Nikah, Düğün, Nişan, Kına

Rabbimiz Bakara Suresi ayet.221.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kadından, imanlı bir câriye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir. Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır. Allah ise, izni (ve yardımı) ile cennete ve mağfirete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye âyetlerini insanlara açıklar…***

“Nikâh” sözlükte, akit yani anlaşma yapmak demektir. Bundan amaç evlenmedir. İslâm’a göre birbirleriyle evlenmeleri yasak olmayan erkekle kadının beraber hayat sürdürmek ve çocuk yetiştirmek için yaptıkları bir akittir, anlaşmadır. Nikâh, evlilikle beraber meşrû cinsel ilişkiyi de içerisine alan bir akittir, bir beraberliktir. Nikâhlanma, nikâh yapma, yani evlenme insan için fıtrî yani yaratılışa uygun bir faâliyettir. Tıpkı konuşma, yeme-içme, giyinme ve benzeri işler gibidir. İlk insan Adem Aleyhiselamdan günümüze kadar insan nikâh olayını tanımaktadır. Çünkü evlenme, hem kişinin maddî ve mânevî olarak korunması, ihtiyaçlarının karşılanması; hem de neslin devam etmesi için gereklidir.

İslâm’a göre nikâh, kadın ve erkek arasında yapılan çok önemli ve hayatî bir anlaşmadır. Bu akitle beraber bir aile yuvası kurulur, eşler beraber yaşamaya başlar, eşlerde bulunan pek çok özellik kaynaşır, yeni nesiller bu yolla meydana gelir. Ailedeki beraberlik, ne işyeri beraberliğine, ne okul arkadaşlığına, ne de asker arkadaşlığına benzer. İki karşı cins hayatlarını, sevgilerini, varlıklarını, eksik ve mükemmel yönlerini, sahip oldukları güzellikleri, ellerindeki imkânları, duygularını ve isteklerini paylaşırlar. Ortaklaşa bir aile yuvası kurar, beraberce hayat sürdürürler, hem de yeni nesiller yetiştirirler.

Şurası iyi bilinmelidirki; Nikâh, yalnızca neslin devamını sağlayan veya cinsel arzuları doyurup gideren bir olay değildir. Nikâh bunlarla beraber daha önemli işlevi olan toplumsal bir kurum oluşturmaktır. Nikâhta, insanlar için çok bereketli ve faydalı başka amaçlar da vardır. İnsan, yaratılışı gereği yalnız yaşayamaz. Zâten “insan” kelimesi de ünsiyet kuran, başkalarıyla beraber yaşayan anlamındadır. Her insanın ana-babaya, aile kurumuna, sevgiye, ilgiye, konuşmaya, alış-veriş yapmaya, hatta kimi zaman diğer insanlarla mücâdele etmeye ihtiyacı vardır. Kişi, bazı insanların yardımına muhtaç olduğu gibi, hayatını ve duygularını başkalarıyla bölüşmeye, hatta başkalarına yardım etme arzusuna bile ihtiyacı vardır. Bunun ilk örneğini ailede buluyoruz.

İnsanların ön önemli özelliklerinden birisi sosyal bir varlık olarak organize olmalarıdır. Yani bir arada yaşayıp toplum oluşturmalarıdır. Fertler aileleri, aileler kabileleri, kabileler, sülâleler ve kavimleri, kavimler de insanlık ailesini meydana getirir. Bu toplumların en küçük birimi ailedir. Kur’ân-ı Kerim’de insanların bir erkekle bir kadından yaratıldığı, sonra da kabileler ve kavimler haline getirildikleri açıklanmaktadır…Rabbimiz Hucurât Suresi ayet.13.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır…***

İnancımız odurki; Kıyafetsiz bir insanlık olamayacağı gibi, nikâhtan soyutlanmış bir insanlık da düşünülemez. Bazı modern toplumlardaki en çok ta günümüz 2011. dünyasında, artan evlilik dışı ilişkilerin ve bu ilişkilerin normal sayılması insanlık ailesinde bir ârızadır, bir illettir, bir hastalıktır. Bu hastalığın geçici olduğunu ve tedâvi edilebileceğini ümit ediyoruz. Çünkü nikâhsızlık temiz yaratılışa uymamaktadır. Nikâh bu huzura kapı açmaktadır. Bu huzur, yalnızca gece rahatı veya diğer maddî ihtiyaçların karşılanması değildir. Bu aynı zamanda duyguların, arzuların, hedeflerin, sevgilerin ve yeteneklerin paylaşılmasından, karşılıklı merhamet ahlâkının işletilmesinden, başkası adına yapılan fedakârlıktan doğan bir huzurdur.

İslâm evlenmeyi yüceltiyor, tavsiye ediyor, evliliğin şartlarını ortaya koyuyor ama bunu “nikâh” akdine bağlıyor. Yani evlilik mutlaka “ağır ve kuvvetli bir akit olan” nikâhla başlayabilir. Nikâh, evliliğe adım atmak ve bunu insanlara duyurmak; aynı zamanda evlilik sorumluluğunu yüklenmektir. Çünkü yapılan evlilik akdinde iki tarafın anlaşmasında evliliğe ait, aileye ilişkin görevleri yüklenme şartı vardır. İslâm, nikâh dışı bütün beraberlikleri gayrı meşrû saymakta ve haram demektedir. Evlilik dışı ilişkiler İslâm’a göre iffetsizlik ve hayâsızlıktır. Zinâ haram olduğu gibi, zinâya götüren sebepler de haramdır.

Nikâh olmaksızın evlilik öncesi cinsel ilişkiler, dost hayatı yaşamak yani birbirleriyle anlaşarak zinâ etmek; bir ihtiyacı karşılama değil, nefsin ve hevânın arzusuna uyup suç işlemektir. Evlilik, yaratılışın gereği bir duygudur. Her insanın buna ihtiyacı vardır. Hayatın güzel bir şekilde devam etmesi buna bağlıdır. Aile kurumunu koruyan toplumların birçok yönden daha sağlıklı olduğu, bu toplumlarda yetişen insanın daha kaliteli, sosyal ilişkilerde daha düzeyli olduğu ve özellikle çocukların daha huzurlu ve nitelikli yetiştiği bilinmektedir. Ailesi çöken toplumlar, her açıdan çökmeye mahkûmdur. Aileyi oluşturan ve yücelten de nikâh bağıdır. Nikâh sosyal bir faydadır. Nesiller bu yolla çoğalır, devam eder. İnsan türü aileyle korunur. Nesiler, ancak nikâh akdi ile korunmaya alınır. İslâm’ın amaçlarından biri de nesli korumaktır. Kişiyi aile daha iyi eğitip terbiye eder. Her toplum kendi kültürünü aile kurumunda yeni nesillere daha iyi öğretir.

Nikâhla beraber insanın hayatında önemli değişiklikler olur. Kişinin sorumluluğu artar, hayatını ve sevgisini paylaşabileceği bir insanla yaşamaya başlar. Bölüşmeyi, sevmeyi, merhamet etmeyi, iyilik yapmayı, cömertliği öğrenir. İnsanlarla beraber yaşamayı ve onlarla geçinmeyi bilir. Ancak aile hayatı insana bu anlayışı uygun bir şekilde verebilir. Nikâhla beraber insan, bir zorluğun bir güçlüğün altına girer, sorumluluğu artar; bu bilinen bir şeydir. Bütün evliliklerin de çok güzel ve huzurlu olduğu söylenemez. Ancak bunlar aile kurumunun, nikâhın önemini azaltmaz. Şüphesiz nikâhın verdiği lezzet, getirdiği acıdan kat kat fazladır. Özellikle Avrupada gelişen nikâhsız beraberlikler ve cinsel hürriyet, nikâhı ve aile kurumunu, dolayısıyla da giderek insanlığı tehdit ediyor. Onların da en doğal olan yola, yaratılışa dönmelerini umuyoruz. “Nikâhta kerâmet vardır!” diyenler ne güzel söylemişler.

İslâm, nikâh dışı bütün beraberlikleri gayrı meşrû saymakta ve haram demektedir. Evlilik dışı ilişkiler İslâm’a göre iffetsizlik ve hayâsızlıktır. Zinâ haram olduğu gibi, zinâya götüren sebepler de haramdır. Nikâh olmaksızın evlilik öncesi cinsel ilişkiler, dost hayatı (anlaşarak zinâ etmek); bir ihtiyacı karşılama değil, nefsin/hevânın arzusuna uyup suç işlemektir. Şüphesiz Allah’a ve O’nun koyduğu ölçülere inanan mü’minler, imanlı gençler bu noktada duyarlı olurlar. Fuhuş yani gayrı meşrû ilişkiler birçok bedensel ve ruhsal hastalıklara yol açar. Bunu aile hayatı azaltabilir. Kişi aile hayatıyla ruhsal huzura kavuşur. Başkasını sevmenin, çocuk yetiştirmenin, onlara fedakârlık yapmanın, beraberce hayatın güçlüklerine katlanmanın, birçok şeyi birlikte paylaşmanın zevkini yaşayabilir. Babalık şefkati, analık merhameti ancak aile hayatıyla tadılabilir. Analık kurumunun yüceliğini düşünürsek bunu daha iyi anlarız. İslâm’da anaya, analık kurumuna ve anaya iyilik etmeye ne denli önem verildiğini düşünürsek aile kavramını daha iyi anlamış oluruz.

Nikâh; Evlenme, kocaya gitme, cinsî temasta bulunma, evlenmeleri yasak olmayan bir erkekle bir kadın arasında yapılan ve müşterek hayat ve nesli sürdürmek için bir bağ meydana getiren akittir ve anlaşmadır dedik. Tarih boyunca, çeşitli milletlerde ve hukuk sistemlerindeki evlilik anlayışı ve tatbikatı aynı olmamıştır. ilâhî vahye dayanan semavî dinlerde erkekle kadının ortak bir yuva kurması ancak nikâh akdiyle mümkün kılınmıştır. Nikâh akdi eşlerin veya temsilcilerinin serbest irâdesiyle oluşur. Karı kocadan meydana gelen aile yuvasında tarih boyunca, çeşitli topluluklarda üç sistem uygulanmıştır.

Koca hâkimiyetine dayanan evlilik: Tarihin eski çağlarından beri yaygın olan evlilik şekli budur. On sekiz ve on dokuzuncu yüzyıllarda Avrupa’da meydana gelen çok önemli siyasî ve sosyal gelişmelere rağmen koca, evlilik birliği içinde hâkim rolünü, çoğu hukuk sistemlerinde korumuştur. Meselâ, Fransız Medenî Kanunu büyük ihtilâlden sonra da evlilik birliğinde kocanın hâkimiyetini sürdürmüştür. Eski Roma hukukunda evlilik, tamamen kocanın hâkimiyetine dayanıyordu. Napolyon da bu sistemi devam ettirmiştir.

Eşlerin eşitliği esasına dayanan evlilik: On dokuz ve yirminci yüzyıllarda gelişen sosyal ve ekonomik şartlar, kadının da ekonomik hayatta ve birçok idarî kademelerde görev almasına yol açmıştır. Bunda üst üste yaşanan savaş şartlarının da etkisi olmuştur. Bazı ülkelerde „koruma ve itaat prensibi“ terk edilerek, karı kocanın mutlak eşitliği esası benimsenmiştir. Meselâ, Rusya’da karı-koca mutlak sûrette eşittir. Bu yüzden Rus kadını, kocasının soyadını taşımak zorunda olmadığı gibi, ikametgâh değişikliği hâlinde isterse kocasını takip etmeyebilir. Sonuç olarak orada, evlilik kadının ehliyetine tesir etmez. İskandinav ülkelerinde de durum böyledir. Ancak bu kadar serbestlik, aile yuvasını sarsmış, sıcak anne kucağı görmeyen çocuklar bu ülkeler için problem halini almıştır.

Ortalama sistem: Bu sistemde karı-koca esas itibarıyla eşit olmakla birlikte, evlilik birliğinin korunması ve devamı için erkeğe bazı hususlarda üstünlük tanınmıştır. Bu cümleden olarak, erkek ailenin reisidir. Karı, kocanın soyadını taşır ve onun rızâsı olmadan bir sanat ve meslekle iştigal edemez, kendi başına buyruk iş yapamaz. Ancak bu durum, kocaya her yönde bir hâkimiyet sağlamaz. İslâm’daki duruma gelince; bu konuda genel bir prensip söylemek güçtür. Çünkü kadın şahsî bakımdan kocasına tâbi olmakla birlikte, kendisine ait bir mal üzerinde serbestçe tasarruf edebilmekte, her türlü hukukî muâmeleyi yapabilmektedir. O, her konuda dâvâ açabilir. Bunun için kocasının rızâsına da muhtaç değildir. Evlenme, kocaya karısının malları üzerinde hiçbir hak vermez. Serveti ne olursa olsun, kadın evin masraflarına katılmak zorunda değildir. Eşler arasında mal ayrılığı esası uygulandığı için, boşanma veya ölüm halinde problem çıkmaz. Mal varlığı bakımından bu şekilde geniş hürriyete sahip olan kadın, şahsî bakımdan kocasına tâbîdir. Bu sebeple ailenin reisi kocadır. Çünkü o, daha güçlü ve hayat olayları karşısında daha dayanıklıdır diye inanıyoruz. Rabbimiz Bakara Suresi ayet.228.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah’ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir…***

