Namaz ve İnce Hesaplar

Rabbimiz Maun Suresi Ayet 4 -7 de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Namazlarından habersiz olarak Namaz kılanların vay haline. Onlar gösteriş yapmaktadırlar. Onlar egreti bir şeyin verilmesine bile engel olurlar…**

Geregince anlamaya çalışıyor ve öylece inanıyoruz ki; İnananlar her işlerini, her İbadetlerini bilinçli, şuurlu ve sarsılmaz bir İmanla yerine getirirler ve her türlü olumsuzluklardan, şüpheli tutum ve davranışlardan, yamuk ve düzeysiz hareketlerden sakınmasını bilirler ve İmanlarının geregini öylece yerine getirirler…

Başta Namaz olmak üzere Oruç, Zekat ve Hacc gibi yapılan İbadetler hepimizin bildigi gibi Farz olan İbadetlerdir yani Biz inananlar üzerine yapmamız zorunludur. Yani Rabbimiz bu İbadetleri insanlardan kendi iradeleriyle özgürce yerine getirmelerini buyurmuş ve istemiştir. Bizler insaflı bir şekilde tefekkür ettigimizde, düşündügümüzde normal olarak şu sonuca varırız…

Aslında Yüce yaratıcımız, Rabbimiz olan Allah bu yapılan bu ibadetlerden bir şey kazanmaz, Rabbimizin bunlara ihtiyacı da yoktur; Bilakis bunlara ihtiyacı olan insanın kendisidir. İnanan insanlar Farz olan İbadetler başta olmak üzere Rabbimizin emri dogrultusunda yap dedigini yapmak ve yapma dediklerini yapmamak kaydıyla Teslim olmanın ve Müslüman olmanın bir bakıma sınırlarını çizer ve Cuzi iradeleriyle İmanlarının, İtikad ettikleri dogruların sınırları içerisinde yaşantılarını devam ettirerek kul olma bilinçlerini hiç bir zaman akıllarından çıkarmazlar…

İman edenler, karşılarına çıkan tüm olayların, işittikleri tüm konuşmaların ve kendi yaptıkları tüm hareketlerin Rabbimizin belirlediği bir kader dahilinde gerçekleştiğini bilirler. Bu nedenle kendileri için her şeyde bir hayır yaratan Allaha tam teslim olurlar ve huzurlu, mutmain bir ruh hali içinde yaşarlar. Rabbimizin her şeyin üzerinde güç sahibi olduğunu ve bir yaprağın bile Allahın dilemesi dışında düşmeyeceğini kesin bir bilgiyle bildikleri için, hayatları sırasında her an gösterdikleri ahlâki bütünlükleri de İMAN ettikleri bu gerçek doğrultusundadır…

Dünya hayatı insan için bir denemedir. Bir İmtihandır, bir sınamadır, Ömür boyu bir sınavdır aslında. Bu nedenle İMAN edenler kendileri için belirlenen ömürleri boyunca Rabbimizin kendilerini imtihan ettiğini unutmazlar. Bu imtihanları sırasında en sakındıkları tavırlardan birisi, Mukaddes Kitabımız Kuranı Kerimde bir çok ayet ile kötü bir ahlâk özelliği olarak tarif edilen nankörlüktür…

Nankörlük, Dinden uzak ve Rabbından kopuk bir şekilde yaşayarak gaflet içinde olan insanlarda çok yaygın olan bir özelliktir. Bu kişiler Allah’ın yarattığı kaderin hikmetlerini göremedikleri, basiret sahibi olmadıkları, Tefekkürü sagduyulu bir şekilde yapamadıkları için, Allahın her zorlukla birlikte bir kolaylık yarattığını takdir edemedikleri ve Kuran ahlâkıyla ahlaklanamayarak, Teslimiyet içerisinde yaşamak yerine büyüklenmeleri nedeniyle bu çirkin tavrı sergilerler. Allah korusun İsyankar tavırlarını ömür boyu sürdürürler…

İman edenler ise Kuranda bildirildiği gibi temiz akıl sahibidir ve Allahtan korkup sakındıkları için diğer insanlardan onları ayırt eden bir akla sahiptirler. İmanlarının kendilerine vermiş oldugu İlmi Firaset, Olumlu Tefekkür hali ve Vicdanları her zaman açıktır ve bu şuurla her canlıyı alnından tutup denetleyen Rabbimizin kendileri için takdir ettiği kaderde, her detayın hikmetle yaratıldığını görebilirler…

İnanıyorum ki; Allah’tan gereği gibi korkup sakınmakla ve samimi bir teslimiyetle kazanılan bu akıl sayesinde Kuran ahlâkını yaşama konusunda çok güçlü bir şahsiyete sahip olurlar. Bu İman sahipleri Allahın izniyle başta kendi kendilerini yani nefislerini kurtardıkları gibi, bunun yanında çevresini ve dalga dalga bütün insanlıga da bir bakıma olumlu ve müsbet nanada mesaj verirler…

İmanına, İtikadına, İbadetlerine, Dinine ve mukaddesatına baglı ve düşkün olan insanların aslında çok şey anlatmalarına da lüzum yoktur. Sözleriyle anlatamasalarda, Halleriyle, tavırlarıyla, yaşantılarıyla örnek teşkil ederler, dogruyu, iyi ve müsbet olanı halleriyle etrafına bilfiil göstermiş olurlar. Bu İnsanlar dogruları REHBER edindikçe yanlış tutum ve davranışları da bir bakıma unuttururlar. Etraflarına güven ve itimat telkin eder aşılarlar aynı zamanda…

İşte müminlerin gerçek imanla kazandıkları bu güçlü şahsiyet Allah korkusuyla güçlenen, çok üstün bir ahlâktır. Allah tarih boyunca İman edenleri imtihanları gereği zorluklarla, hapis hayatıyla, alay ve incitici sözle, işkence ve zulümle, ölümle, açlık ve korkuyla, hastalıklarla denemiştir, sınamıştır, İmtihan etmiştir. Kendilerine isabet eden her olayda iman edenler Allaha karşı şükredici bir tavır sergilemişler, Allahın kendilerine tarif ettiği güzel ahlâkı yaşamaktan vazgeçmemişlerdir…

Başta Asrı Saadet dönemini yaşamış olan Örnek ve Önderlerimiz olmak üzere, Onları takip eden bütün İslam Alimleri ve Teslimiyet bayragını taşıyan her Müslüman şahsiyyet; Rabbimize tevekkül edip sabretmesini bilmişler, salih ve hayırlı davranışlarını hayatları boyu sürdürmüşler, ümitvar olmuşlar, Allaha yalvararak samimiyetle DUA etmişler ve Hesap günü şuurunu akıllarından hiç bir zaman çıkarmayarak, Rabbimizin izniyle çok üstün onurlu bir makama erişmişlerdir İnşaalah…

Hesap günü şuuru deyince Mutlak manada yaşadıgımız anı düşünmeden edemiyoruz. Caddelerde, Sokaklarda birbirinden farklı davranış ve tutum içerisinde farklı farklı kıyafetleriyle, Ayyrı ayrı görünümleriyle, şahsiyet, kişilik ve kimlik içerisinde farklı karakterde kimileri gururlu ve kibirli, bazıları ise yaşadıkları ruh hallerini bilemeyecegimiz manada hüzünlü ve boynu bükük vaziyette insanlar. İnsanlar. İnsanlar…

Hepsinin kendisine göre ayrı ayrı hesapları, plan ve programları var mutlaka, Kiminin yarın endişesi, korkusu agır basmakta. Kimileri almış oldugu haberin sevincini doya doya yaşamakta, bazıları mutlulugun dorugundayken bir başkası, hüzün ve düşüncenin en çıkmaz derinliginde dolaşmakta, dip köşelerinde zihni koşuşturmalar yaşamakta…Yeni hesap- kitaplar… Yeni plan-programlar…Önceki yılların tekrarı gibi görünen manzaralar… Ama asla tekrarı olmayan anlar…

Dünya gemisine yeni binmiş yolcular, az önce inmiş olanlar… Saçlarına eklenen her yeni beyaz telle çıkış kapısına doğru ilerleyenler… Kurdeleli saç örgüleriyle, çocuk masumiyetleri yüzlerinde erkenden inenler…Gideniyle geleniyle, mazlumuyla zalimiyle dünyamızda da bir hareket bir hareket. Herkes büründüğü suretin hakkını vermenin peşinde şeytanıyla, meleğiyle. Yeni vaadler, yeni yalanlar, katliamların yeni çeşitleri, alınan canlara uydurulan yeni kılıflar…

Misal iki gün önce Dünyanın en zalim devletinin yine dünyanın en mazlum olan halklarından birisini üzerine, başka bir devlet kanalıyla bomba yagdırmasının haberlerde okunan kendini savunma çabaları, Halkına ihanet eden yönetici konumundaki hainlerin bir büyük devlet yöneticisinden makam ve mevki kapma hesabı… Kendi halkından binlercesi hayatını kaybetmiş, Binlerce masum insan yok yere telef edilmiş o Hainin umurunda degil. O ajanlık yaptıgı büyük devlet ten nasıl bir mükafat alırım düşüncesinin hayalinde ve dünyalıkların hesabının peşinde…

Tüm bunları görünce insan ister istemez, nereye denk düştüğünü soruyor kendine. Aslında sormak, öyle kolay bir iş değil. Hele Cevap vermek daha da zor olanı. Mesela Torunum üzgün ve mahzun olarak Somali deki kardeşi yerine koydugu insanların bombardımandan zarar görüp görmedigine dair korku dolu sorularına cevap verebilmek cesaret ister. Alınan cevabın getireceği sorumluluğu kabul edecek yürek ister. Metanet ve Sabır ister…

Çagdaşlarının bunca lüks denilebilecek yaşantısına karşı ancak bogazının doyduguna sevinebilen ve dünya malından çok azına sahiplenen yiyecek ekmegi ve içecek suyunun kaygısı ve hesabının içerisinde olan bu insanların üzerinden dünyanın süper gücünün ne gibi bir menfaat hesapları var ancak bunu hesap gününde Rabbimizin İlahi hesabı zamanında anlıyacak ve görecegiz. O zaman biz nasıl cevap verecegiz, hesap gününde yüzümüzün akıyla çıkabilecekmiyiz ve O günde kime neyi soracagız ayrı bir muamma, ayrı bir bilinmezlik…

Hesapların görüldügü gün Hem sormak öyle kolay bir iş değil. Müstekbirler o gün soramayacak sorulara cevap vermeye gayret edecekler, hesap verecekler. Bugünün insanı olarak Televizyon ekranından yüzünü çevirmeden, ne sorduğunu bilirsin, ne cevabını. Başkalarının sahte mutlulukları ve acılarına şahitlik etme sevdasındayken, kendi hayat trenini kaçırmak üzere olduğunu kim fark edebilir ki. Başkalarının hesabını bitirme gayretini güdenler kendi hesaplarının dürülme zamanının yaklaştıgını hatta O zamanın geldigini nereden bilebilirki ?..

Basit hesapların yapılması kolay da, iş kişinin kendi hesabının yapıldıgı anı sorgulamaya alması ki Üstelik sormak öyle kolay bir iş hiç değil, nereye ve kime ve nasıl soracaksın. Vicdanın sesini yükseltmesine bir şans vermek aslında en kolay gibi görüneni lakin ya o kadar da fırsat elimizde kalmamışsa. Ya sonra ne yapacagız ? İçinden yükselen bu sesin peşinden gitmek ise herkesin harcı değil. Bir husus daha varki giden gelmiyor. Gaybdan da haberler alınamayınca…

İster istemez düşünüyoruz basit hesaplar yüzünden zalimin yanında yer almak ne derece dogru. Hesapların görülecegi günde terk edici olan Şeytandan ve onun parasız askerlerinden yana tavır almak onların kulu ve kölesi olmak İnsanlıga ve dolayısıyla özelde kişinin kendisine ne kazandıracak. Allah rızası için düşünüp tefekkür edelim. Geride bıraktıgımız ve Kaybedilen yıllarımızı gözümüzün önüne getirelim…

Büyüyen oglumuzu, Gelinlik çagına yaklaşan kızımızı, Hoşumuza gitmeyen kendi yaşantımızı, Sözümüzü dinletemedigimiz yakınlarımızı, helalleşemeden ayrılmak durumunda kaldıgımız Ana – Babamızı, Dogruları anlatamadan dargın hale geldigimiz arkadaşımızı, Hergün artan fitne ve fesat kumkumasının araları daha da soguttugu Cemaat ilişkilerini, Manevi degerlerin giderek Maddi degerler karşısındaki tutunamaz maglubiyetini, Bana göre, benim kanımca, bence, kanaatimce diye başlayan sonu gelmez fikir karmaşası ortamında Şeriata baglı kalma hesabının yara almadan nasıl savuşturulacagının endişesi… Evet hesaplar… hesaplar… Hesaplar…

Öyleyse günler geçip giderken, dünya gemisinin çıkış kapısına ilerlenen her an bir diğerine eklenirken, bizim hesabımız ne ? Önümüzdeki yeni günler için, yeni kararlar alınırken bizim kararımız ne ? Bizler için mübarek sayılan her günü dolu dolu yaşamanın yanında son ve çenelerin artık konuşamayacak konuma geldigi vakitte * Kelimeyi Tevhidi ve Kelimeyi Şehadet * sözünü söyliyebilmenin özlemi yanında O son ana kavuşmayı umarken, bizim hazırlıklarımız neler, hesabımız neler ?..

Yaptığımız hangi yanlışlardan kurtulmak, hangi haksızlıkları gidermek niyetindeyiz. Hangi konuda kendimizi daha çok geliştirmeli, hangisi için ilk adımı atmalıyız hesabını ne ölçüde gerçekleştirebilecegiz ? ** Faydasız İLİMDEN, kabul olunmayan DUADAN, tembellikten, korkaklıktan ve doymayan nefisten…** O na sığınmak için neler yapmalıyız ? Bize verilen nimetlerin getirdiği sorumluluğu omuzlamanın gücünü nasıl bulmalıyız? Neden yazmalı ve niye okumalıyız ? Neyi nasıl okumalıyız ? Velhasılı bizim özel hayatımızla kendi hesabımız ne ?…

Unutmayalım ki hesap günü mutlaka gelecek. Her hesabımızı o günün endişesi, korkusu ve Ümidi ile yaparsak inşaallah mahzun olanlardan olmayız. Herkesin bir hesabı olacak. Kazancımızın ayrı bir hesabı var. Malımızın mülkümüzün, sahip oldugumuz her türlü varlıgımızın, arsa, ev ve tarlamızın, kullandıgımız aracımızın, Ailemizin, oglumuzun, kızımızın hepsinin ayrı ayrı hesapları oldugu bir gerçek…

Maddi hesapların yanında birde Manevi hesaplarımız var ve de olmalı. İmanımızın, İtikadımızın, Namazımızın, Orucumuzun, ve bütün İbadetlerimizin mutlaka bir hesabı var. Ve bizler hasaba çekilmeden kendi kendimizi hesaba çekebiliyormuyuz. Aslında yaşadığımız her günü, sadece bir kez yaşamıyor muyuz ? Çocuklarımıza, Aile efradımıza, yakınlarımıza mesela vakti gelen Namazın o anda kılınmasının önemini vurgularken söyledigimiz cümleler mutlaka en ince süzgeçlerden geçirilmelidir…

Örnek verecek olursak; 2007 yılının Ocak ayının 12. Cuma günü İkindi vaktinin Namazı vakti bir daha gelmiyecek. Bu gün bu Namazın özel olarak vaktidir bu vakit. Namazsız geçirilmemelidir. Açıkçası yakınlarımızla bu bilgilerimizi paylaşırken en büyük payı kendi nefsimize çıkarmak düşüncesindeyim. Bazı durumlar vardır ki bizleri korkutur, endişelendirir. Söylediklerimizden kendimiz irkiliriz. Bir daha asla geri dönüp o günü yaşayamayacağımızı anlarız…

Bir şeyi bilmek ile onu idrak etmek farklı oluyor. Ve biz, hiç ummadığımız bir anda bildiğimiz bir şeyi idrak etmenin sarsıcı şaşkınlığını yaşıyoruz çoğu zaman. Zaman o kadar hızlı akıyor ki yaşadıgımız zaman dilimi. Bazı anlarda uzun zamandır görüşemediğimiz bir arkadaşımızı karşımızda görünce birden bire afallıyoruz. Agzımızdan gayri ihtiyari çıkan sözcükler birden tanıyamadım, çok degişmişsin gibi kopuk kopuk cümleler… Aslında bu hızlı geçen zaman bizlerden de çok şeyleri alıp götürüyor. Belli bir yaştan sonra artık büyümüyoruz kabul edelim ki, yaşlanıyoruz…

Lakin, Unutmayalım ki her yaşın belli bir güzelligi ve belli bir özelligi vardır. Unutmamamız gereken bir gerçek vardır o da; tek önemli vakit vardır; içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. Bize göre hayatımızda, En önemli kişi, kiminle berabersek odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşemeyeceğini bilemez; ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin sebebi Allah kulluk yapmak la beraber yaratılmışlara iyilikte bulunmak, Salih amellerle meşgul olmaktır…

Bizler İlim ve Amel bütünlügüne aşırı titizlik göstermek mecburiyetindeyiz. Bilmek başka, idrak etmek başka. Bu bildiklerimizi, idrak ettiklerimizi amel sahasına aksettirmek daha da başka…

Peygamber Efendimizin (sav) her güne ve her geceye ulaştığında, o gece ve o güne işaret ederek yaptığı dua, aslında her gün ve gecenin sadece kendine mahsus önemine dikkatlerimizi çekiyor. “Allahümme innî es’elüke hayra hazel yevm…” “Allahım senden bu günün hürmetine şunu ve şunu…isterim” diye başlıyor duasına Allah’ın Rasulü…

Ya da duasına “bu gecenin hürmetine… ” diye başlıyor ve sonra o gün veya geceyle gelmesini ümit ettiği hayırları sıralıyor birbir. O gün veya gecenin bereketi, nuru, Allah’ın yardımı ve hidayeti için tüm kapıları açmasını, tüm engelleri kaldırmasını niyaz ediyor. Her günün başında ve her geceye ulaştığında. Eger Örnek ve Önderimiz bu güzellikleri bu şekilde niyaz ediyor istiyorsa Mutlaka bizlerde O yüceler yücesinden güzellikler, iyilikler, Dünya ve Ahiretimiz için Hayır Dualar talep edecegiz, istiyecegiz, niyaz edecegiz…

Evet, her yaşadıgımız zaman diliminde müjdeli günlerin son anlarını yaşıyoruz. Ateşten kurtuluşumuza sebep olabilecek günler. Ve sonrasında İnşaallah kurtuluş ümidinin taşıyıcısı yeni yepyeni günler. Kendine mahsus maneviyatıyla yaşanmayı bekleyen her yeni gün ve gece, Allah’ın Rahmet ve mağfiret müjdecisi olabilir bizim için. Geçen her gün, Allah Rasulünün (sav) o yüzyılları devirip gelen sözüne şahitlik ediyor. Son peygamberin ümmeti, ahir zaman mü’minleri için ne ürpertici ve mucizevi bir tesbittir…

Peygamber Efendimiz mealen bir hadisinde şöyle buyuruyor: ** Sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izleyeceksiniz. Eğer onlar bir sürüngen deliğine girse, siz de gireceksiniz. ‘Ey Allah Rasulü, Yahudilerin ve Hıristiyanların yolunu mu?’ diye sorduk. ‘Başka kim olacak’ dedi…**

Buhari ve Müslim başta olmak üzere daha bir çok hadis Aliminden rivayet edilen Peygamber Efendimizin sözünün mealen bir diğer şekli de şöyle: ** Ümmetim, önceki ümmetlerin yolunu adım adım, karış karış izlemeden kıyamet kopmaz. ‘Ey Allah Rasulü, Farslar ve Rumlar gibi mi?’ denildi. ‘Başka kim olacak ?’ buyurdu…**

O yılların iki büyük imparatorluğunun – Farslar ve Rumlar- çöküş sürecinde söylenmiş bu sözde kastedilen kıyametin, bilinen anlamdaki kıyamet olarak değil, “toplumsal bir kıyamet” olarak anlaşıldığını ve o nedenle ashabın “Farslar ve Rumlar” gibi mi diye sorduğunu söylüyor Alimlerimiz.

Her türlü çirkinliğin güzel ambalajlara sarılarak sunulduğu, etkileyici sözlerin hakikate perde olduğu şu günleri yaşarken, hadisi şerifte bahsedilen Kıyamete doğru ne kadar ısrarla yol aldığımızı görünce, içi daralıyor insanın. Gaflete düşenlerin, gazaba uğrayanların, Aziz durumunda iken, İtibar ehliyken, Zelîl olanların yolunu kendimize yol edinmemize ve bu yolda ilerlemekten âdeta haz almamıza hayret ediyor insan…

İyiye ve güzele teşviği bırakıp, kötü ve çirkin olana ses çıkarmayan toplumların sonunu asırlar öncesinden haber veren ve düşmemiz pek mukadder olan tehlikeye dikkat çeken başka bir söz. Ümmetinin gidişinden kaygılı ve onlara karşı çok merhametli Peygamber Efendimizin sözü mealen: **

Allah Rasulü buyurdu ki; İsrailoğullarına arız olan ilk hastalık şuydu: ‘Biri haram işleyen bir başkasıyla buluşur ve derdi ki; Ey falan, bu konuda Allahtan kork ve işlediğin bu haramı terket, o sana helal değildir. Ertesi gün geldiğinde o kimseyi o kötü işi işlerken bulur, fakat bu durum onu sözkonusu menhiyyat sahibiyle yiyip – içmekten, oturup kalkmaktan alıkoymazdı…

Onlar böyle yapınca da Allah iyilerin kalbini kötülere benzetti. Sonra ‘İsrailoğullarından inkar edenler üzerine Davut ve Meryem oğlu İsa Aleyhiselamın diliyle lanet edildi’ Ayetini okuyup ekledi: ‘Kesinlikle hayır, vallahi ya iyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız, zalimin eline basarak onun zulmüne engel olur, haklının hakkını alıp haksızlığa karşı koyarsınız, ya da Allah iyilerinizin kalbini de kötülerinize benzetir ve tıpkı onlara lanet ettiği gibi size de lanet eder…** İnşaallah Topluca İnananlar olarak kısa sürede toparlanırız…

Görünen köy kılavuz istemez demişler ne yazıkki; Yaşadıgımız zaman diliminde pek de iyi şeyler olmuyor. Müslümanlar olarak toplumsal bir sükutu hayal içerisindeyiz. Yangın etrafımızı sarıyor her geçen gün. Öyle bir iki kova misali, vicdan susturucu iki cümle yetmiyor cayır cayır yanan ateşi söndürmeye. Ateşin sıcaklığını duymalı, duyurmalıyız herkese. Yoksa; keşke bu yangın çıkmasaydı, tez zamanda söndürülmeli kabilinden boşta kalan sözler ve yazılar konumundan öteye geçmez…

Vakit, yangını bizzat söndürme vakti. Zulmün çatırdayan alevleri, sivri dilleriyle yalarken sağını solunu; zulmün karşısında tavır alma vakti. Zulme ve haksızlığa karşı çıkmak, ancak sahibini güçlendirir. Onun için diyoruz ki; küçük hesaplar içinde boğulmak, sadece gününü doldurup gitmeyi beklemeye çalışmak, Bizim kendi kendimize olan saygımızın yitirilmesine sebeb olur. Başta kendi kendimizi tüketiriz…

Safların her geçen gün iyice ayrıldığı şu zamanda safımızı mutlaka iyi seçmeliyiz. Çok uzakta sandığımız o günler ummadıgımız kadar yakındır belki de. Dik duruşlar yetmiyor, adım atmalı hatta yürüyüp koşmalıyız olabildiğince. Ne kadar güzel söylemiş büyüklerimiz * Korkunun ecele faydası yok diye * Unutmayalım ki Koskoca supergüç diye tarif edilen Sovyetler birligini bir avuç Afganlı Mücahidler birlik içerisindeyken tarihe gömdü. Ne zamanki birbirlerine düştüler senelerdir ne yaşadıkları hepimizin malumu…

Ben elli yaşımı geçtim kendimi bildim bileli; Filistin’de insanlar öldürülüyor. Son yirmi küsur senedir, Irakta insanlar öldürülüyor. Bütün dünya seyretti ve İsrail Birleşmiş milletlerden otuz gün müsade istedi ve Lübnanda tabir caizse taş taş üzerinde koymadı. Bir haftadır Amerika, Etiyopya ve içerideki işbirlikçi hainler birleşti Somalide katliam başlattılar. Kuzeyden güneye bütün ülke bombardıman edilmeye ve çaresiz İnsanlar öldürülmeye başladı..

Bizimde uzak diyarlarda içimiz yanıyor ama özelde Ateş ancak düştüğü yeri yakıyor. Ateşi yüreklere düşürenler belli. Ateş belli. Safını belirlemenin zamanı geldi, geçmek üzere. Oyunu oynayanlar büyük oynuyor. Sabırla, ilmek ilmek ördükleri çorapları başlara geçirme telaşındalar. Müslüman coğrafyanın insanı, boşa harcadı bunca zamanı. Küçük hesaplar, gündelik telaşlar. Plan yok, program yok. Halkı Müslüman olan bunca Ülkede Halkı gibi düşünen İdareci yok. İyi niyetli bazıları varsada Zalimlerin arasında kaynayıp gidiyor ne yazıkki…

İnanıyorum ki zalimin karşısında dimdik durmak için vakit Yine de geç değil. Aslında Zalim korkak olur derler. Adeta höt desen ödleri patlayacak zalimin. Ah bir höt diyen olabilse. Kedinin kuyruğundan korkar halde oldukları her hallerinden belli. Onun için Amerikalı yetkililer Iraktaki Askerlerine nerede bir hareket görülürse gece ya da gündüz ateş etmeleri emrini vermişler. Dolayısıyla; Ateşi yüreklere düşürenler belli…

Şii ve sunni ayırımını yapan ve fitne ortamını bütün ajanslara haber olarak geçen Düşman belli. Ya hesap, plan, program içerisinde dostlar. İşte bir de o dostların dost oldugu zamanı yaşayabilsek İnşaallah durum iyice farklılaşacak. İnanıyorum ki artık zaman dostunu bilmenin zamanıdır. Dostların, Dostluğunu isbat etmenin zamanıdır. Söz vermek lafını etmek yetmiyor artık. Eller koyulmalı taşın altına diye düşünüyoruz…

Rabbimiz Ankebut Suresi ayet.2-4.te mealen şöyle buyuruyor: *** İNSANLAR, (sadece) ‘İnandık!’ demeleriyle bırakılacaklarını ve sınava çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar. Evet, andolsun ki, Biz kendilerinden öncekileri de sınadık; o halde (bugün yaşayanlar da sınanacak ve) elbette Allah, doğru davrananları ve yalancıların da kimler olduğunu gösterecektir. Yoksa onlar- (inandıklarını iddia ettikleri halde) kötülük işleyenler- Bizden kurtulabileceklerini mi sanırlar? Ne tuhaf bir düşünce bu…***

Evet artık her şeyin hesabını yapabilmeliyiz. Eger bizler hesabımızı yapamazsak ya da küçük hesaplar peşinde koşarsak, çok kısa zaman dilimi içerisinde hesabımızı görecekleri aşikardır. Bu hesabı yapacak Müslüman öncelikle güçlü bir İmana sahip olacaktır. Güçlü iman sahibi; Kainatın Sahibinin sonsuz kudreti, ilmi, isim ve sıfatları bulundugunu; her yerde hazır ve nazır oldugunu bilir. Yani güçlü İman sahibi Allahtan başka hiç bir varlıktan korkmaz…

Güçlü İman sahibi her işinde Meleklerin İlahi kameramanlar gibi her söz, fiil ve hareketleri kaydettiklerine inanır. O takdirde de olumsuz fiil, söz ve hareketlerden kaçınır; ibadete, ilme, çalışmaya, Salih amele, nezaket ve temizlige yönelir…

Bu husus ta İman sahibini, istikamet, düzen, dayanışma ve yardımlaşmaya yöneltir. İman ve kuvvetli bir İtikad ile aynı zamanda sonsuz Kudret Sahibine tevekkül ile, olumlu ve yüce meselelerde yükselme; felâket, musibet gibi olumsuz olaylardan ölüme kadar herşeye karşı müthiş bir direnme gücü elde edilir…

İlahi plan ve program olarak anlıyacagımız, Kadere iman ise; planlı ve programlı bir hayat sürmemizi saglar. Ahirete İman, haksızlık, zulüm, eglenceye düşkünlük gibi olumsuzluklardan uzaklaşıp; Adalet, merhamet, yardım, dayanışma, ibadet, zikir gibi olumlu faaliyetler içine girmemiz demektir. Aslında; Müslümanların ilmî, Siyasi, ekonomik ve teknolojik gelişme saglaması da yine iman gücü ile orantılıdır diye inanıyoruz…

Allaha, Kitaplara, Peygamberlere iman ile, teknolojinin en son sınırını çizen Peygamberlerin gösterdigi mucizelerden ilham alarak ilmî ve bilimsel çalışmalara yönelinir. Bunun yanında; İslamın şartları, ibadetler imanın gücü nisbetinde yerine getirilir. İbadetler ise, ferdî, ailevî ve sosyal düzeni, dayanışmayı, yardımlaşmayı haliyle beraberinde getirir… Bir Bakıma Ekonominin itici gücü de temelde imandır…

Zira, Kurana ve getirdiklerine iman; Zekat İbadetini ihya etmeyi ve faizden kaçınmayı gerektirir. İmanı güçlü olan; Ekonominin itici gücü olan zekatını verir; Tembellik, miskinlik ve sömürü vasıtası olan faize bulaşmaz. Bu da, ülkenin kalkınması, iş sahalarının açılmasını beraberinde getirir. Diger İslâm şartlarını yerine getirenler, Cemaatle Namaz ve Hacda oldugu gibi bir araya gelir; kaynaşır, danışır, fikir, kültür, tecrübe alışverişinde bulunur. Bu ise, bilgi, tecrübe, kalkınma ve zenginleşmek demektir…

Tarih buna şahittir. Müslümanlar İslamiyete sarıldıkları zaman en yükseklere, en yücelere ulaşmış, İlerlemiş, Din ve diyanetten uzaklaştıklarında ise maalesef zamanımızdaki gibi geri kalmış ve zillet içerisine düşmüşlerdir. Müslümanların yükselme dönemlerindeki egitim sisteminde İman ve Akidenin temel ders olarak ele alındıgı bilinen bir gerçektir…

İmanı degerlerin yanında tefekkür ve ibadetlerle pratige geçirilerek detaylı bir şekilde işlenerek sahibi kuvvet bulurdu. Tahkiki iman, elde edildiginde hayatın her kademesinde, her safhasında, her söz, fiil ve davranışta İmanı esaslar kişiye güç kuvvet verecegi aşikardır. Kuvvetli bir İman sahibinin ise kainata meydan okuyacagı bir gerçektir…

Tabiidir ki Güçlü bir İmanın yanında; Bir Toplumda gelişmesi, yerleşmesi gereken güzel hasletler vardır: İlim-irfan sevgisi, öğrenme merakı, öğrenilenleri Salih amele dökme samimiyeti, arayıp doğruyu bulma arzusu, hatayı kabul edip doğruya yönelme irâde ve dürüstlüğü, sağlam karakterlilik, cesâret, alçak gönüllülük, güler yüzlülük, tatlı sözlülük, sıkıntıları göğüsleme kuvvet ve dayanıklılıgı. Bunlar, üzerinde titrenilmesi gereken hasletlerden, güzelliklerden birkaçıdır…

Sahibi için Onların kaybedildiğini, yıpratıldığını görmek, beden yorgunluğundan daha ağır, daha ezici, daha üzüntü vericidir. Biz Müslümanlar hem bedenimizi ve hem de Ruhumuzu diriltici olarak en önemli kaynagımız İmandan sonra Namazı esas alırız. Bu hususta degerli İslam Alimlerimizden Mustafa Meşhur şu güzel tesbitlerde bulunuyor…

Hakikatte insanın hayatı, yani diriligi, hayvanlarda oldugu gibi vücut diriligi degildir. İnsanın diriligi; TEVHİD inancıyla, marifetullahla ve İmanla kalbinin dirilmesidir. Yani basireti kör, ölü mesabesinde olan kafir ve sapık kişinin kalbini Allah İman ile diriltiyor ve bu hidayetle birlikte ona engin bir ışık veriyorki, onunla geregi gibi düşünsün ve Hak ile batılı birbirinden ayırsın…

Allah ne bize, ne İbadetlerimize ve ne de Namazlarımıza muhtaçtır. Fakat biz Allaha muhtacız. Bizler onun fazlına, rahmetine, magfiretine ve rızasına muhtacız. O kendinden kerem ve ihsanda bulundu da, her gün beş defa Namazda kendi huzurunda durmamıza izin verdi. Eger biz daha fazla arzu edersek , O bize her vakit kapısını açar. Biz Namazda, Onu tesbih ediyor, kendi kelamıyla ondan kurtuluş diliyor, Onun huzurunda egiliyor ve Ona secde ediyoruz…

Böylece Ruhlarımız yaratıcısıyla birleşiyor ve aslına kavuşuyor ki, Bu topraktan yaratılan bedene, ruhlarımız O asıldan üflenmişti. Bu sayede ruhlarımız asıllarından kuvvet ve gıda talep ediyorlar. Bundan dolayı ruhlarımız arınıyorlar, yüceliyorlar ve bedenin istek ve arzularının üzerine yükseliyor. Bedenin iç güdülerini , aşırı isteklerini terbiye ediyor, özlemlerine karşı çıkıyor, fuhşiyat ve münkere meyletmeye ve sapmalara karşı savunma oluşturuyor…

Ben Namazda ve Namaz ile kalbin diriligini kastettim. Namazdaki rüku, sücud-secde ve ayakta durma gibi bedensel hareketler, Namazdakilerin kalbinde canlanan tazim-hürmet, takdis, huzu, huşu, tezallal, tekarrüp ve allahın cezalandırmasından korkma gibi duygu hallerinin açık şekilleridir. Kuşkusuz çogumuz Namazını, kalpleri dirilten, gönülleri genişleten bir yücelikte ve güzel şekilde kılmıyor…

Belkide bazımız Namaza, sanki sırtımızdaki agır bir yükü atar gibi davranarak Namaza yöneliyoruz. Öyle sanıyorum ki bu durum Namazın hakikatından ve Namazka dirilmek olayından uzaklaşmaktan kaynaklanmaktadır. Geliniz hep birlikte Namazda dirilmek, Namazla kalp ve ruhlarımıza hayat vermek için çalışalım. Ve hep birlikte Namazla dirilmeye yönelelim…*

Evet unutmayalım ki; Sevap olan İbadetlerin başında Yüce Allahın kesin emirleri olan Farz İbadetler gelir. Farzların başında da beş vakit NAMAZ ibadeti gelir. Hergün beş defa tekrarlanan ve sürekli bir İbadet olan NAMAZ, kişiyi Allahın huzuruna taşır. Dinin diregi olan NAMAZ , İnsanlara Allahı hatırlatır. Allahın emirlerini, yasaklarını hatırlatır ve insanları HARAMLARDAN korur…

Ve Namazın Sevap yönünden bir bakıma hesabını şöyle bir gözden geçirecegiz İnşaallah…

Sabah Namazına kalkma Niyyeti ile yatan ve gerekli önlemleri alanların, Namazla ilgili alacakları sevap bir bakıma başlamış demektir. Tatlı uykularından ve sıcak yataklarından Allah rızası için ve Namaz kılma niyeti ile kalkanlar, Tuvalet dahil Namaz İbadetinin ön hazırlıklarına başlarken attıkları adımlarının ve hareketlerinin ayrı ayrı sevapları yazılır. Abdest almaya başladıkları an, yıkadıkları organlardan damlayan su damlacıkları ile birlikte, küçük günahları dökülmeye başlar Allahın izniyle…

Peygamber Efendimiz (sav) mealen şöyle buyuruyor: ** Bir Müslüman kişi Abdest almaya başlayınca, agzını yıkarken, agzındaki günahları, burnunu yıkarken, burnundaki günahları, göz kapaklarının altına kadar yüzündeki günahları, kolları yıkarken, tırnak altlarına kadar kollarındaki günahları, başını mesh ederken, kulak altlarına kadar başındaki günahları ve ayaklarını yıkarken, tırnak altlarına kadar ayaklarındaki günahları dökülür…**

Yine Tırmizinin rivayet ettigi hadiste, Peygamber Efendimiz (sav) Mealen şöyle buyuruyor: ** Kim ki, Allahın kitabından bir harf okursa, Onun için bir hasene vardır. Bir haseneye on katı sevap verilir…** adet, nifas ve cünüp halinde olmama koşulu ile Namazın dışında Kurandan bir harf okuyana on sevap verilir. Namazda kıraat – Kuran okuma farzdır ve Namazın bir rüknüdür. Bu nedenle Namazda okunan Kuranın sevabı kat kat artırılır…

İmam Beyhakinin rivayet ettigi Hadiste , Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyuruyor: ** Kim ki adet, nifas ve cünüplükten temiz oldugu halde, Allahın kitabından bir harf dinlerse, on sevap yazılır, on günahı silinir ve derecesi on katı artırılır. Kim ki Allahın kitabından Bir harfi, Namazı oturarak kılarken okursa, elli sevap yazılır, elli günahı silinir ve derecesi elli kat artırılır. Kim ki Allahın kitabından bir harfi ayakta Namaz kılarken okursa yüz sevap yazılır, yüz günahı silinir ve derecesi yüz kat artırılır…**

Hazin Tefsirine göre Bir Fatiha da Besmele dahil yüz kırk harf vardır. Kırk Fatihanın toplam harf sayısı beş bin altı yüz eder. Bir günlük beş vakit Namaz da, Fatiha ve zammı sure olarak okunan toplam harf sayısı dokuzbin dört yüz ve bir aylık beş vakit Naöazda okunan toplam harf sayısı tam. İki yüz seksen iki bin eder…

Namazda okunan Kuranın her harfine yüz sevap alındıgına göre, bir aylık Namazdaki yalnız Fatiha ve zammı surelerin toplam sevabı. Yirmi sekiz milyon iki yüz bin eder. Allahın verecegi sevap bununla sınırlı degildir. Yüce Allah, diledigine kat kat fazlasını da verir. Ayrıca her Namazın sonunda tesbihata başlamadan önce bir * Ayet el Kürsi * okunur. Bir *Ayet el Kürsi * de yüz yetmiş harf ve beş Ayet el Kürsi de sekiz yüz elli harf vardır. Bir ayda okunan Ayet el Kürsinin toplam sayısı. Yirmi beş bin beş yüz eder…

Her gün beş vakit Namazda Dualardan sonra da birer Fatiha okunur. Beş Fatihanın toplam sayısı. Yedi yüz ve bir ayda okunan Fatihanın toplam harf sayısı yirmi bir bin eder. Bir aylık Namazda fatiha ve zammı sure olarak okunan iki yüz seksen iki bin harfe, bir aylık ayet el Kürsinin yirmi beş bin beş yüz ve bir aylık Fatihanın yirmi bir bin harfini de ilave edersek tam üç yüz yirmi sekiz bin harf eder. Müfessirlerin sultanı Abdullah İbni abbasa (ra) göre, Kuranın toplam harf sayısı üç yüz yirmi beş bin altı yüz yetmiş bir dir…

Düzenli bir şekilde beş vakit Namazı kılan gerçek Müslümanlar, her ay Kuranı Kerimi bir defa hatim etmekle birlikte, geriye fazla olarak dört bin sekiz yüz yirmi dokuz harfleri de kalmaktadır. Peygamber Efendimize (sav) gelen ilk ilahi emirlerden biri Rabbini büyüklükle Rabbini tekbirle an anlamındaki. (müddesir.4) bu ilahi emri uygulamak için Namaza tekbirle girilir…

On üçü farz olan * İftitah tekbirleri * ve iki yüz biri sünnet olan * İntikal tekbirleri * olmak üzere bir günlük beş vakit Namazda iki yüz on dört defa * Allahuekber * diye tekbir alınır. Tırmizi deki bir Hadiste , Peygamber Efendimiz (sav) mealen şöyle buyuruyor: ** Tesbih yani * Sübhanallah * mizanın yarısını ve * Elhamdulillah * Mizanın diger yarısını doldurur. Tekbir ise yer ile gök arasını doldurur…**

Namazın dışında inanarak ve Allahı büyükleme amacı ile alınan bir tekbir * Allahuekberin * sevabı yerle gök arasını doldurduguna göre, bir günlük Namazda alınan iki yüz on dört tekbirin sevabını düşünelim. Diger yandan Farz olan on üç * İftitah tekbirinin * ayrı bir özelligi vardır. Ramuz el ehadisteki bir Rivayette Peygamber Efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: ** İmamla birlikte alınan İftitah tekbiri , bin deveden hayırlıdır…**

Yine bir Hadiste Peygamber Efendimiz (sav) mealen şöyle buyuruyor: ** İki kelime vardır ki, dilde hafif, mizanda agır ve Rahman olan Allaha çok sevimlidirler. Bunlar * Sübhanallahi ve bi Hamdihi ve Sübhanallahil azim * dir…** Bir günlük beş vakit Namaz da, on beş defa sübhanekenin başında, yüz yirmi defa Sübhane rabbiyel aziym diye rüku da, ve iki yüz kırk defa Sübhane Rabbiyel ala diye secde de olmak üzere, üç yüz yetmiş beş defa Aziym ve ala isimleri ile birlikte Yüce Allah tesbih ve tenzih edilir…

Yine bir günlük beş vakit Namazda, on beş defa * Sübhanekede ve bi hamdik * diye, kırk defa Fatihanın başında * Elhamdulillahi Rabbil Alemiyn * diye, kırk defa rükudan dogrulurken, * Semi allahü limen Hamideh * diye ve kırk defa rükudan dogrulduktan sonra , * Rabbena lekel hamd * diye, yüz otuz beş defa yüce Allaha hamd edilir. Namazın dışında bir defa * Sübhanallah * ve * Elhamdulillah * demenin sevabını düşünelim ve Namazda bu sevabın onlarca, yüzlerce defa katlandıgını unutmayalım…

İşte beş vakit Namazı kılan ve Yüce Allaha kul olan gerçek Müslümanlar, kainatı kapsayan bu zikir haklasına dahil olmakta ve tüm varlıklarla birlikte Allahı Tesbih, hamd ve takbir ile zikir etmektedirler. Allaha inanan, İman eden ve inancı dogrultusunda yaşayan gerçek Müslümanlar, kıldıkları her iki rekatın sonunda ve günde yirmi bir defa, yüce Allahın lütuf ve Rahmet kapısında oturup, * Ettahiyyatü lillahi vessalavatü vettayyibat… *

Söz ile beden ile ve mal ile yapılan bütün ibadetler yalnızca yüce Allahadır diye Rabbul alemiyn olan Allaha Tahiyyeler sunarlar. * Esselamu aleyke eyyuhen Nebiyyu ve Rahmetullahi ve Berekatuhu * diye Peygamber Efendimize (sav) selam verirler ve yüce Allahın selamını, Rahmetini ve Bereketini dilerler. * Esselamu aleyna ve ala ibadillahis Salihiyn * diye, gelip geçmiş ve halen hayatta olan bütün salih –iyi kullara ve kendilerine, Allahtan selamet dilerler…

Ve sonunda Kelimeyi şehadet getirerek, Allahtan başka ilah olmadıgını ve Hazreti Muhammedin (sav) , Allahın kulu ve Peygamberi oldugunu tüm varlıklara ilan ederler. Ebu Davudun rivayet ettigi bir Hadiste Peygamber efendimiz mealen şöyle buyuruyor: ** Kabrimi Bayram-piknik-eglence yeri yapmayın. Ama bana salat edin. Nerede olursanız olunuz, salatını bana ulaşır…** Namazla baglantılı her türlü ibadetlerin sevapları kat kat çogaltıldıgı gibi, Namazda okunan Salavatı şeriflerin sevapları da kat kat çogaltılır…

Beş vakit Namaz da, On beşi * Allahümme Salli ala * ve on beşi * Allahümme Barik ala * olmak üzere her gün tam otuz ve ayda dokuz yüz tane en degerli Salavatı Şerifeler okunmaktadır. Son oturuşta Salavatı şerifelerden sonra Namaz kılan kişi kendisi için Ana – Babası için ve tüm DİN kardeşleri için DUA ve İstigfar anlamını taşıyan, * Rabbena Atina ve Rabbenagfirli * gibi duaları okur…

Aynı inancı paylaşan, aynı yolun yolcusu olan ve sonsuzluk alemi olan Cennet te ebediyyen birlik ve beraberlik içerisinde yan yana yaşayacak olan bütün Müminler inananlar kardeştir. Bu nedenle beş vakit Namaz kılan yüz milyonlarca Müslümandan her biri bütün din kardeşlerine Dua eder ve kendisi de Yüz Milyonların DUASINA ortak olur. Namazını kılıp uyuyanlar, işleri, güçleri ile ugraşanlar veya kara topragın altında mezarlarında yatmakta olanlar, Namaz kılmakta olan DİN kardeşlerinin dualarından yararlanırlar…

Unutmayalım Dünyada sürekli Ezanlar okunmakta ve 24.saat hiç kesintisiz Namaz kılınmaktadır. Kıbleye yönelerek ve alnınızı secdeye koyarak bu topluma katılırsanız, hem dünyada yaşadıgınız sürece ve hem kabrinizde yattıgınız sürece, bu kutsal ve seçkin toplumun DUASINA ortak olursunuz. Nesai, Taberani ve Dara kutninin rivayet ettikleri bir Hadiste , Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyuruyor: ** Kim ki Farz – Vakit Namazlarının sonunda Ayet el Kursiyi okursa, O kişinin o an Cennete girmesine ölümden başka bir engel yoktur…**

Muslimin rivayet ettigi bir Hadiste Peygamber Efendimiz (sav) mealen şöyle buyuruyor: ** Kim ki Vakit Namazlarının sonunda 33.defa Allahı Tesbih ederse, 33.defa Allahı hamd ederse ve 33. defa Allahı Tekbir ederse ve yüzü tamamlamak için , La ilahe illallahu vahdahu la şerike leh . Lehul mulkü ve lehul hamdu ve hüve ala kulli şey in kadir derse, Deniz köpükleri kadar günahları bagışlanır. ..**

Namazın Farz ve sünnetlerini kılan kişi, Oturdugu yerde önce bir * Ayet el Kursiyi * okur ve sonra 33.defa * Sübhanallah*, 33. defa * Elhamdulillah * ve 33. defa * Allahu ekber * der ve yüzü tamamlamak içinbir defa * La ilahe İllallahu Vahdehu la şerike leh, Lehul mulkü ve lehül hamdü ve huve ala kulli şeyin Kadiyr* Şeriki, Ortagı ve dengi olmayan Yüce Allah, bir dir, Ondan başka İlah yoktur. Mülk Onundur. Medih yani övgü, yalnız Onadır. Ve O yüce Allah, her şeye Kadirdir. Derse, yaprak dökümü gibi günahları dökülür ve mizanda agır gelen sevaplar kazanır…( Misak.187.36-40)

Allahım bizleri beş vakit ve sürekli Namaz kılan Kullarından eyle. Bizleri Haramlardan, çirkinliklerden, Fuhşiyatlardan ve her türlü kötülüklerden muhafaza eyle. Bizleri razı oldugun kulların zümresine dahil eyle. Bizleri Gurur, kibir, kendini begenme hastalıklarından ve Fitne belalarından muhafaza eyle. Bizleri Nifak ehlinden ve Münafıkların şerrinden koru Allahım sen her şeye kadirsin… Amin…
Sermed Kadir… 13.02.2008

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert