MURSELAT SURESİ ÜZERİNE NOTLAR…

Murselat  suresi, *El-Hümeze* sûresinden sonra Resûl-i Ekrem (sav), Mekke-i Mükerreme’de „Minâ“ mevkiindeki bir mağarada iken nazil olmuştur. Elli âyet-i kerîmeyi içermektedir. Mürselâta, yâni Allah tarafından gönderilmiş meleklere yemîn ile başladığı için kendisine böyle „El-Mürselât“ sûresi adı verilmiştir. Bu  sureye  ayrıca *Urf* sûresi de  denilmektedir…Bu sûre-i celîle, kendisinden evvelki „El – İnsan“ süresindeki tehdide ait beyanların doğruluğunu araştırıp açıkladığı için aralarında büyük bir irtibat vardır.

Mürselat  suresinin  başlıca konuları şunlardır: Kıyametin şüphesiz vuku bulacağına dair birçok kudret eseri üzerine yemîn etmek. Ahiret gününün alâmetlerini ve bâzı kudret eserlerini açıklamak ve ilân etmek. Kâfirlere azap edileceğini ihtar etmek, takva sahibi zâtları da nimetlere kavuşturmakla müjdelemek. Çeşitli ilâhî kudret eserlerini görüp te takdîr edemeyen ve bir nice hakikatleri yalanlayan kimseleri kınamak ve helak ile tehdîd etmek.

Murselat  suresini  anlamaya  ve  anlatmaya  başlayalım  inşaalah… Rabbimiz Mürselat  suresi 1-7.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır…*** (Allah’ın kanunu uyarınca), birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah’ın buyuruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile bâtılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak, için vahiy getiren meleklere andolsun ki, ey insanlar, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır…***

Rabbimiz, Bu mübarek âyetler ile kıyamet gününün her hâlde meydana geleceğini ihtar için çeşitli vazifeleri bulunan meleklere yemîn ediyor. Şöyle ki: (Andolsun maruf ile gönderilmişlere.) yâni: İhsan ile, ilâhî hikmetler ile Peygamberlere gönderilmiş olan meleklere ilâhî vahyi, tebliğ etmekle emrolunan o yüce zümrelere andolsun. Bir görüşe göre de gönderilmişlerden maksat. Peygamberlerdir ki: Ümmetlerine ilâhî dinî teblîğ ve telkin ile emrolunmuşlardır.

Gönderilmişlerden maksat: Rüzgârlar da olabilir ki: Onlar da yer yüzüne dağılarak hayra ve feyz ile berekete vesîle bulunmaktadırlar. Rabbimiz bu  ilk  ayetlerde, meleklere, rüzgarlara, Kur’an âyetlerine, peygamberlerin bi’setlerine, insanların kalplerine, dâvetçilere, ilhamlara ve Allah tarafından gönderilen her şeye yeminle başlıyor. Çünkü mürselat bunlardır. Melekler de mürseldir, peygamberler de mürseldir, rüzgarlar da mürseldir.

Bunların hepsi Allah tarafından gönderilmektedirler. Rabbimiz Kur’anı  kerimde  böyle beyan ediyor. Örneğin Rabbimiz tarafından, Kur’an âyetleri gönderiliyor, peygamberlere peygamberlikleri gönderiliyor, mü’minlerin kalplerine ilhamlar gönderiliyor. Meselâ Rabbimiz mü’minlerin kalplerine inşirah gönderiyor, kâfirlerin kalplerine korku salıveriyor. Böylece Allah tarafından gönderilenlerin tümüne yemin ediliyor, Bu yeminleri böylece anlamaya çalışıyoruz.

Maruf’la gönderilen melekler, emir ve nehiylerle gönderilen melekler, mûcizelerle tanınan, gönderilen melekler veya bu sayılanlarla gönderilen Resuller veya Allah’ı tanıtan, Allah’ın varlığını ortaya koyan âyetlerle gönderilen rüzgarlar, arka arkaya gelen melekler, peygamberler ve rüzgarlar. Bunlar hep peş peşe gelmektedirler. Bir başka mânâsıyla içinde hem nimetler hem de azaplar bulunduran bulutlar demektir. Çünkü bulutlar kimilerine rahmet getirirken kimilerine de azap getirmektedir.

Kimilerini bolluğa ulaştırırken, kimilerini de yerin dibine batırmaktadır. Veya içinde öğütler, zorlamalar, zorlayıcı tedbirler bulunduran Allah’ın gönderdiği âyetler, nasihatler, uyarılar, hatırlatmalar, tâlimatlar ve mesajlar demek olacaktır. Ey Allah’ın dinini terk edip filanların, falanların peşi sıra gidenler! Ey birbiri ardınca konvoy oluşturup beşer sistemleri peşinde koşup gidenler! Ey her biri reislerinin, efendilerinin, liderlerinin, amirlerinin birbiri peşi sıra gönderdiği yeni yeni emirlerle, yeni yeni tâlimatlarla yeni yeni insanlara gidenler. İnsan tâlimatlarıyla insanlara gidenler.

Veya dağıtım için gidenler, basım, yayım için gidenler. Falan fabrikanın, filan müessesenin mallarının tanıtımı için insanlara gidenler. Veya haber toplamak üzere koşup koşup gidenler. Veya insanlara insanların yönetmeliklerini duyurmak için gidenler. Veya sabahleyin Zerdüşt öyle buyurdu diye, toplum öyle istedi diye milyonlarca evlerden sökün edip Zerdüşt’ün alfabesini öğrenmeye gidenler. Hipokrat tıbbını, Freud herzelerini, Darvin zehirlerini içmeye gidenler. Veya birbiri ardınca otobüslere, dolmuşlara dolup sanayi hücrelerine dolmaya gidenler.

Allah’a kulluktan kaçarcasına  işyerlerine,  mesleklerine, dükkanlarına, büro’larına, hayatının  hepsin verenler. Ahireti unutanlar. Unutmayın ki sonunda size vaat edilen mutlaka size gelecektir. Nereye giderseniz gidin, nasıl ve kim adına giderseniz gidin ama bilesiniz ki o randevu günü, O  son  gün, kıyamet günü mutlaka gelip sizin başınızda patlayacaktır. Öyleyse akıllarınızı başlarınıza alın da gelip gidişlerinizi bir gözden geçirin. Birilerine gidiyorsanız Allah için gidin. Allah’ın mesajını tanıtmak için gidin. Maruf için gidin. Allah adına bir etki, bir iz bırakmak için gidin.

 

İyiliği emretmek, kötülükten menetmek için gidin. Kardeşlerim  unutmayalımki  bu  ayetlerle Rabbimiz  bizim dünyadaki  her  türlü muamelelerimize,  söz,  fiil  ve  davranışlarımıza, gidip gelişlerimize de yemin etmektedir. Allah için gidenler için ne büyük bir şeref  ve  izzet var, ama başka şeyler için gidenlere de ne büyük bir yemin, ne büyük bir tehdit  olduğu da  yine  bu  ayetlerden  anlaşılmaktadır… Büküp büküp devirenlere de yemin olsun ki. Koparıp savuranlara yemin olsun ki.

 

“Asıfat”  rüzgar demektir ama çok şiddetle esen bir rüzgar demektir. Veya helâk melekleri, yerin altını üstüne getiren melekler, ya da zelzele, hatf gibi Rabbimizin helâk edici âyetleri anlamına gelmektedir. Allah’ın bu tür âyetleri bir topluma geldi mi, o toplumun işi bitmiş demektir.           Veya  kendisini bir şey zannedip Allah karşısında güç ve kuvvet iddiasında bulunanlara, Allah’a isyana  kalkışanlara, kendisinde güç var zannedip önüne geleni devirmeye çalışanlara yemin olsun ki. Önüne gelenleri lafla devirenlere, makam, mevki, para ile ekonomik güçleriyle insanları devirmeye çalışanlara. Ben asarım! Ben keserim! Ben yakarım! Ben yıkarım! diyenlere.

 

Müslümanlıklarından ötürü Müslümanları yok etmeye çalışanlara. Piyasayı karıştıranlara, ailelerin düzenlerini bozanlara, Allah kullarının dinlerine ulaşmalarına engel olanlara, ekonomik hayatı, eğitim düzenini bozup, büküp büküp devirenlere. Toplum hayatındaki Allah’a kulluk temellerini devirip devirip yıkanlara yemin ediyor Rabbimiz. Yemin olsun ki bu sizden yaptıklarınızın hesabını soracağım gün yakındır diyor. Yayanlara, yaydıkça yayanlara da yemin olsun ki.

 

Bulutları yayan rüzgarlara, kitapları yayan meleklere, bitkileri yayan yağmurlara, rızıkları yayan Rahmânın taksimine, insanları yeryüzünde yayan takdirine, ruhları yayan kıyametin ba’sine, Allah’a yayılan sayfalara yemin olsun ki. Yani Allah’a yapılan amelleri, kulların amellerini yayan sayfalara, amel defterlerine yemin olsun ki. Bütün bunları toplayan bir yaymaktan söz ediliyor âyet-i kerîmede. Ama bu demeye çalıştıklarımın dışında yaymaktan, yayıcılıktan anladığımız ne varsa elbette onlar da anlaşılacaktır.

 

Meselâ adam emperyalist, öyle bir yayılıyor ki yayıldıkça yayılıyor. Bizde de var böyleleri. Ta Çin’e kadar giden orada bilmem neler kurma cinnetine kapılmışçasına yayılmacılıktan yana olanlar. Bir başkası farklı yayılıyor. Meselâ gösterişe doğru yayılıyor, miting alanlarına doğru yayılıyor. Veya kimileri insanların ne ekeceğine, ne kadar ekeceğine karışma adına yayılıyor. Veya şeytan vari yayınlarıyla insanların evlerinin içine kadar yayılmaya çalışıyorlar. Yayınlarıyla insanların gözlerinin önüne kadar, kalplerine, beyinlerine kadar yayılmaya çalışanlar.

 

Veya insanların ceplerine, kasalarına, keselerine doğru yayılanlar. Veya kendi fikirlerini yaymaya çalışanlar. Seçip ayıranlara, fark ettirenlere, veya tefrika çıkaranlara, tefrikalaştıranlara, ayıranlara, fark edenlere, hakkı bâtılı birbirinden ayıran, hakkı bâtılı fark eden, fark ettiren meleklere yemin olsun ki. Hakkı bâtılı ayıran, hakkı bâtılı açıklayan, haramı helâli ayıran Resullere yemin olsun ki. Veya bir yerlerden bir yerlere kokuları, dokuları götürerek fark ettiren, hissettiren rüzgarlara yemin olsun ki.

 

Veya hakkı bâtılı fark ettiren, hissettiren Furkân olan Kur’an’a yemin olsun ki. Kur’an’ın bir adı da hakkı bâtılı insanlara fark ettiren, ayıran, tefrik eden mânâsına Furkân’dır. Furkân; âyet âyet fark eden, ayıran, fark ettiren, hakkı bâtılı ayıran biçiminde tecelli eden her bir hadiseye şamil olabilecektir. Öyleyse az evvel dediklerimize ek olarak farklı türde ayıran, tefrika çıkaran, tefrikalaştıranlara da yemin ediliyor diyeceğiz. Hani Firavun da ayırıyordu toplumunu.

 

Toplumu gruplara, hiziplere, partilere ayırarak bunlardan kimilerini güçlendiriyor, kimilerini mustaz’af kılıyor ve böylece zulüm düzenini sürdürüyordu. İşte böyle Firavunî bir taktikle, sistemle,  metotla toplumu gruplara ayıranlara, tefrika çıkaranlara, toplumu bölmeye çalışanlara, uyguladıkları vahiy kaçkını sistemlerle fakirle zengin arasında uçurumlar meydana getirenlere, toplumu ayıranlara veya değişik isimler, değişik statülerle İslâm ümmetini parça parça edenlere de yemin ediliyor.

Bir öğüt bırakanlara, ya da bir hatırlatma ilkâ edenlere de yemin olsun ki. Allah vahyini peygamberlere ilkâ eden meleklere yemin olsun ki. Melek vasıtasıyla Rabbinden aldığı vahyi insanlara ilkâ eden Resûllere yemin olsun ki. Peygamberden devraldıkları vahyi etraflarındaki, çevresindeki Allah kullarına ilkâ edip ulaştıran şerefli mü’minlere yemin olsun ki. Kendi cisimlerinde ameller ortaya koyan Müslümanlara yemin olsun ki. Zikri ilkâ edenlere yemin olsun ki, diyor Rabbimiz. Zikir, din, vahiy, Kur’an demektir. Zikir, hatırda canlı tutulması gereken, hayatın kendisiyle düzenlenmesi gereken öğüt, yasa, hayat programı demektir.

 

İşte böyle Allah’ın kullarına hayatlarını onunla düzenleyecekleri vahyi ulaştıran, kitabı ulaştırmak için çırpınan, Kur’an’ı gönüllere yerleştirmeyi, ilkâ işini kendisine en büyük dert edinen mü’minlere de yemin ediyor Rabbimiz. Uyarıyor  ve  ikaz  ediyor  Rabbimiz  bizlere  kesinlikle zulmetmiyor hatta  bizlere bu  ayetlerle  müjde  veriyor. Rabbimiz bize böylece  yolların  en  güzelini gösteriyor. Aslında bize bir yol gösteridir bu. “Ey kullarım! Bilesiniz ki yarın sizin mâzeretleriniz kabul edilmeyecek, öyleyse ben size vahiy gönderiyor, ben sizleri uyarıyorum…

 

Gelin bugünden bunu bu özürlerinizin önüne geçirin!” diyor Rabbimiz. Gelin bu âyetlerimle beraber olun. Gelin bu kitapla hareket edin. Hareketlerinizi, hayatınızı bu kitapla belirleyin de benim sizden istediklerimi bu özürlerinizin önüne geçirin, buyuruyor  Rabbimiz. Kardeşlerim, Çoğu  surelerde  ifade  edilen   başlanğıç  yeminleriyle  en  büyük  hakikati yine  yemin  ifadeleriyle  buyuruyorki:   Yemin olsun, yemin olsun, yemin olsun ki muhakkak size vaat edilen kıyamet, ba’s ve ceza olarak size söz verilen kıyamet size gelecektir. Size vaat edilen şey mutlaka size gelecektir….(Ali  Küçük,)

 

Bu  konudaki  Ömer  Nasuhi  Bilmen  Merhumun  ifadeleri  şöyle: (Ve) Andolsun (pek sür’atli esmekle esenlere) yâni: Şiddetli rüzgârlara, öyle rüzgârlar gibi her tarafa sür’atle dağılıp giden meleklere de andolsun. „ÂSıfat“ Esmeleri, yürümeleri sür’atli olan şeyler, zelzeleler gibi helak edici alâmetler demektir. „Asf“ da katı esmek ve ekini vakitsiz biçmek manasınadır. Meleklere bu isim de verilmiş demektir. Ve yaymakla yayıverenlere. Andolsun (yaymakla yayıverenlere.) yâni:

 

Yer yüzünde ilâhî hükümleri yaymakla emrolunan meleklere de veya havada bulutları dağıtan, yağmurları yayan rüzgârlara da andolsun. (Sonra ayırmakla ayıranlara) da, yâni: Allah-ü Teâlâ’nın emirleri ile yere inerek hak ile bâtılın, hidâyet ile sapıklığın aralarını ayırmakla emrolunana veya rızıkları ve ecelleri ayırmakla mükellef bulunan meleklere de veya Cenab-ı Hak’kın emirlerini, yasaklarını Ümmetlerine teblîğ ve telkin eden Peygamberlere de veyahut hak ile bâtılın, helâl ile haramın aralarını ayıran Kuran âyetlerine de andolsun. (Sonra bir öğüt bırakanlara) da andolsun.

 

Yâni: Birer nasihati içeren âyetleri Peygamberlere indirmiş olan Meleklere de veya insanların kalplerinde zikr ve düşüncenin uyanmasına, Allah’ın kudretini hatırlamalarına vesîle olan rüzgârlara da andolsun. Evet.. (Özrü bildirmek veya korkutmak için) Yâni: Hakkı yerine getirenler hakkında mazeret teşkil edecek şeyleri bildirmek ve iptal ve inkâr edenleri de, Allah’ın azabı ile korkutmak için ilâhî vahyi Peygamberlere getirmiş olan meleklere de andolsun.

 

(Şüphe yok ki:) Ey insanlar!. (O vâ’d olunduğunuz şey) O kıyamet günü, veya hayır ve şer adına size haber verilen her şey (elbette vuku bulacaktır) işte bu, yeminin cevabıdır. Bu pek mühim, düşünülmesi icab eden bir vaziyet, bir hâdisedir bundan dolayıdır ki, kendisi için öyle çeşitli şekillerde yemîn edilmiştir.( Ömer Nasuhi Bilmen)

 

Muhammed  Ali  Sabuni, Saffetut  tefasir’de  diyorki: Yıldızlar yok olup, ışıkları ve ziyaları gittiği za­man,  Gök yarılıp parçalandığı zaman, Dağlar uçuşup dağılarak, rüzgârların estirdiği toz gibi olduğu zaman. Nitekim Yüce Allah meâlen, «Sana dağlar hakkında so­rarlar. De ki, „Rabbim onları ufalayıp savuracak“ buyurmuştur. Kendileri ile ümmetleri arasında hüküm vermek için, elçilere bir vakit ayrıldığı zaman, işte, bu kıyamet günüdür. Nitekim Yüce Allah meâlen, «O gün Allah elçileri toplar ve, „Size ne cevap veril­di?“ der» buyurmuştur. Taberî şöyle der:

 

Kıyamet günü toplanma vakti için mühlet verildi. Mücâhid de şöyle der: O‘ peygamberlerin,   Ümmetlerine   şahitlik  etmek  için  hazır  olacakları gündür. Bu, o günün büyüklüğünü göstermek ve o gün vuku bu­lacak korkunç ve şiddetli olaylara karşı şaşkınlık duyulacağını ifade etmek için sorulmuş bir sorudur. Yani, „Peygamberlere hangi büyük güne kadarmühlet verildi?“  Mahluklar arasında hüküm verileceği, haklı ile haksızın ayrılacağı güne kadar…

 

O gün Allah, âdil hükmü ile, peygamberleri ile onların yalanlayıcı ümmetleri arasında hüküm vererek hak ile bâtılı ayırır. Bu, kıyamet gününün büyüklük ve kor­kunçluğunu ifade etmek için sorulmuş bir sorudur. Yani, Ey İnsan. Hak ile bâtılın ayrılacağı o günü, onun dehşet ve korkunçluğunu sana ne öğretti? O gün, insanın, mahiyetini anlayamayacağı, akıl ve düşüncenin kavrayamayacağı kadar büyük bir gündür. Yüce Allah, o günün daha korkunç ve dehşet verici olduğunu ifade etsin diye, „Onun ne olduğunu sana ne öğretti?“ demeyip, zamir yerine isim kullanarak buyur­du.

 

Fahruddini Râzî şöyle der: Yüce Allah, o günün büyüklüğünden kulları hayrete düşürerek şöyle buyurdu: O peygamberlerle ilgili işler, yani onları yalanlayanlara azap edilmesi,  iman edenlerin  yüceltilmesi, ve korkunç olaylar, amellerin arzedilmesi ve hesap gibi halkı iman etmeye çağırdık­ları şeylerin ortaya çıkması hangi gün için ertelendi? Daha sonra Yüce Allah  bunu  açıklayarak,   „fasıl  günü  için“  buyurdu.  Fasıl  günü,  Yüce Allah’ın mahluklar arasında hükmedeceği gündür.

 

Bunun ardından Allah, o günün büyüklüğünü tekrar göstermek için „Fasıl gününün ne olduğunu, onun ne derece dehşetli ve korkunç olduğunu sana ne öğretti?“ buyurdu. „Yıldızların ışığı söndüğü zaman“ diye başlıyan şart cümlesinin cevabı, sözün akışından anlaşıldığı için zikredilmemiştir. Takdiri şöyledir: „Tehdit edildiğiniz şey meydana gelir ve peygamberlerin bildirdiği kıya­metin kopma olayı gerçekleşir.“ O gün korkunç helak ve büyük zarar, o vadedilen günü yalanlayanlar içindir.

 

Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, daha çok teşvik ve sakındırma gayesiyle, bu sûrede O gün inkarcıların vay haline… cümlesini on defa tekrarladı. Söylenen her cümlede, âhiret halleri ile ilgili şeyler haber verilmiş ve dünya halleri ile ilgili hatırlatmalar yapılmıştır. Dolayısıyle her cümlenin ardından, günahkâr kâfirleri bir helak ve zararın beklediği tehdidini   zikretmek   uygun   düşmüştür.   Bundan önce geçen „İnsan“ sûresinde, kâfirlerin âhiretteki hallerinden bir kısmı anlatılmış; yine orada mü’minlerin halleri genişçe anlatılmıştı.

 

Bu sûrede de, kâfirler uzun uzun  korku  ve  azap anlatılmış; mü’minler ise kısaca anlatılmıştır. Yüce Allah, kıyamet günü ile ilgili haberi pekiştirip onun mutlaka vuku bulacağını vurguladıktan ve o gün olacak olayların korkunçluk ve dehşetiyle yalanlayanları korkuttuktan sonra, üslup değiştirerek tekrar on­ları, Allah’ın yakalama ve intikamıyla korkutmuştur  şöyleki: Nûh, Ad ve Semûd kavimleri gibi, önce geçen milletleri, peygamberleri yalanlamaları sebebiyle helak etmedik mi?  „Lût Aleyhiselamın kavmi,  Şuayb  Aleyhiselamın  kavmi, Musa Aleyhiselamın kavmi yani Fira­vun ve onun peşinden gidenler ve benzeri, daha sonra gelip de onlar gibi ya­lanlayıp isyan edenleri de onlara kattık…

 

Gerçekleştirdiğimiz o korkunç helakin bir benze­rini de, Peygamberlerin efendisini  yalanlamaları  sebebiyle o  suçlulara, yani Mekke kâfirlerine uygularız. O gün, Allah’ın birliğini, peygamberliği, hesap ve cezayı yalanlayan herkesin vay haline… Bu, yalanlayıcılara bir hatırlatmayı ifade etti­ği gibi, onların, en yaygın olarak görülen olaydan gafil ve habersiz olmala­rına şaşılması gerektiğini de ifade eder.

 

Bu da, onları zayıf ve değersiz bir meniden yaratanın, hesap ve ceza için tekrar yaratabileceği gerçeğidir. Ya­ni, ey kâfirler topluluğu! Biz sizi zayıf ve değersiz bir sudan yani erkeğin menisinden yaratmadık mı? Kudsî hadiste, Yüce Allah’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: „Ey Âdemoğlu! Sen Beni nasıl âciz bırakacaksın?! Oy­saki Ben seni, bunun bir benzerinden yarattım’…(M.A.Sabuni.)

 

Ali  Küçük  Hocaefendi bu  ayetlerin  devamındaki  izahında  diyorki: Rabbimiz insanı hem beden hem de ruhtan ibaret kılmıştır. Yani insan ruhla bedenin bileşkesidir. Materyalistlerin dediği gibi sadece şu beden, organizma insan değildir. Ruh da insan değildir sadece. İnsan ruhla bedenin münasebetinden meydana gelen eylemsel harekettir. İşte ruhla organizmanın bileşkesi olan insan dediğimiz varlığın dengede olabilmesi için de Allah insana bir düzen koymuştur ki buna uyması gerekir. Meselâ insan dua etmelidir. İnsanın duasını elinden aldınız mı hiçbir şey değildir artık o.

 

Veya insan ibadet etmelidir, kulluk yapmalıdır, namaz kılmalıdır, baba olmalıdır, ana olmalıdır, sevmelidir, sevilmelidir, kazanmalıdır, harcamalıdır. Bunları elinden aldınız mı boşa çıkıverir o insan. Hani insan emekliye ayrıldı mı ne yapacağını şaşırıverir de onların vakitlerinin boş geçtiğinin farkına varmamaları için onlara yeni yeni programlar hazırlıyorlar ve az da olsa durumu idare ediyorlar ya. Oysa ne kadar haince bir şey yapıyorlar. Yani adam sanki hareket eden bir arabayı iteklemekle görevli ve bu işi kendisine iş edinmiş. Cinâyet bu. Zaten hareket eden bir arabayı iteklettiriyorlar adama ve onu bununla meşgul etmeye çalışıyorlar.

 

Veya sanki camiler emeklilerin buluşup vakit geçirme yeri. Adam oturuyor oraya, Kur’an okuyor güya ama okuduğu Kur’an’ın ne dediğini bildiği, anladığı da yok. Yani adamın hayatına program çizecek bir cami de yok, onu yönlendirecek bir Kur’an da yok. İşte âdet kabilinden gidiyor, geliyor, daha kutsal bir yer diye özel camiler seçiyor. Gittiği caminin fonksiyonundan habersiz, okuduğu Kur’an’ın fonksiyonundan, kıldığı namazın fonksiyonundan habersiz gidip geliyor işte. Rabbimiz bu bölümde de sizi şöyle şöyle yaratmadık mı? Sizi şöyle şöyle yapmadık mı? buyurduktan sonra diyor ki, veyl olsun o yalancılara. Yani burada insanı, insanın yaratılışını anlatıyor Rabbimiz.

 

İnsan, insanın varlığı, var edilişi, fonksiyonu gibi insanla ilgili bilgiler sunuyor Rabbimiz. Yaratılışla, gözle, kulakla, kalple, böbrekle, kafayla, düşünceyle ilgili insanın varlık sebebiyle ilgili bilgilerdir ki, bunlar, kişi eğer bu konularda yalan söylerse, Allah ve Resûlü’nün dediklerinin dışında, onların aksine bir yalan söylerse bu yalanlar da kişiyi cehenneme götürecektir. Evet insanla alâkalı, insanın yaratılışı, uzuvları ve bu uzuvlarının fonksiyonuyla ilgili kim ki Allah’a rağmen, Allah’ın buyruklarına rağmen farklı bir değerlendirme yaparsa işte bu yalanların en büyüklerindendir.

 

İnsanla ilgili yalanlar. İnsanın yaratılışı ve varlık sebebiyle ilgili yalanlar. İnsan maymundan gelmiştir şeklinde ilk yaratılışla ilgili yalanlar. Veya işte yaratılışla ilgili yaratıcıyı diskalifiye ederek deniz kenarındaki sümüksü bir varlık tekâmül ederek insanı oluşturmuştur şeklindeki yalanlar. Veya yaratılıştan beklenenler konusundaki yalanlar. Yaratılışın gâyesiyle ilgili yalanlar. Veya elin, ayağın, gözün, kulağın, aklın, beynin fonksiyonlarına ilişkin yalanlar. Veya insanların birbirleriyle münasebetlerine ilişkin yalanlar hepsi insanı cehenneme götürücü yalanlardır.

 

Veya insanın tanımıyla ilgili, fonksiyonlarıyla ilgili Durkhaim, Darvin, Marks gibilerinin fikirleri veya benzer konularda değişik insanların fikirleri ve yalanları da bilelim ki insanı cehenneme götürücü yalanlardır. Veya fikirleri bize saptırılmış olarak intikal ettirilen Zerdüşt’ün, Buda’nın, Aristo’nun, Eflatunun insan hakkındaki, insanın yaratılışı, yaratılış gâyesi ve varlık sebebi, fonksiyonları hakkındaki görüşleri, vahye mutabakat etmeyen düşünceleri de insanı cehenneme götürücü cinsten yalanlardır. Bugün şu anda çoğunluğun  okuduğu kitaplar bu sapık fikirli insanların sözleriyle doludur.

 

Bunlar ektikleri zehirlerle asırlarca insanları, toplumları zehirlemiş mahluklardır. Böbrek taşını bira döker diyen kişinin yalanı, veya gözünü vitrin seyretmede kullanacaksın diyenin yalanı, ağzınla dedikodu yapacaksın diyenin yalanı, İnsanın biyolojik yapısıyla ilgili yalanlar, insanın hukukuyla ilgili yalanlar, anatomisiyle ilgili yalanlar, tıpla ilgili yalanlar, hattâ statikle ilgili yalanlar. Tüm bu konularda Allah bir türlü söylüyor, insanlar başka bir türlü söylüyorlarsa bu yalandır ve insanı cehenneme götürücü bir yalandır.(Ali Küçük.Besairul  Kuran)

 

Furkan  tefsiri  sahibi  Hicazi  bu  ayetler  hakkında  diyorki: Kıyamet Gününde Kâfirlere  denilecekki: Haydi, yalanladığınız azaba gidin. Bu, kâfirlerin yalanladıkları Cehennemdir. Hay­di gölgeye gidin! Ey Allah’ım, Sen ne yücesin. însanın istirahat için seçtiği ve gölgelendiği gölge kişiyi sıcaktan ve soğuktan korur. Ateşten ve alevden muhafaza eder. îşte bu gölge, kitapları kıyamet gününde kendilerine sağ elle­rinden verilen kimseler için hazırlanmıştır. Kâfirler için hazırlanmış olan göl­geye gelince o elem verici bir azaptır. Ne iyidir. Ne de serindir. Cehennem ateşinin bir dumanıdır.

 

O,üç dallıdır.Nefesleri keser.İnsanı ateşle dağlar.Kıvılcımlar saçar. Bir gölgeki güneşin yakmasından ve ateşin alazlaması ile alevin te’sirinden korumuyor. Saray büyüklüğünde veya sarı develer kadar İri kıvılcımlar saçıyor! Bu, cehennemi bir gölgedir. Allah bizleri bundan ko­rusun. Bu, şiddetli derecede bir azap nev’idir. Alev saçan, ateşten düğümlen­miş ve ufukları dolduran simsiyah bir dumandır. Öyle bir ateş kıvılcımıdır ki, köşk iriliğindedir. Sonra şekil, hafiflik ve seri hareketlilik ile rengi bakı­mından develere benzetiliyor. Bu Kur’an, gerçekten de alemlerin Rabbı tara­fından indirilen bir Kitaptır.

 

O din gününü yalanlayanların vay haline. O günde kafirler, kendilerine fayda verecek hiçbir şey konuşamayacaklardır. Mazeret beyan etmeleri için kendilerine izin de verilmeyecektir. O günü yalanlayanla­rın vay haline. O gün hüküm günüdür. Adil yargı günüdür. Yer ve zaman ba­kımından sizlerden önce gelip geçmiş olanlarla birlikte sizleri bir araya geti­rip hesaba çekecektir. O günden kurtuluşunuz mümkün müdür? O gün bize karşı bir düzen kurabilecekseniz haydi kurun.

 

Ey yalanlayıcılar ve din günü­nü inkâr edenler, yay sizin halinize. Müttakîlerin Durumuna  gelince: Kötülüğü salgın ve yaygın olan kıyamet günün­den ötürü ürküp Rabbinden korkan takva sahibi kimseler, gölgelerde ve pı­nar başlarında olacaklardır.

Altlarından ırmaklar akacak ve hiç zahmet gör­meyeceklerdir. Yanlarında, sonu gelmez meyvelerle iştahlarının çektiği yemişler vardır. Onlara ikram olsun diye şöyle denilecektir: Yeyiniz, içiniz, afiyet ol­sun. Bu, daha önce işlemiş olduğunuz salih amellerin karşılığıdır. Bunda tu­haf karşılanacak bir durum yoktur. İyilik edenleri işte böyle mükâfatlandırı­rız. Dünyada iken kendilerine; davarlar gibi yeyin, azıcık geçiminizi sağlayın. Biz sizi derece derece ceza gününe yaklaştırıyoruz, yiyiniz ve dünyanızdan da yararlanınız. ‚Yarınki günde sizi sorguya çekeceğiz.

 

Çünkü siz suçlusunuz‘ dediğimiz kimselerin, yani yalanlayıcı ve inkarcıların vay haline o gün! Onla­rın kötülüklerinden biri de şudur: Kendilerine, Rabbiniz olan Allah’a rükû edin ve sadece O’na ibadet edip hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın, denildiği zaman rükua gitmezlerdi. Yani namaz kılmazlardı. Yalanlayıcılann kıyamet gününde vay hallerine! Helak olsunlar, mahvolsunlar, veyl olsun onlara! Çünkü onlar ilahî nimetlere karşı şükran borçlarını eda etmediler.

 

Hikmetten korkmadilar. Vay onların hallerine! Vay onların hallerine! Onlar bu hayretengiz sözlere inanmadıktan sonra artık neye inanacaklar? Çünkü bu, kâmil ve ek­siksiz bir Kitaptır. Herşeyi bir araya getirmiştir. Allah’ın gazabına uğramış bu inkarcılar; hiçbir hikmetten yararlanmamış, hiçbir nur’dan istifade edip doğru yolu bulmamış ve ömürlerini boşa tüketmişlerdir…(Furkan  Tefsiri.Hicazi)

 

Murselat  suresinin  son  ayetleri  hakkında Ahkam’il Kuran’da  İmam  Kurtubi  diyorki: „Onlara: ‚Rükû edin‘ denildiği zaman rükû etmezler.“ Bu müşriklere: „Rükû edin“ yani namaz kılın denilecek olursa, onlar „rükû etmezler“ namaz kılmazlar. Mukatil de­di ki: Peygamber (sav) onlara „İslâm’a girin“ deyip onlara namaz kılmaları­nı emredince onlar: Bizler eğilmeyiz. Çünkü bu bizim aleyhimize bir tenkit sebebi olur, dediler. Peygamber (sav) da şöyle buyurdu: „Rükû ve sucudu bulunmayan bir dinde hayır yoktur.“

 

Nakledildiğine göre İmam Malik, ikindi nama­zından sonra mescide girdi. Maliki  mezhebinin görüşüne göre ikindiden sonra Na­maz kılınmaz. O bakımdan namaz kılmadan oturdu. Bir çocuk ona: Ey yaş­lı adam kalk ve namaz kıl, dedi. Malik kalkıp namaz kıldı ve kendisinin be­nimsediği görüşü ileri sürerek onunla tartışmadı. Bu husus ona sorulunca şöy­le dedi: Ben „Onlara: Rükû edin, denildiği zaman rükû etmezler“ diye ken­dilerinden sözedilen kimselerden olurum diye korktum. İbn Abbas dedi ki: Ahirette secde etmeye çağırılıp da secde edemeyecek­leri vakit, onlara bu söz söylenecektir…

 

Bu  ayette Namazın sözkonusu edilmesi ise tevhidden sonra bütün şer’î hükümlerinin esası oluşundan dolayıdır. Bu beyanla, imanın emredildiği de söylenmiştir. Çünkü namaz imansız sa­hih  olmaz.Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar?“Yani mucize olan, Allah Rasülünun doğruluğunun kesin delili olan Kur’ân’ı tasdik etmezlerse neyi tas­dik edecekler, neyi doğrulayacaklardır. Sûrede „yalanlayanların o gün vay haline!“ buyruğunun tekrarlanması. korkutmanın ve tehdidin tekrarlanması içindir. Bunun tekrar olmadığı da söy­lenmiştir. Çünkü bu buyruğun zikredildiği her seferinde diğerlerinde kaste­dilen manadan başkası kastedilmiştir. (Ahkam’il Kur’an.Kurtubi.)

 

Murselat  suresini  Taberi tefsirinin  izahlarıyla  bitirelim  inşaallah: Taberi bu âyet-i kerimenin, mücrimlerin. Allanın emirlerine ve yasakları­na karşı geldiklerini ve ona itaat etmediklerini ifade ettiğini söylemenin daha uygun olacağını açıklamıştır.  O gün, yalanlayanların vay haline. O gün, Allahın peygamberlerini ve onların tebliğ ettiği emir ve yasaklan yalanlayanların vay haline. Onlara Veyl deresi vardır.  Onlar, Kur’andan başka hangi söze iman edecekler. O suçlular, Allah tarafından gönderildiğine dair açık deliller taşıyan bu Kur’am yalanladıktan sonra artık hangi söze iman edeceklerdir?  …(Tefsiri Taberi…)

 

Allahım  bizleri  Ayeti  kerime  mucibince  Ruku  eden,  secde  eden, Namaz  kılan muttaki  kulların zümresine  dahil  eyle. Allahım  bizleri  Kur’an  ve  Sünneti  seniyye  nurundan, ışığından  hakkıyla  faydalanan  kulların  zümresine  dahil  eyle. Allahım  bizleri  emir  ve  nehiylerine  hakkıyla  itaat  eden, itaat  eden  kulların  zümresiyle  bir  ve  beraber  eyle. Allahım, Bizleri senin  mutlak  dogrularına  hakkıyla  teslim  olanlardan  eyle. Bizleri senin  en  dogru  yolun  olan  Sıratı Müstakimden  ayırma… Sen  her  şeylere  kadirsin  Allahım…Amin…

 

Sermedkadir…LU…23.09.2016…

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.