Mahmut Toptaş hocaefendi bu ayet hakkında diyorki: * …Bugünkü hukukta hala kadın kocasının soyadını alır. İslam Hukukunda ise böyle bir kaide yoktur. Bugünlerde bazı kendini çağdaş zanneden ka¬dınlar kocalarının soy adını istemediklerini beyan etmekteler. Aslında bu kadınlar farkında olmadan İslam’ı istemektedirler! Çünkü İslam’da kadın kocasının evine soyunun ismini taşıyarak gelir. Sahabeyi anlatan bir ki¬tapta üçbin kadın sahabi anlatılır ve üçbini de babasının ismiyle anılır, kocasının soy ismiyle değil. Dolayısıyla şimdi, ben kocamın soy adını is¬temem diyen kadınlara siz aslında İslam’ı istiyorsunuz demek lazım. Çünkü fıtrat İslam’ı istemektedir. Fıtrat İslam’ı ister ama sonradan edindi¬ği kültür ve çevre insanı ve fıtratını değiştirir.

„Fakat erkekler“ için kadınlar üzerinde bir derece fark vardır. Allah güçlüdür, kuvvetlidir, hükmedendir, hükmünde hikmet sahibi olandır.“ Burası günümüzde kadınların haklarını savunanlar için pek hoş görülmü¬yor. Ama dikkat edilirse Allah önce erkeklerin haklı olduğu gibi kadınla¬rın da erkekler üzerinde haklan vardır şeklinde beyan ediyor. İbn-i Kesir merhum tefsirinde bu farklılık ve üstünlük hilkat bakımından yani bedeni güç ve otorite bakımındandır diyor. Bunu bugünkü kadın erkek eşitliğini iddia eden kadınlar da kabul edeceklerdir, çünkü mesela atletizmde dai¬ma erkekler derece olarak kadınlardan üsttedirler, bokstan koşuya, yük¬sek atlamadan, haltere kadar.

Üstelik derece farkı olmasa bedeni üstünlük olmasa kadınlarla erkekler aynı kategoride birlikte yarışırlardı, ama bakı¬yoruz ki kadınlar kadınlarla, erkekler de erkekle yanşıyorlar….Aslında bu konuda dinimin kabul ettiği yaymaya gayret ettiği sistem her iki cinsi ya¬rıştırma değil, her iki cinsin kendine göre değerli olduğunu, kabul etmek ve buna göre değerlendirmektir. Zaten eğer hilkat bakımından mukayese yapacak olursanız, mutlaka erkekler kazanacaktır. Ama tekrar ediyoruz ki İslam hiçbir zaman mukayese, yanş yoluna gitmiyor, iki cinsin de kendi¬ne göre, kendi sınıfı dahilinde değerli tarafları olduğunu beyan ve kabul ediyor. Herkes yaratıldığı doğrultuda görev yapmalıdır. Kadın olsun, er¬kek olsun aklını, bedenini, bütün kabiliyetlerini bu doğrultuda kullanma¬lıdır.(Mahmut Toptaş.Şifa Tefsiri…)*

Ali Küçük hocaefendi ise bu konuda diyorki: *…Kadın ve erkek İslâmî sorumluluk noktasında aynı konumda¬dır¬lar. Allah’ın kendilerinden istediği emirler, farzlar ve haramlar husu¬sunda insan olarak kadının erkekten hiçbir farkı ve eksikliği yoktur. Kur’an’ın ifadesine göre zina eden, hırsızlık yapan bir kadın bunları yapan erkek gibidir. Her ikisine de aynı had ce¬zası uygulanır. Yine saliha bir kadın, salih bir erkek gibidir. Yaptık¬ları karşılığında her iki¬sine de hazırlanan cennet, aynı cennettir. Erkeğin namazının, orucu¬nun, sadâkatinin ve iffetinin karşılığı ka¬dınınkinin karşılığından faklı değildir. Yâni kullukları ve sorumlu¬lukları açısından kadın ve erkek birbirine eşittir. Lâkin aile içindeki müşterek sorumluluklarına gelince; Rabbimiz her birine ayrı ayrı roller biçmiştir. İşte Rabbimiz tarafından kendilerine biçilen bu rol gereği olarak, erkeğe şahsi ve malî konu¬mundan ötürü bir imtiyaz vermiştir.“Erkekler kadınlar üzerine kavvamdırlar. Peki nedir bu kavvam oluş? Zâlimdir! Despottur! Ezicidir! Aşağı¬layıcıdır! Horlayıcıdır! Üsttedir! Alttadır! Yandadır! Kenarda¬dır! Değil. Ya ne?

Hani İslâm’ın toplumun nüvesi dediği aile var ya, bunu bir birim kabul eder ya İslâm toplumda, işte o ailede er¬keğe bir fonksi¬yon yükler ya İslâm, işte bu anlamadır kavvam. Yâni rol anlamına, şe¬ref anlamına, kahır anlamına ve görev anlamına¬dır bu kavvam. Yâni kadınlar üzerinde bekçi ve muhafız anlamı¬nadır bu kavvam. Yâni ka¬dınlar üzerinde hizmetçi olmadır bunun mânâsı. Kadınları eğitme, ye¬tiştirme ve ateşten koruma görevidir. Kadınların hayatına karışma; ama onların Allahın emaneti oldukla¬rını bilmedir kavvam. Veya on¬lardan sorumlu olma görevini üstlenmedir. Bakın bu kelime Nisâ sû¬resinde bir daha kullanıl „Eyiman edenler! Hak üzere durup adâleti ye¬ri¬ne getirmeye çalışan kavvamlar olun!“ (Nisâ: 135)Yâni ey iman edenler siz de toplumda bulunduğunuz ko¬numda, bulunduğunuz makamda kavvamlar olun! İnsanlara, hay¬van¬lara, bitkilere, hattâ taşlara, cansız cemadâtlara karşı kavvamlar olun. Onlar nerede kullanılmalıysa, hangi konumda tu¬tulmalıysa onları o makamda tutarak kavvamlar olun, buyurulmaktadır. (Ali Küçük.Besairul Kuran…)

Nikâh teriminde erkeğin, kadının cinsel yönlerinden yararlanma anlamı vardır. Nitekim Biz Hanefîlerin tarifi şöyledir: Nikâh; şer’an evlenme engeli bulunmayan bir kadının cinsel yönlerinden yararlanmayı erkeğe mubah kılan bir akittir. Evlilik konusunda pek çok hadis-i şerif nakledilmiştir. Peygamber Efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlilik yükümlülüklerine gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik gözü daha çok (harama bakmaktan) korur ve iffeti daha fazla muhâfaza eder. Kimin evlenmeğe gücü yetmezse, oruca devam etsin. Çünkü oruç onun için bir kalkandır.“ (Buhârî, Savm) Evlenmenin hükmü meselesine gelince: Evleneceklerin durumuna göre nikâhın hükmü farz, vâcib, sünnet, haram, mekruh veya mubah kısımlarına ayrılır:

1. Evlenmediği takdirde zinâya düşeceği kesin olan kimsenin – mehri verecek ve eşinin geçimini sağlayacak durumda ise- evlenmesi farzdır. 2. Yine evlenmezse zinâya düşme tehlikesi bulunan kimsenin -mehir ve nafakayı sağlayacak durumda ise- evlenmesi vâciptir. Bilindigi gibi Biz Hanefîler dışındaki çoğunluk farz ve vâcip arasında bir ayırım yapmazlar. 3. Evlenince, eşine zulüm yapacağına kesin gözüyle bakılan kimsenin evlenmesi haramdır. Hem zinâya düşme, hem de eşine zulüm yapma korkusu bulunan kimsede haramlık yönü tercih edilir. Çünkü bir konuda helâl ve haram birleşince, prensip olarak haram üstün tutulur ve ondan kaçınmak gerekir. 4. Eşine zulüm yapacağından korkulan kimsenin evlenmesi mekruhtur (el-Mevsılî, el-İhtiyâr).

5. Cinsel bakımdan itidal halde bulunanların evlenmesi sünnettir. İtidal; evlenmezse zinâya düşeceğinden korkulmayan, evlenirse de eşine zulüm yapacağından endişe duyulmayan kimsenin halidir. Toplumda çoğunluğun bu durumda olması asıldır. Evlenemeyen gençlere oruç tutmayı tavsiye eden, evlilik konusunda aşırı çekimser kalmaya karar veren üç sahâbeyi uyaran hadisler bunun delilidir. Diğer yandan Hz. Peygamber ve ashâb-ı kiram evlenmişler ve onlara uyanlar da bu sünneti sürdürmüşlerdir. Tercih edilen görüş budur…(Ahmet Kalkan. Kavramlar tefsiri)

Nişan meseleseine gelince: Evlenme isteği üzerine verilen söz ile yapılan akit ve merasimlere nişan denir. Nişan merâsimi nikâh sayılmaz. Evlenecek kadınla erkeğin birbirini daha iyi tanımaları, eksiklerin tamamlanması, öğrenim ve askerlik gibi bir kısım engellerin aşılması, resmî bazı formalitelerin tamamlanması, belli bir zaman tahsisini gerekli kılar. Yani söz kesilir kesilmez, hemen nikâh akdi yapmak çoğu zaman mümkün olmaz. İşte, sözle nikâh arasında geçen bu döneme „sözlülük veya nişanlılık“ denir. Arapçada „hutbe“ kelimesiyle ifade edilen bu müessese, sözlükte; kız istemek, söz vermek, söz kesmek ve nişanlanmak anlamlarına gelir.

İslâm’da, ömür boyu beraber yaşayacak olan eşlerin, evliliğe karar vermeden önce gereken tedbirleri alması, iyi düşünmesi gerekmiş ve bunun için de evleneceklerin görüşmesi âdet hâline gelmiştir. Ancak nişanlıların nikâhtan önce birbirlerine haram olduklarından dolayı birbirlerinin vücutlarına dokunmaları, samimî ilişkileri câiz değildir. Evlenecek eşlerin daha önceden birbirlerini görmeleri mümkün ve câizdir. Bakılacak yerler ellerle, yüz ve ayaklardır. Muğîre (r.a.) bir kadınla evlenmek istemiş, Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine: „O kadına bak, çünkü bakmak yıldızınızın barışması için daha uygundur“ buyurmuştur (Tirmizî) Yine Allah’ın Elçisi, Ensar kadınlarından biriyle evlenmek isteyen bir sahâbiye; „Git ve ona bak, zira Ensar kadınlarının gözlerinde bazı göz kusurları bulunabilir“ (Müslim)

İslâm hukuku, nişanlıları evlenmeye mecbur etmemiştir. Ancak meşrû bir sebep olmaksızın nişanı bozmak mekruh veya haram sayılmıştır. Nişanın bozulması halinde, daha önce mehir verilmiş ise, bunun iâdesi gerekir. Nişanlıların birbirlerine verdikleri hediyelere gelince… Bu konuda hîbeden dönme hükümleri uygulanarak, bunlar mevcutsa aynen iade edilir. Kullanılmış ve artık mevcut değilse bir şey gerekmez. Şâfiîlere göre, hediyeler duruyorsa aynen, kullanılmış ve yok olmuşsa bedeli bakımından iade edilirler. Mâlikîlere göre ise, nişanlanma ve evlenme örf ve âdetin çok rol oynadığı bir saha olduğu için, hediyeler konusunda o beldenin örfüne uyulur. Örf kaidesi yoksa ve nişanı erkek bozmuş olursa, kadın verilen hediyeleri iâde etmek zorunda değildir.

Burada kısaca başlık parası mevzuuna da deginelim: Kimi bölgelerde, evlenirken damadın kaynatasına ödemesi görenek olan topluca paraya, bilindiği gibi “başlık” parası denir. İslâmî hayatta yeri olmayan, Hz. Peygamber’in yürürlükten kaldırdığı, ancak bugün bile bazı toplumlarda varlığını sürdüren bir âdettir. Bazı yörelerde buna „ağırlık“ veya „kalın“ ya da süt bedeli gibi isimlerde konulmuştur. Günümüzde bazı müslüman topluluklarda kız babaları, hakları olmadığı halde, kızlarını verdikleri erkeklerden veya erkek tarafından „başlık“ adı altında bir para veya mal almakta ve çogunlukla bu parayı kızlarının satış bedeli olarak telakkî ettiklerinden, kızlarına vermemekte; kızlarının düğün giderleri için sarfetmemekte ya da cüz’i bir miktarını harcamaktadırlar.

İslâm’ın gelişinden önce toplumda kadına gereken değer verilmiyordu. Kadın alınıp-satılan bir mal durumundaydı. İslâm kadını insan olarak erkekle aynı haklara sahip kıldı; ona inanç, ibadet ve ahlâk sistemindeki müşterek yükümlülüklerinin yanı sıra, muâmelâtta da şahsiyet, mülkiyet ve benzeri haklar kazandırdı. İslâm dini evlilik müessesesinin kolay teşkîli için azamî kolaylığı sağlamış, evliliği zorlaştıran unsurlardan da sakındırmıştır. Yukarıda izah edildiği şekliyle başlık almak İslâm’da yasaklanmıştır. Başlık evlenmeleri güçleştirmektedir. Buna karşılık Kur’an-ı Kerîm „Kadınlara mehirlerini cömertçe verin, eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin“ (4/Nisâ, 4) buyurarak „mehir“ adıyla bir evlilik (nikâh) bedeli koymaktadır. İslâm’ın kuralı olarak mehrin özüne vâkıf olunduğunda evlilik olayı kolaylaşır. Mehir, kadının nikâh akdi ile kocasından hakettiği maldır ve bunu kocasından alır (Ömer Nasûhi Bilmen.I.F.Kamusu)

Dügün olayına da kısaca deginecek olursak: Evlilik münasebetiyle düzenlenen tören ve merasimlere Türkçede düğün denilmektedir. Yeni bir hayat başlangıcı demek olan evlenmelere düğün adı altında düzenlenen eğlence ve törenlerle, neşe ve sevinç içinde girilmesi, dünyanın hemen her yerinde âdet halindedir. Ancak düğün gelenek ve âdetleri milletlere hatta yörelere göre değişiklik gösterir. Evlilik gibi mühim bir hadisenin başlangıcı olan düğün konusunda İslâm’ın görüşü sorulagelmiştir. İslâm öncesi Arap örfünde bulunan düğün âdeti, İslâmî dönemde de düzeltilerek ve İslâm’a uymayan yönleri kaldırılarak muhafaza edilmiştir.

Peygamber Efendimiz (sav) zamanında zamanında uygulanan düğün adeti bizim için en güzel örnektir. O halde bu konudaki sünnetleri iyice öğrenmeli ve uymalıyız. Evlenen çiftlerin yeni hayata neşe içinde geçmeleri, eş-dost ve akrabalarının, hatta tüm din kardeşlerinin bu sevinçlerinde onlara katılabilmeleri için düğün yapmayı Hz. Peygamber (s.a.s.) tavsiye etmiştir. Rasûlullah (s.a.s.) yeni evlenen Abdurrahman b. Avf’a: „Düğün yap, bir koyunla da olsa ziyafet ver.“ (Buhârî, VI/142) buyurmuştur. “İslâmî bir düğün nasıl olmalı?” sorusuna gelince; bu sorunun kesin cevabı verilmiş ve İslâmî bir düğünün hudutları hiçbir zaman kesin olarak çizilmiş değildir. Bu nedenle de dünyanın her yanındaki müslümanlar arasında, İslâm’a uygun olsa da, düğünlerde farklılıklar görülmektedir.

Yani müslümanlar müşterek bir düğün şekline sahip değildirler ve bunda da herhangi bir, mahzur yoktur. Düğün ve düğün esnasında uyulacak esas; her işimizde olduğu gibi helâl ve haram sınırını gözetmektir. Düğünlerimizde harama kaçmamak kaydıyla, kadınlar ve erkeklerin birbirlerine karışmaması, içki içilmemesi şartıyla eğlenebilirler. Düğünlerde tef çalınması, şarkı söylenmesi de Peygamberimiz (s.a.s.)’in tasvip ve teşvik ettiği şeylerdendir. Düğünlerimizde mâkul ölçüde şarkıya ve çalgıya izin verilmişse de bu gibi şeylerde aşırıya kaçmak insanı harama düşme tehlikesiyle karşı karşıya bırakır.

Ayrıca, düğünlerde okunacak şarkıların muhtevası inançlarımıza aykırı olmamalı ve isyana, harama teşvik etmemelidir. Çünkü harama vesile olan her şey haramdır kaidesi esas alınmalıdır. Kına ve kına gecesi hakkında söylenecek sözlerde aynı dügün merasiminde olması gereken helal ve haram hudutlarında riayet edilerek eglenmek söz konusudurki bu durumda belli bir kaideyi gündeme getirmek yerine toplumlar örf, anane ve gelenekleri dogrultusunda ve tabiidirki İslami hudutları ihlal etmeden yerine getirmeleri en güzel hareket olur inancını taşıyoruz. Tabiidirki Kına ve dügün gibi merasimlerde kadınlar kendi aralarında erkeklerde kendi aralarında eglenirse inanca uygun olan tavrı sergilemiş olurlar kanaatını taşıyoruz. Velime yani dügün yemegi: Düğün münasebetiyle verilen yemek. Sevinç ve saadet ifade eden her türlü merasim sebebiyle verilen ziyafetlere de velime denilmiştir. Düğünler neşe ve saadet günleri olduğu için, hem sevincin ortaya konması, hem de dost ve fakirlerin doyurulmasına vesile olması yüzünden davetlilere düğün yemeği vermek güzel bir davranıştır. Câhiliyye döneminde de velîme geleneği mevcuttu. Hz. Peygamber (s.a.s.), Hatice vâlidemizle evlenirken velime cemiyeti tertip etti. İki deve kestirerek halka yemek verdi. Amcası Ebû Tâlib de bu münasebetle evinde ziyafet tertipleyerek Hz. Peygamberi ve Hatice anamızı da davet etti. Rasûlüllah, diğer hanımlarıyla evlenirken de düğün yemeği vermiş; önceden sadece gelenek olan velîme Rasûlüllah’ın tatbikatıyla sünnete dönüşmüştür.

Ayrıca Peygamber Efendimiz (sav), ashâbına da bu hususta tavsiyede bulunmuştur. Hz. Ali ile Hz. Fâtıma validemizin düğünlerinde de bu sünnetin canlı olarak yerine getirildiğini görmekteyiz. Hz. Ali bu iş için, yarım ölçek arpa almak üzere zırhını bir yahudiye rehin bırakmıştı. Birkaç kesilmiş, çekirdeği çıkarılmış kuru hurma, un, yağ ve yoğurt karıştırılarak yapılan bir yemek ve arpa ekmeği sunulmuştur. O günün şartlarına göre bu, iyi bir ziyafet sayılırdı (Asım Köksal, İslam Tarihi.) Peygamber Efendimiz (sav), Zeynep validemizle evlendiğinde bir koyun kesmiş, Safiyye validemizle izdivacında da hurma ve sevik (kavut) ikram etmiştir. Düğün ziyâfetinin şekli, ikram sahibinin mâli gücüne ve cömertlik durumuna göre değişir.

Peygamber Efendimiz (sav), insanların en cömerdi olduğu halde bazı düğünlerinde et ve ekmek ikramı yerine daha basit ikramlarda da bulunmuştur (İbn Mâce). Düğün yemeklerinde haram olan şeylerin ikram edilmemesi ve gösterişten, şöhret alametlerinden kaçınılması gerekir. Meşrû olmak şartıyla bu türlü davetlere katılmak gerekir. Düğündeki ikram ve eğlencelerin İslâmî kaidelere uygun olması esastır. Uygun olmayan ziyafet ve merasimlere katılmanın dinî hükmüne gelince: Şayet merasim ve ikramların gayri meşru tarzda olacağı önceden belliyse bu türlü davetlere katılmamak gerekir. Eğer mahiyeti önceden bilinmeden icabet edilip, bilahare gayri meşruluğu ortaya çıkarsa; mümkünse haramlara mani olunur, değilse sabredilip oturulur. Şayet bu durumdaki kişi; söz ve davranışları ölçü kabil edilen örnek ve dinî manada önder bir kişiyse haramları engelleyemediği takdirde bu türlü meclisleri terk eder. Aksi halde onun bu hareketi başkalarına örnek olur, günah işleme ve kötülüğe razı olmaya bir nevi ruhsat kabul edilebilir (Merginânî, el-Hidâye,).

Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Kadınlarınızın hayırlısı ile evlenmeye bakın. Denginiz olanlarla evlenin. Birbirlerine denk olanları evlendirin…
(Aişe radıyallahu anha. İbn Mâce)Allahım bizleri Kuran ve sünneti seniyye nurunda birleşenlerden eyle. Bizleri senin emir ve yasaklarını baş tacı edenlerden eyle. Bizleri senin razı oldugun kulların cümlesinden eyle. Sana kulluk yarışı içinde olanların Nişanını, Nikahını, Kınasını, Dügününü mübarek kıl ve hayırlara vesile eyle. Bizleri sıratı müstakimden ayırma. Sen her şeylere kadirsin Allahım… Amin…

Sermedkadir…07.08.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.