Nasihata Muhtacız

Ali İmran suresi ayet. 104. te Rabbimiz mealen şöyle buyuruyor: *** Sizden öyle bir CEMAAT (Ümmet) bulumalıdır ki onlar herkesi hayra çagırsınlar. İşte onlar muradına erenlerin taa kendileridir…***

Peygamber efendimiz bir Hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Nefsimi yed’i kudretinde tutan Allaha and olsunki; ya siz iyiligi- marufu emredip kötülükten- münkerden vaz geçirmeye çalışırsınız, ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman azabın kaldırılması için DUA edersiniz. Fakat Dualarınız kabul edilmez…**

Bu Ayeti kerime ve Hadisi şerifin ışıgı altında İHTİSAP makamını ve Muhtesibi tanıtmaya gayret edelim inşaallah. İnsanları hayıra çagırmak, iyilikleri emretmek, kötülüklerden vaz geçirmeye çalışmak hem ferdi, hem de içtimai- sosyal bir görevdir. Allahu Teala bu SALİH ÂMEL için gayret sarf eden bir CEMAATIN (Ümmetin) bulunmasını emretmiş ve O Cemaatı müjdelemiştir.

Peygamber Efendimiz (sav) HİSBE Teşkilatını kurarak, hayra çagırma, iyiligi emretme, Kötülüklerden vaz geçirmeye çalışma hizmetini müesseseleştirmiştir. Kısaca ifade edecek olursak MUHTESİB’İN görevi budur. Yani Emri bil maruf ve Nehyi anil münkeri kapsayan HİSBE TEŞKİLATI ya da UYARICILIK MAKAMI diyebilecegimiz bu müesseseye başkanlık eden görevliye de MUHTESİB- UYARICI diyebiliriz.

Tabiidirki her teşkilatın başına geçecek olan kişide bazı şartların aranması bilinen bir gerçektir. Muhtesib olacak kişilerde de bazı şartlar aranır bunlar kısaca: 1.) Müslüman olmak. 2.) Mükellef- Akıl baliğ olmak. 3.) Kudretli olmaktır. Yani bu şartlardan da anlaşılıyorki Deli, çocuk, kafir ve aciz kimseler MUHTESİB olamazlar. Çünkü mükellef olmayan kimseye hiç bir emir lazım gelmez.

Muhtasiblik; Peygamber Efendimizin (sav) zamanında var idi. Hz. Ömer (ra) Medinenin, Said bin Said ibn el As da Mekkenin Muhtesibligine tayin edilmişlerdi. Hz. Ömer Hilafet makamına geçince, Abdullah ibn Utbe’yi Çarşı ve pazarları teftiş etmeye memur kılmış idi.

Abdullah bin Utbe (ra) sokaklarda gezer, Yollardan halkın geçmesine engel teşkil edecek şeyleri kaldırtır, ölçüleri muayene ederek, Esnafın noksan-eksik tartması ihtimalini ortadan kaldırırdı. Bizzat Hz. Ömer de (ra) İHTİSAB işleriyle meşgul olurdu. Mesela; Deve’ye güç yetiremeyecegi kadar yük yükledigi için bir Deveciyi cezalandırmış, Sokaga tecavüz suretiyle inşa edilmiş bir binayı yıktırmıştır.

Dört Halife devrinden sonra kurulan İslam hükümetlerinde ise Muhtesiblik teşkilatı genişlemiş ve çeşitli görevleride içerisine almıştır. Osmanlı devletindeki İDARİ ve ŞER’İ teşkilatında, kendinden önce kurulan İslam hükümetlerini taklit ettigi için, İHTİSAB işinde de bu makamın görev ve sorumluluklarnda aynı yolu takip etmiş, bu hususta da hassas davranılmıştır.

Her devirde Hükümet tarafından nereye bir Kadı-Hakim gönderilmişse orada bir de MUHTESİB bulundurulmuştur. Muhtesiblik özde DİNİ bir görev oldugundan dolayı, bu görev ancak İTİBAR sahibi olan İLİM, Dini degerlere baglılık ve güzel ahlâk sıfatlarıyla donanmış olan şahsiyetlere verilmiştir.

MUHTESİB; Öncelikle İslam Devleti sınırları içerisinde yer alan hatta, Sınırlarında ötesinde Müslümanları bulunmuş oldugu her yerde, Müslümanları her konuda aydınlatmak için bir EGİTİM ve ÖGRETİM siyaseti uygulayan makamdır.

Bilindigi gibi Dinimizde İLİM tahsili Kadın –Erkek her Müslümana FARZ’DIR. Bu Farzında diger sorumluluklar gibi yerine getirilmesini kolaylaştırmak bu makamın önde gelen görevlerindendir. Yukarıda ifade ettigimiz gibi; Mü’minler arasında iyiligi emreden, kötülüklerden sakındıran bir toplulugun var olması Cenabı Allahın emirleri arasındadır.

Muhtesiblik yani uyarıcılık görevinin başında olan kişi öncelikle Allahın emirlerine kendisi uyması zaruridir, şarttır. Dine baglı kalmayan, Allah korkusu taşımayan, Dinin emirlerini ve esaslarını inkar eden veya Dinin haram saydıgı kötü fiilleri işleyen kişi, Din düşmanlıgı yapan birisi nasıl Dine yardımcı olmaya yetkili olabilir ? Buradan da anlaşılacagı üzere Fasık bir kimse MUHTESİB olup başkasını sorumlu tutamaz.

Rabbimiz Bakara Suresi Ayet.44.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** İnsanlara iyilikle emrederde, kendinizi unuturmusunuz ? *** Kendisinin yapmadıgını başka kimselere emreden bir kimseyi hiç bir Allahın kulunun dinlemeyecegi aşikardır.

Bir Hadisi Şerifte mealen şöyle buyurulmaktadır: ** Gezdigim gecede, dudakları ateşten yapılmış makaslarla kesilen bir kavmin yanından geçtim. Kendilerine: Siz kimsiniz diye sorunca; Biz dünyada hayrı emreder, kendimiz yapmazdık, şerri- kötülükleri men eder, yasaklar kendimiz yapardık. Diye cevap verdiler…**

İslam Alimleri bu Ayet ve Hadisi Şerifi delil alarak demişlerdir ki: Başkasını ıslah etmek, ıslah edicinin kurtuluşa kavuşmasının nisabının Zekatıdır. Bununla beraber nefsinde salih olmayan bir kimse, başkasını nasıl ıslah edebilir ? Agaç eger egri duruyorsa, agacın gölgesi nasıl dogru olabilir ? demişlerdir…

Bazı İslam Alimleri ise degişik bir izah tarzı getirmişler ve demişlerdirki; Fasık, günahkâr bir kimse uyarıcılık, Muhtesiblik görevi yapabilir. İyiyi emredip, kötülükleri yasaklayan fasık yaptıgının dogruluguna dair delil olaraak şöyle diyebiliriz: acaba ihtisablıkta- uyarıcılık görevinde bu vazifeyi yürüten kişinin bütün günahlardan masum olması şart mıdır? Eger bütün günahlardan masum olması şarttır denilirse; bu söz ümmetin icmaını yıkmaktan başka bir şey degildir.

Daha sonra bu çeşit bir hareket; İHTİSAB kapısını tamamıyle kapamak demektir. Rasulullahın ashabında bile bütün günahlardan masumluk yoktur. Nerede kaldı ki, onlardan sonra gelenlerde böyle bir vasıf bulunsun demişlerdir.

Emri bil maruf ve nehyi anil münker (iyilikleri emredip, kötülüklerden sakındırmak) bazan VAAZ ve Nasihat yapmak suretiyle, bazan da Kuvvet kullanmak suretiyle olur. Muhtesib olan şahsın herkesten önce kendisi söylediklerini tatbik etmesi Âmel sahasına koyması gerekmektedir.

Söylediklerini tatbik etmeyen bir kimsenin Nasihatı ve sözü gerektigi gibi yerini bulmaz, verimli olmaz. Her hangi bir kötülügü görüpte onu ortadan kaldırmayan, sükut edip hiç bir söz söylemeyen MUHTESİB günahkâr olur. Zira nerede bir kötülük görse o kötülügü işleyeni, o bilinen menhiyattan vaz geçirmek onun üzerine farzdır.

Muhtesiblik görevini icra eden kişi öncelikle yapılan işin helallıgını, haramlıgını insanlara anlatır, bildirir, izah eder. Bu tür tarifleri yaptıktan sonra mümkün oldugunca güzel konuşmaya gayret eder. Nasihatını ve vaazını en güzel bir şekilde yerine getirir. Şayet bütün bu anlatımların sonucunda istedigini elde edemezse, sözünü muhatabına duyuramazsa insanları haramlardan vaz geçirmek gayesiyle sert konuşur, azarlar ve her türlü sözlü ikazları yapar.

Bir örnek verecek olursak: kötülüklerden menhiyatlardan, haramlardan insanları korumak için insanlara hitaben derki; ey cahil insan, ey ahmak, Allahtan korkmuyormusun ? kullarından utanmıyormusun ? sen ne biçim insansın ? gibi azarlayıcı ifadeler bile kullanabilir. İnsanları bu tür menhiyatları, kötülükleri işlemekten vaz geçirmek için elinden ve dilinden gelen gayretleri gösterir.

İyi söyledi olmuyor, baktıki azarladı olmuyor ondan sonra fiili davranış şekillerini kullanır. Mesela içki içiyorlarsa içkilerini döker. Allahın Haram kıldıgı alkollü içkiyi Müslüman yurdunda içilmesine engel olur. Hatta müzik aletlerini kırar. Erkekler İPEKLİ elbise giyiyorlarsa elbiselerine bile karışır onu giydirmemeye çalışır, İpekli elbiselerini çıkartır. Gasp edilmiş bir mal var ise gasp edenden alır sahibine teslim eder.

Bazı insanlar söz ve tavırlardan anlamıyorlarsa Muhtesib bu insanları her türlü sözlerle korkutur. Tehdit eder hatta İslam devleti adına O insanları yola getirmek için ne lazımsa onu yerine getirir. Mesela İslam Alimleri: Gıybet ve İFTİRA ya devam eden kimse ancak dayakla susturulur demişlerdir.

Ebu said el Hudri den (ra) gelen bir Hadisi Şerifte Peygamber Efendimiz mealen şöyle buyuruyor: ** Sizden herhangi bir kimse çirkin olanı gördügü zaman onu eliyle bozmaya çalışsın. Eger eliyle bozmaya muktedir degilse- gücü yetmiyorsa- diliyle bozmaya çalışsın. Diliyle gücü yetmiyorsa kalbiyle bugz etsin. Kalbi ile bugz etmek İMANIN en zayıf derecesidir…**

İşte anlatmak istedigimiz husus şudurki; Muhtesiblikte esas olan uyarıcılıga muktedir olmasıdır ve güç yetirmesidir. Muhtesibin bilgisi olacagı gibi kuvveti ve gücü de yerinde olacaktır. Başkalarına güç yetiremeyen aciz ve güçsüz kimselerin uyarıcılıgı ise ancak kalbi ile bugz etmek suretiyle olur.

Zira Allahı onun şanlı Peygamberini ve Dinini seven her Müslüman tabii olarak Allaha karşı onun Rasulüne karşı ve Allahın Dinine karşı yapılan, işlenen günahtan ve her türlü haramlardan nefret eder ve tabiidirki kalbende o tür hareketleri çirkin olarak yorumlar. Hiç bir surette bu tür çirkinliklere bulaşmak istemez…

İhya adlı muhteşem eserinde İmam Gazali (Rh.a) diyorki: * Muhtesib, bozma, kırma yada kuvvet kullanmada muhtaç olan miktar ile iktifa etmelidir (yetinmelidir). Yani elinden tutup çekmeye kudreti oldugu zaman, çıkartmak için sakalından veya ayagından tutmamalıdır. Çünkü fazla eziyet vermek gereksizdir.

Muhtesib giyilmiş olan İPEKLİ elbiseyi yırtmamalıdır. Dikiş yerlerinden sökmesi kâfidir. Hristiyanların piyasaya çıkardıgı istavrozu ve müzik aletlerini yakmamalıdır. Kullanılmayacak şekle getirmesi yeterlidir. Veya bir Muhtesib insanları tehdit ederken, korkuturken, şu yaptıgını bırak veya senin kafanı kırarım.

Ve yahutta boynunu vururum eger bırakmazsan, sana vurmak, seni dayak attırmak için emir veririm gibi öncelikle korkutucu sözleri söylemekle yetinir. Muhtesibin bu çeşit sözleri söylemeden dövmesi, vurması, dayak atması ve attırması dogru olmaz.

İhtisab işiyle görevli olan Muhtesibin bütün bunları yapmak, bu çeşit hareketleri uygulamak için tek gayesi vardır oda; Kötülükleri def etmek ve menhiyatları, çirkinlikleri ortadan kaldırmaktır. Münkeri, çirkinlikleri ve kötülükleri ortadan kaldırmak ise nasıl mümkün oluyorsa o tür hareketlerle yapılması muhtesib üzerine farz olur.

Burada üzerinde durulması gereken en önemli hareketlerden birisi şudurki; Allahın hakkıyla yani hukukullah ile İnsanların hakkını ilgilendiren münker, kötülük ve çirkinlikler arasında fark olmadıgının bilinmesi icabeder. Yani her iki hak ve hukuk gözetiminde aynı surette gayret gösterilir icra edilen bu görev ve sorumluluklarda aynı hassasiyetle riayet edilir.

Muhtesibin aslında toplumu düzenli bir hayata yönlendirmek için görev ve sorumlulukları oldukça fazladır. Bunlardan bazılarını ifade edecek olursak; 1.) Öncelikle Şer’i hükümlere aykırı hareket içinde olanlara mani olur. 2.) Yolda, çarşıda, pazarda, gelip geçen insanların, yolcuların, ticaret erbabının, tüccarın, sanatçının, Esnafın hareket alanının kolaylaştırır.

3.) Öyleki bazı anlarda her türlü taşıt vasıtalarına mesela; gemilere her türlü kara ve Deniz taşıtlarına fazla yük yüklenmesine dahi engel olabilir. Aynı zamanda Hamal’lara fazla yük taşıtılmasına mani olur. 4.) Saglam yapıda olmayan, yıkılacakmış görüntüsü veren bina’ları zamanında yıktırır. 5.) Okullarda ögrencilere dayak atılmasına bile mani olur.

6.) Yiyecek ve içeceklerin insan saglıgına elverişli olup olmamasıda Muhtesibin görevleri arasındadır. Her türlü yiyecek ve içeceklere hile karıştırılmasının önüne geçer. Zamanında ve yerinde yapacagı ikaz ve uyarılarla İnsanları ve Hayvanları koruma görevinide yerine getirmiş olur. 7. Bilhassa ölçü ve tartıları kullanan insanları yerinde ve zamanında teftiş ederek her türlü hakların geçmesini önler. Sahtekârlık ve hile yollarına sapan Esnafın şiddetle cezalandırılmasını saglar.

Tabiidirki bu yazdıgımız hususlar İslam Devletinin işleyişinde ve Şeri Hukukun yürürlükte oldugu zamanlarda geçerlidir. Zaten araştırma ve incelemelrimizde; İslam Dininin kurumlara, müesseseler, ve bireye yani İNSANA ne denli deger verdigini anlatmak ve ifade etmek istiyoruz.

İslami Hükümlerin uygulandıgı zaman içerisinde Muhtesibin görev ve yetkilerini bazı şehirlerde ve Şehir hükmünde olan yerleşim birimlerinde KADI lar – Hakimler, Muhtesiblik görevlerini yerine getirmişlerdir. Bazı yerleşim bölgelerinde ise Muhtesibler Şurtalardan – Polis gücünden, kolluk kuvvetlerinden yardım görerek Kadıların – Hakimlerin bazı vazifelerini yerine getirmiş, icraat sahasına koymuşlardır.

Zamanımızda Muhtesibin görev ve sorumluluklarını hangi kurum yapıyor denilirse; Bu soruya hemen bir kurumun ismini vermek epeyce zordur. Çünkü bazı vazifeler vardırki; Tamamiyle DİNİ içeriklidir. Dinin de özünde İnsanlıgı koruma ve her türlü tehlikelerden kollama vardır. İslam Devletinin kuruluş ve işleyiş amacı, gayesi İNSAN unsurunu en yüksek konuma getirmektir.

Bu gayelerin başında 1.) İnsanların CAN güvenligini koruma vardır. 2.) MAL güvenligini emniyet altına alma vardır. 3. ) DİN emniyetini koruma ve kollama vardır. 4. NESİL Emniyetini koruma ve kollama vardır. 5.) AKIL Emniyetini Koruma ve kollama vardır. İslam Devletinde bu Emniyetleri yerine getirmeyen ve getirmek için gayret sarfetmeyen insanlara, İktidarı gaspeden Zalim yönetici gözüyle bakılmıştır.

İslam anlayışında TEORİDE ayrı, PRATİKTE ayrı bir yol izlenmesi kesinlikle mümkün degildir. Nasıl inanılıyorsa öyle yaşantının devamı saglanmalıdır. Bu hususta İslam Devlet başkanı ile Hakimi, Muhtesibi, Alimi, Tüccarı, Sanatçısı, Esnafı ayrı kategorilerde yer alamaz. İslami ŞERİATI herkes için aynı hükmü içerir. Dolayısıyla İdare edenle İdare edilenler arasında bir ayrıcalık oldugu anda ortaya NİFAK girer, ZULÜM girer ve ANARŞİ girer.

Dinimizin de asıl gayesi İkiligi, Nifakı, Zulmü, Anarşiyi, Kargaşayı ortadan kaldırmak olduguna göre, Kurum ve Müesseseleri oluşturan idareciler nasıl öncelikle YARATICIYA karşı sorumlulugunu idrak etmek zorundalarsa; Aynı sorumluluk idare edilenler ve birey için de geçerlidir. İncelememizde anlatmaya gayret ettigimiz İHTİSAB müessesesini bu gün karşılayacak bir kurum ve kuruluşun olmadıgını ifade ederken bu hususların gözden geçirilmesi icap eder.

Yoksa günümüzde bir Zabıta teşkilatı vardır. Bir Polis teşkilatı vardır, Bir Ordu vardır. Bir ADLİYE teşkilatı mevcuttur. En küçük yerleşim birimlerine kadar BELEDİYE teşkilatları mevcuttur. Kurum ve Müesseselerin var olması demek her şeyin yolunda oldugunu söylemeyi beraberinde getirmez. Dolayısıyla İslami Müesseselerle, Zamanımızdaki Laik ve Demokratik sistemlerin kurumlarını farklı yorumlamak icap eder diye düşünüyorum.

Sevgili Peygamberimiz (sav) bir Hadisi Şerifinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Siz iyiligin tamamını işlemeseniz dahi İYİLİGİ emrediniz. Siz kötülügün tamamından sakınmasanız dahi KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRINIZ.**

Allahım bizleri Hakkı hak bilip hakka baglanan, batılı batıl bilip, batıldan, her türlü sapıklıklardan kaçınan kullarıyın zümresine dahil eyle. Bizi salih amel işlemeye muktedir eyle. Bizi ihlâsa ve istikamete muvaffak eyle. Bizi haram kazançtan, haram âmelden, haram davranıştan, haram mal sevgisinden koru.

Bize helâl kazanç ver. Helal kazanç yollarını sevdir. Sâlih amel nasip eyle. Davranışlarımızda Senin koyduğun sınırı aşmamayı bize kolaylaştır. Salih amellerimizi kabul eyle. Hatalarımızı, kusurlarımızı ve günahlarımızı affet. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… ..23.04.2005

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.