Rabbimiz Hacc Suresi ayet.41.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır…***
Peygamber efendimiz bir Hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir müslüman kardeşinin bir sıkıntısını giderirse, Allah da, onun kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim müslüman kardeşinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter…**(İbn Ömer (ra). Ebû Dâvud.)
İnanıyoruzki; Müslüman, çalışan ve çalışkan insandır. Tembellik Müslümanın lügatında olmamalıdır. Her sahada en faydalı ve en verimli çalışmayı Müslümanlar yapmalıdır. Yapmalıdır ki zillet içerisinde değil İzzet içerisinde hayatiyetini devam ettirsinler. İslâm’ın izzet ve şerefini lâyık oldugu şekilde en yükseklerde tutmayı muhafaza etsinler. Hazreti Ali efendimiz diyorki: * Çalışan insanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar. Çalışmayanlar ise kendilerini kötülükten kurtaramazlar…*
Kardeşlerim, Müslümanlar olarak düşüncede, sözde ve işte sürekli hareketlilik, canlılık ve atılım içinde olmalıyız diye düşünüyoruz. İnanıyoruzki; Zihin ve düşünce sahasındaki tembellik, söz, iş ve hareket tembelliğini beraberinde getirir. Kötü şeyleri düşünmek, zihnî ve kâlbî kötü düşüncelerle meşgul etmek kişiyi ruhî bunalımlara ve streslere sürükler. İyiyi, güzeli, doğruyu ve hak olanı düşünmek,tefekkür etmek ise insanı aklî, kâlbî ve ruhî sağlık ve berraklığa kavuşturur inancını taşıyoruz…
Unutmayalımki; İyilerin tembelliği, kötülerin faaliyetidir. Müslümanlar çalışmaz, müslümanlığın gereği olan faaliyetleri yapmaz, kötülüklerin yayılmasını engelleyip, iyiliklerin yaşantımızda yerleşmesi için gayret sarfetmez ise, kötüler çalışmasa, herhangi bir faaliyet göstermese de, tabiatında olan yayılmacılıktan dolayı kötülük ve kötüler cemiyete hâkim olur. Netice olarak büyük gayret ve çabalarla uzun yıllar boyunca meydana getirilen medeniyetler, müesseseler ve hizmetler heba olup gidebilir. Bunun En yakın örnegi Osmanlı devletidir.
Altı yüz küsur yıl boyunca oluşan o muazzam medeniyet üç-beş Balkan serserisinin elinde yok olup gitti. Müslümanların nemelâzımcılığı, bir kısmının siyasî firasetten mahrum oluşu, Abdülhamid gibi dâhi bir padişah ve halifenin takip ettiği İslâm siyasetinin idrak edilemeyişi, ümmetin parçalanıp dağılmasına sebep olmuştur ne yazıkki. Onun için müslümanlar çalışmaya mahkûmdur. Çalışmak, çalışmak, hep çalışmak… Nereden başlayıp, hangi güzergâh takip edilerek, nereye varılacağını bilerek çalışmak Müslümanların şiarı olmalıdır..
Zaman, iş ve insan israfı yapılmadan, önem sırası gözetilerek yani anın vacibi dediğimiz husus ön plana alınarak, plânlı ve programlı bir şekilde yalnız Allah rızası için çalışmak. Düşüncemizi, sözümüzü ve bütün yaşantımızı İslâmlaştırarak çalışmak. İslâm’ın ölçülerine uyarak, çalışmalarımızı İslâm’ın potasında yoğurarak, kontrol ederek çalışmak. Şahıslar adına, gruplar adına olmadan, nassları tevil etmeden, İslam’ın özünü zedelemeden, nefsimizi ön plâna çıkarmadan, ileriye dönük çıkar ve menfaat hesapları yapmadan çalışmak zorundayız…
Allah Celle şanuhu çalışmamızı emrettiği için çalışmak, faaliyet içerisinde olmak, ğayretli olmak, çaba sarfetmek inancımızı gereklerini yerine getirmek mükellef insan olmamızın gereklerindendir diye inanıyoruz. Örnek ve önderimiz Peygamber efendimiz (sav) bütün hayatı boyunca hayırlı çalışmaların ve faaliyetlerin içinde bulunarak Ümmetine doğru yolu göstermiştir.
Sahihi Muslimin bizlere ulaştırdığı bir hadisi şerif mealen şöyle: ** Her kim islâmda güzel bir çığır açarsa, hem yaptığının sevabını ve hem de onunla amel edenlerin sevabını, amel edenlerinki eksilmeksizin alır. Kim de, islâmda kötü bir çığır açarsa, hem yaptığının günahını, hem de onu yapanların günahını, yapanların günahından hiçbir şey eksilmeksizin yüklenir…**Cerîr (ra) Nasılki Peygamber efendimiz (sav), iyiyi, güzeli, dogru olanı yapmış ve yapılmasını teşvik etmiş ise aynı zamanad bu Ümmetin hayırlıları, sâlihleride o güzelim yolu takip etmişlerdir…
Kötülüklere engel olmak için var güçleriyle çalışmışlar, Hakkı hayata hâkim kılmak için ellerinden geldiği kadar emek verip çalışmışlar. Nefsin serkeşliğini gemlemek, onu hakka tâbi kılmak için çalışmışlar. Küfür ve şirk ateşinde yanan milyonların kurtulması, imana kavuşması için çalışmışlar. Cehâletin koyu karanlığı içinde yolunu şaşıranların aydınlığa çıkması için çalışmışlardır.
Tüm İslâm beldelerinde yetim kalmış yavruların, namusuna tecavüz edilmiş kadınların, ak saçlı ninelerin, ak sakallı dedelerin, bütünüyle bir ümmetin acılarını, feryat ve figanlarını dindirmek için çalışmışlar. Dogudan batıya, güneyden kuzeye kadar, tüm İslâm beldelerinde, ezansız kalmış minarelerin, cemaatsiz kalmış câmilerin, talebesiz kalmış medreselerin, hilâle hasret memleketlerin yeniden canlanması uğrunda canla, başla örnek çalışmalarını sergilemişlerdir…
Ahir zaman Nebisi Rasûlullahın (sav): ** Günü gününe müsavi yani eşit olan ziyandadır…** buyruğu, müslüman kişinin hiçbir zaman aklından çıkarmayacağı, çalışmalarına, hizmetlerine hız vereceği, heyecan uyandıracağı bir NUR, ışık, kılavuz ve rehber olmuştur. Hayatını ziyan etmek, bir gününü diğer günüyle aynı düzeyde yaşamak istemeyen, şuurlu, bilinçli müslümanlar yaşadığı zaman dilimini değerlendirmelidirler. İnanıyoruzki İçinde bulunduğu zamanı değerlendiren birey aynı zamanda maziyi de, istikbali de değerlendirmiş olur.
Çünkü içinde bulunduğumuz zaman, düne göre istikbal, yarına göre mazidir. Bir ırmağı ikinci kere seyretmek mümkün değildir. Çünkü her saniye ve dakikada ırmağın suyu değişmektedir. Her ne kadar ırmak aynı gibi görünüyorsa da… Hayat da böyledir. Zaman ırmağı akıp gitmekte ve hayatımızdan bir ânı bile geri çevirmek mümkün olmamaktadır. Öyleyse müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz her günü son günümüz olarak kabul etmeli ve ona göre kulluk yapıp, ona göre çalışmalıyız.
İlim yolunda çalışmak, elde edilen ilimle amel etmek ve öğrenip amel ettiklerimizi başkalarına öğretmek, tebliğ etmek, İslâm’ın hâkimiyeti için elimizden gelen ğayreti göstermek mutlaka çalışmaların en hayırlısıdır inancını taşıyoruz. Örnek ve önderimiz Peygamber efendimiz (sav) bizlere dogruları gösteren, anlatan bir muallimdi. Asrı saadette yaşayanların hemen hepsi ilimle yoğrulmuşlardır. Aynı zamanda öğrenmiş oldukları hakikatleri sadece kendi özellerinde saklamamışlar her duydukları güzellikleri rivayetlerle zamanımıza aktarmışlardır…
Peygamber efendimizin dilinden bir rivayet mealen: ** Muhakkak ben muallim olarak gönderildim. Allah beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı değil, muallim ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi…** buyurarak, aslî vazifesinin insanlığa Kur’an hakikatlerini öğretmek olduğunu açıklıyordu. Sahabilerden öyle kimseler vardıki ilimden nasib edinmemişlerdi bu sahabiler kısa süre içerisinde Peygamber efendimizden almış oldukları kalıcı ilimle her soruya cevap verecek konuma gelmişlerdir…
Allah Celle şanuhu hepisinden razı olsun. Kardeşlerim inanıyoruzki; Bir insan için, hakkı tebliğ etmek ve batıldan sakındırmak, hayra öncü, şerre mânî olmak ne büyük bir lütûf ve tabiidirki çok büyük bir nimettir. Bizler her türlü ilmi güzelliği öncelikle Mutlak dogru bildiğimiz Kur’an ve sünneti seniyyeden ögreniyoruz…Bu hususta Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: ** Şüphesiz bu hayır, hazineler dolusudur. O hazinelerin de bir takım anahtarları vardır. Ne mutlu o kula ki, Allah onu hayra anahtar, şerre kilit yapmıştır. Vay o kulun haline ki, Allah onu şerre anahtar, hayra kilit yapmıştır…**
Evet, hayır hazinelerinin kapılarını açan bir anahtar, şer anbarlarının kapısını kilitleyen bir kilit olabilmek için bizlere gerekli olan ilmî elde etmek, ilmi ile âmil bir Müslüman olmak veya sâlih kişilerin, âlimlerin meclisine devam edip onların bilgi, görgü ve tecrübelerinden istifade etmek, yahut da bu kişilerin öncülüğünde maddî ve manevî imkanlarını Allah yolunda yalnız O’nun rızası için sarfetmek isteyen konuma gelmek için elimizden gelen ğayreti göstermemiz sadece kendi menfaatımıza degil bütün ümmeti muhammedin fayda görecegi hayırlardan olacaktır inşaallah…
Bu konuda İmam Gazalî (Rha) diyorki: * Şayet gerçek ilim adamları olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurlardı. Çünkü âlimler, ilim vâsıtasıyla insanları barbarlıktan çıkarıp insanlık seviyesine yükseltirler…* Buradan da anlıyoruzki; Cehalet bizleri hayvannlardan daha aşağı derecelere indirip barbarlaştırırken, insan olma vasfını çukurlaştırırken, insanlık duygu ve düşüncelerini köreltirken, İlim insanları en güzel meziyetlerle donatmakta, kısaca Dünya ve Ahiretimizin aydınlanmasına vesile olmaktadır…
Böylece müslümanlar sırat-ı müstakim üzerindeki yaşantılarında sabır ve sebat göstererek, kendi öz nefisleri bile zarar görse her zaman her yerde hak olanı konuşur, zâlimlere, lafazan ve şaklaban müfterilere, İslâm karşıtı güçlere karşı kesin tavır alır, İslâm için uğraş verirken kınayanın kınamasından çekinmez, duraksamaz. Hayra destek, şerre köstek olmanın bir müslümanlık borcu olduğu idrakiyle, fâsık, fâcir, müfteri, İslâm’a düşman kişi ve toplumlardan uzak durur ve daima sâlih ve sadık kişilerin oluşturduğu ortam içinde yerini alır ve kendisine öğretilen ilahi emirler doğrultusunda vazifeleri büyük bir şevk ve aşkla yerine getirmeye çalışır.
Hem kendisi hemde içinde bulunduğu topluma ebedi fayda saglamış olur…Rabbimiz Ali imran suresi ayet. 104.te mealen şöyle buyurmaktadır:*** Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir…*** Kardeşlerim bizler öncelikle içinde bulunduğumuz hâlin fıkhını çok iyi bilmek zorundayız. Hangi şeyler zarar verir ve neleri hayatımıza aktarırsak fayda sağlarız. Fayda ve zararımızı tesbit ederken kaynağımızın tesbiti zaruridir. Yoksa Allah korusun iyilik ve kötülükleri birbirine karıştırır kendi vesvesesi içinde dolaşan ne yaptığı ve yapacağını bilemediğimiz kararsızlarddan oluruz.
Yani öncelikle güzellikleri alacagımız kaynak tertemiz, pak olacak. Bizler iyiligi güzelliği, dogru olanı, maruf olanı öğütleyeceğiz, tavsiye edecegiz, yapılması uğrunda çaba ve ğayret sarfedeceğiz. Rabbimizin buyruğu doğrultusunda tavsiyelerimizi dillendireceğiz. Aynı zamanda kötülükleri, çirkinlikleri, bize zarar veren her türlü olumsuzluklar hayatımızdan çıkaracak ve onlarında yapılmamasını bu münker olanlarıda reddedeceğiz.Kısaca demek ki marufu emredecek ve münkeri nehy edeceğiz. Ama her şeyden önce biz marufu ve münkeri bilmek zorundayız. Neyin maruf, neyin münker olduğunu bilmeliyiz ki birini emredip, ötekisini men etme imkânımız olsun…
İnanıyoruzki, Müslümanın evvela maruf ve münker bilgisine sahip olması gerekmektedir. Bilmezsek Allah korusun maruf diye münkeri öğütlemeye, emretmeye kalkarız, münker diye marufu nehy etmeye, yasaklamaya kalkarız. O halde bizler, önce münkerin ve marufun ne olduğunu bilmeliyiz. Bilmeliyiz ki, maruf ve münkeri bir tavır ortaya koyabilelim. Kur’ani ifade olarak Münker; dinin hoş görmediği doğru bulmadığı, Allah ve Resûlünün haram kabul ettiği, kerih gördüğü her şeydir. Haramlardan mekruhlara kadar dinin tasvip etmediği menhiyatın, yasak ve haram kapsamı içindeki her çeşidine İslâm literatüründe münker denmiştir.
Bunun zıddı olan yâni dinin meşru ve doğru kabul ettiği, güzeldir dediği her şeye de maruf denir. Öyleyse münkerin ve marufun tesbitinde ölçümüz vahiydir. Hakkı da bâtılı da, iyiyi de kötüyü de, kârı da, zararı da, marufu da münkeri de, hidâyeti de dalâleti de, hidâyette olanı da, dalâlette olanı da en iyi bilen Allah celle şanuhu olduğuna göre bu konuda kıstas vahiydir. Bize düşen de öyleyse her şeyi bilen âlim ve her şeyden haberdar olan Habir olan, Hakim olan Allah’ın emirlerini ve Allah Rasülü Peygamber efendimizin (sav) değerlendirmesini temel,asıl kabul edip onun dediği gibi yaşamak zorundayız.
Allah ve Resûlünün maruf dediklerini maruf, münker dediklerini de münker bilmek zorundayız. Rabbimiz siz hayırlı bir ümmet oluşturun buyuruyor.
Sizden bir ümmet çıksın, bir topluluk bulunsun. Dünya üzerinde sizin ümmetiniz şu özellikleri taşısın. Sizin ümmetiniz, topluluğunuz şöyle olsun, şu özellikleri taşısın: Tüm dünyaya, tüm dünya insanlığına şahitler olsun bu toplumunuz. İnsanları hayra çağırsın, hayra dâvet etsin, iyiliği emretsin, kötülükten men etsin. İşte hem dünyada hem de Ukba’da felaha erenler, kurtuluşa erenler, başarıya ulaşanlar onlardır. Böylelikle emir ve buyruklarla beraber hayırlı işler yapmayı, iyiliği, güzel olanı ve doğru olanıda aynı zamanda öğrenmiş bulunuyoruz…
Rabbimiz, Mutlaka sizden bir grup insanları hayra çağırsın, hayra dâvet etsin, hayra çağrıda bulunsun, hayra dâvetiye çıkartsın, hayrı çağırsın, hayrı çağrıştırsın. Kendilerini görenler hayrı, hakkı hatırlasınlar. Sizden bir grup marufu emretsin, tevhidden yana olsun, tevhidin amiri bulunsun, münkeri de nehy etsin, İslâm’ın istemediği küfrü ve şirki nehy etsin, küfrü ve şirki ortadan kaldırmaya çalışsın. Rabbimiz, Müslümanlar olarak bizim böyle olmamızı emir buyuruyor.
Kardeşlerim gerçekten şu anda kötülüklerin, kötülerin, kötülük taraftarlarının, kötülüğe çağıranların çoğaldığı, iyilerin, iyilik taraftarlarının, iyiliğe çağıranların çok az olduğu, isyankârların, kötülerin tüm dünyayı egemenlikleri altına aldıkları bir dünyada, hayrın, iyiliklerin unutulup şerrin hayır diye kabul gördüğü bir dünyada insanlık buna ne kadar muhtaç olduğunu yaşayarak görüyoruz. Daha dün bir nesneye kara diyenler bugün beyaz diyorlar. Zamanımızda insanları anlamakta zorlanıyoruz. Bu hızlı değişime ayak uydurmak Müslüman için mümkün degildir…
Örneğin kısa bir süre önce farklı görüş ve zihniyeti dillendiren insanlar bugün tam o fikir ve düşüncesinin zıddına hareket eden ve dün kanlı bıçaklı olan zümreler bugün aynı kulvarı paylaşabiliyorlar. Müslüman tabiiki kin gütmemeli, birbiriyle iyi geçim yollarını araştırmalı, hayırlı olan ne varsa huyunu o yönde ıslah için gayret sarfetmeli ancak zamanımız insanını anlamak cidden çok zorlaştı. Orta yolu takip etmesi gereken insanlar hep uç noktalarda duruyorlar.
Politik çekişmelerde dahi neredeyse kendi görüşünün zıddına hareket eden insanlar birbirlerini dinsizlikle suçlar hale geldiler. Zamanımızda büyük bir bilgi kirliliği yaşanmaktadır. İnsanlar mezhep ve meşrepten koparılmış, sünneti seniyye ile olan bağlarına şüpheler sokulmaya uğraşılmakta, Mukaddes bilinen kutsalımıza saldıran ne idiğü belirsiz kanaat sahipleri medyada devamlı kafa karışıklığına sebep olmaktadırlar. İnanıyoruzki bu hızlı kötüye giden değişim ancak ve ancak Kuran ve sünneti seniyeye sımsıkı bağlanılarak durdurulabilir…
Kurtuluş reçetesi ancak ve ancak, Allah’ın istediği gibi insanları hayra, hakka dâvet eden, hayrı gündeme getiren, hayrı yaşayan, hayrı pratikte gösteren bir topluluk, Ehli sünnet vel cemaata baglı bilinçli ve şuurlu insanlar yetişirse müslümanlar rahat ve huzur yüzü görebilirler. Allah ve Resûlünün maruf dediği, iyilik dediği bir hayatın kavgasına soyunalım.Cennet yollarını açıp cehennem yollarına barikatlar koymak için İslam dinini çok iyi anlamalı, bilmeli ona göre yaşamalıyız. İnsanların farkında olmadan süratle ateşe doğru sürüklendikleri bir dünyada kollarımızı makas gibi açarak durun kalabalıklar, bu yol çıkmaz sokak, nereye gidiyorsunuz?
Bu gidişiniz sizi ateşe götürüyor. Gelin işte Allahın sıratı müstakim olan yolu buradadır diyebilmeliyiz. Gelin cennet buradadır, cennet yolu buradadır, felaha erenler buradadır, dünyada da âhirette de başarıya ulaşanlar buradadır diyecek Kuranı kerim ve Sünneti seniyye reçetesini muhatabımıza sunmak zorundayız. İnanıyoruzki; insanlar ister çoğunluk olsunlar, ister azınlık olsunlar, onların hiç birisinin kendi indi görüş ve düşünceleriyle hüküm verme ve değerlendirme hakları da güçleri de yoktur.
Tüm yeryüzü insanlığı toplansalar, profesörlerini, rektör ve dekanlarını yardıma çağırsalar sadece kendi indi görüşleriyle şu kötüdür, şu hakdır şu bâtıldır, şu kârdır, şu zarardır, şu münkerdir bu maruftur demeye hakları ve salahiyetleri yoktur. Sadece kendi düşünce ve fikri yapılarıyla hareket ettikleri müddetçe zarardadırlar. Eğer Allahın kitabına ve Onun şanlı Rasulünün zıddına bir yaşantıyı ikame etmeye çalışıyorlarsa tabiidirki yanlışlarını anında yüzlerine vurabilmeliyiz.
Kuranı kerime, Sünneti seniyyeye muhalif hareket ediyorlarsa bilelimki sapık yolları izliyorlar ve bu topluluklarıda kendi sapkın fikir ve düşünceleriyle zehirleyip uyuşturuyorlar… İşte bizler bu tehlikeye düşmemek için uyanık bulunmak zorundayız… Ögrenim metodunu, usulünü mutlaka bilmek durumundayız. Madem ki münkerin ve marufun tespitinde temel kriter vahiydir. O halde münkeri ve marufu tanıyabilmek için vahyi bilmek zorundayız…
Sürekli Kur’an ve Sünnetle beraber olmak zorundayız. Münkeri ve marufu tanımanın yolu kitap ve sünneti seniyyeyi tanımaktan geçer. Bunları tanıdığımız nisbette biz münkeri ve marufu tanıma imkânı bulabileceğiz demektir. İnsanları iyiliğe, doğruluğa çağırmak ve münkerden nehyetmek konusunda bir hadis mealen şöyle: Bedir’e katılan ve Ensardan olan Ebu Mesud Ukbe İbn-i Amr (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim bir hayra ve iyiliğe kılavuzluk ederse ona hayrı işleyenin sevabı kadar sevap vardır…**(Müslim, İmare 133)
Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ***İnsanları doğru yola çağıran kimseye kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de kendisine uyanların günahı gibi günah yazılır, ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez…**(Müslim, İlim 16) Müslüman birey hayırlı ve hasenata yönelik başarılarılarından dolayı kendi nefsini asla ön plâna çıkarmamalıdır.
Şahsında var olan bazı kâbiliyetleri, yetenekleri, yaptığı hizmetleri, elde ettiği başarıları asla kendi nefsinden bilmememidir. Bu kâbiliyet ve başarıların Allah’ın bir lütfu olduğu idrakinde o şuuur ve bilinçle hareket etmelidir. Allah Teâlâ kendisini hayırlı hizmetlere vesile ve vâsıta kıldığı için O’na hamd ve şükür etmeyi bir vazife bilmeli, Şahsına karşı yapılan hata ve kusurları affedici olmalıdır. Fakat İslâm’a, İslâmî değerlere ve hizmetlere karşı yapılan ihanet ve saldırılar karşısında taviz vermemeli. Mukaddesata ait meselelerde kesin tavrını ortaya koymalıdır…
Dini ğayret hususunda müsamahakâr davranmak hakkına sahip olmadığının şuurunda olmalı, Makam ve mevkii, mal ve mülkü onu kendini beğenmeye, kibirlenmeye sürüklememelidir. Müslüman birey Allah rızasını esas alan çalışmalarında makam ve mevkiinin hizmetkârı, para ve pulunun kölesi haline geldimi herşeyi bitirir. Bilâkis makam ve mevkiini, mal ve mülkünü İslâm’a hizmetkâr kılar ise Makamı yükseldikçe tevazuu artmalıdır.
Malı çoğaldıkça cömertleşmeli, Malın kendisine bir emanet olarak verildiğini ve bu malda diğer müslümanların da hakkı olduğunu kavrayarak malî imkanlarını Allah yolunda, İslâm’ın hâkimiyeti için sarfedebilmeli, ve bundan büyük bir haz duyarsa yaptığı çalışmaların dünya ve ahirette mükafaatını alacaktır inşaallah. Hayırlı çalışmalarında Allah rızasını esas alan müslüman bilmelidirki; kendi nefsi için aşırı derecede israfa ve lükse dalan, fakat Allah yolunda cimrilik yapan bir kişide hayır yoktur.
Müslüman birey kesinlikle tembelliğin esiri olmamalıdır dedik yaşadıgı her anda ve geleceğe ait yapmış oldugu plan ve programında öncelikle: *Bugün Allah için ne yapabilirim? Ne yapmalıyım?…* diye düşünebilmeli. Her sabah ve her akşam İslâm için yapabildiklerini ve yapamadıklarını tefekkür ederek, nefsini sîgâya çekerek, başıboş bırakılmadığını, abes olarak yaratılmadığını asla hatırından çıkarmaz. Bir gün yaptıklarından hesaba çekileceği şuuruyla nefsini hesaba çekebilmeli, her zaman iyiyi, dogru olanı ve hayırlara yönelik olan hareketleri kendi nefsine sonra gücü yettiği eli ve dili ulaştığı kadar etrafına güzellikler telkin edebilmelidir.
Örneğin: Ey müslüman! Çevrene bir bak, etrafa kulak ver, kendine dön, iç âlemini seyret, kendini dinle. İç aleminde bir sessiz çığlık işiteceksin. Kendi içinden ve çevrenden imdat isteyen bir feryat duyacaksın. Nicelerinin imanı çalınmış, kimilerinin ahlâkı alınmış, bir kısmının ihlası tahrip olmuş, bir boş kovan haline gelmiş. İffetini yitirmiş milyonlar, izzetini arayan toplumlar feryad ve figan içerisinde.
Bunca mesuliyet, bunca vazifene rağmen, hâlâ tembellik, halâ vurdumduymazlık, nemelâzımcılık ve gaflet niye?“ gibi ifadelerle Müslüman hiç bir zaman kalabalıklara uyamayacağını, başıboş hayat süremeyeceğini, tabir caiz is hiç bir zaman ipin ucunu kaçırmayacağının şuur ve bilincini idrak edebilmelidir. Kardeşlerim, Müslümanlar olarak fıtratımızı muhafaza etmek durumundayız. Allah’a kulluk yapmak için yaratıldığımızı asla ve kati surette unutmamalıyız. Gayri müslimleri taklid etmek gibi bir aşağılığa, basitliğe kesinlikle düşmemeliyiz.
Allah Teâlâ’ya isyan ederek, dînî esasları kendi arzularına göre yorumlayıp, tahrip ederek kendilerine göre bir din anlayışı ortaya koyan toplumların kötü akibetinden ibretler almalıyız. Dünyaya sadece yemek, içmek, bazı zevklerden tatmin olmak, heva ve hevesimizin oyuncagı olmak, başıboş bir hayat yaşamak, burnumuzun dikine, kuru aklımızın çektiği noktalara yönelmek için gelmediğimizin idraki içerisinde olmalıyız.
Allah korusun, eğer bu şekil davranışları sergilersek ğayrı müslimlerden ne farkımız kalır, Yahudilerden, hristiyanlardan ve diğer kültür sahibi, sadece dünyaya bel bağlayan müstekbir, isyankar, yaratanını unutmuş, her değeri kendi çabasına yorumlayan, küçük dağları ben yarattım havasındaki boş gurur ve kibir sahiplerinden ne farkımız olur. Kaldıki Rabbimiz Muhkem kitabında aynı hataya düşmememiz için bizleri ikaz etmekte uyarmakta sakın bunlar gibi olmayın diye bize dogru yolu göstermektedir…
Örnegin Araf suresi ayet. 165,166.167.de mealen şöyle buyurulmaktadır: *** Onlar yapılan bunca nasihatı unuttukları zaman, o kötülükten sakındıranları kurtardık, o zalimleri de fena hareketlerinden dolayı şiddetli bir azaba uğrattık. Böylece onlar kibre kapılıp yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince, biz de onlara, hor ve zelil maymunlar olun, dedik. O Vakit Rabbin işte şu ahdi ilan edip bildirdi ki: Kıyamet gününe kadar onlara en kötü muameleyi yapacak olan kimseleri başlarına gönderecektir. Muhakkak ki, Rabbin hızla cezalandırandır ve yine muhakkak ki O, çok affedici, çok merhametlidir…***
Mutlak dogrulardan öğrendiğimize göre; Yâhudilerden bir taife Cumartesi’ne saygı göstermiyor, Tevrat’ın hükümlerini kendi nefsî arzularına göre tevil ve tahrif ediyor, bu kötü davranışlarını ısrarla sürdürüyorlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ: * Âdi maymunlar olun * buyurarak onları maymun sûretine dönüştürdü. Günümüzde bazı insanların hâl, hareket ve tavırlarına bakıyoruzda ne yazıkki insanlık adına yüreğimiz titriyor….
Peygamber efendimiz mucizevi bir ihtarla İbni macenin bizlere ulaştırdığı hadisi şerifte mealen şöyle buyuruyor: ** Kıyamete yakın zamanda (bazı günahkâr insanlarda) hayvan sûretine çevrilme, yere batma ve taşlanma (azabı) olur….** Alimlerimizin izahlarına baktığımızda ifade edilen * Mesh * olayının, yani insan sûretinden hayvan sûretine dönüşün hakiki mânâda vâki olacağını söylerken, diğer bir kısım müfessirimizde, insanların sûreten değil, ahlâken hayvanlaşacağı kanaatini beyan etmektedirler…
Yeri geldiğinde ifade ediyoruz ve diyoruzki Rabbimiz insanı en güzel surette yaratmıştır diyoruz, ruhu ayrı güzel, bedeni ayrı güzel, iç alemi ayrı, dış alemi ayrı güzellikle yaratılmış olan insanları hayvanlardan farklı yaratan Rabbimizdir o farklılığı muhafazaya ğayret sarfedelim inşaallah. Bilelimki; İnsanlarda olduğu gibi, hayvanlarda da kendilerine özel vasıflar vardır. Meselâ domuz yaratıklar içerisinde dişisini kıskanmayan tek hayvandır. Maymun taklitçi ve karakteri bozuktur. Tilki kurnaz ve hilebazdır. Ve saire…
İnsan yaratılış gâyesinden uzaklaşır, nefis, şeytan ve dünyanın oyuncağı olursa, kötü, şerli insanlarla düşer kalkarsa, ahlâken bozulur, iffetini kaybedebilir. Böylece sûreten insan, sîreten hayvan durumuna düşer. Hatta hayvandan da daha aşağı derecelere iner. İyiyi taklit edip tahkike ulaşmak insanı kemâlâtın doruğuna yükseltirken, kötüyü taklit etmek kişiyi aşağıların aşağısına düşürür. Ne yazıkki Asırlar önce başlayan yahudi ve hristiyan taklitçiliği zamanımızda zirveye ulaşmış vaziyettedir…
Hayatımızın her safhasında kokuşmuş batının izlerini görmekteyiz. Kendi ruh dünyamızı, medeniyet ve kültürümüzü âdetâ yok farzedip batının sömürüye, çıkara, barbarlığa ve inançsızlığa yönelik kültürlerinin Müslümanlar olarak istilasına uğradık. Öyle insanlar varki Hristiyan ve yahudi ne yaparsa dogru görür ve onların bu yaptıklarını taklit eder hale geldi. Kendi kitabını, kültür ve edbiyatını okumaktan aciz ukela şahsiyetlerin, batı klasikleriyle beyin dolduran sözde müslümanların batıyı ve BATILI savunacakları dünyaya onlar gibi aynı pencereden bakacakları aşikardır. İşte burada Peygamber efendimizin bir Mucizesine daha şahit oluyoruz. Buhari’nin sahihinde bizlere ulaştırdığı hadis mealen şöyle: ** Muhakkak sizler, sizden öncekilerin yollarına karış karış, arşın arşın tâbi olacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğine girseler onlara tâbi olacaksınız. Biz: „Ya Rasûlullah (onlar) yahudi ve hıristiyanlar mı?“ dedik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: „Başka kim olacak.“ buyurdu…**
Kardeşlerim, iki yüz yıl varki kendi tarzımızdan, tavrımızdan, hal, hareket ve uygulamalarımızdan çok şeyler kaybettik. Kaybettiklerimizi, yitiğimizi er geç bulmak zorundayız. Müslümanlar olarak, Yeniden aslımıza dönmek mecburiyetindeyiz. Kendi inanç dünyamızla, medeniyet ve kültürümüzle tanışmak, bünyemize sirayet eden ve bir güve gibi özümüzü kemiren, yiyen kötülüklerden, manevî hastalıklardan kurtulmak, hayat bulmak için bütün varlığımızla bir yeniden diriliş seferberliği başlatmak zorundayız.
Cehâletle, taklitle, inançsızlıkla, ahlâksızlıkla ve bütün kötülüklerle mücadele seferberliği yapmamız mutlaka gereklidir, şarttır inancını taşıyoruz. Sözümüzü bitirirken tekrar tekrar vurgulayalımki Hayra anahtar olmak akıl sahibi olan bizlerin elindedir. Hayırlı hizmetler yapmak ömrümüzün kalan kısmını hayırlara vesile olacak çalışmalarla geçirmek cuzi irademiz dahilindedir inancını taşıyoruz. Önce kendi nefsimizde, aile’mizde, çevremizde, cemiyet ve cemaatımızda ancak iyi bir insan olursak hesap gününde kazananlardan oluruz inancını ifade ediyoruz.
İyi insan olmanın yollarının başında Allahın kitabına ve Onun şanlı Rasulünün sünneti seniyyesine sımsıkı sarılmakla, teslim olmakla mümkün olacağı kanaatini beyan ediyoruz. İnanıyoruzki Şuurlu Müslüman ahiretini dünyaya tercih etmez, Yaptığımız her amel ve her işi yalnız Allah için yapmaya ğayret sarfedelim. Çalışmalarımızın, uğraşlarımızın nihayeti Allah rızasını kazanma adına olsun inşaallah..
Bir ayet ve bir hadisi şerifla konumuzu baglayalım inşaallah. Rabbimiz Tevbe suresi ayet.71.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir…***
Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyuruyor: ** Size öyle bir zaman gelecektir ki, o zamanda şu üçten daha değerli bir şey olmayacaktır: Helâl para, candan arkadaşlık yapılacak bir kardeş, uygulanacak bir sünnet…***(Huzeyfe (ra). Taberânî.)
Allahım bizim elimizi, dilimizi, gönlümüzü senin RAZI olacağın hayırlı amellere yönelt. Bizleri sadece kendi nefsini düşünen değil aynı zamanda Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenen, onlara faydalı olmayı arzulayan bu yolda çaba ve ğayret sarfeden salih insanlarla bir ve beraber eyle. Bizleri birbirini sadece senin RIZAN dogrultusunda bir araya gelen bahtiyar kullarınla bir ve beraber eyle. Bizlere dünyadada, ahirettede güzellikler İHSAN eyle…Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir…LU…11.03.2017…