir? İnsanlar arasında fikrî ihtilâf bazı sınırlar dâhilinde tabii karşila-nabilirse de içtimaî, sosyal ayrılıklar, cemiyet ve cemaat bünyesini sarsacağı, müslüman topluluğu parçalara ayırıp onların güç,kuvvet ve kudretini zayıflatacagı için hiç şüphe yok ki haramdır. (B.Topaloglu)

Bilindiği üzere İslâm dinin¬de, birliği esas alan iman prensiplerinden başlamak üzere bir çok ibadet şekilleri cemaat şuurunu uyandırıp devam ettirmekte, bir çok emir ve yasaklar bu şuurun muhafazasını hedef almakta, ahlâkî kai¬deler de buna yardımcı olmaktadır. Bununla beraber ırk, dil, bölge, mes¬lek ve diger bahanelerle müslüman topluluğun birlik ve beraberliğini bozmak, ayrılık sebepleri icad edip onu parçalara bölmek elbette îslâmın lâfzına da, ruhuna da tamamen aykırı bir şeydir…

Mezhep mevzuuna bu açıdan baktıgımızda önümüze üç farklı ayrılış gelir. Fıkhí mezhebler, İtikadí mezhebler, Siyasí mezhebler. Peygamber Efendimiz (sav) zamanında müslümanların mezhebí anlamda ihtilaf etmeleri ayrılığa düşmeleri zaten mümkün değildi. Çünkü VAHİY devam ediyordu ve bütün sorunlar, meseleler, problemler, peygamber Efendimiz tarafından çözüme kavuşturuluyordu. İlk üç halife döneminde de müslümanlar arasında bu denli bir tefrika, ayrık yoktu. Çünkü ilk halifeler sorunları Kur’an ışığında çozüyorlardı. Ümmetin önünde Peygamberin yetiştirdiği sahabe nesli önderdi. Onlar her konuda insanlara rehberlik ediyorlardı ve sorunlarını,poblem ve meselelerini, Rasûlüllah’tan öğrendikleri gibi hallediyorlardı. Sahabeler Raşid Halifelerin her konuda yardımcılarıydı. Onların yönettiği insanlar da genel olarak İslâma bağlı insanlardı. Üçüncü halife Hz. Osman Efendimizin halifeliğinin sonlarına doğru müslümanlar arasında farklı görüşler ve bunlara bağlı olarak farklı tutumlar gündeme gelmeye başladı. Dördüncü halife Hz. Ali Efendimiz zamanında ise bu farklı anlayış ve görüşler farklı grupları doğurdu ve ne yazıkki müslümanlar arasında ilk fiilí çatışmalar meydana geldi.

Halifenin kimden olacağı, Hz. Osman’ın katillerinin bulunması, biat etme, biatını bozanın durumu, büyük günah işleyenin durumu, Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki hakemlik meselesi ve bunlara benzer konular ilk ihtilaf konularıydı. Zaman geçtikçe ihtilaf edilen konular ve bunları savunan farklı gruplar giderek arttı. İslâm tarihinde ortaya ilk çıkan mezheblerin çıkış sebepleri temamen siyasí sebeplerden dolayı idi.

Daha sonra fıkhí mezhebler de ortaya çıktı. Bazı siyasí mezhebler hem itikadí, hem de fıkhí mezheb sayıldı. Farklı siyasí taraf olarak ortaya çıkan grupların elbette fıkıh ve itikat görüşleri de vardı. Başlangıçta bir konudaki farklı görüşler, taraftarları çoğaldıkça giderek bir mezheb halini aldılar. Her üç grup mezheb çeşidinin ortaya çıkış sebepleri farklı farklıdır. Bunlardan bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:

İnsanlar arasındaki fikri ayrılıklara bakacak olursak: Bilinmek istenen Konunun kendiliğinden kapalı olması. Öteden beri insanlar kendileri için kapalı olan konuları açmak, öğrenmek isterler. Çoğu zaman konuları kendine göre anlarlar, yorumlar ve görüşlerini ortaya koyarlar. Anlayış ve metod farklılığı onları farklı kanaate götürebilir. İkincisi; Arzu, istek ve karakterlerin farklı olması. Farklı arzu ve istekler, insanları bir konuda farklı görüşe götürür. Herkes olaya çoğu zaman kendi açısından bakar.

Bir başka sebep ise; Yönelişlerin farklı oluşu. İhtilafın bir sebebi de farklı yönelişlerdir. Herkes kendi yönelişine göre bir fikir edinir. Birde Eskileri taklit hususunun önemi vardır. Önceden yaşayanların fikir ve adetlerinin taklid edilmesi, insanlarda sabit fikir meydana getirir. Öncekilerin görüşleriyle yönlendirilenler, yeni fikirlere kapalı olurlar; farklı görüş sahipleriyle ayrılığa düşerler.

Başka bir ayrılık noktası: anlama, kavrama ve Algılama farklılığıdır. Tabiidirki, İnsanların algılama kapasiteleri ayrı ayrıdır. Algılama farklılığı ve aklın vardığı sonuçların ayrı oluşu, değişik görüşleri doğurur. Sonuç olarakta; Liderlik ve hükmetme arzusu baskın çıkmaktadır. Bu arzu içinde olanlar, özellikle siyasî konularda elbette farklı düşünürler ve başkalarıyla ihtilaf ederler. Onların peşinden gidenler de bu ayrılığı artırırlar.

Şurası çok iyi bilinmelidirki; Müslümanların ihtilafı, farklı mezheblerde olması dinin özünde olmamıştır, ki bu son derece önemli bir husustur. Yani Allah’ın birliği, Hz. Muhammed’in peygamberliği, namazın, orucun, zekâtın farz oluşu gibi konularda ihtilaf yoktur. Bunların yerine getirilmesi, dinin anlaşılması, âyetlerin işaret ettiği hususlar, Allah’ın sıfatları ve benzeri konularda farklı anlayışlar ortaya çıkmıştır.

İtikat konularındaki ayrılıklar müslümanlar hakkında iyi sonuç doğurmamıştır. Elbette Kur’an ve hadislerde açıkça anlatılmayan konularda ilim adamlarının farklı açıklamaları tefsir ve fetvaları olacaktır. Ancak bunların birer mezheb haline getirilmesi hoş olmamıştır. Bunun yanında, Arap ırkçılığı; İslâm her türlü ırkçılığı yasaklamasına rağmen, Saadet Asrından sonra ırkçılık gündeme gelmiş ve bu da müslümanlar arasında ihtilafı artırmıştır. Hilafet anlaşmazlığı. İlk dönem müslümanlarının ilk anlaşmazlığa düştükleri konu budur. Kimileri Hz. Ali’ye hak sahibi görürken, kimileri başkalarını veya Kureyş kabilesinin halifeliğini kabul ettiler.

Gayri müslimlerin İslâma girmesi. İslâm, kısa zamanda Arabistanın sınırlarından dışarı çıkmıştı. İslâm’a yeni girenlerden kötü niyetliler kendi yanlış fikirlerini müslümanlar arasında yaymaya çalıştılar, ihtilf konularını körüklediler. Onlardan alınan fikirler, İslâmı ve Kur’an’ı anlamada farklı şekillerde kullanıldı. Felsefenin İslâm âlemine girmesi. Akla çok önem veren felsefenin İslâm âlemine girmesiyle ihtilaflar bir kat daha arttı.

Kapalı Meselelerin açıklanma gayretleri. Bu iyi niyetli girişim elbette farklı görüşlere kapı açmıştı. Bu konularda aşırıya kaçılması ihtilaf sebebi olmuştur. Kuranı Kerim’de manası kapalı, ‘müteşabih’ bulunması. Kur’an’da, anlamı hemen anlaşılmayan müteşabih âyetleri anlama ve açıklama girişimleri ihtilafı artıran hususlardan birisi olmuştur.

Yeni şer’í hükümlerin çıkarılması. Kur’an ve hadislerde yer almayan konular ve olaylar hakkında, bu kaynaklar ışığında çözümler bulmak ictihad etmek gerekli idi. İslâmın uygulanabilmesi için buna ihtiyaç vardı. Bu konuda yetkin alimler, kendi güçleri kadar, ellerine ulaşan deliller doğrultusunda fetvalar verdiler, ictihad yaptılar. Müctehid alimlerin bilgileri, kapasiteleri ve ellerindeki delil ve yöntemler farklı olduğu için farklı ictihad yaptılar. Ancak onların bu gibi ayrılıkları hiç bir zaman ayrılık, şer gibi görülen kötülük olarak değerlendirilmedi. Bilakis bu, müslümanlar için rahmet sayıldı. Ki mezheb konusunda en olumlu gelişme de budur.

İslâm dininin müntesipleri, baglıları arasında vuku bulan fikrî ihtilâfların, farklı düşüncelerin cevazı münakaşa edilirken, bu ihtilâfların, dinin usûlü veya furûunu yani ayrıntı noktalarını alâka¬dar edişinin gözönünde bulundurulmasının ayrı bir önemi vardır. Müslümanların Feri hususlarda, yani fıkhî meselelerde İhtilâf etmesi en muhafazakâr zümre tarafından bile anlayışla, müsamaha ile karşılanmış, hatta rahmet telâkki edilerek teşvik edilmiştir. Çünkü fıkhî meselelerin hükmünü tayin etmekteki fikrî hareket daima İslâm hukukunu işlemekte ve onu her zaman ve her yerde anlaşılıp, amel edilir bir hukuk sistemi haline getirmektedir.

Bunun aksi bir çok dinî hükmün bilinmezlik içinde, meçhul kalmasını ve dolayısıyla tatbikat ve hayat sahnesinden çe¬kilmesini doğurur ki Kurânı kerimde bunun için «küfür, zulüm ve fısk» tabiri kullanılmıştır. Bu mânâdaki fikrî hareketin Peygamber efendimizin Asrı seâdette başladığını ve islâm tarihi boyunca devam ettiğini söylemek lâzımdır. Bilindigi gibi Peygamber Efendimiz (sav), Muaz b. Cebeli, Yemen’e vali olarak gönderirken ona, Fıkhi bir mesele gündeme geldiginde nasıl hükmedeceksin? diye sormuş, o da, Allah’ın kitabı ile hükm ederim, cevabını vermiştir. Rasûlüllah: Allah’ın kitabında bulamazsan ? Muaz : Rasûlüllahın sünnetiyle hükm ederim. Ya bunların her ikisinde de bulamazsan, ne yaparsın ? Muaz: Kendi re’yîmle ictihad eder, meseleyi halletmeye çalışırım. Bu cevap üzerine Peygamber efendimiz onu takdir ederek mealen şöyle buyurmuştur: ** Rasûlünün elçisini Rasûlünü memnun edecek şeye muvaffak kılan Allaha hamdolsun…**

Rasûlüllahın vefatından sonra, fakîh sahâbîler, ortaya çıkan me¬selelerin çözümünde, Muâz b. Cebel’in metodunu takibetmişler ve feri meselelerde yer yer birbirinden farklı fetvalar ortaya koymuşlardır. Bu fet¬vaların bir kısmını Hz. Âişe (v. 58/687) red, tashih veya ikmal etmiş¬tir. Şüphe yok ki feri meselelerde di¬ni alâkadar eden bu ihtilâf, başka bîr ifade ile fıkıh sahasında cere¬yan eden bu fikrî hareket tabiîn ve müctehid imamlar devrinde daha da genişleyerek devam etmiş ve neticede çeşitli fıkıh mezhepleri or¬taya çıkmıştır.

Bir mezhep imamı diğer mezhep imamına nisbetle farklı görüşlere sahib olduğu gibi aynı mezhebin baglısı bulunan imam¬lar bile kendi mezhepleri içinde muhtelif reyler izhar etmişler ve bir mânâda fikir hürriyetinin güzel örneklerini vermişlerdir. Feri meselelerde dinde, hakkında nas vârid olmuş meselelerin hü¬kümlerini bu naslardan çıkarmak, nas bulunmayan meselelerin hü¬kümlerini de çeşitli metodlarla tesbit ve tayin etmek konusunda is¬lâm âlimleri başlangıçtan bugüne kadar ellerinden geldigince çalışmışlardır.

Bunun ne¬ticesinde de bir çok meselede birbirinden farklı görüşler elde etmişlerdir. Ümmeti Muhammed’in bu nevi İhtilâfı, fikir çapında kaldığı, içtimaî, sosyal birliği sarsacak şekilde mezhep taassubuna ve fiili çekişmeye dönüşmediği müddetçe mahzurlu, zararlı görülmemiş, hat¬ta rahmet olarak ifadesini bulmuştur. Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen: ** Hâkim hükmünü vereceği sıra¬da ictihad eder de doğru olanı bulabilirse iki sevap, içtihadında hata ederse bir sevap alır…** buyurmuşlardır…

Unutulmamalıdırki; Müctehid imamlar arasında farklı görüş ve kanaatlerin olması doğaldır. Müctehid olan alimlerin Kuranın ve Sünnet’in ruhuna uygun olarak yaptıkları ictihad, birbirine aykırı bile olsa faydalıdır. Çünkü ellerindeki deliller farklı görüş belirtmeye uygundur. Kısaca, Dinin ayrıntı sayılan fikhí (amelí) konularındaki farklı görüşler zararlı değildir. Müslümanlar günlük hayatlarında, kendileri, başkaları ve olaylar hakkında farklı görüş sahibi olabilirler. Özellikle fıkhí mezhebler İslâmın uygulanması, kişi ve toplum hayatında daha iyi yaşanabilmesi ihtiyacından doğmuşlardır.

Bugün yaşayan ve ortaya koydukları fıkha tabi olan kalmadığı için yaşayamayan az sayıdaki fıkhí mezhebler, tefrika sebebi değil, birer hukuk okulları, ya da fıkıh disiplinleridir. Onlar da dinin kendisi sayılır, bir mezhebinin tanımladığı, algıladığı şeyler, ortaya koyduğu hükümler İslâm zannedilirse, ya da İslâm bir grubun şemsiyesi altına sokulursa; bu da mezhebçilik ve dinde tefrikaya sebep olur. Müslümanlar, İslâm akidesine sağlam bir şekilde bağlanmalı, bu inancı ibadet ve ahlâk olarak yaşayabilmek için de fıkıh sahasında telfike yani verilen fetvaları birbirine karıştırma yapmadan ümmetin güvenini kazanmış mezheblerden ve onların ictihadlarından yararlanmalılar.

İslâmın bütün yönlerini bilmeyen müslümanların bir Mezheb imamına uymaları dinde bir gerekliliktir aynı zamanda da tabiiki kolaylıktır. Mezhebli olmak bir mezhebe baglanmak, baglandıgı mensubu oldugu mezhebi iyi bilmek biz mukallidler için büyük bir ihtiyaçtır. Bir mezhebin mensubu olmak kesinlikle ihtilaf çıkarmak, parçalanmak, bölünmek gibi düşünülmemelidir. Dinimizi en dogru ve en gerçeki yaşamamız için gerekli bir kolaylık olarak düşünmemiz inanıyorumki en hayırlı hal ve hareketimiz olur. Şurası bilinmelidirki Mezhep imamlarımız dini meseleleri en dogru ve en güzel bir şekilde ortaya koymuşlar, tabir caizse sofrayı eksiksiz bir şekilde kurmuşlar ve bize gelin buyurun bu yemegi yiyebilirsiniz demişlerdir. İmamı Azam Ebu Hanife, İmam Yususf, İmam Muhammed ve İmam Züfer bu bilgileri edinebilmek için Kuran ve Sünneti seniyyeden güçleri nisbetindeki fetvaları ortaya koymuşlardır. Allah onlardan razı olsun. Bizlerde Hanefiler olarak onları taklid ediyor ve büyük bir kolaylıkla dinimizi yaşamaya gayret ediyoruz. Nasıl biz Hanefiler bu kolaylıgı yaşıyorsak Malikiler, Şafiiler ve Hanbelilerde aynı dini kolaylıgı tatbik ediyorlar. Allah onlardan da razı olsun…

Ehli Sünnet imamları deyince altı imam aklımıza gelir bunların ikisi itikatta imamdırlar bunlar İmam Maturidi ve İmam Eşaridir. Amelde imamlarımız ise dörttür. Bunlar Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafii ve Ahmed bin Hanbeldir. Cenabı hak hepsinden razı olsun.

Bu konuda degerli eserler veren yazarlarımızdan, Bekir Topaloglu merhum diyorki: O halde Rasûlüllahın akaid sahasındaki sünnetinden ayrılmayan ve cemaat ruhunu zedelemiyen fikrî İhtilâflar usûl-i dinde de kabul edilmelidir. Tâ Eş’arî’den itibaren mezhepler tarihi mevzuunda eser te’lif edenler, «ehl-i sünnet ve’l-cemaat» adı verilen bu meşru daire¬nin sınırlarını çizmişler, hak yolda olmanın alâmetlerini tesbite çalışmışlardır.

İslâm dininin gerek usûlünde, gerek furûunda fikrin hareketi mâ¬nâsına gelen ihtilâf vâkı’de kaçınılmaz bir şeydir. Şöyle ki furû’daki ihtilâf zaten tecvîz edilmektedir yani anlaşılması için elden gelen gayretler gösterilmektedir. Usûle gelince, bunun en güzel ce¬vabını İmam Eş’arî vermiştir. Bilindiği üzere Eşarî, hayatının kırk yı¬lını (hicrî 260-300) Mu’tezile arasında geçirmiş, hatta onların hatırı sayılır âlimlerinden biri olmuştur. Ancak itizal mezhebi, fikrî kemal mertebesine eriştiği bir devirde Eş’arî’yi tatmin edememiş olacak ki kırk yaşlarında iken Mu’tezileyi terkedip Ehli sünnet akîdesine baglanmıştır.

Konumuzu bir hadisi şerifle baglamak istiyoruz mealen şöyle: ** Başınızda bazı önderler olacak, bir kısım sünnetleri terk edecekler. Siz de onları terk ettiğiniz zaman, bu defa bir kısmını daha terk edecekler. Siz de terk ettiğinizde, işte o zaman en büyük belayı başınıza getireceklerdir…(İbn Mesûd ra. Taberânî)**

Allahım bizleri öncelikle dinimizi iyi anlayan,iyi kavrayan, kuran ve sünneti seniyeyi iyi tetkik eden ve sımsıkı baglanan kulların arasına dahil eyle. Bizleri mezhepsizlerin oyuncagı etme. Bizleri sadece kupkuru aklıyla yönetmeye çalışan felsefecilerin tuzagına düşürme. Bütün gelen bilgilere ragmen, peygamber zamanında mezhepmi vardı diye bilgiçlik taslayan din ve mezhep kaçkınlarına yoldaş eyleme. Bizleri sıratı müstakimden ayırma. Bizleri Ehli sünnet vel cemaattan ayırma. Bizlere senin sevdiklerini sevdir. Bizlere din düşmanları ile mücadele azmi ve kararlılıgı nasip eyle. Din tahripçilerinin şerrinden bizleri muhafaza eyle. Sen her şeylere kadirsin allahım…Amin…

Sermedkadir…Lu…16.05.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert