MUCİZ’İL BEYÂN…

İfade güzelliği, üslubu, kulağa hoş gelen tarafları, daha yüzlerce özellik ve güzelliğiyle Kur’anı kerimin mucize oluşu bilinen bir hakikattir. Kur’an’ın indiği toplumdan, 1440. sene sonra dahi ifade güzelliğinin eşsiz beyânıyla revaçta olduğu her devirde ifade edilmiştir. Kur’an’ın bu açıdan öncelikle o dönem insanlarını ne kadar etkilediği tarihî bilgilerle sabittir. Kur’an’dan birkaç âyeti dinledikten sonra, bu sözün insan sözü olamayacağı itiraf edenlerin sayısı pek çoktur. İşte, Ömer efendimiz, Allah rasulünü (sav) öldürmek üzere kılıcını kuşanmış, O’nu aramaktadır. O arada kızkardeşi ile kocasının da İslâmı kabul ettiklerini duyar ve yolunu değiştirerek her şeyden önce onlara bir ders vermeyi kararlaştırır. Büyük bir hiddet, kızğınlık ve öfkeyle kızkardeşinin evine girer. Hatta karşılaşır karşılaşmaz kızkardeşini tokatlar. Ancak orada Kur’an’dan birkaç ayeti dinledikten sonra bu sözün insan sözü olamayacağını itiraf eder ve İslâm dinini kabul eder. Zamanımızda sadece arapça diye basite alınan mukaddes kitabımızın ilahi yönünü düşünmeyenler büyük bir yanılgının girdabındadırlar…

İfade güzelliği konusunda âdeta mütehassıslaşmış oları o toplum, Kur’anın ifade güzelliği karşısında şaşakalmış, inatlarından bazan Kur’an için bu bir şiir’dir, demiş, sonra kendileri bu yakıştırmanın tutmayacağını anlayarak, bu bir sihir’dir, insanları büyülüyor demişlerdir. Bazan atalarından dinledikleri masallarla kıyaslamışlar, bazan da, iftira mahsulü düzmece sözlerle bir tutmuşlardır. Kur’an, bu konuda da dili arapça olan o zamanki insanlara ve günümüzde bile saçmalama şampiyonlarına açık açık meydan okumaktadır. Günümüzde, mucize kavramı olur olmaz cümle içinde çok konuşulur oldu. Halbu ki, mucize, Cenabı hakkın sadece Peygamberlerine vermiş olduğu ihsana denir. Rabbimizin emir ve yasaklar bütünlüğünü kapsadığı için Kur’anı kerim de Peygamber efendimize (sav) sunulan büyük bir mucize’dir. Kur’anı Kerimin muciz olması, benzerini getirmek isteyenleri aciz bırakması, peygamberliğin  ilanı ile birlikte muhataplara meydana okunarak ortaya konan ve insanları acze düşüren olağanüstü yönleri her çağda olduğu gibi, 2024. yılında da eşsiz ifade bütünlüğü ile vermiş olduğu mesajıyla inanan, inanmayan herkesi şaşkınlığa uğratmaya devam etmektedir…

Allahu teâla göndermiş olduğu her peygambere, peygamberliğini isbat etmek için bu tür mucizeler vermiştir. Kur’anı kerim, peygamber efendimizin (sav) mucizesidir ve mucize yönü kıyamete kadar kalıcıdır. Diğer peygamberlere verilen mucizelerin kalıcılık yönü kendi zamanları ile sınırlı idi. Onların mucizeleri, dönemlerinin tamamlanmasıyla son bulmaktadır. Aslında son peygamberin mucizesinin kalıcı ve sürekli olması, tabii, hatta gereklidir. Kur’anı kerimin mucize olması, benzerini getirmek isteyenleri aciz bırakması, Peygamberliğin ilanı ile birlikte muhataplara meydana okunarak ortaya konan ve insanları acze düşüren olağanüstü ifadeler ilahi mesajın beyânıu mahiyetindedir. Sahihi Buhari’de bizlere ulaştırılan bir hadiste, Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır:**Hiç bir peygamber yoktur ki, zamanındaki insanların inandıkları mucizeler kendisine verilmiş olmasın. Mucize olarak bana verilen ise, bana vahyettiği Kur’an’dır. Dilerim ki kıyamet günü peşinden gideni en çok olan, ben olunum…**Arap lisanını diline dolayıp aslında İslama muhalif lâf konuşanlar, kendi dilini putlaştırma çabasındaki zavallılardır…

Kardeşlerim, Kur’anı kerim, öncelikle akla hitap eden bir mucizedir ve kıyamete kadar kalıcılık vasfını buradan almaktadır. O, müteaddit ayetlerde meydan okumuş. Allah tarafından gönderilmediğini iddia edenleri, bu iddialarını ispatlamağa çağırmıştır. Kur’an’ın bu meydan okuyuşunu içeren ayetler, Mekke döneminde inmeğe başlamış ve Medine döneminde de inmeğe devam etmişlerdir. İslâm’a girmeden önce müşrik Arap toplumunun ahlâkî yapısı ve seviyesi tarihen sabittir. Her türlü ahlâksızlık ve çapulculuğun hüküm sürdüğü o toplum, İslâm dini ile şeref bulduktan sonra, insanlık için örnek bir toplum konumuna yükselmiştir. Birlik ve beraberliği sağlayan, güçsüzün hakkını koruyan, insanlık tarihinde eşine rastlanmayan, geri kalmışlığıyla alay eden toplumlara fazilet ve medeniyet taşıyan, kısa bir müddet içerisinde çevresine hâkim olmuş, sadece inananları değil, İslâmı kabul etmeyen diğer kültür mensuplarını da huzur ve güvenliğe kavuşturmuştur. İşte Kur’an’ın getirdiği ilkelerin ilâhîliğini isbat hususunda bu tarihî vakıa güzel bir delildir… Tabii ki, inkârcı zümreye ne anlatılsa nâfiledir…

Sermedkadir…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert