Nefsimizin Kulu Olmayalım

Cenabı hak Nisa Suresi ayet.1.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir…***

Buharide rivayeti bizlere ulaştırılan bir hadisde Peygamber efendimiz mealen şöyle buyurmaktadır: ** Lailahe illallah deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Kim Lailaheillallah derse,benden malını ve nefsini-canını korumuş olur. Ancak İslamın hakkı olan kısas bunun dışındadır. Bundan sonra kişinin hesabı Allaha aittir…

Bu sonsuz kainat içerisindeki insana hayret etmemek mümkün degildir. Ya insanın henüz keşfedemedigi şeyler, ugraşıp, çabalayıp, gayret edip te ulaşamadıgı şeyler ? Ya insanın içinde yaşadıgı dünya ? Bunlar ve buna benzer daha yüzlerce bilinmezlikler hayretimizi ortaya koyan şeylerdir. Şurası bir gerçektirki, bütün bu gariplikleri ve hayrete düşürücü görünümleriyle dünya insan için yaratılmıştır. İnsan her haliyle diyebilirizki varlık dairesinin merkezi noktasında bulunmaktadır…

Kainat hakkında biraz okuyan ve biraz bilgi sahibi olan kimse açıkça dehşete düşer. Örnegin milyarlarca ışık yılı, sayısız galaksiler, muhteşem güneş sistemleri, çeşitli gök cisimleri, çeşit çeşit ışınlar, her yıldızın ve her gezegenin kendine has özellikleri. İnsan içinde bulundugu ortama bakıpta dünyaya hayret etmeden nasıl kendini alabilir ? Ya dünyanın içindekilere bakıpta, bütün bunların insanın emrine verilmiş oldugunu düşününce şaşkınlıgın zirvesine varmazmıyız.

Orada Kuranı kerim imdadımıza yetişiyor. Rabbimiz Lokman suresi ayet.20.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır…***İnsan hakkında biraz okuyan kimse,binlerce psikoloji kitabıyla karşı karşıya gelir. Kaldıki,bu kitaplar bile olayların içerigine nüfuz edememiş, insan ruhu hakkında birtakım yüzeysel bilgiler vermekle yetinmektedirler.

Okudugumuz maddi şeyleri düşündügümüzde de dehşet ve hayretler içerisinde kalırız. Örnegin otopsi ilmini okudugumuzda binlerce bilinmezligi içinde taşıyan sayfalarla karşılaşırız. Bu sayfalarda insan cismi, azaları ve guddeleri hakkında birtakım gözlem ve gerçekleri buluruz. Bilinen irsi hastalıkları inceledigimizde binlercesine şahit oluruz. Şimdiye kadar tesbit edilmiş kalıtsal hastalıkların sayısı bile yaklaşık 1500.kadar oldugunu duyunca şaşırırız.

Gıdaların ve ilaçların insan vücudu üzerindeki etkisini araştırdıgımızda sayamayacagımız kadar özelliklerle karşı karşıya geliriz. İnsan ahlakı üzerinde araştırma yaptıgımızda, insan ilişkileri, insan toplulukları, insanların dinleri, insanların icat ettigi sistemler,insanla ilgisi olan ekonomik,sosyal ve siyasi hayat hakkında bilmediklerimizden hayretten hayrete düşeriz. İnsan hayatını,insan ruhunu,insan kalbini,insanın duygularını inceledigimizde,bunlar hakkında pek çok şey bilmemize ragmen,onların meçhul alemler oldugunu görürüz ve sonuçta ne kadar az şey bildigimizi anlarız. Nasıl ki, yaratan rabbimizi eserleriyle tanıyor, Cenabı hakkı her yönüyle bilip izah etmek mümkün olmuyorsa, Allah tealanın yarattıgı ve insanın içine üfledigi nefha da bıraktıgı izlerle bilinir. Yoksa onu her yönüyle tanımak mümkün olamaz inancındayız.

Rabbimiz Enam Suresi ayet.93.te mealen şöyle buyurmaktaır: ***Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken „Bana da vahyolundu“ diyenden ve „Ben de Allah’ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim“ diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: „Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!“ derken onların halini bir görsen…***

Rabbimiz yine Hicr suresi ayet.28-29.da mealen şöyle buyurmaktadır: ** Hani Rabbin meleklere demişti ki: „Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım.“ Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan ütlediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın…*** ayetlerden ve ilerde gelecek olan hadislerden anladıgımız kadarıyla; insanın gaybi,yani bilinmeyen bir tarafı vardır. İnsanlar bu bilinmeyen tarafı birtakım belirtiler sayesinde anlarlar. Bazı insdanlar ise bunu çok kuvvetli olarak hissederler.

İnsan akıllı olanla olmayanı bununla ayırır. Nefsin ve bedenin ihtiyaçlarını hisseder, gögsünde bulunan kalbiyle bir çok manayı algılar. İman ehlinin sürekli gelişen bir kalbi duyarlılıgı vardır. İnancımıza göre daha ana karnındayken cenine, ruh üflenmeden önceki haliyle, ruh üflendikten sonraki hali arasında fark vardır. Yaratıcı tarafından, Cenine ruh üflenir üflenmez hareket başlar. Şurası bir gerçektirki insan, beden ve ruhtan oluşmaktadır. İnsanın kalbi, aklı, bedeni, nefsi ve ruhu dikkate alınmadan insan unsurunu anlatmak nafile, boş bir çabadır.

Biz bu derlememizde inşaallah nefis üzerinde durmaya gayret sarfedecegiz.Anlam bakımından oldukça geniş kap¬samlı bir kelime olan nefis, her türlü zahiri ve batını, dünyaya ve ahiret’e bakan duyula¬rı, manevî ve aklî melekeleri ve maddî ihti¬yaç, arzu ve hevesleri, ruhu, canı, hayatı ve zevkleriyle kişinin kendisi demektir. Nefis dedigimizde sadece bir anlamı ifade etmek nefis için eksik bir tanımlama olur. Nefis Şeri yani dini anlatımda Ruh ve beden olarak bütünüyle insan denildigi gibi aynı zamada yalnız ruha da nefis denilmektedir.Nefis tanım olara kan manasına anlatıldıgı gibi aynı zamanda, bedeni kınanan, ayıplanan isteklerinin tesiri altında kalan ruhi isteklerinede nefis denmektedir. Ruh bedene karıştıgında NEFİS adını alır denilmiştir.

Aynı kelimeden türeyen nefes ise kişinin soluduğu hava ve bir başka manasıyla ferah, canlılık ve se¬vinç getiren ve kişiyi gamdan kurtaran esin¬ti manasına gelmektedir…Nefis kelimesi İslami, dini,şeri anlatımlarda,halkın konuşmalarında ve ilim adamların sözlerinde farklı anlamlarda kullanılmaktadır.Bu yüzden nefis kelimesi kullanıldıgında hangi mananın kastedildigi ayrıca izah edilmeye muhtaçtır. Nefis kelimesi geçen ayet ve hadisler göz önünde bulunduruldugunda başlıklar şu şekilde belirginleşir. Nefis kelimesiyle zat yani insan kastedilir. Nefis kelimesiyle RUH ifadesini bulabilir. Nefis kelimesiyle, bedenle birleşip onun arzularına boyun egen ruhun kastedildigi belirginleşir. Son olarakta nefis denildiginde kalp anlaşılabir.

Belli konuda yazılmış bütün bir anlam ifade eden bir yazı düşünecek olursak, bu yazının asıl varlığı taşıdığı anlam ve içerik¬tir. Bu anlam ve içerik, yazıya dökülmediği, yani cümleler ve kelimeler halinde ifade edilmediği zaman da insan zihninde yüzeysel bir anlam olarak yine vardır; fakat dışta gö¬rünmesi, başkaları tarafından da tanınması için beş duyuya hitab eden bir cisme sahip olması gerekir. Bu anlam kendini, harflere ve harflerden oluşan kelimelere bürünerek gösterir.

Mesela zatın yani insanın kast edildigine dair ayette, Rabbimiz ali imran suresi ayet.30.da mealen şöyle buyuruyor: *** Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir…***

Ayrıca Nisa suresi ayet.1.de Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir…***

Nefis, tek tek her varlığa işaret ettiği gibi, bu varlıklara yön kazandıran mânevî güce de verilen addır. Bu anlamda nefs, maddî hayatın kaynağıdır, yani isteklerin merkezidir. İnsan şekil yani cisim ve mânevî cephe sayılan ruhtan meydana gelir. İnsanın rûhu onun nefsidir de denmiştir. Hayatın devamı için bedenin bazı şeylere ihtiyacı vardır. Nefs bu ihtiyaçların şekillendiği ve çıktığı yerdir. Nefsin istekleri hayatın devamı için gereklidir. Ancak nefis başıboş bırakıldığı zaman, aşırı istekler gündeme gelir ve insan o noktada hataya düşer.

Aişe validemizin rivayet ettigi bir hadis mealen şöyledir: ** Rasulullah (sav) Osman bin Mazunu yanına çagırıp şöyle dedi.”Benim sünnetimi terkmi ediyorsun?” Osman “Ey Allahın Rasulü,vallahi hayır. Aksine sünnetine uymayı istiyorum.” Dedi. Rasulullah (sav) “Ben bazen uyurum, bazen namaz kılarım. Bazen oruç tutarım, bazen oruç tutmaz, yemek yerim. Ben kadınlarlada evlenirim. Ey Osman Allahtan kork. Allahın senin üzerinde bir hakkı vardır. Nefsiinin senin üzerinde bir hakkı vardır. Oruç tuttugun gibi iftarda et.-oruçsuz geçirdigin günlerde olsun-Namaz kıldıgın gibi uyuda…**

İnanıyoruzki; biz insanların yeme içme, soluk alıp verme, barınma, uyuma, sahip olma arzuları nefsin normal istekleridir. Ancak bu istekler başıboş bırakıldığında, kişi câhil, cimri, hasetçi, gözü doymaz, azgın, sapıtmış, gurura kapılmış bir varlık haline gelebilir. Çünkü nefsin yapısı buna uygundur. İşte dünya hayatının anlamı nefsin bu istekleriyle mücâdele etmede şekilleniyor. İslâm, bir başka deyişle Allah’ın dâveti kişiye bu mücâdeleyi öğretmektedir. İslâm’ın getirdiği ölçüler nefsin isteklerini olumlu bir şekilde yönlendirmeyi sağlar.

Nefis bazen şeytanın kandırmasıyla kendini büyük görmeye ve doyumsuz olmaya başlar. O noktada kendini ve asıl görevlerini unutur. Sahibini azgınlığa ve isyâna sürükler. Aslında nefse isyanı da takvâyı da, hata yapmayı, aşırı istekleri, doyumsuz iştahları ve Allah’a itaat etmeyi de öğreten Rabbimizdir mutlaka. Şems suresi ayet.7-9. da mealen şöyle buyurulmaktadır: ** Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene, Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki, Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir…***

Ancak insan bu noktada denenmekte, sınanmaktadır. Nefsin istekleri kişinin hayatını sürdürmesini sağlar. Ama aşırı istekleri onu hataya ve çizilen sınırları aşmaya götürür. örnegin, kişinin yemek isteği meşrûdur, bir ihtiyaçtır, ama başkasının yiyeceğini çalarak ihtiyacını gidermesi hatadır. Kişinin nefsi cinsel birleşmeye ihtiyaç duyar, ancak zina etmesi sınırı aşmasıdır. İnsanın dünya malına ve rızık teminine sahip olmak istemesi ve sahip olması normaldir. Çünkü insan böyle yaratılmıştır. Ancak kişi nefsinin aşırı arzularının peşine gider de, hangi yolla olursa olsun ve ahireti unutarak mal toplamaya çalışırsa hataya düşer.

İnsanların topluma yön vermesi, yönetmek istemesi doğaldır ve hatta ihtiyaçtır. Ancak nefsinin gururuna kapılıp da zulmetmeye ve başkasının haklarına tecavüz etmeye kalkışanlar, sınırı aşanlardır. İnanıyoruzki; İslâm dini, insan ile onun nefsinin isteklerinin arasına bir denge getiriyor. Meşrû istekler ile, gayrı meşrû arzular arasına sınır koyuyor. Rabbimiz Kuranı Kerimde, kötülüğü emreden nefse dikkat çekiyor. Rabbimiz Yusuf suresi ayet.53.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ben nefsimi aklamam, çünkü nefis muhakkak kötülüğü emreder…***

Buhari ve muslimde rivayet edilen bir hadis mealen şöyle:** Allah azze ve celle ve sen kavminden sana en en yakın olanları uyar ayetini indirdiginde, Rasulullah (sav) kalktı ve şöyle buyurdu: ”Ey Kureyş toplulugu-ya da buna benzer bir ifade kullandı-Nefislerinizi satın alın. Ey abdimenaf ogulları. Allahın azabından sizi kurtaramam. Ey Abdulmuttalibin oglu Abbas. Seni de Allahın azabından kurtaramam. Ey Muhammedin halası Safiyye. Seni de Allahın azabından kurtaramam. Ey Rasulullahın kızı Fatıma. Malımdan diledigini isteyabilirsin. AncakAllahın azabından seni de kurtaramam…**

İnanıyoruzki; insanların müslümanlığının alameti, belirtisi, işareti, nefsinin isteklerinin Kurana ve Peygamber Efendimizin (sav) koyduğu ölçülere uygun olmasıdır. Nefislerin; iman, ibâdet, itaat, duâ ve Allah yolunda çalışma ile temizlenmesi, korunması gerekir. Yaratılış ağacının mevyesi olan ve kendi¬sine kâinatın özü denilen insanda bitkisel ve hayvansal hayat ve Özel¬likler vardır.

Kişinin bedenî faaliyetleri, özellikle solunum faaliyeti, onun bitkisel yanını oluştururken, ruhun-kalbin emrin¬deki aklın yönlendiriciliğinde gerçek insani görev ve fonksiyonuna göre çalıştırıldığı zaman, insan için birer hizmetkar olan sıfat¬lar, tamamen dünya hayatına dönük başıboş bırakıldığında, sahibini yiyen, içen, çiftleşen, cahil, cimri, ihtiraslı, kibirli, kıskanç, haset, kindar bir yaratık haline getirir. De¬vamlı şehvet ve gazap kuvvetinin etkisiyle hareket eden böyle bir insana veya insanı bu yöne çeken kuvvetlere kötülüğü emredip duran nefis denir ki, insa¬nın insanlığı bu nefisle, daha doğru bir de¬yişle, kişiliğinin bu yönüyle mücadele et¬mesinde yatar.

Ebu Davudun zamanımıza ulaştırdıgı hadisi sevban Radıyallahu anh rivayet ediyor mealen şöyle: ** Üç şey vardırki, bunları yapmak kimseye helal olmaz. Bir topluluga biri imam olup namaz kıldırdıgında o kişi cemaatı dışlayıp yalnız kendisine-nefsine-dua etmesin. Eger böyle yaparsa onlara – cemaata hıyanet etmiş olur. Bir kimse izin almaksızınbir evin içine bakmasın. Eger bunu yaparsa izinsiz evin içine girmiş olur. Yine bir kimse idrarı oldugu halde yapmayıp tutarak namaz kılmasın. Zira böyle yaptıgı takdirde Namazı çok hızlı kılar…**

Dinin emrettiği ve yalnızca Allah için ya¬pılan ibadetler, bilhassa gerekli ihlas ve ilimle donandığmda sahip oldukları hikmetle nefsimizi eğitmede en önemli rolü oynar. Namaz, oruç, sabır, şükür, teva¬zu, tefekkür, zikir, Kur’an okuma, Rasulullaha salat ve selam getirme hep bu eğitimin vasıtalandır; bunlar, özellikle kamil – ol¬gun bir yol göstericinin önderliğinde ve belli bir disiplin altında yapılırlarsa çok da¬ha etkili olurlar ve gerçek fonksiyonlarını icra edebilirler. Bu terbiye yolunda kişi bir zaman gelir, yaptığı kötülüklerden pişman¬lık duymaya, güzel ve salih amellerini art¬tırmaya ve hakkı hak olarak kabul etmeye başlar. Şurası bir gerçektirki; İnsan hayatı bir takım iç ve dış kötülükle¬re karşı mücadeleyle geçer.

Bu mücadelede kaydettiği her başarı, kamil insan olma yo¬lunda atılmış bir adımdan ibarettir, insan, nefsini bir takım zorluklarla deneyerek, ar¬zu ve şehvetlerine belli ölçülerde gem vura¬rak ve sürekli zikir ve tefekkürde bulunup ibadetlerini arttırarak, sahip olduğu hay¬vanı sıfatlarıyla devamlı mücadele ederek, yersiz öfkesini, haset ve kin gibi sevimsiz duygularını kontrol altına alarak insanlık yolunda sürekli gelişme saglar inancındayız. Bununla birlikte her zaman dua ve niyaz tutamagına tutunmak zorunda oldugumuzu unutmamalıyız…

Zeyd bin Erkamın rivayetini Muslimin sahihinde mealen şöyle okuyoruz:** Allahım, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, yaşlılıktan dolayı bunamaktan, kabir azabından sana sıgınırım. Allahım nefsime takvasını ver ve onu temizle. Onu en iyi sen arındırabilirsin. Onun velisi ve mevlası sensin. Allahım, faydasız ilimden, huşu duymayan kalpten,doymayan nefisten, kabul görmeyen duadan sana sıgınırım…**

İnsanın manevi gelişimi her türlü kötü ahlâktan temizleninceye, bütün kötü sıfat¬lardan kurtuluncaya, şehvet, gazap ve akıl kuvvetlerini iffet, yumuşak huyluluk ve hikmet noktala¬rına çekip, bu noktalarda sabit hale getirin¬ceye, kısaca “ kamil “ insan oluncaya kadar devam eder. gelişim merdivenindeki her basamağın kendine ait tehlikeleri ve düşüşe sebep olabilecek engelleri vardır; riya, gu¬rur, kibir ve benlik gibi. Mesela, Kuranda iman eden ve imanlarına zulüm karıştırma¬yanların emniyette ve hidayet üzere olduk¬ları buyrulmaktadır…

Rabbimiz Enam Suresi ayet.82 de mealen şöyle buyurmaktadır: *** İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır…*** İnanıyoruzki; Zulüm, en hafifinden en ağırına, en önemsiz görüne¬ninden en önemlisine kadar bir şeyi yerinde yapmamak demektir. Her türüyle zulüm, imanda kötü bir iz bırakan ve imanın etkisi¬ni sarsan olumsuzluktur…

Nefsin imanla doygun hale gelmesi ve imanın her türlü kötü tesirden, günah ve isyandan ve aynı zamanda azap¬tan sahibini güven altına alması, kendisine zulüm kanşmamasındandır. Nefsin gelişim ve degişim mertebelerine göre, zulmün de dereceleri vardır. Mesela, ilk mertebede bir iman için Ana-babaya isyan, yetim malı yemek, haksız yere cana kıymak, zina, kumar ve iç¬ki içmek gibi haramlar imana zulüm karış¬tırmak olur. İnsanlar her zaman ve mekanda Allahın emir ve nehiylerine Peygamber efendimizin (sav) tavsiye ve buyruklarına kulak vermek zorundadırlar.

Buhari, İbni Abbasın (ra) şöyle söyledigini rivayet etmiştir. Ebu hureyrenin Hz.Peygamberden (sav) yapmış oldugu şu rivayetteki kadar, küçük günahlara işaret edenbir söze rastlamadım: **Allah, insanoglu üzerine zinadan olan nasibini takdir edip yazmıştır ve payına düşen bu miktar mutlaka başına gelecektir. İki gözün zinası harama bakıştır. Dilin zinası söylemesi haram şeyleri konuşmaktır. Nefis zina yapmayı ister ve arzu duyar. Cinsel organ ise bunu-fiili- işleyerek tasdik eder ya da bu fiili gerçekleştirmeyerek nefsini yalanlamış olur…**

Müslümanların dışında mesela batı toplum kanaat önderlerinin ifadelerinede kısaca bakacak olursak; Modern Batı psikanaliz ve psikolojisi özellikle Froydizmin etkisiyle insanı te¬msilde kötü bir yaratık, genel toplumsal ah¬laki değerlerin etkisiyle bastırılmış hayvani güdülerin tutsağı ve bu güdülerle toplum ahlakının çatışma alanı olarak değerlendir¬mekte ve onun problemlerini sadece tatmin edilmemiş hayvanı arzularda görmektedir. Hele hele froyd insanı sadece cinsel arzuları için yaşayan bir varlık olarak görmekte, her anlatımında özellikle cinsel duygu, istek ve arzularını her zaman ön plana getirmektedir. Aynı karl maksın maddeyi her zaman vazgeçilmez ilklerin başına koydugu gibi… Oysa insan, dünya hayatını yaşaması için kendisine verilmiş ihtiyaçlar, arzular, bir ta¬kım dünyevi emeller, haset, kin, düşman¬lık, öfke gibi temelde ulvi ve mükerrem olan fıtratının yönlendiriciliğinde kanalize edilmesi gereken duygulardan oluşan nefis ve bedenden oluşmuş bir varlık değil¬dir.

Fıtratının, bir başka anlatımla dinin yol göstericiliğinde kendini bullan nefis, so¬nunda yukarda açıklandığı gibi varlıklar hi¬yerarşisinin en üstüne yükselebilecek yete¬nekte; ama buna karşılık, kendisini fani bir beden ve dünyevî ihtiyaç ve emellerden müteşekkil gördüğünde ise ‚hep kötülüğü emreden bir nefs‘, yani işi tahrip ve fesad olan en zararlı bir yaratık da olabilmekte¬dir. Nasıl bir kelime dışla görünmek ve tanın¬mak için, dış dünyada varlığını sürdürebil¬mek için bir biçim ve cisme muhtaçsa, aynı şekilde insan da dünya hayatını sürdürebil¬mesi için bir biçim ve cisme muhtaçtır.

Asıl varlığını anlamının, yani ruhun oluşturduğu bu şekil ve cismin bir takam ihtiyaçları, duy¬guları ve bunları tatmin için de bir takım zevkleri vardır. Sözgelimi, insan yaşayabil¬mek için yemek, İçmek ve barınmak zorundadır; varlığında bu zorunlu!uklan karşıla¬mak için acıkma, susama, üşüme, yanma, sevme ve korkma gibi duyu ve duygular ve bunlara cevap vermek için de birtakım or¬ganlar ve dış çevrede besinler bulunmakta¬dır. Aynca, bu besinleri sağlaması ve dünya hayatını yaşayabilmesi için insana gerekli yetenekler ve sanatlar verilmiştir.(Ali ünal)

Biz bu kısa çalışmamızda, derlememizde nefsi genel anlamıyla tanımaya gayret gösteriyoruz. Dolayısıyla tasavvuf konusuna da girecek olursakki; bu konuda çok detaylı çalışmalar vardır, nefsin çeşitli yönlerini ele almayı mesela, nefsi levvame, nefsi emmare, nefsi mutmainne, nefsi kamile gibi kısımları gerekirse başka bir araştırma konusu yaparız inşaallah. Bizler bilhassa akaid ulemasının akideye giriş bölümlerinde beden, akıl, ruh ve nefis hakkında nasslardan yola çıkarak anlatımlarını esas aldık.

İnanıyoruzki Nefsin akideyle yakın ilişkisi bulunmaktadır. Çünkü insanin kendisiyle, zatıyla ilgili teklifler, yükümlülükler, sorumluluklar, mesuliyetler oldugu gibi aynı zamanda bedenle alakalı yükümlülükler vardır. Bu yükümlülüklerin, sorumlulukların Allah indinde kabul edilebilmesi için iman ve niyyet şarttır denilmiştir. Bunun yanında Nefsimizle ilgigili sorumluluklarımız bulunmaktadır. Örnek olarak hased, kendini begenme ve kibir gibi hastalıklardan nefsi arındırmak bu yükümlülüklerden bazılarıdır.

İnsanın kul olarak sorumlu, mesul, yükümlü oldugu her şey, aslında ruhun, alemlerin rabbi olan, Allaha kullugun geregi olan yükümlülüklerini yerine getirmesidir. Buharide rivayet edilen hadis mealen şöyledir. ** Ebu hureyreden (ra) şu şekilde rivayet edilmiştir. Hz.Peygamberin (sav) şöyle dedigini işittim: “Nefsim kudret elinde olan allaha and olsunki, kendilerini bindirebilecegim binek bulamamamdan dolayı, cihad yolunda bana katılamayıp arkamda kalacak ve bu yüzden gönülleri razı olmayıp incinecek bazı mümin kimseler olmasaydı, Allah yolunda gazaya çıkan hiç bir seriyyeye katılmamazlık etmezdim. Allah yolunda öldürülmeyi, sonra diriltilmeyi, sonra tekrar öldürülmeyi, sonra tekrar diriltilip bir daha öldürülmeyi isterdim…**

Şurası kesin olarak bilinmelidirki; Gönül insanlarda bulunur, hayvanlarda bulunmaz. Bedendeki bütün aza, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları bütün bilgiler kalbde toplanır. İnsanın, inanmak, sevmek, korkmak, kalbindedir. İtikad eden, yani iman eden, isyan eden kâfir olan, kalbdir. Kalbi temiz olan, dine uyar. Kalbi kötü olan dinden kaçar. Güzel, iyi ahlakın ve kötü huyların yeri kalbdir. Allahü teâlâ dinlerini Peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, herkese iyilik eder. Dünyada rahat, huzur içinde yaşarlar. Ahirette de, ebedi, sonsuz saadete kavuşurlar. Yürekli cesur demek iken, kalbi var veya kalbli demek yüreği hasta demektir. Yüreksiz, cesaretsiz, korkak demek ise, kalbsiz, merhametsiz demektir.

Gönül kalb demek ise de, gönülsüz demek, kalbsiz demek değildir. Gönülsüz isteksiz demektir. Türkçe’den başka dile tercüme yapılırken, kalb eşittir yürek diye tercüme edilirse tuhaflıklar olur. İşte Arapçadan veya başka dillerden Türkçeye tercüme yapılınca bu incelikler bilinmezse gariplikler ortaya çıkar. İslam alimleri beyni idrak yeri olarak belirlerken kalbe çok fazla deger yüklemişlerdir şöyleki; Kalb, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası değildir. Buna, yürek denir. Yürek, hayvanlarda da bulunur.

Kalb, yürekte bulunan bir kuvvettir, görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir. Buna, gönül diyoruz. Ampul yürek ise, ışığı da kalbdir, buna gönül de denir. Gönül bir de nefs anlamında kullanılır. Nefs kelimesi, yirmiyi aşkın anlamda kullanılmaktadır. Ruh, can, kan, benlik, iç, kalb, büyüklük, yücelik, irade gibi. Bizler nefsi benlik anlamında alacak olursakki bilhassa nefsi arzular deyince türkçede bu anlaşılır. Nefsin arzuları o kadar sınırsızdırki hudut tanımaz derecede farklı konumları insanın başına bela eder ve insanın bu istek Arzuları, itikadımızın, imanımızın, dinimizin emirlerine uygun olmaz.

Bu anlamda, Dinimizin yasak ettiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlendirir. Daha beterini yaptırmak ister. Fena, zararlı şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yaptırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır.Burada elimizden geliyorsa yapacagımız şey; Kalbin nefse aldanmaması için, kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi zayıflatmak gerekir.Aynı zamanda, Aklı kuvvetlendirmek, Dinimizin emir ve yasaklarını çok iyi egitimden geçerek, okuyup, öğrenmekle olduğu gibi, kalbin kuvvetlenmesi, yani temizlenmesi de, dinimize uymakla olur.

Dinimize uymak için, ihlas gerekir. İhlas, amelleri, ibadetleri, Allahü teala emrettiği için yapmaktır. Kalbin zikretmesi ile, yani Allah ismini çok söylemesi ile, şeriata tam baglanmakla, dini emir ve yasaklara tam teslimiyet göstermekle,Allahın her hükmüne itaatla sarılmakla kalbimizde, ruhumuzda gerekli olan ihlas hasıl olur inşaallah…

Aynı sebep sonuç ilişkisi gibi; Dinimize uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi zayıflatır. Bu sebeple nefs, kalbin dinimize uymasını istemez. Dinsiz, imansız olmasını ister. Aklına uymayıp, nefsine uyan, bunun için ya tamamen dinsiz olmaktadır. Ya da büyük bir tehlikenin içine dalmaktadır diye düşünürüz. Allahü tealanın, kullarının ibadetlerine ihtiyacı olmadığı için, kulların işleyeceği günahlar da Ona zarar vermez. Yeterki biz kendi kendimizi korumayı bilelim.

Rabbimiz Naziat Suresi ayet.40-41.de mealen şöyle buyurmaktadır:*** Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırmış kimse için, Şüphesiz cennet(onun) yegâne barınağıdır…*** Cenbı hak bizleride bu müjdeye uyanlardan eylesin. Nefsimizin oyuncagı olmaktan muhafaza eyesin. Bizleri sıratı müstakimde olanlardan, Ehli sünnet vel cemaata uyanlar safında daim olanlardan eylesin. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir…16.06.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert