MÜSLÜMAN HAYIR VE HASENATA ÖRNEK OLMALIDIR…

Rabbimiz  Hacc Suresi  ayet.41.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır…***

Peygamber  efendimiz  bir  Hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ** Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir müslüman kardeşinin bir sıkıntısını giderirse, Allah da, onun kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim müslüman kardeşinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter…**(İbn Ömer (ra). Ebû Dâvud.)

İnanıyoruzki; Müslüman, çalışan ve çalışkan insandır. Tembellik Müslümanın  lügatında olmamalıdır. Her sahada en faydalı ve en verimli çalışmayı Müslümanlar yapmalıdır. Yapmalıdır ki zillet  içerisinde  değil  İzzet  içerisinde  hayatiyetini  devam  ettirsinler. İslâm’ın izzet ve şerefini  lâyık  oldugu  şekilde en  yükseklerde tutmayı  muhafaza  etsinler. Hazreti  Ali  efendimiz  diyorki: * Çalışan insanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar. Çalışmayanlar ise kendilerini kötülükten kurtaramazlar…*

Kardeşlerim, Müslümanlar olarak düşüncede, sözde ve işte sürekli hareketlilik, canlılık ve atılım içinde olmalıyız diye  düşünüyoruz. İnanıyoruzki; Zihin ve düşünce sahasındaki tembellik, söz, iş ve hareket tembelliğini beraberinde getirir. Kötü şeyleri düşünmek, zihnî ve kâlbî kötü düşüncelerle meşgul etmek kişiyi ruhî bunalımlara ve streslere sürükler. İyiyi, güzeli, doğruyu ve hak olanı düşünmek,tefekkür etmek ise insanı aklî, kâlbî ve ruhî sağlık ve berraklığa kavuşturur inancını  taşıyoruz…

Unutmayalımki; İyilerin  tembelliği, kötülerin faaliyetidir. Müslümanlar çalışmaz, müslümanlığın gereği olan faaliyetleri yapmaz, kötülüklerin yayılmasını engelleyip, iyiliklerin yaşantımızda  yerleşmesi için gayret sarfetmez ise, kötüler çalışmasa, herhangi bir faaliyet göstermese de, tabiatında olan yayılmacılıktan dolayı kötülük ve kötüler cemiyete hâkim olur. Netice olarak büyük gayret ve çabalarla uzun yıllar boyunca meydana getirilen medeniyetler, müesseseler ve hizmetler heba olup gidebilir. Bunun  En yakın örnegi Osmanlı devletidir.

Altı yüz küsur yıl boyunca oluşan o muazzam medeniyet üç-beş Balkan serserisinin elinde yok olup gitti. Müslümanların nemelâzımcılığı, bir kısmının siyasî firasetten mahrum oluşu, Abdülhamid gibi dâhi bir padişah ve halifenin takip ettiği İslâm siyasetinin idrak edilemeyişi, ümmetin parçalanıp dağılmasına sebep olmuştur ne  yazıkki. Onun için müslümanlar çalışmaya mahkûmdur. Çalışmak, çalışmak, hep çalışmak… Nereden başlayıp, hangi güzergâh takip edilerek, nereye varılacağını bilerek çalışmak Müslümanların  şiarı  olmalıdır..

Zaman, iş ve insan israfı yapılmadan, önem  sırası  gözetilerek  yani  anın  vacibi  dediğimiz  husus  ön  plana  alınarak, plânlı ve programlı bir şekilde yalnız Allah rızası için çalışmak. Düşüncemizi, sözümüzü ve bütün yaşantımızı İslâmlaştırarak çalışmak. İslâm’ın ölçülerine uyarak, çalışmalarımızı İslâm’ın potasında  yoğurarak, kontrol ederek çalışmak. Şahıslar adına, gruplar adına olmadan, nassları tevil etmeden, İslam’ın özünü zedelemeden, nefsimizi ön plâna çıkarmadan, ileriye dönük çıkar ve menfaat hesapları yapmadan çalışmak zorundayız…

Allah Celle  şanuhu çalışmamızı emrettiği için çalışmak, faaliyet  içerisinde  olmak,  ğayretli  olmak, çaba  sarfetmek inancımızı  gereklerini  yerine  getirmek  mükellef  insan  olmamızın  gereklerindendir  diye  inanıyoruz. Örnek  ve  önderimiz  Peygamber  efendimiz (sav) bütün hayatı boyunca hayırlı  çalışmaların  ve  faaliyetlerin  içinde  bulunarak  Ümmetine  doğru  yolu  göstermiştir.

Sahihi Muslimin  bizlere  ulaştırdığı  bir  hadisi  şerif  mealen  şöyle: ** Her kim islâmda güzel bir çığır açarsa, hem yaptığının sevabını ve hem de onunla amel edenlerin sevabını, amel edenlerinki eksilmeksizin alır. Kim de, islâmda kötü bir çığır açarsa, hem yaptığının günahını, hem de onu yapanların günahını, yapanların günahından hiçbir şey eksilmeksizin yüklenir…**Cerîr (ra) Nasılki  Peygamber  efendimiz (sav), iyiyi, güzeli,  dogru  olanı  yapmış  ve  yapılmasını  teşvik  etmiş  ise  aynı  zamanad bu  Ümmetin hayırlıları, sâlihleride o  güzelim  yolu  takip   etmişlerdir…

Kötülüklere engel olmak  için  var  güçleriyle çalışmışlar, Hakkı hayata hâkim kılmak için ellerinden  geldiği  kadar  emek  verip  çalışmışlar. Nefsin serkeşliğini gemlemek, onu hakka tâbi kılmak için çalışmışlar. Küfür ve şirk ateşinde yanan milyonların kurtulması, imana kavuşması için çalışmışlar. Cehâletin koyu karanlığı içinde yolunu şaşıranların aydınlığa çıkması için çalışmışlardır.

Tüm İslâm beldelerinde  yetim kalmış yavruların, namusuna  tecavüz edilmiş kadınların, ak saçlı ninelerin, ak sakallı dedelerin, bütünüyle bir ümmetin acılarını, feryat ve figanlarını dindirmek için çalışmışlar. Dogudan  batıya,  güneyden  kuzeye  kadar, tüm İslâm beldelerinde, ezansız kalmış minarelerin, cemaatsiz kalmış câmilerin, talebesiz kalmış medreselerin, hilâle hasret memleketlerin yeniden canlanması  uğrunda canla,  başla örnek  çalışmalarını  sergilemişlerdir…

Ahir zaman Nebisi Rasûlullahın (sav): ** Günü gününe müsavi yani  eşit olan ziyandadır…** buyruğu, müslüman kişinin hiçbir zaman aklından çıkarmayacağı, çalışmalarına, hizmetlerine hız vereceği, heyecan uyandıracağı bir NUR, ışık, kılavuz  ve  rehber olmuştur. Hayatını ziyan etmek, bir gününü diğer günüyle  aynı düzeyde  yaşamak  istemeyen, şuurlu,  bilinçli  müslümanlar yaşadığı  zaman  dilimini değerlendirmelidirler. İnanıyoruzki İçinde bulunduğu zamanı değerlendiren birey aynı zamanda maziyi de, istikbali de değerlendirmiş olur.

Çünkü içinde bulunduğumuz zaman, düne göre istikbal, yarına göre mazidir. Bir ırmağı ikinci kere seyretmek mümkün değildir. Çünkü her saniye ve dakikada ırmağın suyu değişmektedir. Her ne kadar ırmak aynı gibi görünüyorsa da… Hayat da böyledir. Zaman ırmağı akıp gitmekte ve hayatımızdan bir ânı bile geri çevirmek mümkün olmamaktadır. Öyleyse müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz her günü son günümüz olarak kabul etmeli ve ona göre kulluk yapıp, ona göre çalışmalıyız.

İlim yolunda çalışmak, elde edilen ilimle amel etmek ve öğrenip amel ettiklerimizi başkalarına öğretmek, tebliğ etmek, İslâm’ın hâkimiyeti için  elimizden  gelen ğayreti  göstermek mutlaka çalışmaların en hayırlısıdır inancını  taşıyoruz. Örnek  ve  önderimiz  Peygamber  efendimiz (sav) bizlere  dogruları  gösteren,  anlatan bir muallimdi. Asrı  saadette  yaşayanların  hemen  hepsi  ilimle  yoğrulmuşlardır. Aynı  zamanda öğrenmiş  oldukları  hakikatleri  sadece  kendi  özellerinde  saklamamışlar her  duydukları  güzellikleri  rivayetlerle  zamanımıza aktarmışlardır…

Peygamber  efendimizin  dilinden bir  rivayet  mealen: ** Muhakkak ben muallim olarak gönderildim. Allah beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı değil, muallim ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi…** buyurarak, aslî vazifesinin insanlığa Kur’an hakikatlerini öğretmek olduğunu açıklıyordu. Sahabilerden  öyle  kimseler  vardıki ilimden  nasib  edinmemişlerdi bu  sahabiler  kısa  süre  içerisinde  Peygamber  efendimizden    almış  oldukları  kalıcı  ilimle  her  soruya  cevap  verecek konuma  gelmişlerdir…

Allah Celle  şanuhu hepisinden  razı  olsun. Kardeşlerim  inanıyoruzki; Bir insan için, hakkı tebliğ etmek ve batıldan sakındırmak, hayra öncü, şerre mânî olmak ne büyük bir lütûf  ve  tabiidirki çok büyük bir nimettir. Bizler  her  türlü  ilmi  güzelliği  öncelikle  Mutlak  dogru  bildiğimiz  Kur’an  ve  sünneti seniyyeden ögreniyoruz…Bu hususta Peygamber  efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: ** Şüphesiz bu hayır, hazineler dolusudur. O hazinelerin de bir takım anahtarları vardır. Ne mutlu o kula ki, Allah onu hayra anahtar, şerre kilit yapmıştır. Vay o kulun haline ki, Allah onu şerre anahtar, hayra kilit yapmıştır…**

Evet, hayır hazinelerinin kapılarını açan bir anahtar, şer anbarlarının kapısını kilitleyen bir kilit olabilmek için  bizlere gerekli olan ilmî  elde etmek, ilmi ile âmil bir Müslüman olmak veya sâlih kişilerin, âlimlerin meclisine devam edip onların bilgi, görgü  ve  tecrübelerinden  istifade etmek, yahut da bu kişilerin öncülüğünde maddî ve manevî imkanlarını Allah yolunda yalnız O’nun rızası için sarfetmek  isteyen  konuma  gelmek  için  elimizden  gelen  ğayreti  göstermemiz  sadece  kendi  menfaatımıza  degil bütün ümmeti  muhammedin  fayda  görecegi  hayırlardan  olacaktır  inşaallah…

Bu  konuda İmam Gazalî (Rha) diyorki: * Şayet gerçek ilim adamları olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurlardı. Çünkü âlimler, ilim vâsıtasıyla insanları barbarlıktan çıkarıp insanlık seviyesine yükseltirler…* Buradan da  anlıyoruzki; Cehalet  bizleri  hayvannlardan  daha  aşağı  derecelere  indirip barbarlaştırırken, insan  olma  vasfını  çukurlaştırırken, insanlık  duygu  ve  düşüncelerini  köreltirken, İlim  insanları  en  güzel  meziyetlerle donatmakta, kısaca Dünya ve  Ahiretimizin  aydınlanmasına  vesile  olmaktadır…

Böylece müslümanlar sırat-ı müstakim üzerindeki  yaşantılarında sabır ve  sebat göstererek, kendi öz nefisleri bile zarar görse her zaman her yerde hak olanı konuşur, zâlimlere, lafazan ve şaklaban müfterilere, İslâm karşıtı güçlere karşı kesin tavır alır, İslâm için uğraş verirken kınayanın kınamasından çekinmez, duraksamaz. Hayra destek, şerre köstek olmanın bir müslümanlık borcu olduğu idrakiyle, fâsık, fâcir, müfteri, İslâm’a düşman kişi ve toplumlardan uzak durur ve daima sâlih ve sadık kişilerin oluşturduğu ortam içinde yerini alır ve kendisine öğretilen ilahi  emirler  doğrultusunda vazifeleri büyük bir şevk ve aşkla yerine getirmeye çalışır.

Hem  kendisi  hemde   içinde  bulunduğu  topluma  ebedi  fayda  saglamış  olur…Rabbimiz  Ali  imran  suresi  ayet. 104.te mealen  şöyle  buyurmaktadır:*** Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir…*** Kardeşlerim  bizler  öncelikle  içinde  bulunduğumuz  hâlin  fıkhını çok  iyi bilmek  zorundayız. Hangi  şeyler  zarar  verir  ve  neleri  hayatımıza  aktarırsak  fayda  sağlarız. Fayda  ve  zararımızı  tesbit  ederken  kaynağımızın  tesbiti  zaruridir. Yoksa  Allah  korusun iyilik  ve  kötülükleri  birbirine  karıştırır kendi vesvesesi içinde  dolaşan ne yaptığı  ve  yapacağını  bilemediğimiz  kararsızlarddan  oluruz.

Yani  öncelikle  güzellikleri  alacagımız  kaynak  tertemiz, pak  olacak. Bizler  iyiligi  güzelliği, dogru  olanı,  maruf olanı öğütleyeceğiz, tavsiye  edecegiz, yapılması  uğrunda  çaba  ve  ğayret sarfedeceğiz. Rabbimizin  buyruğu  doğrultusunda tavsiyelerimizi  dillendireceğiz. Aynı  zamanda kötülükleri, çirkinlikleri, bize  zarar veren  her  türlü  olumsuzluklar  hayatımızdan  çıkaracak  ve onlarında  yapılmamasını bu  münker  olanlarıda  reddedeceğiz.Kısaca  demek ki marufu emredecek ve münkeri nehy edece­ğiz. Ama her şeyden önce biz marufu ve münkeri bilmek zorunda­yız. Neyin maruf, neyin münker olduğunu bilmeliyiz ki birini emre­dip, ötekisini men etme  imkânımız olsun…

İnanıyoruzki, Müslümanın evvela maruf ve münker bil­gisine sahip olması gerekmektedir. Bilmezsek Allah korusun maruf diye münkeri öğütlemeye, emretmeye kalkarız, münker diye ma­rufu nehy etmeye, yasaklamaya kalka­rız. O halde bizler, önce münkerin ve marufun ne olduğunu bil­meliyiz. Bilmeliyiz ki, maruf ve münkeri bir tavır ortaya koyabilelim. Kur’ani  ifade  olarak Münker; dinin hoş görmediği doğru bulmadığı, Allah ve Resûlünün haram kabul ettiği, kerih gördüğü her şeydir. Haramlardan mekruhlara kadar dinin tasvip etmediği menhiyatın, yasak  ve  haram  kapsamı  içindeki  her çeşidine İslâm literatü­ründe münker denmiş­tir.

 

Bunun zıddı olan yâni dinin meşru ve doğru kabul ettiği, güzeldir dediği her şeye de maruf denir. Öyleyse münkerin ve marufun tesbitinde ölçümüz vahiydir. Hakkı da bâtılı da, iyiyi de kötüyü de, kârı da, zararı da, marufu da münkeri de, hidâyeti de dalâleti de, hidâyette olanı da, dalâlette olanı da en iyi bilen Allah celle  şanuhu  olduğuna göre bu konuda kıstas vahiy­dir. Bize düşen de öyleyse her şeyi bilen âlim ve her şeyden ha­berdar olan Habir olan, Hakim olan Allah’ın  emirlerini  ve  Allah  Rasülü Peygamber  efendimizin (sav) değerlendirmesini temel,asıl kabul edip onun dediği gibi ya­şamak zorundayız.

 

Allah ve Resû­lünün maruf dediklerini maruf, münker dediklerini de münker bil­mek zorundayız. Rabbimiz siz hayırlı bir ümmet oluşturun buyuruyor.

Sizden bir ümmet çıksın, bir toplu­luk bulunsun. Dünya üzerinde sizin ümmetiniz şu özellikleri taşı­sın. Sizin ümmetiniz, topluluğunuz şöyle olsun, şu özellikleri taşı­sın: Tüm dün­yaya, tüm dünya insanlığına şahitler olsun bu toplu­munuz. İnsanları hayra çağırsın, hayra dâvet etsin, iyiliği emretsin, kötülükten men et­sin. İşte hem dünyada hem de Ukba’da felaha erenler, kurtuluşa erenler, başarıya ulaşanlar onlardır. Böylelikle  emir  ve  buyruklarla  beraber hayırlı  işler  yapmayı,  iyiliği, güzel olanı  ve doğru  olanıda  aynı zamanda  öğrenmiş bulunuyoruz…

 

Rabbimiz, Mutlaka sizden bir grup insanları hayra çağırsın, hayra dâvet et­sin, hayra çağrıda bulunsun, hayra dâvetiye çıkart­sın, hayrı çağır­sın, hayrı çağrıştırsın. Kendilerini görenler hayrı, hakkı hatırlasınlar. Sizden bir grup marufu emretsin, tevhidden yana ol­sun, tevhidin amiri bulunsun, münkeri de nehy etsin, İslâm’ın iste­mediği küfrü ve şirki nehy etsin, küfrü ve şirki ortadan kaldırmaya çalışsın. Rabbimiz, Müslümanlar olarak bizim böyle olmamızı emir  buyuruyor.

 

Kardeşlerim gerçekten şu anda kötülüklerin, kötülerin, kötülük ta­raftarlarının, kötülüğe çağıranların çoğaldığı, iyilerin, iyilik taraftar­larının, iyi­liğe çağıranların çok az olduğu, isyankârların, kötülerin tüm dünyayı ege­menlikleri altına aldıkları bir dünyada, hayrın, iyiliklerin unutulup şerrin hayır diye kabul gördüğü bir dün­yada insanlık buna ne kadar muhtaç  olduğunu  yaşayarak  görüyoruz. Daha  dün  bir  nesneye  kara  diyenler  bugün  beyaz  diyorlar. Zamanımızda  insanları  anlamakta  zorlanıyoruz. Bu  hızlı  değişime  ayak  uydurmak  Müslüman  için  mümkün  degildir…

 

Örneğin kısa  bir  süre  önce  farklı  görüş  ve  zihniyeti  dillendiren  insanlar  bugün  tam  o  fikir  ve  düşüncesinin  zıddına  hareket  eden  ve  dün  kanlı  bıçaklı  olan  zümreler  bugün  aynı  kulvarı  paylaşabiliyorlar. Müslüman  tabiiki  kin  gütmemeli,  birbiriyle  iyi  geçim  yollarını  araştırmalı, hayırlı  olan  ne  varsa huyunu  o  yönde  ıslah  için  gayret  sarfetmeli  ancak zamanımız  insanını  anlamak  cidden  çok zorlaştı. Orta  yolu  takip  etmesi  gereken  insanlar  hep  uç  noktalarda  duruyorlar.

 

Politik  çekişmelerde  dahi  neredeyse  kendi  görüşünün  zıddına  hareket  eden  insanlar  birbirlerini  dinsizlikle  suçlar  hale  geldiler.  Zamanımızda  büyük bir  bilgi  kirliliği  yaşanmaktadır. İnsanlar  mezhep  ve  meşrepten  koparılmış,  sünneti  seniyye  ile  olan  bağlarına  şüpheler  sokulmaya  uğraşılmakta, Mukaddes  bilinen kutsalımıza  saldıran  ne  idiğü  belirsiz  kanaat  sahipleri  medyada devamlı  kafa  karışıklığına  sebep  olmaktadırlar. İnanıyoruzki  bu  hızlı  kötüye  giden  değişim  ancak  ve  ancak  Kuran  ve  sünneti  seniyeye  sımsıkı  bağlanılarak durdurulabilir…

 

Kurtuluş  reçetesi  ancak  ve  ancak, Allah’ın istediği gibi insanları hayra, hakka dâvet eden, hayrı gündeme getiren, hayrı yaşayan, hayrı pratikte gösteren bir topluluk, Ehli  sünnet  vel  cemaata  baglı  bilinçli  ve  şuurlu  insanlar  yetişirse müslümanlar  rahat  ve  huzur  yüzü  görebilirler. Allah ve Resûlünün maruf dediği, iyilik dediği bir ha­yatın kavgasına soyunalım.Cennet yollarını açıp cehennem yollarına barikatlar koymak  için  İslam  dinini  çok  iyi  anlamalı,  bilmeli  ona  göre  yaşamalıyız. İnsanların farkında olmadan süratle ateşe doğru sürüklendikleri bir dünyada kollarımızı makas gibi açarak durun kalabalıklar, bu yol çıkmaz sokak, nereye gidiyorsunuz?

 

Bu gidişiniz sizi ateşe götürüyor. Gelin işte Allahın  sıratı  müstakim  olan  yolu buradadır  diyebilmeliyiz. Gelin cennet bu­radadır, cennet yolu buradadır, felaha erenler buradadır, dünyada da âhirette de başarıya ulaşanlar buradadır diyecek  Kuranı  kerim  ve  Sünneti  seniyye  reçetesini  muhatabımıza  sunmak  zorundayız. İnanıyoruzki; insanlar ister çoğunluk ol­sunlar, ister azınlık olsunlar, onların hiç birisinin kendi  indi  görüş  ve  düşünceleriyle hüküm verme ve değerlendirme hakları da güçleri de yoktur.

 

Tüm yeryüzü insanlığı toplansalar, profesörlerini,  rektör  ve  dekanlarını yardıma çağırsalar  sadece kendi  indi  görüşleriyle şu kötüdür, şu hakdır şu bâtıldır, şu kârdır, şu zarardır, şu münkerdir bu maruftur demeye hakları  ve  salahiyetleri  yoktur. Sadece kendi düşünce  ve  fikri  yapılarıyla  hareket  ettikleri  müddetçe  zarardadırlar. Eğer Allahın  kitabına  ve  Onun  şanlı  Rasulünün  zıddına  bir  yaşantıyı ikame  etmeye  çalışıyorlarsa tabiidirki  yanlışlarını  anında  yüzlerine vurabilmeliyiz.

 

Kuranı  kerime, Sünneti  seniyyeye  muhalif  hareket  ediyorlarsa bilelimki sapık  yolları  izliyorlar  ve  bu  topluluklarıda  kendi  sapkın  fikir  ve  düşünceleriyle  zehirleyip  uyuşturuyorlar… İşte  bizler  bu tehlikeye  düşmemek  için  uyanık  bulunmak  zorundayız… Ögrenim  metodunu,  usulünü  mutlaka  bilmek  durumundayız. Madem ki münkerin ve marufun tespitinde temel kriter vahiy­dir. O halde münkeri ve marufu tanıyabilmek için vahyi bilmek zorun­dayız…

Sürekli Kur’an ve Sünnetle beraber olmak zorunda­yız. Münkeri ve marufu tanımanın yolu kitap ve sünneti seniyyeyi tanımak­tan geçer. Bunları tanıdığımız nisbette biz münkeri ve marufu ta­nıma imkânı bulabilece­ğiz demektir. İnsanları iyiliğe, doğruluğa çağırmak ve münkerden nehyetmek konusunda bir hadis  mealen şöyle: Bedir’e katılan ve Ensardan olan Ebu Mesud Ukbe İbn-i Amr (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim bir hayra ve iyiliğe kılavuzluk ederse ona hayrı işleyenin sevabı kadar sevap vardır…**(Müslim, İmare 133)

 

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ***İnsanları   doğru yola çağıran kimseye kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de kendisine uyanların günahı gibi günah yazılır, ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez…**(Müslim, İlim 16) Müslüman  birey  hayırlı  ve  hasenata  yönelik  başarılarılarından  dolayı kendi nefsini asla ön plâna çıkarmamalıdır.

 

Şahsında var olan bazı kâbiliyetleri, yetenekleri, yaptığı hizmetleri, elde ettiği başarıları asla kendi nefsinden bilmememidir. Bu kâbiliyet ve başarıların Allah’ın bir lütfu olduğu idrakinde o  şuuur  ve  bilinçle  hareket  etmelidir. Allah Teâlâ kendisini hayırlı hizmetlere vesile ve vâsıta kıldığı için O’na hamd ve şükür etmeyi bir vazife bilmeli, Şahsına karşı yapılan hata ve kusurları affedici olmalıdır. Fakat İslâm’a, İslâmî değerlere ve hizmetlere karşı yapılan ihanet ve saldırılar karşısında taviz vermemeli. Mukaddesata  ait  meselelerde kesin tavrını  ortaya  koymalıdır…

 

Dini  ğayret  hususunda müsamahakâr davranmak hakkına sahip olmadığının şuurunda olmalı, Makam ve mevkii, mal ve mülkü onu kendini beğenmeye, kibirlenmeye sürüklememelidir. Müslüman  birey  Allah  rızasını  esas  alan  çalışmalarında  makam ve mevkiinin hizmetkârı, para ve pulunun kölesi haline geldimi herşeyi  bitirir. Bilâkis makam ve mevkiini, mal ve mülkünü İslâm’a hizmetkâr kılar ise Makamı yükseldikçe tevazuu artmalıdır.

 

Malı çoğaldıkça cömertleşmeli, Malın kendisine bir emanet olarak verildiğini ve bu malda diğer müslümanların da hakkı olduğunu kavrayarak malî imkanlarını Allah yolunda, İslâm’ın hâkimiyeti için sarfedebilmeli,  ve bundan büyük bir haz duyarsa  yaptığı  çalışmaların  dünya  ve  ahirette  mükafaatını  alacaktır inşaallah. Hayırlı  çalışmalarında Allah  rızasını  esas  alan müslüman bilmelidirki; kendi nefsi için aşırı derecede israfa ve lükse dalan, fakat Allah yolunda cimrilik yapan bir kişide hayır yoktur.

 

Müslüman  birey  kesinlikle  tembelliğin  esiri  olmamalıdır  dedik yaşadıgı  her  anda ve  geleceğe  ait yapmış  oldugu  plan  ve  programında  öncelikle: *Bugün  Allah için ne yapabilirim? Ne yapmalıyım?…* diye düşünebilmeli. Her sabah ve her akşam İslâm için yapabildiklerini ve yapamadıklarını tefekkür ederek, nefsini sîgâya çekerek, başıboş bırakılmadığını, abes olarak yaratılmadığını asla hatırından çıkarmaz. Bir gün yaptıklarından hesaba çekileceği şuuruyla nefsini hesaba çekebilmeli, her  zaman  iyiyi,  dogru  olanı  ve  hayırlara  yönelik  olan  hareketleri  kendi  nefsine  sonra  gücü  yettiği  eli  ve  dili  ulaştığı  kadar  etrafına güzellikler telkin  edebilmelidir.

 

Örneğin: Ey  müslüman! Çevrene bir bak, etrafa kulak ver, kendine dön, iç âlemini seyret, kendini dinle. İç  aleminde bir sessiz çığlık işiteceksin. Kendi içinden ve çevrenden imdat isteyen bir feryat  duyacaksın. Nicelerinin imanı çalınmış, kimilerinin ahlâkı alınmış, bir kısmının ihlası tahrip olmuş, bir boş kovan haline gelmiş. İffetini yitirmiş milyonlar, izzetini arayan toplumlar feryad ve figan  içerisinde.

 

Bunca mesuliyet, bunca vazifene rağmen, hâlâ tembellik, halâ vurdumduymazlık, nemelâzımcılık ve gaflet niye?“ gibi  ifadelerle Müslüman  hiç  bir  zaman  kalabalıklara  uyamayacağını,  başıboş  hayat  süremeyeceğini, tabir  caiz  is  hiç  bir  zaman  ipin  ucunu  kaçırmayacağının  şuur  ve  bilincini idrak  edebilmelidir. Kardeşlerim, Müslümanlar olarak fıtratımızı muhafaza etmek durumundayız. Allah’a  kulluk yapmak için yaratıldığımızı asla ve kati  surette unutmamalıyız. Gayri müslimleri taklid etmek gibi bir aşağılığa, basitliğe kesinlikle  düşmemeliyiz.

Allah Teâlâ’ya isyan ederek, dînî esasları kendi arzularına göre yorumlayıp, tahrip ederek kendilerine göre bir din anlayışı ortaya koyan toplumların kötü akibetinden ibretler almalıyız. Dünyaya  sadece  yemek,  içmek, bazı  zevklerden  tatmin  olmak, heva  ve  hevesimizin  oyuncagı  olmak, başıboş  bir  hayat  yaşamak, burnumuzun  dikine, kuru  aklımızın çektiği  noktalara yönelmek  için gelmediğimizin  idraki  içerisinde  olmalıyız.

 

Allah  korusun, eğer bu  şekil  davranışları  sergilersek ğayrı  müslimlerden  ne  farkımız  kalır, Yahudilerden,  hristiyanlardan  ve  diğer  kültür  sahibi, sadece dünyaya  bel  bağlayan  müstekbir, isyankar, yaratanını unutmuş,  her değeri  kendi  çabasına  yorumlayan, küçük  dağları  ben  yarattım  havasındaki  boş  gurur  ve  kibir  sahiplerinden  ne  farkımız  olur. Kaldıki  Rabbimiz  Muhkem  kitabında  aynı  hataya  düşmememiz  için bizleri  ikaz  etmekte  uyarmakta sakın  bunlar  gibi  olmayın  diye  bize  dogru  yolu  göstermektedir…

Örnegin Araf  suresi  ayet. 165,166.167.de  mealen  şöyle  buyurulmaktadır: *** Onlar yapılan bunca nasihatı unuttukları zaman, o kötülükten sakındıranları kurtardık, o zalimleri de fena hareketlerinden dolayı şiddetli bir azaba uğrattık. Böylece onlar kibre kapılıp yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince, biz de onlara, hor ve zelil maymunlar olun, dedik. O Vakit Rabbin işte şu ahdi ilan edip bildirdi ki: Kıyamet gününe kadar onlara en kötü muameleyi yapacak olan kimseleri başlarına gönderecektir. Muhakkak ki, Rabbin hızla cezalandırandır ve yine muhakkak ki O, çok affedici, çok merhametlidir…***

Mutlak  dogrulardan  öğrendiğimize  göre; Yâhudilerden bir taife Cumartesi’ne saygı göstermiyor, Tevrat’ın hükümlerini kendi nefsî arzularına göre tevil ve tahrif ediyor, bu kötü davranışlarını ısrarla sürdürüyorlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ: * Âdi maymunlar olun *  buyurarak onları maymun sûretine dönüştürdü. Günümüzde bazı  insanların  hâl, hareket  ve  tavırlarına  bakıyoruzda ne  yazıkki  insanlık  adına  yüreğimiz  titriyor….

Peygamber  efendimiz mucizevi  bir  ihtarla  İbni  macenin  bizlere  ulaştırdığı  hadisi  şerifte mealen  şöyle  buyuruyor: ** Kıyamete yakın zamanda (bazı günahkâr insanlarda) hayvan sûretine çevrilme, yere batma ve taşlanma (azabı) olur….** Alimlerimizin izahlarına  baktığımızda  ifade  edilen * Mesh * olayının, yani insan sûretinden hayvan sûretine dönüşün hakiki mânâda vâki olacağını söylerken, diğer bir kısım müfessirimizde, insanların sûreten değil, ahlâken hayvanlaşacağı kanaatini  beyan  etmektedirler…

Yeri  geldiğinde ifade  ediyoruz  ve  diyoruzki  Rabbimiz  insanı  en  güzel  surette  yaratmıştır diyoruz,  ruhu  ayrı  güzel,  bedeni  ayrı  güzel,  iç  alemi  ayrı,  dış  alemi  ayrı  güzellikle  yaratılmış  olan  insanları  hayvanlardan farklı yaratan  Rabbimizdir  o  farklılığı  muhafazaya  ğayret  sarfedelim inşaallah.  Bilelimki; İnsanlarda olduğu gibi, hayvanlarda da kendilerine özel vasıflar vardır. Meselâ domuz yaratıklar içerisinde dişisini kıskanmayan tek hayvandır. Maymun taklitçi ve karakteri bozuktur. Tilki kurnaz ve hilebazdır. Ve saire…

İnsan yaratılış gâyesinden uzaklaşır, nefis, şeytan ve dünyanın oyuncağı  olursa, kötü,  şerli insanlarla düşer kalkarsa, ahlâken bozulur, iffetini kaybedebilir. Böylece sûreten insan, sîreten hayvan durumuna düşer. Hatta hayvandan da daha aşağı derecelere iner. İyiyi taklit edip tahkike ulaşmak insanı kemâlâtın doruğuna yükseltirken, kötüyü taklit etmek kişiyi aşağıların aşağısına düşürür. Ne  yazıkki Asırlar önce başlayan yahudi ve hristiyan taklitçiliği zamanımızda zirveye ulaşmış  vaziyettedir…

Hayatımızın her safhasında kokuşmuş batının izlerini görmekteyiz. Kendi ruh dünyamızı, medeniyet ve kültürümüzü âdetâ yok farzedip batının sömürüye, çıkara, barbarlığa ve inançsızlığa yönelik  kültürlerinin Müslümanlar  olarak istilasına uğradık. Öyle  insanlar  varki  Hristiyan  ve  yahudi  ne  yaparsa dogru  görür  ve  onların bu yaptıklarını  taklit  eder  hale  geldi. Kendi  kitabını, kültür  ve  edbiyatını okumaktan  aciz ukela  şahsiyetlerin, batı  klasikleriyle  beyin  dolduran  sözde  müslümanların batıyı ve  BATILI  savunacakları  dünyaya  onlar  gibi  aynı  pencereden  bakacakları  aşikardır.  İşte  burada  Peygamber  efendimizin bir  Mucizesine  daha  şahit  oluyoruz. Buhari’nin  sahihinde  bizlere  ulaştırdığı  hadis  mealen  şöyle: ** Muhakkak sizler, sizden öncekilerin yollarına karış karış, arşın arşın tâbi olacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğine girseler onlara tâbi olacaksınız. Biz: „Ya Rasûlullah (onlar) yahudi ve hıristiyanlar mı?“ dedik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:  „Başka kim olacak.“ buyurdu…**

Kardeşlerim, iki  yüz  yıl  varki  kendi  tarzımızdan,  tavrımızdan,  hal,  hareket  ve  uygulamalarımızdan  çok  şeyler  kaybettik. Kaybettiklerimizi, yitiğimizi  er  geç bulmak  zorundayız. Müslümanlar  olarak, Yeniden aslımıza dönmek mecburiyetindeyiz. Kendi inanç dünyamızla, medeniyet ve kültürümüzle tanışmak, bünyemize sirayet eden ve bir güve gibi özümüzü  kemiren, yiyen kötülüklerden, manevî  hastalıklardan kurtulmak, hayat bulmak için bütün varlığımızla bir yeniden diriliş  seferberliği başlatmak  zorundayız.

Cehâletle, taklitle, inançsızlıkla, ahlâksızlıkla ve bütün kötülüklerle mücadele seferberliği yapmamız  mutlaka  gereklidir,  şarttır  inancını  taşıyoruz. Sözümüzü  bitirirken tekrar  tekrar  vurgulayalımki Hayra anahtar olmak  akıl  sahibi  olan  bizlerin elindedir. Hayırlı hizmetler yapmak ömrümüzün  kalan  kısmını hayırlara  vesile  olacak  çalışmalarla  geçirmek cuzi  irademiz  dahilindedir inancını  taşıyoruz. Önce  kendi  nefsimizde, aile’mizde,  çevremizde, cemiyet  ve  cemaatımızda ancak iyi bir insan olursak hesap  gününde kazananlardan oluruz  inancını  ifade  ediyoruz.

İyi  insan  olmanın  yollarının  başında Allahın  kitabına  ve  Onun  şanlı  Rasulünün  sünneti  seniyyesine sımsıkı  sarılmakla, teslim  olmakla  mümkün  olacağı  kanaatini beyan  ediyoruz. İnanıyoruzki Şuurlu  Müslüman ahiretini dünyaya tercih etmez, Yaptığımız her  amel ve her işi yalnız Allah için  yapmaya  ğayret  sarfedelim. Çalışmalarımızın, uğraşlarımızın nihayeti  Allah rızasını  kazanma adına  olsun  inşaallah..

Bir  ayet  ve  bir  hadisi  şerifla  konumuzu  baglayalım  inşaallah. Rabbimiz  Tevbe  suresi  ayet.71.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir…***

Peygamber  efendimiz  bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyuruyor: ** Size öyle bir zaman gelecektir ki, o zamanda şu üçten daha değerli bir şey olmayacaktır: Helâl para, candan arkadaşlık yapılacak bir kardeş, uygulanacak bir sünnet…***(Huzeyfe (ra). Taberânî.)

Allahım  bizim  elimizi,  dilimizi,  gönlümüzü  senin  RAZI  olacağın  hayırlı  amellere  yönelt. Bizleri  sadece  kendi  nefsini  düşünen  değil  aynı  zamanda  Müslüman  kardeşinin  derdiyle  dertlenen,  onlara  faydalı  olmayı  arzulayan  bu  yolda  çaba  ve  ğayret  sarfeden  salih  insanlarla  bir  ve  beraber  eyle. Bizleri  birbirini  sadece senin  RIZAN  dogrultusunda bir  araya  gelen bahtiyar  kullarınla  bir  ve  beraber  eyle. Bizlere  dünyadada,  ahirettede  güzellikler  İHSAN  eyle…Sen  her  şeylere  kadirsin  Allahım…Amin…

 

Sermedkadir…LU…11.03.2017…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert