NESİL EMNİYETİ…

Rabbimiz, Mü’minun suresi ayet. 5. te mealen şöyle buyurmaktadır:***Onlar iffetlerini ve harama karşı mahrem yerlerini titizlikle korurlar…*** İslam şeriatının emniyete aldığı en önemli meselelerden birisi nesil emniyetidir. Bizler anaerkil toplum olarak anılan örnek bir yapıya sahib olan milletiz. Ülkemizin büyük bir bölümünün adı Anadolu, bütün Türkiye coğrafyasını ele aldığımızda Anavatan, yurdumuz söz konusu olduğunda Anayurt ifadeleri örnek göstereceğimiz güzelliklerdendir. Ayrıca Ana ilkelerimiz söz konusu olduğunda mukaddes değerlerimize canla başla sahip çıktığımız mâlumdur.

Eğitim, öğretim, tahsil hayatımız ne kadar ileri ya da geri olursa olsun; almış olduğumuz Aile eğitimi, Ana – Baba terbiyesi bizim en değerli hazinemizdir. Mazi’mize, geçmişimize baktığımızda, uzun yıllar varlıklarını devam ettiren toplumların ve devletlerin bu başarılarını aile ocak’larının sağlamlığına borçlu olduğu gerçeğiyle yüzleşiriz. Aileler bozulduğu zaman yozlaşma, hızlı bir bozulma ve yıkım başlamaktadır. İstenmeyen olumsuz sonuçların ortaya çıkması çekirdek ailenin yara almasıyla başlar kanaatindeyiz.

Unutmayalım ki; zamanımızda her inanç ve kültür mensupları denendiği gibi Müslümanlar da deneniyor ve sınanıyorlar. İslâm dinine bağlılıkları, samimiyetleri ve sadakatleri sınanıyor, deneniyor. En özel olarak değer verdiğimiz hassas, titizlikle meseleler üzerine eğilen Ana – Babamız öncelikle almamız gereken sağlam aile terbiyesiyle alakalı güzellikleri, gençlerimize yerinde ve zamanında verecek olurlarsa ileri yaşlarda pişman olmayacağımız bir nesil yetiştiğine şahit olacaklardır. Özellikle Ana – Baba terbiyemiz sağlam karakterini bulmuşsa, yetenekli, bilgili, tecrübeli ebeveyn eğitim ve öğretimine sahip olursak kurtuluşumuz daha erken ve kuvvetli olacaktır.

Güzelliklerin ortak paydası nesillerin selameti adınaaile yapısının muhkem olma vasıflarıyla hayatiyetlerini sürdürmelerine  bağlıdır. Bu bakımdan neslin selâmeti için İslam şeriatında devlet müesseselerinin üç kesime çok önem verdiği bilinen bir gerçektir. Bu üç kesim; Öncelikle Ailede alınan Ana – Babanın üslenmiş olduğu terbiye, belli bir yaşa gelince dini eğitimi sunan imamın ciddi eğitim öğretim hazırlığı ve son gelinen noktada bilhassa yedinci yaş’tan itibaren eğitimcilerin çocuklarımız üzerindeki etkisi.

Tabiidir ki; Ana baba terbiyesi, toplumun en belirgin nüvesi, çekirdeği konumundadır. O bozulursa çok gürültülü bir yozlaşma, tükeniş ve yıkım olur. Ana – Baba terbiyesi yetersiz olan toplumların açığını, başka başka toplumlar kendi edep, ahlâk, terbiye ve eğitim sistemleriyle dolduracaklardır, unutmayalım bunun sonucu asimile olmaktır… unutmayalım ki; her nesne içerisinde ne varsa dışına sızdıracağı da o minvâlde olacaktır. Müslümanların evine, işyerine, köyüne, mahallesine, şehrine bakınca, insanların gözü gönlü açılmalı.

Yolda bir Müslümanla karşılaşanlar onun nezaketinden, zarâfetinden, kıyafetinden Müslüman olduğunu anlamalı; onun gibi olmaya özen göstermelidir. İnanıyoruz ki, en tabiî terbiye ocağı Aile ocağıdır, ev ortamıdır. Tam mükemmel olan terbiye başta Ana Baba birlikteliğinin şekillendirmesidir. Hatta diğer tahsil dönemleri sağlaml bir ev terbiyesiyle mukayese edilecek olursa üstünlük mutlaka evde kalır inancındayız. Dikkat  edersek görürüz ki; Terbiye ve edeb dışı hareketler, âhlak’tan yoksun tavırlar ve görgüsüzlük, olgun insanların, yaşlıların geriden gelen nesillere vermek isteyipte veremedikleri görgü kuralları eksikligidir.

Gençlerin önündekiler, örnek alınacak olgunlukta olmayınca, geriden gelen nesil de o derece olumsuz tavır sergileyecekleri açıktır. Neslimizde yozlaşmaya izin vermemeye gayret edelim…Allah kendisinden razı olsun, İbn Ömer’in rivayeti mealen şöyle: ** Babalarınıza iyilik edin ki, oğullarınız da size iyilik etsin. Siz kendiniz namuslu olun ki, kadınlarınız da namuslu olsunlar…** Ar, namus, hayâ, iffet hususunda Müslüman Türk toplumunu ele alacak olursak son asırda çok büyük bir yozlaşma ile karşı karşıya kaldığımız ayan beyan ortaya çıkar…

Tabii ki bu duruma birden bire gelinmedi. Kur’anı kerim ve Sünneti seniyye den sapmalar kendini gösterdikçe toplum yapısında başka milletlere benzeme, hristiyanları, yahudileri değişik kültür mensuplarını örnek alma hadisesi son sürat topluma sirayet etti. Bunun sonucunda onların sineması, tiyatrosu, moda merkezleri yaşantıyı şekillendirdi. Bilindiği gibi milenyum çağı denilen zamanımızda nikahlı birliktelikler, evlilik hadiseleri gittikçe azalmaktadır. Dünya gündemini yakından tâkip eden Müslüman Türk  toplumu da bu bu muhkemyapıdan gün güne uzaklaşmaktadır.

Toplum yapısını kadın erkek eşitliği üzerine bina eden toplumlar hem kadının hem de erkeğin DNA’sını bozmakta iki cinsi birbirine düşman hâline getirmektedirler. Sözde kadından yana olduğunu ifade eden yazılı kanunlar, yasalar nedense daha fazla kadının ölümüne sebep olmaktadır. Kadınların beyanını esas alan insanların hazırladığı kanunlar kadınları ekonomik özgürlük kazanma uğrunda ötoplumun kölesi olmaktan kurtaramamaktadır. Dünya milletleri İstanbul sözleşmesi adı altında hazırladıkları metinlerle ancak İslam dini nazarında ahlaksızlığı, edep yoksunluğunu ve bunun sonucun da da doğan çocukları ancak DNA incelemeleriyle babalar tesbit edilebilmekte, çarpık, sapık ilişkiler kadını kadın, erkeği erkek olmaktan çıkarmaktadır.

Istanbul sözleşmesinde kadınların yanındaymış gibi görünen kanunlar toplumu ıslah etmenin değil ifsad etmenin eğilimi içindedirler. İstatistiklere baktığımızda kadınlardan başlayarak ıslah etme hareketlerini başlatan Türkiye aynı zamanda, hapishanelerin de boşaltılması düşüncesiyle hukuk sisteminde farklı bir yol denemeye başlayınca suç ve suçlu yüzde 70. oranında artış göstermiş. Masum çare arayışları güya başta kadınlarımızı koruma ğayreti üzerine başlamıştı. Adam televizyonda 29. yıllık hanımınından olan çocuğunun DNA testini taleb ediyor.

Sonuç çocuk kendinden değil, birisi 27 diğeri 25. yaşını dolduran ve o zamandan beri baba dedikleri kişi de babaları değil. Kendini çeyrek asırdan fazla baba zannden erkekte ayrı, çocuklarda ayrı tarifi olmayan bir hüzün. Adam boşandığında ömür boyu nafaka cezasısıyla karşı karşıya. Kadın kendini koruma çabasıyla uzaklaştırma tâlep etse de ancak bir kaç ay daha yaşayabiliyor… netice cinayetle sonuçlansa da eğer olaylar medya ya yansımamış sa; ya çok az bir ceza ile kurtulma ya da adli kontrol şartı ile salıverilme suratımıza tokat gibi çarpılıyor.

İşin garip tarafı insanlar adam yaralamaktan, öldürmekten kesinlikle korkmuyorlar. Nasıl olsa idam cezası yok. Hırsızlık adi vaka, rüşvet, ihtikâr, vergi kaçırma, kara para aklama akla gelen gelmeyen her türlü ahlaksızlık ve suç toplumun yakasına değersiz rozet gibi yapışıyor, Nasıl olsa idam yok. Daha 19. Yaşındaki gencin yüz yirmi suç dosyası oluşmuş. Tamam da bu kişinin toplum içinde ne işi var. Birileri göğsünü gere gere kabadayılık forsu sergilemekte bilmem kaç kişiyi öldürmüş…Peki bu mafia bozuntularının dışarda yani hapishane dışında ne işleri var anlayan varsa beri gelsin…

Bu olumsuz karğaşa sadece Türkiye gibi halkının büyük bir kısmı müslüman olduğu sanılan ülkeyi ilgilendirmiyor. Yani dert bütün insanlığın ortak derdi. Örneğin;

Dünyanın en çok tecavüz olayları; Danimarka, İsveç, Norveç, Amerika ve Japonya’da işleniyormuş. Hırsızlık vakaları Polonya, İtalya, Bulgaristan gibi ülkelerde had safhaya çıkmış. Uyuşturyurucu illeti Orta Amerika ülkelerini kasıp kavurduktan sonra Güney Amerika ülkelerine daha sonra da Hollanda’dan başlayarak Avrupa ülkelerine bilâhare Dünyanın diğer uçlarına ulaşıyormuş. Alkol tüketiminde Rusya açık ara önde giderken Avrupanın kokuşmuşluğunda en büyük etken olarak karşımıza çıkmakta. On binlerce tanrının at oynattığı Hindistan günümüzde zenginliğin ve yoksulluğun en uç noktalara vardığı anlaşılması zor bir kültürel yapı sergilemekte.

Çingene diye aşağılanan bir toplum Romanya ve İspanya’da devlet olma özelliğini kurunca onlarca etnik halk toplulukları birbirlerini fırsat bulduğunda bir kaşık suda boğacaklarının sinyallerini vermekte. Kendi ülkesinden başka sosyal yapıya uzak kalmış Amerika birleşik devletlerinin refah seviyesi yüksek halkı aynı zamanda sefaletin en derininde kaybolmakta. Daha yaşı 30. olmadan ihtiyar görüntüsü sergileyen Güney ve orta Amerika halkları, Güney Asya ülkeleri, kamboçya, Vietnam, Laos, Bengaldeş kadınları ise küçük yaşta para babalarının rezil eğlencelerine meze olmuş görünüyor. Zenginliğin zirvesindeki, Suudi arabistan, Umman, Kuveyt, Emirlikler, Mısır gibi ülkelerin son zamanlarda DNA’sı birbirine karışmış vaziyette…

Kardeşlerim, iç karartıcı dünya tasvirini gündeme taşıdığımın farkındayım. İnsanlar egoizmin pençesinde erimiş vaziyette. Hâmd’etme makamı unutulmuş, şükretme istekleri Allah korusun insanları inkâr sınırına taşımış. Evlatlar var ana baba tokatlamakta. Eş’ler o hâle gelmiş ki baba diyen çocuk benden mi, değil mi derdinde. Doktor’lar servetine servet katarken özel hastahanelerinde dolar milyarderliğini yakalamanın derdiyle yeni doğan bebekleri öldürmekten zerre korku deuymuyor. Türk tabipler birliği siyasi ikbâl peşine düşmüş çıkmış kendi devletini kimyasal silah kullanıyor diye  dış dünya ya müzevirleme ğayretinde.

Mühendis daha az demirle daha çok bina yapıp müteahhidi nasıl memnun edebilirim aymazlığında. Ateistliği aleni olarak ifşa eden, öğretim görevlisi yediği dışkısının tadını ifşa makamında. Kendisine mikrofon uzatılıp kelimeyi şehadet nedir sorusuna genç kız ve erkekler gerine gerine müslüman olmadığını haykırmakta. İlim öğretmekle görevli eğitici talebeline şarkı, türkü, oyun eğlence tâlimi peşinde. Nankörlüğün dibini boylayan üretici soğan, patates ve diğer ürününü çöpe atma yarışında. Anayasayı en iyi yorumlayanın kendisi olduğunu söyleyen avukat hanım, ulema pozuna bürünmüş Kur’an meâliyle hüküm verme makamında…

Liyâkat, emanet, ehliyet, adalet, manevi değer, mukaddesat kayıp eşya hükmünde. Aciz bir gözlemci olarak esnaf üreticiden 2 liraya aldığı meyveyi 20. liraya tüketiciye satma ğayretinde üzülerek izliyoruz. Ayrıca, tüketici aman yarın daha da artar düşüncesiyle ihtiyacının on katı gıdayı istif etme çabasında. Toplumun birbirine olan güven ve itimadı yerlerde sürünmekte. Herkesin dilinde *kul hakkı* sözleri dökülürken en çok kul hakkına tecavüz edilmekte. 

İlmi kendinden menkul alim pozlarına bürünmüş mezhep kaçkını, hadis münkiri din tacirleri ise hergün yazılı ve görsel medya da gerine gerine kıyamet alametlerinin olmadığını, tesettürün yanlış anlaşıldığını, Kur’anı kerimden başka bir şeyi kabul etmenin gerekmediğini meal ezberiyle saçmalama çabasında. Komşuluk ilişkileri bitme noktasına gelmiş, herkes kendi köşesine çekilmiş arkadaş, dost, yaren sanılanlar birbirine selam vermekten aciz, ekonomiden, döviz artışından, altın, gümüş getirisinden, rant sağlama düşüncesinden başka sıkıntısı olmayan insanlar şükürsüzlükten ve hamdetme duyğusndan tamamıyla uzaklaşmışgörüntüsünde.  velhasılıkelâm insanın *imdat toplumun DNA’SI bozulmuş* diye feryad edesi geliyor…

Bütün bu olumsuzlukların içinde insanların giderek kaybolmaları, dini değerlere boş vermeleri, İlim adamlarını basite almaları, onlarla alayetmeleri, dalga geçmeleri yine günümüz insanlarının en büyük yüzsüzlüklerindendir diyebiliriz. Mukaddes değerlerimiz hergün daha fazla yara alırken içinde en ufak üzüntü hissetmeyen, yaşadığı hayatı din zanneden cehalet numunesi insanlar hanımının, kızının, ehlinin cadde, sokak, pazar gibi yerlerde edebe, uymayan giysilerle dolanmaları, genç yaşlı kadınların vücutlarının en görünmemesi yerlerine döğme yaptırarak sergilemeleri bizleri dehşete düşürmektedir…

Halbuki mü’minlerin en belirgin özellikleri hanımlarını, kızlarını ehli olması münasebetiyle dış dünyadan, herkesten koruması islam şeriatının emri olduğu bilinciyle yaşamasıdır. Mü’minler kesinlikle ve asla nikah dışı işlere girişemezler. O mü’minler ırzlarını, namuslarını korumalarının kendilerini  kurtuluşa, felaha, necata ulaştıracağına inanırlar. Allahu teâlanın yasaklamış olduğu meşru olan nikah dışı ilişkilerden, zina fiillerinden, fuhuş bataklığından uzak duracağını bilmesi gereken inancın sahibi, kadın erkeğin, erkek kadının en yakın yardımcısı eşidir…    

Eşimiz bizlere Allahu teâlanın emaneti hükmündedir. Müslümanlar sözlerine, ahitlerine emanetlere riayet ederler. Emâneti, emânetin sahibinin istediği gibi kullanırlar. Emânetle ilişkilerini, emânetin sahibinin istediği şekilde uygulamaya koyarlar. Can, mal, akıl, din ve nesil emanetine mümkün olduğunca sahip çıkarlar. Aslında kazanımlarımız, bizim dediğimiz her şey, mâlik olduğumuzu söylediğimiz ne varsa Allahu teâlanın bir emanetidir. Yâni dinin tamamına riâyet ederler, Allah’ın kendilerinden istediği bir hayatı yaşamaya ğayret ederler.

Bununla beraber emir ve yasakları koyan Allahu teâla, bu hususta örnek ve önder olan, belleten, öğretici olan, uyğulayan Peygamber efendimiz olduğu için, Mü’min ve Mü’mineler ırzını, namusunu, iffetini kime karşı koruyacak, kime karşı korumayacak bunu kendi kendine belirlemeye kalkışmayacaktır. Bu konuda da söz sahibi Allah ve onun şanlı Rasûlü’dür. İnananlar bu hasletlerinde, giyim, kuşamda, hâl, hareket ve tavırlarında belirlenen haddi aşamaz, sınırı ihlâl edemezler. Sınırsız bir hürriyet bu konu da da hiç kimseye tanınmamıştır.

İmam Maverdi tefsirinde diyor ki:* Emanetten maksat vermesi üzerine vacip olan zekattır. Ahdden maksat ise cenabet olduğu zaman güsletmesidir. Bu Kelbinin kavlinin manasıdır. Emanetten maksat nehyolunmuş olduğu mahzur görülen şeylerdir. Ahidden maksat ise emrolunmuş olduğu farz ibadetleridir. Şehadetten maksat ahirette nebilerin tebliğ ettiğini ve ümmetlerin ise kabul edip etmediğine dair olan şehadetleridir. Bu dünyada iken insanların haklarını koruma için sabır ile yapılan ve eda edilmesi gerektiği zaman eda edilen şehadettir. Onlar şahidlik edecekleri zaman Allah’ın hak ve hukukuna riayet ederler ki, o şey emrolundukları bir iyilik ise onu yaparlar, nehyolundukları bir kötülükse ondanda kaçarlar…*

Allahu Teâlanın ve Rasulunün emanetleriyle beraber; mü’minler, diğer insanlarla aralarındaki emânete de riâyet ederler. İnsanların kendi aralarında birbirlerine emânet ettiği, emânet verdiği şeylere de riâyet ederler. Bir mü’min kardeşinin, ya da  bir kâfirinin emânetine de riâyetkâr davranırlar. Yâni bir kâfir kendilerine bir şeyler emânet etmişse asla ona hıyanet etmezler. Kullara, insanlara verdikleri sözlerine de riâyet ederler onlar. Emânet sahiplerine karşı sahtekârlık yapmazlar. özlerine, anlaşmalarına sâdık davranırlar. İşte gerek bu dünyada, gerekse âhirette felâha, kurtuluşa ermenin şartı rabbimizin emir ve yasaklarına uymaktır riayettir…

Rabbimiz, Mearic suresi ayet. 29. da mealen şöyle buyurmaktadır:*** Onlar iffet ve namuslarını titizlikle korurlar…*** Mahmud Toptaş hocaefendi bu konuda diyor ki;*Namaz kılan mü’minler namuslarını da korurlar. Allah (c.c.) Burada erkekler veya kadınlar diye ayırım yapmamış. Buradaki „hüm“ zamiri hem erkeği, hem de kadını içine alır. Bugün hala bir kısım müslümanlarımızda, cahiliye dönemi düşüncesi hakim. Çünkü kafirlik cahiliye demektir. Öyleyse cahiliye devam ediyor demektir. Mesela çocuklarımızdan erkek olan, etrafındaki hanımlara bakar ve hovardalık yaparsa, baba ile anne üzülmezler. Aynı şeyi kızları ya­parsa üzülürler. Bu İslam’ın terbiyesi değil, bu cahiliye döneminin terbiyesizliğidir. Bu konuda erkekle kadın arasında ayırım yoktur…

İffet manâ itibariyle: Kötü iş ve sözden uzaklaşma, şehevî hisleri dinî emirlerin çerçevesinde muhafaza etme hâlidir. Dilimizde iffet kelimesi: namuslu, şerefli ve ahlâklı olma hâl’ini ifade etmek için kullanılmaktadır. Bir İslâm ahlâkı terimi olarak iffet şöyle tarif edilmiştir: *Şehvet duyğusunun bedendeki sınır tanımayan şehvet ve iktidarsızlık, isteksizlik ortasında dengeli bir şekilde bulunması hali. Yani helâl olan hanımına karşı şehvet duyup bunun dışında kalan kadın’lara karşı şehvet hissine kapılmama durumudur…*Kitabımız  Kur’anı  kerimde iffetin ve namusun gerekliliğini ve müslüman aile yapısının sıhhati için iffetli kadınların lüzumunu anlatmaktadır.

Günümüz 2024 Türkiyesinde, başını örten bir hanım ne yazıkki ruj’unu ve oje’lerini, süslenmesini eksik etmemektedir. Hatta başörtüsünün nasıl olması gerektigini ya da nasıl olmamasını bilmeleri gerektiği halde, adeta tam tersine yaparmış gibi başları topuzlu şekilde belli olmaktadır. Bir Müslüman olarak bizler de rahatsızlıgımızı ortaya koyuyoruz. İçinde yaşadıgımız zaman diliminde en büyük tehlikelerden birisi şüphesiz namus ve iffet kavramlarının almış oldugu yaralardır diyebiliriz. Zamanımızda; Müslüman oldugunu söyleyen kadınlar son zamanlarda adeta çıplaklıgı model hâle getirmişler, vücutlarını neredeyse teşhir eder hale gelmişlerdir.

İslami kimlikten kopup asri hatta modernleşerek oluşturulan postmodern kimlik, müslüman hanımın olması gereken değerini azaltmış ve onu bedeni ve ruhi çöküşün içine sürüklemiştir. Şeklin, dış görünüşün ön plana çıkartılması, müslüman hanımın asıl sorumluluğundan uzaklaşmasına sebebiyet vermiştir. Temiz ve düzgün giyinmekle, modern literatürdeki şık, zârif ya da bakımlı olmak diye tabir edilen teşhir edici giyinmenin farkını yakalayamayan kimi müslüman hanımlar, maalesef kapitalist yaşam tarzının yeni kimliğini benimsemiştir. Bazı hayat tazlarının açık açık yazılması hoş karşılanmasada ne yazıkki, bunlar gerçek, realite ve günümüzün hakikatleri olarak gözümüze gözümüze sokulmaktadır.

Bazı haller ve durumlar varki „ efendim sende bakmayıver “ sözleriyle geçiştirilecek boyutları çoktan aşmış olarak âlenileşmiştir. Bu ve buna benzer durumlar gündeme gelince „ bu da nereden çıktı “ mantığını işletenler hiçte az degil. Bizler dogruya ulaşmak için öncelikle kitap ve sünneti seniyyeye bakarız. Taberani’de kayıtlı bir hadis mealen şöyle:**Yarı çıplak giyinmek Arabın giysisidir, iyice giyinip kapanmak ise İmanın örtüsüdür…**

Modernizmin çoğulcu olmayan, tek tipleştirici hedef ve çalışmaları toplumları birbirleriyle aynılaştırmaktadır. Şu an için zincirin son halkası olarak görülen postmodernizm, İslami motifleri kullanarak dini aidiyetlerle de modernleşmenin mümkün olduğunu göstermektedir. Cahili bir kuşatma içinde olan Müslümanların büyük bir çoğunluğunun kendilerine sunulan ile vahyi ilkelerin örtüşmediğini görememeleri ruhi yapımızda önemli tıkanıklıklar meydana getirmektedir.

Ne  yazık ki; günümüzde Müslümanlar vahiy’den Sünneti  seniyye’den uzaklaştıkça düşünceleri değişmiş, zihniyetleri kirlenmiştir…İnanan insanlar olarak özümüze dönmek, Kur’an ve Sünneti seniyyenin nurunu üzerimizde görmek istiyorsak, sımsıkı sarılmak zorundayız. Titmizi’de kayıtlı bir hadiste, Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmuşlardır:** Kendi ailesinden başkası için süslenen gururlu kadın, kıyamet gününde karanlık gibi nursuz kalacaktır…**Sanıyorum Peygamber efendimizin mucizelerine bir örnek hadis de budur. Bu hadisi  şerif, zamanından bin dört yüz küsur sene sonrasını haber verir mahiyettedir…

Allahım bizleri kendi nefsine uyanlardan eyleme. Bizleri İslam şeriatının bütününden mahrum eyleme, bizleri sıratı müstâkimden ayırma. Bizleri ehli sünnet vel cemaatta olan kullarınla bir ve beraber eyle.Bizleri şah damarı çatlamışlardan eyleme. Bizleri ar, namus, hayâ, iffet ve namusuna sahip çıkanlardan eyle. Sen her şeylere kadirsin Allahım…

Sermedkadir…KYS…28.11.2024…   

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert